Bu soruyu sadece Türkiye için yöneltmek yanlış. Türkiye’nin çevresindeki coğrafyaya baktığımızda SSCB sonrasında köleleştirilmeye çalışılan doğu halklarının topraklarının cehenneme çevrildiğine tanık olduk. NATO konseptinin bir parçası olan Türkiye, kendisini sonsuz bir güvende hissediyordu. NATO’nun içerisindeki emperyalist merkezlerin sonsuza dek krize girmeden dayanabileceği düşünülüyordu. Bu sonsuz güç algısı, liberallerin ideolojik hezeyanlarından başka bir şey değildi. Emperyalizm, krizleri üçüncüyü dünyaya havale ederken sadece kendi çöküşünü erteliyordu.
Kitleleri sömürebilmek için geliştirilen fabrika (fordist) tarzı kültür üretim biçimi, katı olan her şeyi silip süpürüyor. Bireylerin tek ölçüsü sınırsız bir rekabet ve yamyamlık olmuş gibi görünüyor. Bu karanlık çağın içerisinde her şey alabildiğine karanlık gibi duruyor. Işığı görebilmek için küçük ateş böceklerini arıyor gözlerimiz, oysa bu küçük ışık parçacıkları çoktan öldürülmüş ve ara ara ortaya çıkan kıvılcımlar karanlık tarafından hızla yutuluyor.
Avrupa’da ‘YASASIZ CUMHURİYETLER’ çağına girerken, Türkiye’de ‘REKLAM CUMHURİYETİNE’ dönüşmüş durumda. Cumhuriyet, Türkiye burjuvazisi için artık sadece bir halkla ilişkiler ve reklam faaliyeti. Kültür endüstrisinin, tüketim kültürü ile doğrudan ilişkisi vardır; bu yüzden üretilen ‘kültür’, kültürden daha çok cinsel açlığımızı giderirken kullandığımız koruyucu ürünlere benzemektedir. Gerçekten de kültür artık kitleler için tüketim ve reklamdan başka bir şey ifade etmiyor. Fazladan ise tüketilebilir bir metadan öte hiçbir şey değil, yani kondomdan herhangi bir farkı yok. Alışveriş sepetinize neyi atarsanız o biçimde kültürleniyorsunuz.
Reklam cumhuriyetinde 10 Kasım’da streç film üreten Koroplast firması yeni bir çığır açtı.[1] Koluna ya da çeşitli yerlerine Kemal Atatürk imzası attıranlar bedenlerini Koroplastla sarıyordu. Bunun Mustafa Kemal’in anma yıldönümüyle ne ilgisi vardı? Çok ilgisi varmış gibi görünüyor. Bu reklamdan sonra Koroplast ürünlerinin satışında bir artış var mıdır? Mutlaka hedeflerine ulaşmak için her yol mübahtır. Burjuvazinin kendi potasında eritemeyeceği bir şey var mı? Kurdukları sistem kadın, erkek ve çocuk bedenlerini eritirken bunu sormak bile utanç verici. Dinin kendisi bile yanmaz kefenlere sarılıp satılırken, böyle bir ülke ne şekilde ve nasıl ayakta kalınabilir? Tek bir yol olduğunu artık herkes ezberlediği için yazmak istemiyorum. Herkes bıçağın kemiğe dayanmasını bekliyor. Belki de bıçak çoktan kemiği geçmiştir. İzlediğimiz filmler ve diziler her defasında bizleri barbarca bir kan banyosunda yıkıyor. Sevgili olmayı, karşımızdakini sadece ama sadece dinlemeyi, kendimize ait bir şeyi karşılık beklemeden paylaşmayı çoktan unuttuk.
Westworld (Batı Dünyası) dizisini incelediğim kitabıma geri dönecek olursak, gerçekten de hepimize bu vahşi batıda kovboy olma rolünü kabul ettirdiler.
Bu kitap yalnızca kültür endüstrisinin başarılı bir ürünü olan Westworld (Batı Dünyası) dizisinin ideolojik içerik analizini içermemektedir. İdeoloji nedir? Kavramın Türkçeleştirilmesinde ne gibi uğraklardan geçilmiştir? İdeoloji hangi tarihsel süreçlerden geçerek günümüzdeki anlamına kavuşmuştur? Okuyucu tüm bu soruların yanıtlarını eleştirinin keskin ve heyecanlı dilinin atmosferinde bulacak. İdeoloji, sosyal bilimler alanındaki en tekinsiz konulardan biri. Bu çalışma, özellikle ideoloji üzerine hazırlanan Türkçe kaynakların tekinsizliğinde kendini daha tarafsız ve objektif bir konumda bulma arayışının zorlu bir çabasıdır. Kitabın ideoloji kavramının anlaşılması ve tartışılmasında okuyucuya iyi bir pusula olabilmesini umuyoruz. Bu yolculukta sizlere Anthony Hopkins ve Ed Harris gibi ünlü oyuncular eşlik edecek.
Tanıtım Bülteninden
Kadınlara baktığımızda artık gördüğümüz tek bir şey var. Tıpkı dizide olduğu gibi onlar bize ait eğlencelik robotlardan ibaret.
Kültür üretiminde kolay yolu buldu burjuvazi. Artık zahmete girmiyorlar, her şey kocaman bir porno filmine indirgendi. Streç filmlere sarıp sarıp yutturuyorlar hepimize. Artık paranın açamayacağı kapı yok. Vahşet izlemek isteyene sonuna kadar, dibine kadar barbarlığın kapıları açık. Koroplast reklamına dönecek olursak, bu da en az diğerleri gibi ürkütücü bir reklam. Tükeniyoruz…
Tükenen sadece Türkiye değil. Tüm Avrupa ve onunla birlikte tüm dünya tükeniyor. Yarattıkları ucube kültür yetmezse, fuhuşa o da yetmezse uyuşturucu ve alkolizme koşuyoruz. İçerisine hapsolduğumuz bu kesif karanlığın farkına varmaktan çok ama çok korkuyoruz. Özetle…
-İnsanlığı dev bir tımarhaneye hapsettiler. Kültüre dair her şeyi reklamcılığın obur midesinde erittiler.
-Streç Film reklamlarına dokunulmaz sandıkları değerleri alet ettiler.
-Yoksulluğu estetikleştirip matah bir şeymiş gibi tekrar tekrar bize pazarladılar…
Çağdaş Gökbel: Gazeteci / Yazar
[1] Bir ömür geçse de #sevgimizheptaze https://www.youtube.com/watch?v=Ap1duzLtBZk