
Didem Gündü Bulut
Ankara, Türkiye’nin başkenti olarak sadece siyasi ve kültürel bir merkez değil aynı zamanda tarih boyunca farklı kültürlerin buluşma noktası olmuş bir şehirdir. Bu zengin tarihin bir yansıması olarak Ankara’da geçmişten günümüze uzanan birçok içkili lokanta açılmış ve kapanmıştır. Maalesef sosyal kimlik kazandıran bu mekanlar artık günümüzde varlığını sürdürmüyor.
Cumhuriyet dönemi öncesinden bugüne kadar açılmış olan meyhaneler şehrin sosyal ve kültürel dokusunu yansıtan önemli mekanlardı. Bu mekanlar hem yerli halkın hem de şehri ziyaret eden misafirlerin buluşma noktalarıydı. Cumhuriyet öncesi Osmanlıda yani 19-20 yy’da Ankara bir taşra kentiyken içki içmek artık sosyal bir durum olarak görülmeye başlanmış.
Aslında Ankara bir şarap kentiymiş. Engürü Ankara’nın eski isimlerinden birisi. Ungür ise farsça üzüm anlamına geliyor. Evliya çelebi seyahatnamesinde Ankara için “mamur bir yer olup üzümü çok olduğundan adına engürü” demişler der.Killi ve kumlu toprak yapısı bağcılığın yapılmasına imkan sunuyor. Bağlar, bağcılık ve bağ evlerinin yaygın olduğu bir şehirmiş. Ankara’nın bağları da büklüm büklüm yolları şarkısı aslında sadece sözleri uyumlu bir şarkı değil.:) Gerçekten Etlik bağları,Keçiören bağları kalaba bağları, seyranbağları, türközü bağları, Esat, Ayrancı, Çankaya bağları..Ve sayamayacağımız kadar geniş bir bağlar söz konusu. Şehrin ileri gelenlerinin çoğunun bağı bağlar olur ve oraya düzenli olarak giderlermiş. Hristiyanların daha çok şaraplık üzüm yetiştirdikleri sattıkları bağlarda Müslümanlar ise sofralık üzüm sirke şıra pekmez kullanımını tercih ederlermiş.
Cumhuriyet öncesi içki içilen mekanlar bağlarmış. Daha sonra bunların dışında içki kullanımı düğün asker gönderiminde görülüyor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yaban adlı romanında bağ evlerinde kadınlarında içki içmesi onlarında artık görünür olduğunu gösteriyor bize.
19.yy sonlarına doğru tren istasyonunun açılması ile bir değişim yaşanıyor. Kısmi olarak içkili mekanlar milli mücadele döneminde başlıyor. Yavaş yavaş da şaraptan sonra rakının hayatımıza girdiği zamanlar.
Listen to “Kent Söyleşileri” on Spreaker.Cumhuriyetin ilanından sonra ki gene erken dönem cumhuriyetinde şehir merkezi Ulus’tan Yenişehir’e yani Kızılay’a kayıyor var.
23 Nisan 1920’de Men-i Müskirat kanunu ile Ankara’da toplanan ilk meclisin ilk kanunu içkiyi yasaklamak olmuş.
“Meclis’te Birinci Grup’la (devrimci-radikal kanat), İkinci Grup olarak bilinen muhafazakâr İslamcı kanat arasındaki gerginliğin sebebi içki olmuştu. Mustafa Kemal müttefik kuvvetlerinin boyunduruğu altındaki İstanbul’dan, Samsun’a doğru yola çıkarken önündeki uzun ve zahmetli yılları ön görüyordu muhtemelen. Emelleri, fıtratları farklı olan pek çok grubun enerjisini tek bir potada eritmeye çalışmak gibi zorlu bir işe kalkışmıştı.”
Mustafa Kemal, içki yasak olmasın diye uğraşmış ama olmamış. Meclis, Trabzon mv Ali Şükrü’nün kanun teklifini kabul etti ve içki yasağı başladı. İçki yasağı demek, içki üretiminin yasak olması demek.

14 Eylül 1920’de Meclis’ten geçerek yasalaşan Men-i Müskirat uyarınca bütün imbikler toplandı. Ama Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey bambaşka bir şey yaptı. Bizzat söktüğü bu dev imbiklerden birini evine götürüp kurdu. Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında Dilaver’in ve Mustafa Kemal’in rakı maceralarını şöyle anlatır:
“O yıllarda Türkiye’de içki yasağı vardı. Ancak, o yıllarda içki yasağı sürüyor, içki de içiliyordu. Rakının bir adı ‘dilaver suyu’ idi. Çünkü, Polis Müdürü’nün evinde üretilen rakı, meyhanelere ve Çankaya Köşkü’ne dağıtılıyordu. Mustafa Kemal’in rakısını Polis Müdürü kaçak olarak çekiyordu. En iyi içkiyi Polis Müdürü çıkarıyordu. Lokantaların bir köşesi vardı: içenler oraya sokulur, dışarıdakiler de farkına varmaz görünürlerdi. Bazıları ise rakısını bağında çekiyordu…”
Ankara Emniyet Müdürü Dilaver bir, Bursa Valisi Fatin iki… Kaçak rakı üreterek çok zengin oldular.
9 Nisan 1924’te kanunda bir değişiklikle içki yasağına sona erdirildi.

Dilaver Bey ve İmbik
Fresko Bar ve Jul Fresko
İstanbul kökenli ‘Arslan Kardeşler’ adıyla da tanınan Leon Fresko, Jak Fresko ve Jul Fresko kardeşler İstanbul’da ticari kimlikleri ile öne çıkmış Yahudi bir aileden geliyorlardı. Fresko kardeşlerden Jul Fresko’nun, Ankara’ya hangi tarihte geldiği ve Fresko Bar’ın ne zaman açıldığı kesin değildir. Aka Gündüz, “1922 senesine kadar Ankara’da barlar portatifti.” dedikten sonra ilk açılan sabit barın Fresko Bar olduğunu söylemektedir (Aka Gündüz, s.4, 1931).

Bu anlatımdan Fresko Bar’ın 1922 yılında açıldığı düşünülebilir. Esra Sazyek, “Türk Romanında Ankara” adlı kitabında Fuat Bayramoğlu’nun anılarına dayanarak, Fresko Bar’ın Kurtuluş Savaşıyıllarında Kuvayı Milliyeciler arasında rağbet gören bir yer olduğunu belirtmektedir (Sazyek, s.326).
Birbirini bütünleyen her iki anlatımdan Fresko Bar’ın 1922 yılında faal olduğu sonucu çıkartılabilir.
Cumhuriyet’in ilanından kısa süre önce eşi ile birlikte Ankara’ya geldiği anlaşılan Jul Fresko hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Yahudi kökenli oldukları bilinmekle birlikte (Necati Tonga, s.221), bazı kaynaklarda Macar asıllı oldukları (Nazmi Özalp, s.405), bazı kaynaklarda ise Levanten oldukları (50 Yıllık Yaşantımız s.80) belirtilmektedir.

Fresko Bar
Jul Fresko’nun Ankara’daki ticari yaşamı uzun soluklu olmadı. Kabaca 1922 ve 1929 yılları arasında sekiz yıl kadar Ankara’da bulunduğu söylenebilir. Lokantası ilk açıldığında Ulus’ta Millet Bahçesi’nin içindeydi. Bu nedenle ‘Ankara Milli Bahçe Türk Şirketi’ resmi adıyla açıldı. Sahibinden dolayı ‘Fresko’nun Lokantası’ diyenler de vardı. Canlı müzik yapılan, dans edilebilen bir restoran görünümündeydi. 1926 yılında Çankırı Caddesi’ne taşındığında adını ‘Fresko Bar’ olarak değiştirdi.
‘Fresko Bar’ Ankara’nın bilinen ilk barıdır. Ancak günümüzde ‘bar’ denildiğinde aklımıza gelen modelden başlangıçta oldukça farklıydı. Aynı zamanda restoran olarak da hizmet veriyordu. Fresko Bar’ı önemli kılan sadece ilk olması değildi. Dönem Ankara’sında uygun mekanların olmaması nedeniyle, Fresko Bar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında düzenlenen resmi organizasyona ev sahipliği yaptı.
Atatürk dahil, subayların, bürokratların, milletvekillerinin, yabancı erkanın yemek yediği, müzik dinlediği ve dans ettiği bir yer haline geldi. Yazarların, gazetecilerin, Ankara’ya iş için gelenlerin toplandığı bir eğlence ve sosyalleşme mekanıydı.
“Kürdün Meyhanesi” (Yeni Hayat Lokantası)
Meyhanenin asıl adı ‘Yeni Hayat Lokantası’, ancak sahibinden dolayı “Kürdün Meyhanesi” olarak biliniyor. Meyhanenin sahibi olan Kürt Mehmet’in, kumarı seven, esmer, kalın kaşlı ve göbekli biradam olduğu söyleniyor. Yeni Hayat adlandırmasının Ulus’taki Yeni Hayat
Mahallesi’nden esinlenerek koyulmuş olabileceğini söylemek daha mantıklı görünüyor. toplanıyor. Akşam olduğunda tıka basa dolan, günün gerginliğinin özgürce havada uçuşan küfürlere dönüşebildiği, gariban müşterilerin bayır turpu ve leblebi eşliğinde, eskinin uzun rakı bardaklarında afyonlu beyaz şarap içtiği bir mekan.

Kürdün Meyhanesi ve Kürt Mehmet
Afyonsuz şaraplarının sirkeden hallice olduğu, paralı olan müşterilerin ise Arnavut ciğeri, koç yumurtası, piyaz, pilaki, çılbır, şiş kebap, kuzu kelle ve rakı ile demlenmeyi tercih ettikleri tipik bir meyhane. Herkesin birbirini tanıdığı, veresiye hesap defteri tutulan, hesabı ödemeyi geciktirenlere,
Kambur Hafız ve Mustafa isimli iki garsonun servisi ‘yavaşlattığı’ Ankara’nın eski ve meşhur meyhanelerinden biri.
Şairler kadar, sivil polisler de meyhanenin müdavimleriydi.
Bu meyhanenin en önemli özelliği, bugün bildiğimiz pek çok yazar, ressam, sanatçı ve siyaset adamının uğrak yeri olmasıydı. Döneminde ‘Aydınlar Kulübü’ gibi çalışan meyhaneye Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Ahmet Muhip Dıranas, Nusret Hızır, Aka Gündüz, Cüneyt Arcayürek, Şinasi Nahit Berker, Cahit Sıtkı Tarancı, İlhan Berk, Ceyhun Atuf Kansu, Mehmet Kemal, Orhan Peker, Nurullah Ataç, Çetin Altan ve Fikret Otyam gibi tanınmış çok sayıda kişinin gelip gittiği biliniyor.
Yurdun çeşitli yerlerinden genç şairlerin, edebiyatçıların gelip kendilerini tanıtma ve çevre edinme uğraşı içine girdikleri bu meyhanenin, müdavimlerinin çoğu ‘solcu’ olarak biliniyordu. Bu nedenle Ankara’da siyasi işlere bakan 1. Şube’nin sivil polisleri burayı mekan tutmuşlardı. Bir kısmı kendini gizlemez ve gelip bir köşede otururdu. Zaman ilerleyip kafalar cilalandığında polislerle aradaki buzlar erir, kadehler karşılıklı tokuşturulur, sohbet bile edilirdi. Bazen de yeni bir sivil polis taşradan gelmiş genç bir şair görünümünde meyhaneye girer ve sohbet başlatırdı. Eski kurtların durumu anlamaları fazla uzun sürmezdi. Yine de sohbet bozulmazdı. Böyle durumlarda hesabı polis ödeyeceği için pahalı mezeler ve rakı söylemek adettendi.
Şükran Lokantası
Kürdün Meyhanesi’nin (Yeni Hayat Lokantası) 20 metre kadar ilerisinde, günümüzde Güven Otel’in bulunduğu (Posta Caddesi No: 9) binanın altında ‘Şükran Lokantası’ yer alıyordu. 1930’lu yılların ortalarında açıldığı tahmin edilen Şükran Lokantası’nın Salih Çelebi ve Mehmet Ercan adlı ortaklar tarafından işletildiği biliniyor. Şükran Lokantası, 20-25 kişi kapasiteli küçük sayılabilecek bir mekandı. Ancak burası Kürdün Meyhanesi’ne göre daha lükstü. Aslında Kürdün Meyhanesi’ne gelen isimlerin hemen hepsi Şükran Lokantası’nın da müşterisiydi. Şükran Lokantası’na, devam edenler arasında, özellikle Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu lokantanın müdavimi olduğu söylenir. Otuz Beş Yaş adlı şiirinden aldığı 5000 lira para ödülünü Şükran Lokantası’nda arkadaşları ile bir haftada anlatılmaktadır. Lokantaya gelen diğer edebi simalar arasında Samet Ağaoğlu, Cahit Külebi, Necati Cumalı, Ahmet Muhip Dıranas ve Orhan Veli Kanık sayılabilir. Şükran Lokantası’nın 1950’li yılların sonlarına doğru kapandığı bilinmektedir.
Orhan Veli Kanık, 15 günde bir yayınladığı ‘Yaprak’ isimli sanat ve edebiyat dergisini Posta Caddesi’nde çıkarmaya başlamıştı. Bu dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda (Yüzbaşıoğlu Apartmanı’nda) çalışıyordu. Derginin adresi, çalıştığı büronun karşısındaki PTT’den aldığı bir posta kutusuydu. Çoğu zaman Şükran’da ya da Yeni Hayat Lokantası’nda oturur ve derginin sayfaları üzerine çalışırdı. Yaprak Dergisi 28 sayı çıkabildi. Orhan Veli’nin zamansız ölümünden sonra ‘Son Yaprak’ adıyla bir sayı daha çıkartıldı ve kapandı.
Üç Nal Lokantası
Üç Nal lokantası, “Kürdün Meyhanesi” ile kıyaslandığında batı tarzına daha yakın bir görünüme sahipti. Dönem Ankara’sında kadınların gelip içki içebildikleri ender yerler arasındaydı. Müşteri profili açısından “Kürdün Meyhanesi”ne devam eden yazar ve sanatçıların hemen hepsinin buranın da
müdavimi oldukları söylenebilir. Bu isimlere Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Cahide Sonku, İbrahim
Çallı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Can Yücel de eklenebilir.
“Üç Nal’a gelen, dört nala gider”
19 Mayıs 1946 tarihli Ulus Gazetesi’nde açılış ilanı yer alan Üç Nal Lokantası’nın, 16 Haziran 1946 tarihli Ülkü Dergisi’nde Orhan Veli tarafından yazılmış bir tanıtım yazısı bulunuyor. Orhan Veli, Üç Nal Lokantası’nı şöyle anlatıyor:
“Şinasi hem sanatkar hem de okur yazar bir insan olduğu için lokantasını sanatkarlarla okur yazarların sık sık gidecekleri, gittikleri vakit de zevkle oturacakları bir yer olarak tertipledi. Her giden hoşlanıyor.

Üç Nal Lokantası ve Şinasi Baray
Ben de onlardanım. Salonun türlü süsleri arasında zaman zaman mısralara yahut da bazı mısraların anlamlarına rastlıyorsunuz.”
Gerçekten de Üç Nal Lokantası’nın duvarları müşterilerin yazdığı yazılar ve çizdikleri resimlerle zamanla dolmuştu. Öyle ki tuvaletinde bulunan abajurun üzerinde, Refik Halit Karay’ın, ‘Bir Avuç Şaçma’ adlı eserinden bir parça yer alıyordu. Orhan Veli bunu “güzel bir buluş” olarak nitelerken meyhanenin sahibi Şinasi, “içeri girenler bunları okuyacağım diye fazla oyalanıyorlar, dışarıda kuyruk oluşuyor” diye şikayet ediyordu.
Orhan Veli, kafayı bulduğu bir gün meyhanenin duvarına “Üç Nal’a gelen, dörtnala gider” diye bir not düştü. 1950 yılının 10 Kasım gecesi, Üç Nal’a son kez geldikten sonra oteline gitmek üzere kendi tabiriyle belki de “dörtnala” meyhaneden ayrıldı. Sonrası malum… Belediyenin açtığı bir çukura düştü.
İçkili olduğu anlaşılınca alkol komasına girdiğini düşünüldü. Beyin kanaması geçirdiği, 4 gün sonra öldüğünde anlaşılabildi. Orhan Veli’yi henüz 36 yaşındayken işte böyle kaybettik.
Yeşil Fıçı Lokantası
Mesut Tarık’ın sahibi olduğu lokanta, “Topal Mesut’un meyhanesi” ya da karısı Macar kökenli olduğundan “Macar Lokantası” gibi adlarla anılmıştır. Hakkında fazla bilgi olmayan lokantanın 1930’lu yıllardan itibaren faal olduğu anlaşılmaktadır.
Orhan Veli, “Oktay’a Mektuplar’ adlı şiirinde bu meyhaneden bahseder. Daha doğrusu şiiri bu meyhaneden yazmaktadır. (8.12.1937)
“Kış kıyamet
Macar Lokantası’nda yazıyorum
İlk mektubumu.
Oktay’cığım
Bu gece sana bütün sarhoşların
Selamı var.”

Turan Tanyer bir yazısında, Ahmet Muhip Dıranas’ın radyoda şiir saati yapmadan önce mutlaka burada demlendiğini, sonra da gidip şiirini okuduğunu belirtiyor. Cahit Sıtkı Tarancı, Mehmet Kemal, Cahit Külebi, Şinasi Nahit Berker, Fahir Aksoy, Ziya Osman Saba’nın da mekânın müdavimleri arasında olduğu biliniyor.
Palabıyığın Meyhanesi
Posta Caddesi üzerinde Palabıyığın biri rakı içilen diğeri şarap içilen iki meyhanesi bulunuyordu. Bu meyhaneler “Aslan Baba” adıyla da anılan Arnavut asıllı sahibinin bıyıklarından dolayı “Palabıyığın Meyhanesi” adıyla biliniyordu.
Palabıyığın şarap içilen meyhanesi: Meyhane Posta Caddesi üzerinde Kürdün Meyhanesi’ni 100 metre kadar geçtikten sonra sağ kolda, Şavban Han No: 8/D adresinde faaliyet yürütüyordu. Küçük Palabıyık da denilen meyhanenin yerinde günümüzde İNTİKOŞ inşaat şirketi bulunmaktadır.
Bu meyhane çoğu zaman mezesiz ya da sakız leblebisi ve sarı leblebi ile ucuz şarap içilen bir yerdi.
Gazeteci Mehmet Kemal parasız kaldıklarında sık sık buraya devam ettiklerini anılarında anlatmaktadır. Altan Öymen meyhanenin 1960’lı yıllarda ‘Asu Baba’nın Demhanesi’ adıyla çalıştığını belirtmektedir. Yaşanan polisiye bir olay sonrası meyhanenin kapandığı ve yerinin 1983 yılında boşaltıldığı bilinmektedir.
Palabıyığın rakı içilen meyhanesi: Posta Caddesi üzerinde 23 numaralı Yusuf Hikmet Apartmanı’nın alt katında eskiden Palabıyığın meyhanelerinden biri bulunuyordu. (Günümüzde meyhanenin yerinde “Tapi Tavukçuluk” bulunmaktadır). Bu Meyhane, mezelerle rakı içilen klasik bir meyhaneydi.
Karpiç Lokantası
Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda Ankara küçük bir Anadolu şehri olarak yaşamını sürdürüyordu. Bu durum 1940’lı yıllara kadar büyük oranda devam etti. Bu yapısıyla Ankara aslında Cumhuriyet’e başkentlik yapmaya hiç de hazırlıklı değildi. Cumhuriyet’i kuran kadro, kendine has modernleşme anlayışı ile bu ‘kasabayı’ asrileştirmeye koyulduğunda batı tarzı elit lokantalar açmak bir gereklilik olarak kendini gösterdi.
1917 Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Rusların çoğu o yıllarda Türkiye’ye sığınmıştı. Bunların arasında usta aşçılar da vardı. George Karpovitch bunlardan biridir. İlk lokantasını İstanbul’da açtı ve bir süre burada çalıştı. Sonrasında Atatürk’ün talebi üzerine 1928 yılında İstanbul’dan Ankara’ya çağrıldı ve Taşhan’ın avlusunda bir lokanta açması sağlandı. Lokantanın ismi ‘Şölen Lokantası’ idi.
Ancak sahibinin adından dolayı daha çok “Karpiç Lokantası” olarak bilinmektedir. Karpiç’in misyonu, batılı tarzda yeme içme alışkanlıkları ve sofra adabını Ankara’ya yerleştirmekti.

Karpiç Lokantası
1933 yılında Taşhan, Sümerbank’a satılıp yıkılınca, Karpiç yolun karşı tarafında eskiden “Şehir Çarşısı” denilen çarşının (günümüzde yerinde 100. Yıl Çarşısı bulunuyor) köşesine taşındı. Şehir Çarşısı yapılmadan önce burada Fresko Bar bulunuyordu. Karpiç’in bir yüzü eski adıyla Bankalar Caddesi’ne (Atatürk Bulvarı), diğer yüzü İnebolu Sokak’a bakıyordu. Karpiç buraya geldiğinde ismini ‘Şehir Lokantası’ olarak değiştirdi. Ancak yine de hep “Karpiç” olarak anılmayı sürdürdü.
Devlet erkanına hizmet etmek için kurulan Karpiç ve Ankara Palas Lokantaları, bir siyasi kulüp havası taşıyorlardı. Devlet lokantası olarak bilinen Karpiç’in 1945’lerden sonra müşteri profili kısmen değişmeye başladı. Karpiç yeni yerinde 1963 yılına kadar hizmet verdi. Ancak 1953 yılında ‘Baba Karpiç’ vefat etmesinden sonra lokantayı akrabaları yürütmüştür. Bu dönemde lokantanın epeyce kan kaybettiği ve eski geleneğini yitirdiği söylenebilir. Şehir merkezinin Yenişehir’e kayması, 1962 yılında meclisin taşınması gibi gelişmeler sonrası lokanta 1963 yılında kapanmıştır.
Kaynakça Linkleri:
https://yavuziscen.blogspot.com/
https://www.gazeteduvar.com.tr/birinci-meclisin-ilk-yasagi-men-i-muskirat-kanunu-makale-1526829