Kurtuluş nerede? Film, az önce belirttiğimiz gibi, mutlu sonla bitmez. Vali, kendi oğlunu kaybeder; ona bile aşı verilmez (zaten yoktur). Öte yandan, valinin sokağa indiğini, kendi dayanışma gruplarını oluşturan halkla bir araya geldiğini görürüz.
‘Fatal Contact: Bird Flu in America’ bir salgın filmi.(*) Filmin korona salgınına ilişkin olarak söyleyecekleri var. Bu, bir kuş gribi filmi. Salgın Çin’de başlar; bir işçi üzerinden, Çin’i ziyaret eden Amerikalı bir iş insanına bulaşır. Sonrasında ölümler milyonları bulacak, sayılar bu kadar artınca cenazeler çöp kamyonlarıyla taşınıp büyük bir çöp çukurunda topluca gömülecektir. Filmde salgın, toplumun farklı kesimlerinin gözünden kısa öykülemelerle verilmiş. Film, 1918-1919 İspanyol gribi salgınından esintiler taşıyor.
Pandemi Günlerinde Bilim-Siyaset İlişkisi
Bilim kadını, filmin başında valiyle anlaşmazlığa düşer. Bilim insanı, karantinaya karşı çıkarken, vali karantina uygular. Fakat herhangi bir toplumsal hazırlık olmadan alınan karar, yaşlıların açlıktan can çekişmesine, marketlerde kuyruklar olmasına, sokaklarda arabaların ters çevrilip yakıldığı bir kargaşaya vb. yol açacaktır. Bilim insanının sözü dinlenmeye başlandığında çok geç kalınmış olacaktır. Film boyunca sık sık el sıkışılır, maskeler her zaman takılmaz. Film, aslında felakete kendiliğinden davetiye çıkarır. Durumdan habersiz olan halk, daha önce evde yiyecek stoğu yapamadığı için kargaşa büyüyecektir.
Sağlık Bakanı, bilim kadınıyla yakından çalışır; fakat ondan farklı olarak, insanlara umut vermeyi hedefler. Salgın milyonlarca cana mal olacaktır; ama aşının bulunduğu yalanı (bir beyaz yalan) halka bir “oh” çektirecektir. Oysa öyle olmaz. Sağlık Bakanı da sonunda virüse yakalanacaktır. Virüsten ölümlerin grafiğinin düzleşmesi, diğer bir deyişle zirveyi görmesi de durumu değiştirmeyecektir. Ayrıca, bakan, ABD’de aşının olmamasını Fransa’ya yükler. Onlar aşıyı bulmuştur, ama ABD’ye vermemiştir. Gerçek yaşamda böyle bir açıklama yapılsaydı, bu, yabancı düşmanlığına yol açabilirdi. Sorumsuzca bir açıklama…
Ulusal Sınırlara Çekilme mi Uluslararası Dayanışma mı?
Korona salgınında uluslararası dayanışma çok kısıtlı oldu; tersine, sınırlar kapatıldı, ulaşım durma noktasına geldi. Oysa filmde ülkeler arasında olmasa da bilim insanları arasında bir bilgi alışverişinin sürdüğünü görürüz. Çinli doktor, Amerikalı meslektaşını son durumdan haberdar etmektedir; onun verdiği bilgiler sayesinde bilim ekibimiz Angola’ya gidecektir. Virüs mutasyona uğramıştır. Bu da, aşı bulunsa bile onun bu ikinci dalgaya kâr etmeyeceği anlamına gelir. Filmde mutlu son görülmez; anlatı, ikinci dalga beklentisiyle açık uçlu bitirilir. Bu da, devam filmi çekileceği izlenimini uyandırır. Film, bir açıdan, virüs filmlerindeki klasik ‘dışarıdan gelen tehlike’ anlatı geleneğini sürdürüyor.
Aşının Önceliği: Piyango, Açık Arttırma vd.
Aşının bulunması durumunda ilk önce kimlere sunulmalıdır? Bu, kayda değer bir soru. ‘Salgın’ (Contagion, 2011) filminde bunun için çekiliş yapılmıştı. Neo-liberal kapitalizm ise herhalde açık arttırma yapardı. Sosyalizmde, en çok ihtiyacı olanlara vurulacaktır. Filmde ise, bilim insanı, “önce sağlık çalışanları” diyor; çünkü onların sağ kalması, başka canların kurtarılması için zorunlu. Gerçek yaşamda da, aşı kısa sürede çok sayıda üretilemeyeceğinden, daha doğrusu var olan neo-liberal düzende kamu sağlığı öncelikli olmadığından, bu “önce kime aşı?” sorusu hayati bir önem taşıyacak.
Ölümcül Açmazlar
Başkişilerimizden biri olan hemşire, bir askerle evli. Böylelikle, konuya iki açıdan yaklaşılmış oluyor: Hemşire can kurtarmaya çalışırken, asker sokaklarda can alıyor. Bu ikili, madalyonun iki yüzü gibi…
Bir noktadan sonra, kapasite ister istemez aşılacak ve sağlık çalışanları ölümcül tercihlerle karşı karşıya kalacaktır. Az sayıda kalan yoğun bakım yatakları, solunum cihazları ve diğer cihazlar çok sayıda hasta içinden hangileri için kullanılacaktır?.. Filmde, sağlık çalışanlarının da virüs kaptığını görürüz. Başkişilerimizden olan hemşire ise, gebe olduğunu öğrenince işini bırakacaktır. Bütün bu zorluklar içinde, doğum günleri kutlanmakta, doğumlar olmaktadır. Hayat akıp gitmektedir.
Öte yandan, filmde yağmalamalar söz konusu olur. Bir kutu kahve bile, pahalı bir meta haline gelir. Market rafları boşalır. ABD’de korona salgını sırasında silah satışları patlama yapıyor. Belki bunda bu ve benzeri filmlerin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Filmde, aynı biçimde korkudan intihar eden bir kişi de görülür. Belki de filmin Amerikan toplumu üzerindeki etkilerinin yıkıcı nitelikte olduğu ileri sürülebilir.
Sonuç: Kurtuluş Nerede?
Kurtuluş nerede? Film, az önce belirttiğimiz gibi, mutlu sonla bitmez. Vali, kendi oğlunu kaybeder; ona bile aşı verilmez (zaten yoktur). Öte yandan, valinin sokağa indiğini, kendi dayanışma gruplarını oluşturan halkla bir araya geldiğini görürüz. Demek ki çözüm dayanışmadır, hem yerelde hem uluslararası ölçekte… Filmde umutsuzluk aşılamak yerine dayanışma örnekleri daha çok sunulabilirdi. İnsanlık, bugüne dek ne felaketler atlattı. Ancak neo-liberal sinemacılıkta umutsuzluk da bir ticaret aracı oluyor…
Bu makalenin orijinal versiyonu EKDERGİ de yayınlanmıştır.
ULAŞ BAŞAR GEZGİN KİMDİR?
1978’de İstanbul’da doğdu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 15 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazardır. Araştırma ve öğretim konuları, iletişim, psikoloji, eğitim bilimleri, şehir plancılığı, Asya çalışmaları vb. gibi geniş alanları kapsamaktadır. Eğitimini Darüşşafaka, Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve yurtdışında tamamlayan Gezgin’in yayınlanmış 13 kitabı ve çok sayıda kitap bölümü, makalesi ve gazete yazısı vardır. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü ve deneme türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri Türkçe’ye kazandırmaktadır.