Bilim dallarının araştırma yapmak ve teori geliştirmek için metot kullanması esastır. Metodun arkasında felsefe vardır. Metot, bilimin köklerinde yer alan matematiksel soyutlamaya imkân tanır.
Metot konusunun başka bilimlerde iktisattaki kadar tartışılıp tartışılmadığını bilmiyorum. Ancak, iktisatta çok yoğun olarak tartışıldığını biliyorum.
Bu yazı, iktisadın matematik, istatistik ve ekonometri ile yolculuğuna dair sıkıştırılmış tarihsel bir özet sunma amacı taşımaktadır.
John Maynard Keynes (1883-1946), iktisatta bir devrim yapmıştı. İngiltere’de, Alfred Marshall’ın (1842-1924) iktisattaki hâkimiyeti ve mirası Keynes üzerinde etkili olmuştu. Keynes, Knut Wicksell’in (1851-1926) etkisi altında önce “A Treatise on Money (1930)” ve ardından “The General Theory of Employment, Interest and Money (1936)” ile temelinde Klasik Okul’un olduğu geleneği yıkıyordu. 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Depresyon, o güne kadar görülmemiş şiddette bir krizdi. Bu kriz, Keynes’i yaratıyordu.
İktisat, Neoklasik Okul ile içinde daha fazla matematik barındıran ve bilimsel niteliklerini artıran bir disiplin haline gelmişti. Keynes’in getirdiği yeni nefes ise, iktisadın içine daha fazla matematiğin girebilmesine yardımcı olacak kavramsal bir düzlem sunuyordu. Keynes, çarpan katsayısını ilk kez kullanan Richard Kahn’dan (1905-1989) bu kavramı alıyor ve kendi dünyasına adapte ediyordu. Kavram, ne kadarlık kamu yatırımlarının ne kadarlık istihdamı tetiklediğini analiz etmekteydi. Analiz, matematiksel ölçümlere ve ekonometrik çalışmalara müsait bir yapı sunuyordu.
Keynes’in yarattığı düzlemin üzerine matematiksel denklemlerle çalışma inşa eden iki isim dikkat çekiyordu: David Champernowne (1912-2000) ve John Hicks (1904-1989). Ardından, dinamik konjonktürel dalgalanmalar modelleriyle Paul Samuelson (1915-2009) ve Ragnar Frisch (1895-1973) önemli çalışmalara imza attılar.
Chawpernowne, Keynesyen modeli üç denklemle matematiksel bir boyutta anlatmaya çalışırken, Hicks IS-LM modelini yarattı. Bu model, “The General Theory of Employment, Interest and Money’nin” can alıcı noktasını kapsıyor gibi gözükse de, teorinin çok önemli başka yönlerini ihmal ettiği gerekçesiyle eleştirildi. Eleştirenlerin başında Joan Robinson (1903-1983) geliyordu. Robinson, IS-LM modelini Keynesyen modelin “piçleştirilmesi” olarak niteledi.
1920’ler ve 1930’ların literatürdeki hâkim konusu konjonktürel dalgalanmalardı. Konu, 1929 ile revaçta kalmaya devam ediyordu ama daha fazla matematik işin içine girmişti. İktisat, 1930’lardan 1970’lere kadar giderek artan miktarda matematik kullanımı ihtiva eden bir bilim halini almıştı.
Matematiğin iktisatta kulanımını teorilerle ilgili açıklamalarda ve teorileri test eden verilerin analizlerinde görüyoruz. Teorilerin anlatımı için Karl Marx (1818-1883), Johann Heinrich Thünen (1783-1850) ve Antoine Augustin Cournot (1801-1877) gibi 19. y.y.’nin teorisyenleri nümerik değerler kullanmışlardı. William Stanley Jevons (1835-1882) ve Leon Walras (1834-1910), iktisadı daha bilimsel kılmak için matematiğin kullanımını artırmıştı. Ancak, Keynesyen devrim sonrasında matematiğin kullanımı başka bir boyuta atlıyordu. Geçmiş dönemlerin çalışmaları, bu yeni döneme Keynes’in katkılarıyla başka bir hız kazandırıyordu.
Ampirik gözlemler, yani teorilerin test edilmesi için de teorisyenler gibi istatistikçiler de çalışmışlardı. Korelasyon ve regresyon analizlerini 19.y.y.’nin sonlarında Francis Galton (1822-1911), Karl Pearson (1857-1936) ve Francis Ysidro Edgeworth (1845-1926) kullanmışlardı.
Lionel Robbins (1898-1984), “The Nature and Significance of Economic Science (1933)” adlı bir eser kaleme alarak iktisadın mal alımı-satımı, işsizlik ya da konjonktürel dalgalanmalar olmadığını iddia etti. İktisat, davranış kavramının çok spesifik bir yanıyla ilgiliydi: tercih. İktisat, sınırlı kaynakların alternatif kullanımlar arasındaki tahsisi idi. Tercih teorisi, farklı ekonomik problemlerin çözümüne adapte edilmeliydi. “The Foundations of Economic Analysis (1947)” adlı eserinde Samuelson da aynı fikri savunuyor ve kısıt altında optimizasyon kavramını tüketicilere ve firmalara uyguluyordu.
Matematiğin giderek yoğunlaşan kullanımının gerçek dünya ile ilgili sorunları çözmediğini düşünenler vardı. Robbins, bir iktisadi öneri sunmak için kaynakların sınırlı olduğunun bilinmesinin ötesinde bir bilgiye sahip olunmasını dahi gerekli görmüyordu. İktisat otistik olarak nitelenmeden önce de iktisatta aşırı matematik kullanımına karşı itirazlar vardı. Fakat, matematiğin kullanımı çok gerekli bir hesaplama yöntemi fikrinin gelişmesine vesile olmuştu: milli gelir.
1920’li yıllarda, geniş kapsamlı bir milli gelir muhasebesi hiçbir ülkede yoktu. Bu amaçla, ilk önemli denemeyi ABD’de, “The Wealth and Income of the People of the United States” ile 1915 yılında Willford I. King (1880-1962) yapmıştı. King, Irving Fisher’in (1867-1947) öğrencisiydi. İngiltere’de ise ücretler, istihdam, vergi, nüfus, v.b. konu başlıklarını analiz ederek bir çalışmayı Arthur Lyon Bowley (1869-1957) gerçekleştirmişti. Ancak, 1950’ye gelindiğinde, 100’den fazla ülkede milli gelir istatistiklerinin oluşması Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde gerçekleşmişti.
Milli gelir kavramı çerçevesinde bugün kullanılan bazı terimler ve hesaplama yöntemleri 1930’lu ve 1940’lı yıllarda geliştirilmişti. The National Bureau of Economic Research’te (NBER) milli gelir istatistikleri üzerine çalışan Simon Kuznets (1901-1985), milli geliri üretim ve gelir yönünden incelemeye aldı. Böylece, milli gelir hesaplamalarına iki yönlü kavramsal bir bakış açısı getirdi. Makro iktisat kitaplarının milli gelir kavramını açıklarken kullandıkları bu iki yönlü bakış açısı bir zamanlar önemli tartışmaların konusu olmuştur.
Gayrisafi milli hasıla (gross national product – GDP) terimini ilk kez Clark Warburton (1896-1979) 1934’te kullanmıştır. Terim, nihai ürünlerin toplamı olarak tanımlanmıştır. Tanımda, üretim süreçleri sonucunda tüketicilere ve firmalara satılan ve başka ürünlerin üretimi için yeniden üretim sürecine girmeyen ürünler kastedilmektedir. Ancak, gayrisafi milli hasıladan amortisman, yani yıpranma payının düşülmesi ile kullanılabilir kaynakların ortaya çıkacağı Warburton tarafından ifade edilmiştir.
İngiltere’de Colin Clark (1905-1989) İngiltere için hem toplam talebi (tüketim, yatırım ve kamu harcamaları), hem de çarpan katsayısını hesaplamaya çalışıyordu. Keynes’in 1936’da yayınladığı “General Theory”, Clark’ın çalışmalarının önemini vurgular bir destek sunmuştu. Süreç, Clark’ın 1937’de “National Income and Outlay” adlı eseriyle doruğa ulaştı. Daha sonra Keynes, Clark’ın 1937’de ortaya koyduğu verileri kullanarak 1940’ta “How to Pay for the War” adlı eserini yayınladı.
İktisadın C+I+G (tüketim+yatırım+kamu harcamaları) formülünü ilk kez 1940’ta Hicks kullandı. Harcamaları tüm mal ve hizmetler için formüle etti.
Matematiğin daha çok ihtiva edildiği bir iktisat, kendi içinde alt bir bilim dalının oluşmasına neden oldu: ekonometri. 1930’da, Şikago’da Charles Roos (1901-1958), Irving Fisher ve Ragnar Frisch tarafından “The Econometric Society” kuruldu. Frisch, iktisadi analizde matematiğin tek başına yetersiz olduğunu ve iktisat teorisi, istatistik ve matematiğin bir araya geldiği bir alan olarak ekonometrinin bir misyonu olduğunu dile getirdi. The Econometric Society, 1933’te Econometrica’yı çıkarmaya başladı.
The Econometric Society’ye önemli desteği iş adamı Alfred Cowles (1891-1984) veriyordu. Cowles, ekonomik tahminler yapan bir kuruluşun sahibiydi ve “Can Stock Market Forecasters Forecast” başlıklı 1933 yılı makalesi ile borsa tahmini yapanların ne derecede başarılı olabildiklerini tespit etmeye çalıştı. Sonuç, başarı konusunda çok süpheli bir yaklaşım geliştirmesine neden olmuştu. Profesyonel tahmincilerle amatörler arasında tahmin başarısı açısından pek önemli bir farkın olmadığını ortaya koydu.
Bir ekonominin tamamı için ekonometrik bir çalışma yapan ilk iktisatçı Jan Tinbergen’dir (1903-1994). Fizik doktorası sahibiydi ama doktora tezinin başlığı “Minimization Problems in Physics and Economics” idi. Hollanda’nın merkezi planlama bürosunda çalıştı. Doktora tezinin başlığından da anlaşılabileceği üzere, fizikten iktisada kayması zor olmamıştı. Konjonktürel dalgalanmaları şok nitelikli olanlar (impulse) ve zaman içinde yayılanlar (propagation) olarak ikiye ayırdı. Milletler Cemiyeti’nin sponsorluğunda “Statistical Testing of Business-Cycle Theories” adlı eseri yazdı. Eser, Gottfried Haberler’in (1900-1997) “Prosperity and Depression” adlı 1936 yılı çalışmasının konjonktürel dalgalanmalar teorilerini incelediği içeriği test ediyordu. Tinbergen, bir iktisadi modelin yeterli sayıda değişken ihtiva etmesi, değişkenler arası ilişkilerin tam anlamıyla tanımlanmış olması ve dinamik, yani değişkenler arasındaki zaman geçişlerinin ortaya konması gerektiğini dile getirmişti.
Ekonometrinin gelişiminde Cowles’un kurduğu Cowles Commission ve bu kuruluşun başına araştırma direktörü olarak 1943’te geçen Jacob Marschak’ın (1898-1977) çok önemli katkıları olmuştur.
Cowles Commission oluşumunun Marschak’ın direktörlüğündeki çalışmaları somut sonuçlar elde etmekten çok iktisat teorisinin ve iktisadi verilerin temel karakteristik özelliklerini dikkate alan yeni metotların geliştirilmesine yöneldi. Bu metotların temel prensipleri şunlardı:
- İktisat teorisi, eş anlı eşitlikler sisteminden oluşmaktadır. Örneğin, bir emtianın değeri, o emtianın arz, talep ve arz-talep dengesizliğinin yarattığı fiyat değişimi süreçlerine bağlıdır.
- Eşitliklerin çoğu tesadüfi gelişen koşullar içermektedir. Zira davranış, şok niteliğindeki değişmelerden ve iktisat teorisinin ilgilenemeyeceği unsurlardan etkilenmektedir.
- Ekonomik verilerin çoğu zaman serilerinden meydana gelmektedir. Bir döneme ait veriler geçmiş dönemin verilerinden etkilenmektedir.
- İlan edilen verilerin çoğu toplam ifade etmekte, bireysellik unsurlarını devre dışı bırakmaktadır. Örneğin, milli gelir, işsizlik, v.s.
Bu yaklaşımların üzerine yeni teknikler ilave olmaya başlamıştı. Yeni tekniklerin en önemlilerinden birini Trygve Haavelmo (1911-1999) sunmuştur. Haavelmo, olasılık modellerinin dahil edilmediği hiçbir istatistiki veri analizi metodunun anlamlı olmayacağını savundu. O güne kadar ekonometrisyenler olasılık modellerini sadece şans oyunları için kullanılabilecek bir metot olarak görmüşlerdi. Haavelmo, istatistikte stokastik (rastlantısal) tasarıya atıfta bulunmayan hiçbir modelin anlamlı olmayacağını savundu. İktisatta da stokastik unsurların bir ölçüm hatası olarak değil, iktisadi ilişkilerin doğasında var olan bir unsur olarak modellere girmesi gerektiğini düşünüyordu.
Cowles Commission tarafından geliştirilen teknikler özellikle 1940’larda Lawrence Klein (1920-2013) tarafından politika belirlemekte kullanılabilecek araçların geliştirilmesiyle ilerletildi. Klein’ın çalışma modelleri Marschak’ınkilerle benzerlikler göstermekteydi. Yaklaşımları, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yapılan makro ekonomik tahmin çalışmalarında yoğun olarak kullanıldı.
Ekonometrinin matematiği ve istatistiği iktisat teorisi ile entegre etme çabalarının şüphelerle karşılandığı oldu. Cowles Commission tarafından yapılan çalışmaların ne kadarlık bir değer yarattığına dair soru işaretleri oluştu. Zira, oluşturulan modellerle ampirik verilerin iktisat teorisiyle bağlantısının güçlendiği kanaati amaçlandığı ölçüde oluşamamıştı. Nitekim Cowles Commission tarafından yapılan çalışmalar 1940’larda iktisat teorisi araştırmalarına kaymıştı. 1950’lere gelinirken, ekonometrinin ideali olan matematik, istatistik ve iktisadın sentetik iktisat yaratmak konusundaki çabalarının çöktüğünü dile getirenler de oldu.
2000 yılında, bir grup Fransız öğrenci almakta oldukları iktisat eğitimini ağır eleştirilere tabi tuttular. Temel eleştiri noktalarından biri, iktisat eğitimini domine eden neoklasik öğretinin realiteden kopuk olduğu idi. Bu çerçevede, iktisatta matematiğin kontrolsüz bir şekilde kullanıldığını ve böylece iktisadın hayali bir dünya yarattığını dile getiriyorlardı.
Sosyal bilimlerde matematiksel ölçümlemeler gelişmeleri tespit etmek için çok yararlıdır. Ancak, sorunlara çözüm bulmak için yine matematiğin kullanılması ile matematiğin yararlanılacak bir araçtan amaca dönüşmesinin iktisadı sosyal niteliklerinden uzaklaştırdığını da anlamak gerektiği kanısındayım.
Arda Tunca, 1988 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ni ve 1992 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitede Para ve Bankacılık üzerine yüksek lisansını Dışlama Etkisi başlıklı teziyle tamamladı. 1993 yılında, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistan olarak görev yapmaya başladı ve 2 iki yıl akademik çalışmalar yapmak üzere Berkeley, ABD’de bulundu. 1996-1998 arasında AIESEC bursiyeri olarak çok uluslu bir Amerikan firmasında pazar araştırmaları yapmak üzere Cenevre/İsviçre’de göreve başladı. Türkiye’ye döndükten sonra, 1998’de kariyerini finans alanında başlattı. O yıldan itibaren, bankacılık sektörü ve reel sektörde çeşitli kuruluşlarda, farklı kademelerde muhasebe, finans ve bütçe fonksiyonlarında yer aldı. Üstlendiği sorumluluklar, muhasebe, işletme sermayesi ve risk yönetimi, proje finansmanı, uluslararası ticaret finansmanı, finansal yapılanma ve şirket transformasyonu, değişim yönetimi ve finansal planlama alanlarında odaklandı. Çeşitli dergilerde düzenli yazılar yazdı, televizyon programlarında zaman zaman ekonomi yorumları yapmaktadır.