“Yavaşça giderler, güzel, nazik, iyi kalpli olanlar; sessizce giderler, zeki, akıllı, cesur olanlar.”[1]
Platon ve Konfüçyüs müziğe ahlâkın bir parçası olarak bakarken; Friedrich Nietzsche’nin “Müziksiz hayat hatadır,” ifadesindeki üzere müzik hayatın ta kendisidir.[2]
“Müzik” sözcüğünün kökenine ilişkin değişik görüşlerden en yaygını Latince “Musica”ya dayandığıdır.
Antik Grekçe’deki “mousike”den (mousa) türediği varsayılan “musica”nın kökü “müz” (muse)’dür.
Yunan mitolojisinde Zeus’un Tanrıça Mnemosyre’den doğan dokuz kızının adı olan “müz”lerin her biri ayrı bir ilim ve güzel sanatın perisi sayılmaktaydı. Antikçağların sonlarına doğru “mus” ya da “musike” dendiğinde sadece bugünkü müzik kavramı anlaşılmaya başlamıştı.
“Perilerin Konuştuğu Dil” diye formüle edilen müzik, insan(lık) için yaşamın vazgeçilmezlerindendir; hem evrensel, hem de görecelidir ve özneldir.
İnsanın doğaya, doğanın insana eklediği uyumlu ses(ler)in hakikâtidir; emek ile sanatın çocuğudur.
Kolay mı?
O, duygu ve düşüncelerimize tercümandır; bir ifade olması yanında toplum psikolojisini doğrudan etkileyendir.
Duygu, düşünce ve olguları/ olayları dillendirip/ anlatmanın ses ve ritm ile ifadesidir.
Yalın bir ifadeyle müzik, seslerle düşünme, sesler aracılığıyla yaşamı duyumsama sanatıyken;[3] bir başka deyişle duygu, düşünce, tasarım ve izlenimleri belirli bir amaç ve yöntemle ses(ler)le işleyip anlatan estetik bir bütündür.
Bireysel ve toplumsal ifadede, anlatma/anlama ve başkaldırı/ itiraz yolu ve de eylem ile inançların ürünü olarak müzik, insan(lık)ın her döneminde kültürel bir öğe olarak var olagelmiştir.
Antropolojik bir tanımla müzik, insanın organize ettiği sesler bütünüdür, kültüreldir; insan(lık) tarihi ile yaşıttır
O sadece insan(lık)ın içinden yansıyan duygularla değil, bilgi ve anlayışla var olurken; ona bakış, olayları da anlamamızı sağlar.
Müziğin merkezinde insan(lık) ve doğa varken; insan(lık)ı bireyselden toplumsala “insan”laştıran şeylerden birisidir.
Müzik duygu ve düşüncelerin seslerle anlatılması; imgeleri teksesli ya da çoksesli olarak anlatma sanatı ve düzenlenmiş seslerden oluşan yapıtların çalınması/ söylenmesidir; hem bir sanat hem de bir bilimdir.
Tam da bu güzergâhta “Müzik, iyiyi veya fenayı, tarihi artık tanımayan bir dünya kavranışının resmini tasarlar”ken;[4] “Bilim daima hislerimizi kontrol etmeye, hesaplamaya, soyutlaştırmaya, hadım etmeye çalıştı. Sadece ölümün sessiz olduğunu, yaşamınsa gürültülerle dolu olduğunu unuttu: İş gürültüleri, eğlence gürültüleri, yaşam ve doğa gürültüleri; satılmış, satın alınmış, dayatılmış veya yasaklanmış gürültüler; başkaldırı, devrim, öfke ve umutsuzluk gürültüleri… Müzikler ve danslar;[5] yakınmalar ve meydan okumalar… Dünyada tek bir temel eylem yoktur ki, gürültü olmadan gerçekleşsin.” “Bu gürültülerden biri olan müzik, en az lisan kadar eski bir buluştur.”[6]
* * * * *
Halil Cibran’ın, “Dilimdekinden fazlası kalbimdedir ve elimde olandan fazlası özlemlerimde,” tanımındaki bugün(ler)de; Victor Jara’nın “Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür,” saptamasını anımsayarak müziğe daha da fazla muhtacız.
Çünkü Victor Hugo’nun, “En çok da yağmur yağdığında seviyorum bu şehri. Herkesin yüzü ıslak, başı öne eğik. Sanki herkes suçunu kabullenmiş gibi!”;[7] Charles Bukowski’nin “Gerçekten yaşayabilmek için birkaç kez ölmen gerekir,” ifadelerindeki üzeredir sözünü ettiğim bugün…
Hani “Doyumlarımızın peşinden koşturup durdukça ‘hayata yapıştıkça’, mutlu falan olmuyoruz; olsa olsa, mutluluğun yerine koyduğumuz birtakım hazların, gergin ve belirsiz dünyasında yaşayıp gidiyoruz,”[8] denilen türden…
Ya da “Çağdaş kültürün ve denetimin özü, arzuları kışkırtmak, onları alevlendirip azami noktaya ulaştırmak ve aşırı kısıtlamalarla gemlemektir. Şeytan, havuç ve sopa arasında gelip giderek modern toplumla işte böyle oynar,”[9] saptamasındaki gibi…
Veya “Şimdiki hâlde dünya, her biri kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, her biri bir santim gerilemektense uygarlığı yıkmaya razı, hiçbiri insan hayatına bir bütün olarak bakamayan, öfkeli gruplarla dolu bulunuyor,”[10] biçiminde tarif edilen…
Sonra da “… ‘Bekleme’nin kirli bir kelime hâline geldiği bir çağda yaşıyoruz. Giderek herhangi bir şey için bekleme zorunluluğunu yitirdik ve yeni, favori sıfatımız ‘hemen’ oldu,”[11] kabilinden…
Evet, bugünleri aşmak için müziğe daha da fazla muhtacız.
Elbette “Müzik günümüzde kültürel üretim alanında en çok işlem gören bir ‘meta’dır. Radyolar ve müzik televizyonları neredeyse sürekli olarak müzik endüstrisinin ürünlerini kullanır ve pazarlar…”
Lakin bunun yanında “Toplumsal bir hareket ya da örgütlenme bünyesinde yapılan müzik devrimcidir, sadece isyan etmez, onun alternatif bir dünya önerisi vardır, ister sözlerle olsun ister notalarla…
Müzik devrimci ideolojinin kitlelere anlatılması ve benimsetilmesinde kullanılan bir araçtır da. Devrimci bir yaklaşım sergilenirse sanat, burjuvazinin güdümünden ve burjuva bireyciliğinin ekseninden çıkarılır.”[12]
O hâlde “Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?”[13] uyarısını unutmadan…
Albert Einstein’ın, “İnsan, yaşam ne kadar kısa ve tehlikelerle dolu olursa olsun, kendini topluma adamak suretiyle yaşamda bir anlam yaratabilir”;[14] Afşar Timuçin’in, “Aydınlanmış insan kavgacıdır: Hesap sorar tartışır eleştirir, gerektiğinde başını derde sokar,”[15] sözlerini hatırlayıp; George Bernard Shaw’ın, “Bazıları gördüklerini ‘Niye var’ diye sorgular. Diğerleri ise hayal eder ve ‘Niye olmasın’ der,” duruşunun müziğine ihtiyacımız var…
* * * * *
Sözünü ettiğim Pyotr İlyiç Çaykovski’nin enerjisini taşıyan müziktir.
Ya da Richard Wagner’in uzun süreli operalarındaki üzere insan(lık)ın tutkularını ve duygularını alevlendirendir.
Veya gelmiş geçmiş bestecilerin -belki de- en devrimcisi; yenilikçiliğiyle, atılımlarıyla, kişiliğiyle, hırçınlığıyla, huzursuzluğu ve kavgalarıyla, derinliğiyle ve yaratıcılığıyla evrensel kültür dünyasının doruğundaki Ludwig van Beethoven gibi…
Onun hakkında -bir rivayet üzere- piyano dersleri aldığı Wolfgang Amadeus Mozart, “Bu çocuğa dikkat edin, bir gün bütün dünya onun önünde ayağa kalkacak,” demişken; Fransız Devrimi ilkeleriyle beslenen onun özgürlük, eşitlik, dayanışma ya da insan sevgisi yaşamı boyu sanatının da idealleri olmuştu…
Ancak Napoléon Bonaparte, imparatorluğunu ilan edince, ona ithaf ettiği III. Senfoni’den “Eroica”dan ithafı çıkardı…
1824’te muhteşem IX. Senfoni’nin dünya prömiyerinde orkestrayı kendi yönetiyordu. Kaynak kitaplar der ki öyle bir tutkuyla coşkuyla yönetiyormuş ki, eser sona erdiğinde o hâlâ kollarını boşlukta sallıyormuş ve müzisyenlerden biri onu tutup yüzünü seyirciye döndürünce tüm tiyatronun ayağa kalkmış onu alkışladığını görmüş…
Beethoven özgürlük, eşitlik; coşku ve aşk; insan(lık), doğa sevgisi ve yaşam tutkusu ya da tüm bunlardan güç alan mükemmeliyet, idealler; veya yaratıcılığın gücü; sonra da IX. Senfoni’deki gibi “Kardeş Olun Ey İnsanlar” demekti…[16]
* * * * *
Hakkında; “… “Muhteşem’, ‘korkusuz’, ‘yiğit’,”[17] “Egosundan arınmış bir müzik kahramanı”, “Müzik dehası”, “Tükenmeyen, pozitif enerjisini, yaptığı işi en iyi yapmaya adamıştır,” denilen İdil Biret, “Keşke kelimesi benim lügatimde yok” deyip, “Hayatta en güzel şey yaşamak! Büyük bir senfoniye katılmak gibi, her anı yaşamak…”[18] diye eklerdi…
Bir de Ahmet Say Hoca…
2002’de ilk baskısı yapılmış ‘Müzik Sözlüğü’, 1998’de ilk baskısı yapılmış ‘Türkiye’nin Müzik Atlası’, 2005’te ilk baskısı yapılmış üç ciltlik ‘Müzik Ansiklopedisi’yle O, coğrafyamızın az sayıdaki müzik yazarı ve eleştirmeninden birisi ve de en önemlisiydi; çok yönlü bir aydındı…
Ahmet Say, 1960’larda ‘Türk Solu’, 1970’lerde ‘Türkiye Solu’ dergilerini çıkaranlardandı.
‘Türkiye Yazıları’ isimli edebiyat dergisinin yayıncılarından, ‘Edebiyatçılar Derneği’ni kuranlardandı ve ‘Evrensel’ Gazetesi yazarıydı; her dem cesur bir örgütçüydü…
12 Mart’ta hapis yattı; Mamak’tan Ulucanlar’a…
Koğuş komşuları; yan yana geldiklerinde gülüp eğlendikleri yirmili yaşlarındaki idamlık yoldaşları Deniz Gezmiş’lerdi…
* * * * *
XX. yüzyılın Bach’ı olarak tanımlanırdı Jimi Hendrix; dünyayı kışkırtan Blues ve Rock tadında rüzgârı andırırcasına…
Onu dinlemek kitap okumak gibiyken; rengarenk gökkuşağını gitarıyla yeryüzüne indiren bir eylemcidir. 1969’da Woodstock Müzik Festivali’nde Vietnam Savaşı’na, ırk ayrımcılığına karşı sesini yükseltmişti.
Özetle “İşin gerçeğini bilmek istersen, yapabileceğin en iyi şey müzik dinlemek. Dünyanın gidişatındaki büyük değişiklikler genellikle sanat ve müzik vasıtasıyla gerçekleşir. Dünyayı müzik değiştirecek. Müzik yalan söylemez,” derken, müziğin dünyayı değiştirebileceğine inanancını vurgulardı.
Bir de savaş karşıtı şarkılarıyla hafızalarda yer edip, Vietnam Savaşı esnasında yazdığı şarkılar o döneme damga vuran, protest müziğin en önemli temsilcilerinden Bob Dylan…
‘Savaşın Efendileri/ Masters of War’da, “Gelin savaşın efendileri/ Bütün silahları imal eden sizler/ Ölüm uçaklarını imal eden sizler/ Koca bombaları imal eden sizler/ Duvarların arkasına saklanan sizler/ Masaların arkasına saklanan sizler/ Bilmenizi istiyorum sadece/ Maskelerinizin ardını görebildiğimi
Siz hiçbir şey yapmayanlar/ Sadece yıkmak için yapanlar/ Dünyamla oynuyorsunuz/ Küçük bir oyuncak gibi/ Elime bir silah veriyorsunuz/ Ve gözlerimden saklanıyorsunuz/ Ve dönüp uzaklara kaçıyorsunuz/ Hızlı kurşunlar uçtuğunda,” çığlıyla “Odaklanmak isterseniz milyonlarca hikâye var,” diye eklerdi O…
Yahudi göçmen bir ailenin çocuğuydu Dylan; aile geçmişi Kars-Kağızman’da başlayıp, Amerika’da devam eder.
Sokağı odak noktasına alan bir politik duruş sergilerken; gündelik hayat Onun ilgi alanıydı; insanlar arasındaki eşitsizliğin, çaresiz insanların, maden işçilerinin sesi soluğuydu hasılı…
Ve sonra, sonra da “Barışı bozmaktan 11 gün ceza evinde kaldım; savaşı önlemeye çalışıyorken,” vurgusuyla “Eylem, umutsuzluğa kapılmanın karşı kutbudur,” diyen Joan Baez…
“Her yere git acı çeken işçileri yeniden şarkısını söyleyecekler/ Güçlü korolarla bu sözleri herkese taşıyacaklar/ Artık biz yoksul olmayacağız/ Çünkü artık kimse bizim satın alma sistemlerimiz olmayacak/ Ve dünyanın işçileri yeniden şarkısını söyleyecekler”…
“Askerlere bütün ülkede üniformalarını yaktıklarında gör/ Sınırlardaki siperler insansız kalacak/ General seni görmeye başladı./ Askerler seni unutmuş olacak/ Ve yeryüzünün erkekleri ve kadınları dinlenecekler”…
“Bilgili olduk ve akıllıyız./ Lütfen bize yalan söylemeyi bırak/ Afganistan’ın işgal edildiğini biliyoruz./ Bolivya’nın diktatörlüğünü biliyoruz./ Amerika’nın şişirilmiş olduğunu biliyoruz./ Ve kitleler hâlinde hareket etmemesine rağmen,/ Mumlarımızı küllerinden aydınlattık./ Biz güneşin savaşçılarıyız./ Altın çocuklar ve altın kızlar,/ Daha iyi bir dünya için,” sesinin, tınılarının müziğiydi Onun ki, hâlâ kulaklarımızda çınlayan ve terennüm ettiğimiz…
* * * * *
Ve “Türkü söylemek benim için bir aşk hâlidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum,” vurgusu; “Sabahın bir sahibi var/ Sorarlar birgün sorarlar/ Biter bu dertler acılar/ Sararlar birgün sararlar,” haykırışıyla Ruhi Su…
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Ruhi Su söylüyor gecede/ susuyor karası ihtiyar yalnızlığın/ allar morlar bayram bayram söylüyor,” dizeleriyle müsemmaydı Ruhi Hoca…
Oğlu Ilgın Su’nun, “Babam klasik eğitimden gelen bir insan ve 13-14 seneye yakın opera geçmişi var. Konservatuvarda da hocalık yaptı. O kuşak insanların hocalıkları zordu. Çok disiplinliydi. Disiplin konusunda kırmızıçizgileri fazla olan bir insandı. Birçok insan öğrencisi oldu ama çok az insan müzik yolunda kendilerini gösterdiler,”[19] notunu düştüğü TKP’li Ruhi Su’yu dinlemek, gelecek için yumruk olup direnmektir…
Sürgünde bizi bırakıp gitmesi ardından şarkıları hâlâ dillerden düşmeyen Ahmet Kaya’da hemen herkes kendinden bir parça, yani uğradığı haksızlığa bir isyan, adaletsizliğe bir başkaldırı buldu; “Aşağılık pazarlıkların/ adı anılmayacak benle/ Bir çiçeğim halk ormanında/ Fışkırdım, başkaldırıyorum” deyişindeki gibi…
Eşi Gülten Kaya’nın, “Başkaları tarafından çizilmiş tüm çizgilerin dışında, benim tabirimle hizaya asla girmeyen bir aykırıydı,”[20] diye anlattığı da Onun teslim alınamayan duruşuydu.
Ve bir şey daha: “Ahmet Kaya, Kürt kimliğinden, tavrından hiç taviz vermedi.”[21]
* * * * *
Bunlar böyleyken; bugünlerde sen şarkılarını söyle; yeter de artar bile…
Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[*] Newroz, Şubat 2023…
[1] Edna St. Vincent Millary.
[2] “Dünyanın en güzel tarafı kendi içinde pek çok dünya olmasıdır; hayatın farklı müzikleri, acıları, renkleri var: Yaşamanın ve söylemenin bin bir yolu var inanmanın ve yaratmanın, dans etmenin, aşık olmanın, acı çekmenin binlerce binlerce yıl boyunca keşfettiğimiz bin bir yolu var.” (Eduardo Galeano, Tepetaklak, çev: Bülent Kale, Çitlembik Yay., 2004, s.66.)
[3] “Hayatın ızdırapından iki kaçış vardır, müzik ve kediler.” (Albert Schweitzer)
[4] Teodor Adorno, aktaran: Ömer N Soykan, Müziksel Dünya Ütopyasında Adorno ile Bir Yolculuk, Bulut Yay., 2000, s.75.
[5] “Kollar ve bacaklarla yazılan şiirdir dans; zarif ve korkunç, canlı, hareketle süslenmiş maddedir.” (John Berger, Portreler, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2018.)
[6] Jacques Attali, Gürültüden Müziğe-Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine, çev: Gülüş Gülcügil Türkmen, Ayrıntı Yay., 2005, s.13-14.
[7] Victor Hugo, Sefiller, çev: Leyla Gürsel, Can Yay., 2003.
[8] Ulus Baker, Yüzeybilim Fragmanlar, Birikim Yay., 2019.
[9] Zgymunt Bauman, Ahlâki Körlük, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2020.
[10] Bertrand Russell, Aylaklığa Övgü, çev: Mete Ergin, Cem Yay., 2013, s.55.
[11] Zygmunt Bauman, Yaşama Sanatı, çev: L. C., Kanaat Yay., s.15.
[12] Savaş Çoban, “İsyan, Devrim ve Müzik”, 19 Temmuz 2014… https://m.bianet.org/biamag/biamag/157277-isyan-devrim-ve-muzik
[13] Şükrü Erbaş Şükrü Erbaş , Bütün Şiirleri 2, Kırmızı Kedi Yay., 2013.
[14] Albert Einstein, Son Yıllarım-Einstein Kendi Sözleriyle Biliminsanı, Filozof ve İnsan Olarak Portresi, çev: Ferhat İyidoğan, Sia Kitap, 2022.
[15] Afşar Timuçin, “Aydınlanmak Ne Demektir?”, 1 Eylül 2015… https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2015/09/01/aydinlanmak-ne-demektir/
[16] Zeynep Oral, “250 Yaşında: Bugün Beethoven’ın Yaş Günü”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2020, s.15.
[17] Zeynep Oral, “İdil Biret: 80. Doğum Günü”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2021, s.11.
[18] Zeynep Oral, “80 Nedir ki? 4 Dere 20!”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2021, s.14.
[19] Sercan Meriç, “Emeğin Türkülerini Söylemeye Devam”, Birgün, 24 Ocak 2022, s.15.
[20] Esra Çiftçi, “Gülten Kaya: Ahmet Kaya, Hizaya Asla Girmeyen Bir Aykırıydı”,, 16 Kasım 2022… https://artigercek.com/kultur-sanat/gulten-kaya-ahmet-kaya-hizaya-asla-girmeyen-bir-aykiriydi-229773h
[21] Nezahat Doğan, “Ahmet Hayatta, Ozanlar Hep Yaşar!”, Yeni Yaşam, 16 Kasım 2022, s.9.