
Podcast (1. Bölüm) | Turan Altuner – Doç. Dr. Veysi Çeri / Transcript
- Ben Turan Altuner. Görüş 21.com’a hoşgeldiniz. Bugünkü konuğumuz Doç.Dr. Veysi Çeri. Bugün Veysi Bey’le çocuklarda ve gençlerde psikososyal gelişim ve anadil eğitimini konuşacağız. Ondan önce ben size Doç.Dr. Veysi Çeri’yi kısaca tanıtayım. Veysi Çeri’nin gerçekten çok uzun bir mesleki arka planı var. Hepsini okumaya kalksam herhalde 10-15 dakika sürecek, onun için size kısa bir şekilde tanıtayım.
Doç.Dr. Veysi Çeri, 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde tıp öğrenimine başladı. 6 yıllık tıp eğitimini başarı ile bitirerek 2008 yılında ‘Tıp Doktoru’ ünvanını aldı. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1 yılı aşkın süre İç Hastalıkları asistanlığı yapan Dr. Çeri, 2010 yılında İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Çocuk ve Genç Psikiyatrisi asistanlık eğitimine başlayıp, 4 yıllık asistanlık eğitiminin sonunda uzman doktor oldu. Sakarya ve Kütahya’da bir süre çalışan Dr. Çeri, 2015 yılında Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışmaya başlamıştır. Yaptığı bilimsel araştırma ve projelerle 2018 yılında Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Doçenti olmaya hak kazanan Dr. Çeri, bir yılı aşkın süre Diyarbakır Çocuk ve Ergen Alkol ve Uyuşturucu Madde Tedavi Merkezinin Medikal Direktörü olarak çalışmıştır. Almanya ve Hollanda olmak üzere çeşitli uluslararası kurumlarda kendi mesleğinde çalışmış bir hekimdir. Ondan sonra yurda döndü, şu anda mesleğine Türkiye’de devam etmektedir. Ulusal ve uluslararası birçok sempozyum ve kongrede sunumları olan Çeri’nin ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış 30’u aşkın araştırma makalesi bulunmaktadır.
Hocam hoşgeldiniz.
V.Ç. Hoşbulduk hocam, teşekkürler. İyi akşamlar.
- Sizi biraz tanıttık hocam. Bayağı uzun bir backgroundunuz var. Biz de zaten sizin bu mesleki backgroundunuzu göz önünde bulundurarak dedik ki, hocamla böyle pek de konuşulmayan konuları bir konuşmuş olalım.
Hocam bugünkü konumuz çocuk ve gençlerde psikososyal gelişim ve anadil eğitimi. İlkin genel olarak çocuklarda ve gençlerde psikososyal gelişim nasıl oluyor? Yani ilkin bir kavram olarak bana ve dinleyicilerime açıklayın ondan sonra bu gençlerde ve çocuklarda psikososyal gelişimi ele alalım. İkinci bölümde de psikososyal gelişim ve anadil eğitimine bağlayalım.
Biliyorsunuz Muharrem İnce’nin, “Kürtçe pedagojik bir dil değildir, onun için de Kürtçe eğitime gerek yoktur,” mealinde bir açıklaması oldu. Sizin o tweetiniz gözüme çarpmıştı. Demiştiniz ki o tweetinizde, “Bir çocuk ve genç psikiyatristi olarak, asıl pedagojik olmayanın çocuklara anadilleri dışında bir eğitim vermek olduğunu şu beyefendiye nörobiyolojik ve psikogelişimsel gerekçeleriyle anlatmak isterim.” Ben de bu tweetinizi görünce sizden rica etmiştim, “Hocam böyle bir söyleşi yapalım,” diye. Çok önemli bir konu. Türkiye’de de çok tartışılmıyor bu konu.
Hocam biraz uzattım ama hemen sorularıma geçeceğim. Türkiye’de Kürtçe anadil eğitimi hemen milli güvenlik perspektifinden değerlendiriliyor. Oysa bunun milli güvenlik perspektifiyle bir alakası yok, daha çok çocukların psikososyal gelişimiyle alakası var ve pek de tartışılmıyor bu konu. Kasıtlı olarak tartışılmıyor diye düşünüyorum. Tartışan eğitimcilere de genelde yaptırımlar uygulandığını da biliyorum.
Peki hocam, ilkin siz bir çocuk ve genç psikiyatristi olarak, psikososyal gelişim nedir, neyi kapsar, bir genç ve çocuk psikiyatristi günlük hayatında neler yapar bunu bize anlatın, sonra diğer sorularımı size ileteceğim.
V.Ç. Tabii ki. Psikososyal gelişim kavramı aslında çok önemli diye düşünüyorum, özellikle de bizim ülkemiz için. Niye önemli diye sorarsanız, maalesef bizim toplumumuzda gelişimin farklı farklı alanları olduğunu bir çok sefer gözden kaçırıyoruz. Özellikle annelerimiz babalarımızın daha çok bizim biyolojik ya da fiziksel gelişimimizi ön planda tuttuğunu, hatta fiziksel gelişimimiz üzerinde aşırı kaygılara sahip olduğunu gözlemlemekteyiz. İşte yemektir, içmektir, boyudur, kilosudur gibisinden aşırı bir kafa yorma durumunun söz konusu olduğunu, bunun yanında bizlerin psikolojik, duygusal ve zihinsel gelişiminin ise olabildiğince görmezden gelindiğini görmekteyiz. Yani bundan dolayı çok önemli.
Yani, mesela şuna çok rastlıyoruz, çocuğun yeme içmesi ile aşırı, kafayı adeta bozmuş annelerin çocuklara zorla yemek yedirerek onları duygusal açıdan, zihinsel açıdan olumsuz etkilediklerine sıklıkla şahit oluyoruz. Ya da benzer şekilde mesela, çocuk yemiyor diye çocuğun gözünün önüne yemek yerken tablet ya da benzeri bir cihaz koyup, telefon koyup, çocuğu çizgi film izleyerek yedirmeye alıştıran aileleri sıklıkla, giderek de günden güne daha artan şekilde, rastlıyoruz. Hatta ben ne zaman bir restorana gitsem orada mutlaka ekran başında yemek yiyen bir çocuk görüyorum, yani burada tam da bunu görüyoruz. Çocuğun psikososyal gelişimi, duygusal gelişimi, nöromotor gelişimi için ekran başında yemek yemek oldukça zararlı. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Ancak aileler çocuğun fiziksel gelişimi için oldukça gerekli olan yeme içme içmesini düzenlemek, daha fazla yemesini sağlamak için adeta onun psikososyal gelişimini arka planda bırakıp, sırf fiziksel gelişimi için böyle bir yanlışı – ve yanlış olduğunu bile bile – malesef devam ettirebiliyorlar.
Bundan dolayı bizlerin, çocukların gelişimini ele alırken sadece fiziksel gelişime odaklanmaması ve gelişim dediğimizde aslında sadece fiziksel gelişimi kast etmediğimizi, bunun ayrı ayrı sacayakları olduğunu ve çocuğun gelişiminin sağlıklı olduğunu söyleyebilmemiz için bu üç sacayağının beraberce ve birbiriyle dengeli şekilde büyümekte olduğunu söylememiz gerekiyor. Dediğim gibi bu sacayakları nedir? İşte biri fiziksel gelişim tarafı, birisi psikososyal gelişim ve zihinsel gelişim.
Zihinsel gelişimden kastımız nedir diye sorarsanız, zihinsel gelişim sonuçta çocuklar doğduğunda dünyaya dair, kendilerine dair hiçbir bilişleri yok, hiçbir düşünceleri, hiçbir yargıları yok. Çocukların zihinleri onların bebeklikten itibaren gerek anne babaları ve yakın çevreleri olmak üzere, dünya ile karşılıklı etkileşimlerinin sonucunda zihinleri gelişiyor. Yani mesela siz bir çocuğa zorla yemek yedirdiğinizde, yani çocuğun kendisinin yemesini değil de, başkaları tarafından yedirilecek bir şeymiş gibi bir ilişkinin, düşüncesinin gelişmesine de yol açmış oluyorsunuz mesela. Burada tabi ailelere biz hep şunu deriz mesela, iyi bir zihinsel gelişim için çocuğun eli kaşık tutmaya başladığı andan itibaren olabildiğince kendisinin, kendi kendine, belki döküp saçarak başlarda yemesine imkan vermeniz gerekiyor ki çocuğun yemeye dair zihinsel gelişimi de sağlıklı şekilde gelişsin ve çocuk yemeğin yedirilen bir şey olmadığını, kendinin gidip bulup yiyeceği bir şey olduğunu anlasın, bu açıdan zihinsel gelişimi iyi olsun gibi.
Tabii dediğim gibi, diğer bir tarafı ise psikososyal gelişimi. Bu da bizim gerek duygularımızı tanımamızı sağlayan, gerekse diğer insanlarla etkileşimimizi, nasıl etkileşime gireceğimizi belirleyen gelişimin sacayağı. İşte fiziksel gelişimin de, psikososyal ve zihinsel gelişimin üçünün beraberce dengeli şekilde büyümesini sağlayacak bir bakım tarzını her zaman öncelememiz, göz önünde bulundurmamız, yakalamaya çalışmamız gerekiyor. Tam da burada – başta söyledigim gibi – malesef bizim burada çok da başarılı olmadığımızı söyleyebilirim. Bizlerin daha çok fiziksel gelişime odaklandığımızı, diğer gelişim sacayaklarını ise görmezden gelmeye meyilli olduğumuzu üzülerek söyleyebilirim.
- Hocam şimdi siz diyorsunuz ki, çocuğun sadece fiziksel gelişimini değil, diğer faktörleri de, yani psikososyal gelişimini ve zihinsel ve duygusal gelişimini de, üçünü dengeli bir şekilde geliştirmek gerekiyor. Yani üçüne de aynı dikkati vermek gerekiyor. Sağlıklı istikrarlı bir kişilik ancak böyle oluşur diyorsunuz değil mi hocam?
V.Ç. Kesinlikle kesinlikle hocam.
- Peki hocam, şimdi şöyle bir şey var. Diyelim ki bu üç şeyi geliştirmek için, üç parametreli bir psikososyal gelişim sağlamak için, pratikte neler yapmak lazım? Evlerinde bunu nasıl uygulayacaklar? Yani mesela, diyelim ki çocuğun duygusal gelişimi tamam, fiziksel gelişimi, yemek yiyecek, spor yapacak, şunu yapacak bunu yapacak. Peki duygusal ve zihinsel gelişimi açıdan neler yapmasını önerirsiniz ailelere?
V.Ç. Aslında burada yapılabilecek en önemli şey – ilk ve en önemli adım – aslında gelişimin farklı sacayakları olduğunu bir kere kabul edip, bunu özümsemek ve bunun öneminin olabildiğince farkında olmak. Yani farkındalık en önemli adım işin doğrusu. Bunu öğrendikten sonra zaten her bir müdahelemizin, yani çocuğa yaptığımız her bir müdahelenin, bu üç sacayağı üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri olduğunun farkında olmamız gerekiyor. Bunun da farkında olduktan sonra, bunu göz önüne alıp, yaptığımız her müdahelenin bu sacayağını olabildiğince destekleyici bir yapıda olmasını sağlamamız gerekiyor.
Burada da işin içine şu giriyor, sonuçta ebeveynliğin – işte çocuğun bakımını beslenmesini sağladıktan sonra – bir yaşından sonraki dönemde en önemli görevi, çocuğa toplumu sunmak, ya da çocuğa toplumu doğru bir şekilde sunmak. Şunu söylemeye çalışıyorum çocuğa topluma sunmak derken; çocuğa toplumun kurallarını, genel işleyişini doğru şekilde vermek, yansıtmak yani. Bu da nasıl olur? Bu da psikososyal gelişimin iyi bir şekilde gitmesi için. Sonuçta sizin toplumsal hayatınızda hayal kırıklıkları olacak yarın öbürsü gün olacak değil mi? Sevinçler kadar üzüntüler de olacak mı? Olacak. Doğru hareketler kadar, yanlış kararlar ve bunun sonucunda gelen, kimi suçluluklar, kim sıkıntılar, problemler olacak mı? Olacak. Bazen sevdiğiniz şeylere ulaşacaksınız, bazen ulaşamayacaksınız. Her istediğiniz olmayacak değil mi? O zaman, ailenin de çocuğun zihinsel gelişimini ve psikososyal gelişimini topluma yakınlaştırabilmek adına olabildiğince çocuğa da böylesi bir genel geçer işleyişi sunmaya çalışması gerekiyor. Yani çocuğun her istediğini yapmaması, çocuğa kimi sorumluluklar vermesi, bu sorumlulukların sonucunda kimi yaptırımların olması -çocuğun canını acıtmayacak şekilde yaptırımlar- mesela diyelim işte o günkü sorumluluklarını yapmazsa, “Sen sorumluluklarını yapmadın – diyelim ki odanı düzeltmedin, ya da evdeki kimi şeylere yardım etmedin, bahçe temizliği filan gibi – o zaman sanin 2 saat olan tabletle oynama iznin bu akşam bir saate indi,” gibi şeyler. Ki bu da çocuğa toplumu tanıtma açısından önemli bir şey. Çünkü sonuçta toplumda sorumluluklarınızı yapmadığınızda sevdiğiniz şeylerden mahrum kalacaksınız, yani maaşınızı alamayacaksınız, iş yerinde kimi yaptırımlara maruz kalacaksınız. Bunun benzerini çocuğa yavaş yavaş vermesi gerekiyor ki, çocuğun fiziksel gelişiminin yanında, işte zihinsel gelişimini – ki toplumun nasıl yürüdüğünü anlamasını sağlayacak – zihinsel gelişimini sağlasın ve aynı zamanda kimi durumlarda üzüntü ya da hayal kırıklıkları yaşayacağını ve bunlarla nasıl başa çıkması gerektiğini göstermek gerekiyor ki duygusal gelişimi şey olsun ve sosyal açıdan da insanlarla iletişiminde etkileşiminde, sevdiklerinin her istediğini yapmayabileceğini, ya da insanlarla iletişiminde her istediğini, her zaman elde edemeyeceğini anlamasını sağlasın gibisinden.
İşte burada her türlü müdahele – mesela yemekle ilgili – her üç sacayağını da en iyi besleyecek bir bakım tarzı ne olabilir mesela? Çocuğun yemek saati ve çeşidini ailenin seçmesi ama yiyip yemeyeceğine veya ne kadar yiyeceğine çocuğun karar vermesine izin vermesi pratiği bence yemek konusunda yapılabilecek en önemli şey. Yani bu şu anlamı taşıyor, yemeğin çeşidi ve saatini aile belirler çünkü toplumda kurallar var; işte saat kaçta yemek yiyeceğiniz, bazen yemekte ne olacağı, nelere ulaşabileceğiniz belli olmuyor, değil mi yani? O yemeği sevmeyebilirsiniz, o saatte aç olmayabilirsiniz, yemek zorunda değilsiniz. Bu da sizin kendi zihinsel ve duygusal gelişiminiz için önemli. Yemeyecekseniz de bir sonraki öğüne kadar aç kalabilirsiniz, değil mi yani? Bu da sizin fiziksel gelişiminiz için oldukça gerekli ve açlık tokluk hissini tanımanın gelişmesi adına oldukça önemli bir tutum diye düşünüyorum ama maalesef bizde böyle bir durum yok. Mesela çocuk yemeğe oturuyor, “Yemeğini ye, yemeğini ye”, ağzına tıkama, çocuğu böyle zorlama gibi şeylerle malesef sıklıkla karşılaşıyoruz. Ya da çocuk yemek yemedi, hemen aç kaldı deyip abur cuburu – ki çoğu bir sürü karbonhidrat içeren ve çocuk için zararlı olan yiyecekleri- çocuğun önüne koyup, aman aç kalmasın diye şey yapmak… Halbuki, mesela araştırmalar çocuğun belli bir süre aç kalmasının çocuğun fizyolojik gelişimi için de, fiziksel gelişimi için de faydalı olabileceğini gösteriyor. Bunun yanında, dünyada da sonuçta her zaman tok olmayacaksınız yani. Zihinsel gelişim açısından da önemli bir şey bu. Çocuğun bazen aç kalması, açlık hissini öğrenmesi ve açlık hissiyle baş edecek çıkar yolları geliştirmesi de oldukça önemli diye düşünüyorum. Bundan dolayı, işte bizim söylediğimiz, yemeğin öğünü ve çeşidini ailenin belirlemesi ama yiyip yemeyeceğine, ya da ne kadar yiyeceğine çocuğun karar vermesinin çocuğun psikososyal gelişimi ve zihinsel gelişimini destekleyecek en iyi yeme tutumu olabileceğini düşünüyoruz işin doğrusu.
- Evet hocam burada şöyle bir şey, yani çocuğun dünyasına ve kişiliğine de saygı duymak lazım. Biz yemeği vereceğiz, hangi saatte yemek verileceğini belirleyeceğiz ama ne kadar yiyeceğine, hangi yiyeceği yiyip yemeyeceğine çocuk karar verecek. Yani bu çocuğun karar verme yeteneğini de geliştirir.
V.Ç Aynen, aynen.
- Buradaki Türkiyeli ailelerde öyle “Aman çocuğum ye, aman az yedin, aman çok yedin” sürekli yemek üzerinden çocukla bir tartışma olur. Çocuk da buna karşı bir tepki geliştirir genellikle. O tepki de karşı tepkiyi doğuruyor ve sonuçta çocuk ve ebeveynler arasında bir çatışma alanı da oluşuyor değil mi hocam?
V.Ç. Tabi hocam çok ciddi bir çatışma alanı oluyor. Çok küçük yaşlardan itibaren, yani iki yaşında mesela, tabak sesi duyduğunda kusan çocuk biliyorum. Şöyle bir şartlanma gelişiyor çocukta mesela, şimdi siz bir çocuğa, bir insana zorla yemek yedirdiğinizde ona duygusal açıdan saldırmış oluyorsunuz. Büyük olsun küçük olsun, bir insanın ağzına bir şey tıkadığınızda bizim bedenimiz bunu bir saldırı olarak görüyor, ya da siz tokken bir şeyler ağzınıza tıkıştırıldığında mideniz bulanır ve saldırı olarak algıladınız için sizin vücudunuzda adrenalin salınır. Adrenalin salındığında mide bulantısı, sinirlilik, gerginlik, huzursuzluk gelişir ve bir süre sonra her yemek öğününde siz annenizle babanızla karşı karşıya geldiğiniz için klasik koşullanma ile yemek öğünü ya da yemekle ilgili herhangi bir ipucu sizde direkt olarak klasik koşullanma ile yine adrenalin salınımına, bu da sizde gerginliğe sinire, mide kramplarına ve bulantı, hatta kusmaya yol açabilmekte. Böylelikle bu sorunun giderek otomatikleşerek, artık yarın öbürsü gün siz anneniz babanızla kavga etmek istemezseniz bile her yemek öğününde kavga eden bir ilişkiye maalesef dönüşebiliyor. Buna çokça rastlamaya başladık yani. Şu an sorduğum çoğu ailelerde bu gibi sıkıntılar var. Tanımlama neredeyse yok gibi, o kadar kötü durum yani.
- Peki hocam şunu sorayım. Bu böyle programlanmış bir çatışma alanı yaratıyor ama ileride bu çatışmaya, yani çocukta bir çatışma kültürünün içselleştirmesine yol açmıyor mu hocam? Hem aile içi hem toplumsal bağlamda sürekli birisi ile çatışmak zorunda kalıyor çocuk kendisini kanıtlamak için. Kendi kararını kendi verebilmesi için yani. En azından bir çocuğa yıllarca zorla yemek vermek çocuğa bir saldırı anlamına geliyor, yıllar içinde bir karşı saldırı geliştiriyor. Yani böyle çatışmacı bir kültürü zamanla çocuk içselleştirmiş olmuyor mu hocam?
V.Ç Hakikaten onu da etkisi olabileceğini düşünüyorum ben de. Yani düşünün normalde yemek saatleri en huzurlu, en güvende ve iyi hissetmenizi gerektiren anlar ve burada bile – bunun üzerinden sizin bedeninize bir şey sokulmaya çalışılması – ki sonuçta çocuğun zihnindeki şey bu yani – birileri sizin bedeninize bir şeyler sokmaya çalışıyor… Sonuçta bir bebek, bir küçük çocuk, yemeğin kendisi için hayati bir şey olduğunu anlayamaz ne kadar anlatırsanız anlatın. O yemeği yemezse öleceğini ya da işte çok kötü olacağını, hastalanacağını anlamaz aileleri ne kadar anlatırsa anlatsın. Orada çocuğun anladığı şu; yemek ise istememesine rağmen, aç olmamasına rağmen zorla bedenine bir şeylerin sokulması yani. Aileler biraz kendi bakış açılarını dikte ediyor yani. Bırakın çocuk acıksın o zaman zaten biyolojik olarak sigorta sistemi devreye giriyor ve insan acıkıyor, çocuk da bırakırsanız gidip – bilirsiniz mesela- çocuk gider toprak yer yani çok acıkırsa. Bizim vücudumuzda biyolojik böyle sigorta sistemleri var. Ama ailelerin buna güvenmeyişleri, sanki çocuk bir öğün yemek yemezse ölecekmişçesine kaygıları, maalesef onların rahat davranmasını engelliyor ve bu da dediğiniz gibi yemekte bile böyle çatışmalı bir ortam oluşturuyor, belki sonraki yıllarda insanlarla arasındaki ilişkilerde çatışmalara yol açıyor olabilir diye de düşünüyorum ben de hakikaten, haklısınız o açıdan.
Çünkü sonuçta bizim yemekle ilişkimiz – yani dünyayla ilk ilişkimiz- yemekle olan ilişkimiz. Bir bebeğin henüz hayatında hiçbir şey yokken ilk kurduğu ilişki anne memesi ile ve sütle kurduğu ilişkidir. Sonuçta yemek bizim ötekini ilk tanıdığımız, ötekini ilk olarak görmeye başladığımız ve ilişki kurduğumuz alan ve orada, yemekle çatışmalı bir ilişkimiz olduğunda, öteki ile, insanlarla da çatışmalı bir ilişki doğamızın olması da hakikaten olası.
- Hocam, buradan çıkartacağımız ders şöyle mi olmalı ? Yani biz çocuklarımızın ve gençlerimizin kararlarına saygılı olmasını öğrenmeliyiz, onları bir birey olarak kabul etmeliyiz ve onların kendi alanları içinde verdiği – hem fiziksel hem duygusal dünyaları için verdiği – kararlara da saygılı olmak zorundayız. Yani fazla müdahelecilik sonunda mutlaka çatışmayı getiriyor.
V.Ç. Kesinlikle, kesinlikle.
- Peki hocam burada bunu kapatalım ikinci bölümde psiko – sosyal gelişim ve anadil eğitimi konusunu konuşalım
İkinci bölüm yarın Görüş’te
Doç. Dr. Veysi Çeri Kimdir?

2002 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde doktorluk eğitimine başlayan Çeri, 6 yıllık tıp eğitimini başarı ile bitirerek 2008 yılında ‘Tıp Doktoru’ ünvanını kullanmaya hak kazanmıştır. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 1 yılı aşkın süre İç Hastalıkları asistanlığı yapan Dr. Çeri, 2010 yılında İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Çocuk ve Genç Psikiyatrisi asistanlık eğitimine başlamış, 4 yıllık asistanlık eğitiminin sonunda uzman doktor olmuştur. Sakarya ve Kütahya’da bir süre çalışan Dr. Çeri, 2015 yılında Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalışmaya başlamıştır. Yaptığı bilimsel araştırma ve projelerle 2018 yılında Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Doçenti olmaya hak kazanan Dr. ÇERİ bir yılı aşkın süre Diyarbakır Çocuk ve Ergen Alkol ve Uyuşturucu Madde Tedavi Merkezinin Medikal Direktörü olarak çalışmıştır. Ulusal ve uluslararası birçok sempozyum ve kongrede sunumları olan Çeri’nin ulusal ve uluslararası bilimsel dergilerde yayınlanmış 30’u aşkın araştırma makalesi bulunmakta, gerek bilimsel gerek sahadaki çalışma ve araştırmalarına devam etmektedir.