AUKUS’un nihai etkisi, Avrupalıları hayati ancak coğrafi olarak uzak olan Hint-Pasifik güvenliği meselesine bulaşmanın bir anlamı olmadığı sonucuna varmaya zorlamak olabilir.
Frederic Grare | Kıdemli Politika Araştırmacısı
16 Eylül, – Amerikalılar dahil – daha iddialı bir AB dış politikasının tüm savunucuları için kutlanacak bir tarih olmalıydı. O gün, Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Hint-Pasifik’te İşbirliği İçin AB Stratejisini başlattı. 27 üye ülkenin farklı konumları arasında bir uzlaşmaya dayanmasına rağmen, yeni belge AB’nin giderek küresel siyasetin merkez üssü haline gelen Hint-Pasifik bölgesinde gerçek bir yatırıma yönelik attığı nitel bir adımı temsil ediyordu. AB stratejisi, bağlanabilirlik gibi kilit konularda yeni mali imkanlar sağlamayı öngörmektedir. Daha genel olarak belge, güvenlik alanı da dahil olmak üzere Hint-Pasifik’teki Avrupa çıkarlarının korunması için yararlı bir stratejik çerçeve oluşturdu.
Ancak aynı gün daha erken saatlerde manşetler Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya ve Birleşik Krallık arasında yeni bir güvenlik düzenlemesi olan “AUKUS” haberleriyle dolmuştu. AUKUS’un amacı, bir dizi güvenlik ve savunma kapasiteleri konusunda üç imza sahibi arasındaki işbirliğini derinleştirmektir. Bunu siber kabiliyetler, kuantum teknolojileri, yapay zeka ve nükleer enerjili denizaltılarla ilgili bir dizi teknoloji transferi yoluyla başarmayı planlıyorlar. Doğrudan sonucu Avustralya ile Fransa arasında 12 adet konvansiyonel tahrikli dizel-elektrikli denizaltının inşası için yapılan bir sözleşmenin iptal edilmesi olan anlaşmanın son maddesi, medya ilgisinden aslan payını aldı. Daha geniş stratejik perspektif ve bunun bir parçası olan Avrupa boyutu, bir yanda Paris, diğer yanda Canberra ve Washington arasında ortaya çıkan diplomatik krizde gözlerden kaçtı.
Bu krizin kapsamı ve ne kadar süreceği henüz belirsizliğini koruyor, ancak Avrupalılar bunun yalnızca Fransızlar için bir sorun olduğunu ve Avrupa için hiçbir sonuç doğurmayacağına inanmakla yanılıyorlar. AUKUS bize Biden yönetiminin dış politikası hakkında çok şey anlatıyor ve iki temel soruyu gündeme getiriyor: ABD’nin müttefiki olmak ne anlama geliyor? Ve Washington’un Hint-Pasifik vizyonu nedir?
Birincisi, Biden yönetiminin açıkça dile getirdiği çok taraflılığı, başka bir deyişle tek taraflılıktan başka bir şey değildir. Bazı ABD’li analistlerin doğru bir şekilde gözlemledikleri üzere, tam da AB stratejisinin açıklandığı güne denk gelen yeni güvenlik paktının duyurusunun tarihi, şekli ve içeriği Avrupalılar için düpedüz bir küçümseme olmasa bile derin bir saygısızlığa işaret etmesine rağmen, AUKUS ABD ile AB arasında bir ayrılığa işaret etmiyordu. Ancak anlaşmanın sonuçları çok daha ciddidir.
Denizaltı sözleşmesinin feshi ikili bir meseleydi ve diğer AB üye devletlerini doğrudan etkilemedi. Ancak güvenin ihlali, Avustralya ve Fransa arasındaki stratejik ortaklığı ve sonuç olarak Avrupa ile gelişmekte olan Hint-Pasifik mimarisi arasındaki zaten kırılgan olan bağlantının gücünü zayıflattı. AB, bölgeyle ilgili kararlarda gerçek bir söz hakkı olmaksızın fiilen potansiyel fon sağlayıcı konumuna düşürüldü. AB’nin toplu çabaya katkıları memnuniyetle karşılanacaktır, ancak gerçekten beklenmemektedir – bu durum marjinalleşmeye işaret etmektedir. AUKUS’un tasarlanma ve duyurulma şekli, işlerin ancak ABD desteğiyle yapılabileceğini gösteriyor.
Yeni ABD yönetimi, Hint-Pasifik’te fiilen “sadece Amerika” politikasını uyguluyor. Ortakları en iyi ihtimalle yardımcıları olacaktır.
ABD hamlesi, nihayetinde, Çin’e karşı düşmanlığı vurgularken Amerikan ittifaklarının bütünlüğünü zayıflatan ABD Hint-Pasifik politikasının temel çelişkisinin altını çiziyor. Bu anlamda Biden’ın dış politikası açıkça Donald Trump’ınkine benziyor.
İlginçtir ki, durum ironik bir şekilde Avustralya ve Birleşik Krallık da dâhil olmak üzere diğer ABD müttefikleri için pek farklı değil. Amerika’nın Avustralya’ya sunduğu güvenlik garantileri, Avustralyalıların ABD’ye bağımlılıklarını artırarak kendilerine ait bir denizaltı endüstrisi geliştirme beklentilerini, en iyi ihtimalle, kayda değer biçimde geciktirmelerine mâl olacak. Bu arada, İngiltere’nin projeye katkısı ve projeden sağladığı faydalar, Avrupa’ya karşı Boris Johnson’ın kısa vadeli siyasi darbesinin ötesinde belirsiz. Gerçek askeri terimlerle ifade etmek gerekirse, ABD’nin ne Avustralya’ya ne de İngiltere’ye ihtiyacı var. Yeni ABD yönetimi, Hint-Pasifik’te fiilen “sadece Amerika” politikasını uyguluyor. Ortakları, en iyi ihtimalle yardımcıları olacaklar ve askeri angajmanla ilgili kararlar, Avustralya’nın kendilerinin ezici bir çoğunlukla olumlu karşılamasına bakılmaksızın, şüphesiz Amerikalılara ait olacaktır.
İkincisi, ABD’nin Hint-Pasifik vizyonu, ABD’nin ittifaklarını ve ortaklıklarını yönetme biçimiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. AUKUS, Amerika’nın Çin sorununu daha güçlü bir şekilde ele alma niyetini gösteren bir güvenlik anlaşmasıdır. Bu nedenle, Japonya da dahil olmak üzere Hint-Pasifik’teki çoğu ülke tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır. Ancak aynı ülkeler, ABD’nin ezici askeri üstünlüğünün, Çin’in çoğunlukla jeopolitik kazanımlar için askeri olmayan araçları kullanarak şu anda sahip olduğu konuma ulaşmasını engellemediğini gözlemliyor. Bölgedeki artan ABD askeri kapasitesinin, Çin’in siyasi ağırlığından kaynaklanan etkiyi azaltması olası değildir. Bu göz önüne alındığında, AUKUS’un açıklanmasından hemen sonra, Çin’in Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşmaya katılma başvurusunun duyurusu, nihayetinde anlaşmaya taraf olup olmadığına bakılmaksızın, siyasi ve stratejik olarak önemlidir.
ABD müttefikleri, ABD-Çin rekabetinin yarattığı kazananı olmayan oyuna giderek daha fazla çekilmektedir. Yine de, Biden yönetimi Avustralya katkısını güvence altına aldığını düşündüğü için, Washington için siyasi kazanımlar dışında net bir kazanım da yok. AUKUS’un, üye devletleri yeni benimsedikleri Hint-Pasifik stratejisi konusunda genellikle kararsız olan ve Çin’in gücünü barışçıl yollarla kısıtlamaya yönelik ilk hedefi unutulmuş görünen AB’de pek fazla coşku yaratması olası değildir. Borrell ve Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa’ya daha fazla stratejik özerklik çağrısında bulunmuş olabilir, ancak AB üye devletlerinin çoğu muhtemelen kendilerini rahat hissettikleri bir durumdan, yani ABD’nin Avrupa’nın güvenliğine bağlılığını sürdürmesini ummaktan memnun olacaklardır. Ama bu sonunda bir kuruntu çıkabilir. Fransa’nın maruz kaldığı muamele, Fransa’nın önemli miktarda sergilediği Hint-Pasifik aktivizminin bile, transatlantik ittifaka iyi niyetli olduğu varsayılan bir ABD başkanının ilgisini çekmediğini gösteriyor. AUKUS hamlesi, Hint-Pasifik güvenlik meselesi söz konusu olduğunda, Avrupalıları daha da derin bir pasifliğe sürükleyecek gibi görünüyor.
Dr. Frédéric Grare, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nde Asya Programında Kıdemli Politika Araştırmacısıdır. Daha önce Fransız Avrupa ve Dış İlişkiler Bakanlığı’nın (MEAE) Paris’teki Analiz, Planlama ve Strateji Merkezi’nde (CAPS) çalıştı ve burada Hint-Pasifik dinamikleri ve Hint Okyanusu güvenlik konularına odaklandı. Fransız MEAE’ye katılmadan önce, Washington DC’deki Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda Güney Asya program direktörü olarak görev yaptı.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi, ortak tavırlar almaz. ECFR yayınları yalnızca bireysel yazarlarının görüşlerini temsil eder.
Bu makale European Councel of Foreign Relations’da yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş