Anzetse Were*
Pekin, Batı’ya karşı süregelen bir güvensizlik zemininde, Afrika hükümetlerinin gercek ihtiyaçlarına cevap vererek başarılı oldu.
Afrika hükümetlerinin ülkelerinin ekonomik kalkınmasındaki rolü çok önemlidir. Bu nedenle ekonomik konulara odaklanan stratejilerde yabancı hükümetler tarafından Afrika hükümetlerinin temel önemde görülme düşüncesi ağır basmaktadır. Bu makale, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık’ın tarzı ve yaklaşımıyla çelişen Afrika ve Çin hükümetleri arasındaki ekonomik ilişkiyi inceleyecek ve Çin’in Afrika’daki ekonomi anlayışına ve yönetimine yaklaşımının benzeri olmayan güçlü tarafları hakkında görüşler paylaşacaktır. Ekonomik devlet yönetimi, genel anlamda uluslararası arenada ulusal ekonomik ve finansal çıkarları güvence altına almak için ekonomik ve finansal stratejilerin inşası ve bu stratejilerin uygulanması olarak tanımlanır.
Bariz olanı belirtmek için, Çin’in belirli Afrika ülkelerindeki ekonomik devlet idaresinin spesifik özellikleri farklıdır ve genellikle ülkenin ekonomik yapısı, politik ekonomi dinamikleri ve ev sahibi ülkedeki devletin özellikleri ve kapasitesi hakkında bilgi sahibidir. İkincisi, Batı da yekpare değildir, hatta kendi içinde birlik veya koordineli değildir. Bununla birlikte, Batılı ülkeler, Çin’in yaklaşımından çok farklı olarak “değerler” ve yardım odaklı benzer bir angajman tarzı ile Afrika’ya yaklaşma eğiliminde olmuşturlar.
Çin’in Afrika hükümetleri için nasıl ve neden bu kadar hızlı bir şekilde bu kadar önemli bir ekonomik partner haline geldiğine dair bir çerçeve sunarak başlayacağım. Birincisi, Çin, kıta ile birçok Batılı ulusun sahip olduğu olumsuz tarihsel bir mirasa sahip değil. ABD ve Avrupalı güçler, Transatlantik ve Doğu Afrika köle ticaretinden, sömürgecilik; Patrice Lumumba’nın 1961’de öldürülmesi, Soğuk Savaş döneminde yeni kurulan Afrika devletlerinin manipülasyonu; Yapısal Uyum Programlarının yıkımı; ve adaletsiz küreselleşmenin sorumlularıydı.
Bu tarihi leke nedeniyle Batı’nın Afrika’da Çin’le kıyaslanamayacak şekilde büyük bir meşruiyet sorunu var. Batı’nın Afrika’daki tarihsel davranışı, onları Afrika için “denenmiş, gerçek ve güvenilir” bir ortak olması açısından özü itibarıyla gayri meşrulaştırdı ve Çin ile kıyaslanamayacak ciddi bir güven açığı yarattı. İlginç bir şekilde, Batılı hükümetler kendilerine yönelik düşük güven seviyelerinin gerçekliğinden habersiz görünüyorlar ve hala Afrika hükümetlerine yönetişim, yolsuzluk veya başka şeyler hakkında ders verirken dinlenmeleri gerektiği görüşündeler.
Bu, Cin’in aktif devlet idaresi ile daha doğrudan bağlantılı olan sonraki noktalara götürür. Genel olarak Çin, aşağılayıcı konuşmaktan ders vermekten veya patronluk taslamaktan kaçınır. Afrika hükümetlerinin onur kırıcı muamele görme konusundaki hassasiyetlerinin farkındadır ve buna göre davranır. Pekin’in diplomatik yaklaşımı ve dili, genellikle ABD, İngiltere AB kaynaklı ataerkil, kendini beğenmiş ve bazen bağnaz olan iletişim çerçevesinden farklıdır. Bunun yerine Çin, dayanışma, uzlaşma ve birlik dilini kullanıyor. Ayrıca Çin, 2010 lu yıllardan sonra Afrika hükümetleri ve paydaşları tarafından talep edilen “ Yardım Değil Ticaret ” çağrısına kulak veren ilk ekonomik süper güç gibi görünüyor. ABD, AB ve Birleşik Krallık ise ancak şimdi, on yıldan fazla bir süre sonra, bu tercihi benimsemiş ve bu önceliğe uyum sağlamış görünüyor.
Çinìn bu taleplere kulak verme kararı, Afrika hükümetlerinin önceliklerine yanıt verme konusunda daha kapsayıcı ve başarılı olmasına neden oldu. nihayetinde, başlangıcından itibaren ilişkilerde ekonomik, finansal ve ticari konulara odaklandı. Afrika’nın altyapı ekisikliklerini finanse etmeye ve ele almaya odaklanarak başladı ve diğer yardım eden ülkeler tarafından duymazlıktan gelinen Afrika hükümetlerinin önemli tercihlerine cevap verdi. Ekonomik ilişkiler artık sadece ticaret ve yatırım ilişkilerini değil, aynı zamanda Afrika’nın kapasitesi ve avantajlarından yararlanmak için kapsamlı şekilde Çin‘in özel sektör katılımını da içeriyor.
Çin, Afrika başkentlerinde memnuniyetle karşılanan yeni bir entelektüel stil ve pragmatik yaklaşım getirdi. Bu tarz, benim ekonomik benzerlik diye adlandırdığım faktörlerden de kaynaklanıyor gibi görünüyor – yani, çok uzun olmayan bir süre önce Çin’in pek çok Afrika ülkesine benzer bir ekonomik durumda olduğu gerçeği. Bu, Afrika’nın nabzının nasıl attığına aşina olduğu anlamına geliyor gibi görünüyor. Yüksek risk almaya hevesli olmak, kendine özgü yönetim tarzı ve batı yaklaşımında çoğu zaman eksik olan esneklik: tüm bunlar bunlar Çin için Afrika’da avantajlara dönüşüyor.
Afrika’da, ekonomik stratejilerin uygulanmasında dış güçlerin kavraması gereken yedi özellik vardır – buna ekonomik devlet idaresinin 7C’leri diyorum. Birincisi, hem Afrika hükümetlerinin hem de ekonomik program veya antlaşmaların finansörleri ve uygulamaya geçiren ortaklarının kapasitelerdir. İkincisi, finansman ve ilgili projelerle ilintili koşullardır (açık ve zımni). Üçüncüsü, barış ve güvenlik açısından Afrika ülkesinin yönetim biçimi, seçim döngüsündeki aşama ve genel ekonomik koşullar (GSYİH büyümesi, yoksulluk oranları vb.). Dördüncüsü, mali sorumluluk, bilgi sızması ve kötü yönetim açısından ifade edilen yolsuzluğun boyutlarıdır. Beşincisi, hem Afrika hükümetlerinin kendi aralarındaki, hemde hükümetlerin kendi iç rekabetleri ile yabancı ortaklar, kreditörler/finansörler arasındaki rekabettir.
Altıncısı, yine Afrika hükümetleri ile dış ortaklar ve kreditörler arasındaki koordinasyondur. Yedinci ve son nokta ise farklı Afrika yönetimleri tarafından ekonomik anlaşmalara, ortaklık şartlarına ve yabancı ortakların da farklı Afrika hükümetlerine olan taahütleridir(commitment).
Çin ekonomik işbirliğinin Afrika başkentlerindeki çekiciliği göz önüne alındığında, Çin bu yedi özelliği yönetmede mükemmel olmasa da etkili olduğudur. Buna ek olarak, IMF’nin Çin resmi yardımının ekonomik ve sosyal sonuçlar üzerinde olumlu bir etkiye sahip olmakla birlikte yönetişim üzerinde olmadığıdır. Ancak buradaki olumsuz etkinin boyutu önemsemeye değmez.
Bu, ekonomik angajmanın mükemmel olduğu anlamına gelmiyor: Çin’in tarzıyla ilgili temel endişeler arasında, kanuni haklar, mali şeffalık ve şarta bağlı yükümlülüklerin abartılı uygulanması konularındaki sorunları gündeme getiren mali şeffaflık ve sözleşme gizliliği yer alıyor. Ayrıca, yetersiz ve ayrıntılı inceleme ve finansal modelleme gibi konulardan kaynaklanan yetersiz proje fizibilitesinin yanı sıra çevresel ve sosyal kaygılar da baskı oluşturmaya devam etmektedir. Ancak Çin’in Afrika’daki varlığının ekonomik getirileri de açık. Çin projeleri Afrika’daki bölgeler ve bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliği azaltıyor. Örneğin, altyapı projeleri ulaşım süresini ve enerji maliyetlerini azaltıp, istihdam yaratıyor. Ticaret yollarının açılması teknoloji ve bilgi transferini teşvik ediyor.
Afrika hükümetleri için daha da önemlisi, Çin’in borç vermesi ve Afrika’nın ekonomik önceliklerine ve vizyonuna daha ciddi bir şekilde odaklanması ve dikkate almasına yol açmasıdır. Bu dinamikler aynı zamanda Batılı ulusların temsil ettiği liberal demokrasi ve kapitalizmin vaadettiklerinin tamamen anlamsız olması ile birlikte ortaya çıkıyor. Bu model, Washington, Londra ve Brüksel’in Afrika’ya nasıl kalkınması gerektiği konusunda “dersler verirken” üzerinde durdukları ahlaki yüksek zemini de yok etmekle, bu ülke vatandaşlarının genel refahı ve zenginliğine artık hizmet etmiyor gibi görünüyor. Örneğin ABD’de ki ekonomik eşitsizlikteki artışlar, evsizlik krizi ve çocuk yoksulluğuyla ilgili ciddi sorunlar var. Birleşik Krallık’taki çocuk açlığı krizi, UNICEF’in 70 yıllık tarihinde ilk kez 2020’de aç İngiliz çocukları beslemesine yol açtı.
Afrika başkentleri, 2021 ABD Capitol saldırısını ve son olarak kadın doğum haklarındaki gerilemeyi gözlemledi. Ve ABD, AB ve Birleşik Krallık’ın tümü, artan ırkçı motofli saldırganlık ve şiddetin getirdiği zorluklarla karşı karşıya.
Bu, Çin’in ekonomik veya yönetişim modelinin mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Değil. Ancak Çin aklı, Afrika hükümetlerine Çin’ın her şeyi daha iyi bildiğini asla söylemiyor, veya finansal desteğini yönetişim tarzı veya “belirli ilkelere bağlılık” gibi kriterlere dayandırarak Afrikalı liderleri kendi modellerini takip etmeye zorlamıyor. Kendi modelleri böyle harap bir durumdayken, ülkelerini kalkınma örnekleri olarak gösteren Batılı uluslar oldukça ironik.
Anzetse Were, Afrika’da kapsayıcı ekonomik kalkınma ve dönüşüme odaklanan ekonomik araştırma, analiz, danışmanlık ve strateji geliştirmede on yılı aşkın deneyime sahip bir kalkınma ekonomistidir.
Bu makale The Diplomat’ta yayınlanan İngilizce orjinal metninden Türkçe’ye çevrilmiştir.*