
Robert Reich’in, Amerika’nın tarihsel süreçteki oligarşik yapılarının evrimini ele aldığı bu dikkat çekici makaleyi, Görüş21 okuyucuları için derledik.
Amerika’daki Oligarşi ve Faşizme Giden Yol: Robert Reich’ın bu analizi, Amerika Birleşik Devletleri’nde uzun zamandır zenginlik ve gücün belirli bir elit grubun elinde yoğunlaşmasına dikkat çekiyor. Reich, özellikle 1980’lerden sonra bu eğilimin daha da derinleştiğini ve bunun demokratik süreci tehdit ettiğini savunuyor. Reich, ekonomik eşitsizliğin yanı sıra, siyasi gücün de oldukça dar bir grubun kontrolüne geçtiğini ve bu durumun Amerika’yı faşizme doğru sürüklediğini öne sürüyor. Bu derlemede, Reich’ın Amerika’daki oligarşik yapıyı, bu yapının demokrasiye etkisini ve faşizme dönüşme olasılığını mümkün olduğunca kapsamlı bir şekilde ele alacağız.
Oligarşi: Demokrasiye Karşı Bir Tehdit
Reich, Amerika’daki oligarşik yapıyı anlamadan, ülkedeki siyasi ve ekonomik bozulmanın tam olarak kavranamayacağını vurguluyor. Oligarşi, az sayıda zengin ve güçlü kişinin toplumun büyük bir kısmını kontrol etmesi durumunu tanımlıyor.
Reich, oligarşinin son yıllarda Amerika’daki demokrasiyi tehdit eden önemli bir güç haline geldiğini ileri sürüyor. Ona göre, eski sol-sağ ayrımı artık geçerliliğini yitirmiş durumda. Reich, günümüzün en belirgin çatışmasının, demokrasiye inananlarla, faşist oligarşiye sahip bir grup arasındaki çatışma olduğunu savunuyor. Reich, Amerikan toplumunun iç yüzünü anlamak için tarihsel bir perspektif sunuyor. Amerikan toplumunda her zaman var olan zenginler ile fakirler arasındaki uçurum, özellikle 1980’lerde hızla derinleşmeye başladı. Oligarşi, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal alanlarda da etkisini hissettirmeye başladı. Zengin sınıfın kendi çıkarlarını savunacak şekilde yasal ve politik yapıları şekillendirmesi, demokrasiyi tehdit eden bir yapının doğmasına yol açtığını savunan Reich, bu durumu toplumsal eşitsizlikle birlikte ele alıyor.
Amerika’daki Oligarşik Yapıların Tarihsel Değerlendirmesi ve Üç Oligarşik Dönem
Reich, Amerika’daki oligarşiyi anlamanın en iyi yolunun, geçmişteki oligarşi örneklerine bakmak olduğunu savunuyor. Amerika’nın kuruluş döneminde, köle sahipleri ve büyük toprak sahiplerinin egemen olduğu bir oligarşi vardı. Bu dönemde, köleler toplumdan dışlanmış ve hiçbir siyasi güce sahip değillerdi. Oligarşi, yalnızca ekonomik değil, toplumsal ve siyasal alanda da derin bir etkiye sahipti.
Zenginler ve elit sınıf, kendi çıkarlarını koruyacak şekilde yasaları şekillendirebilir ve toplumun büyük çoğunluğunu kontrol altında tutabilirdi. Amerika’nın ikinci oligarşisi ise, sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, “robber baronlar” olarak bilinen zengin iş adamları, Amerika’daki ekonomik yapıyı ellerine geçirmiştir. John D. Rockefeller, Andrew Carnegie, J.P. Morgan gibi iş adamları, yalnızca ekonomik gücü ellerinde tutmakla kalmamış, aynı zamanda siyaseti de şekillendirerek kendi çıkarlarını korumuşlardır.
Bu dönemde, işçilerin hakları ihlal edilmiş, zenginler kendi zenginliklerini artırırken, toplumun geri kalan kesimi daha da fakirleşmiştir. Bu yapının işleyişi, hükümetin zengin sınıfın çıkarlarını koruma ve halkın çıkarlarını göz ardı etme şeklinde olmuştur. Ancak Reich, bu ikinci oligarşinin sona erdiğini belirtiyor. İlerici liderler, özellikle Theodore Roosevelt gibi figürler, bu duruma karşı durarak reformlar yapmış ve işçi haklarını savunmuşlardır. Büyük Buhran ve Dünya Savaşı gibi sarsıcı olaylar, bu oligarşinin çökmesine neden olmuştur. Fakat, Reich’a göre, son yıllarda bu oligarşik yapı yeniden şekillenmeye başlamıştır.
1980 Sonrası Oligarşi
Günümüzün ekonomik bozulması ise 1980’lerde Ronald Reagan’ın başkanlık döneminde, Amerika’daki servet ve güç, yeniden bir avuç elitin elinde yoğunlaşmaya başladı. Reich, bu dönemin başladıgı döneme işaret ederek, zenginlerin, büyük şirketlerin ve finans kurumlarının ülke ekonomisinde söz sahibi olmasını sağlayan politikalara dikkat çekiyor. 1980’lerin başından itibaren, Amerika’daki en zengin %0.01’lik kesim, servetinin büyük bir kısmını kontrol etmeye başladı ve bu durum giderek daha belirgin hale geldi. O dönemde bu grup, Amerika’daki tüm kampanya bağışlarının yalnızca %15’ini sağlarken, 2016 seçimlerinde bu oran %40’a fırladı. Bu, zenginlerin ve büyük şirketlerin siyasete daha fazla etki ettiğini ve siyasi sürecin giderek daha çok zengin sınıfın çıkarlarına hizmet ettiğini göstermektedir.
Reich sözkonusu makalesinde, bu değişimin Amerika’daki demokratik yapıyı nasıl tehdit ettiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Zenginler ve büyük şirketler, lobicilik, kampanya bağışları ve diğer araçlar aracılığıyla politikayı kendi lehlerine şekillendiriyorlar. Bu durum, halkın çıkarlarını göz ardı eden ve elitlerin çıkarlarını koruyan bir siyasi yapının ortaya çıkmasına yol açtı. Reich, bu yapının Amerikan demokrasisini tehlikeye attığını ve sosyal eşitsizliği daha da derinleştirdiğini savunuyor.
Trump ve Neofaşizm: Oligarşi ve Popülist Liderlik
Reich’ın analizinin bir diğer önemli yönü, Trump’ın liderliği ile ilgili gözlemleridir. Reich, Donald Trump’ın yalnızca zengin sınıfın çıkarlarını korumakla kalmadığını, aynı zamanda faşizme yakın bir dil benimsediğini savunuyor. Trump’ın kullandığı dilin, tarihsel olarak otoriter liderler tarafından kullanılan dille benzerlikler taşıdığına dikkat çekiyor. Trump, rakiplerini “haşerat” olarak tanımlayarak onları insanlıktan çıkarıyor, dehumanize ediyor ve sosyal kutuplaşmayı körüklüyor.
Reich’a göre, Trump’ın ırkçı söylemleri, göçmen karşıtı politikaları ve sürekli olarak toplumu birbirine karşı kışkırtan ifadeleri, otoriter bir rejimin temellerini atıyor. Reich, Trump’ın bu dili kullanmasının, toplumda var olan ekonomik eşitsizliği ve oligarşinin gücünü gizlemeye yönelik bir strateji olduğunu öne sürüyor. Trump, sürekli olarak toplumu birbirine düşürerek, asıl tehlikenin kaynağından dikkatleri uzaklaştırmayı başarıyor. Bu durum, halkın oligarşi karşısında birleşmesini engelliyor ve zengin sınıfın gücünü pekiştiriyor. Reich, Trump’ın yönetiminin Amerika’yı daha otoriter bir yönetime doğru sürüklediğini ve bunun demokrasi için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurguluyor.
Çözüm Önerileri: Demokrasiyi Kurtarmak İçin Ne Yapılmalı?
Reich, Amerika’daki oligarşik yapıyı ve faşist eğilimleri aşmak için birkaç öneri sunuyor. Öncelikle, kampanya finansmanı yasalarının köklü bir şekilde değiştirilmesi gerektiğini savunuyor. Büyük paranın siyasetteki etkisini ortadan kaldırmak için, bu paranın politikaya müdahalesini engelleyecek yasalar getirilmesi şart. Reich, bu reformların yalnızca kampanya bağışlarıyla sınırlı kalmaması gerektiğini, aynı zamanda oy haklarının korunması, seçimlerde adil bir ortamın sağlanması ve büyük şirketlerin tekelci gücünün kırılması gerektiğini de belirtiyor.
Ona göre, demokratik sistemin yeniden işlerlik kazanması için bu tür yapısal değişiklikler şart. Reich, bu durumun sadece sol ve sağ arasındaki bir çatışma olmadığını, aslında bir demokrasiyi savunma mücadelesi olduğunu vurguluyor. Demokrasiyi savunmak, yalnızca hükümet politikalarını değiştirmekle kalmayıp, aynı zamanda halkın gücünü yeniden kazanması ve oligarşiye karşı direnmesi gerektiğini ifade ediyor. Reich’ın önerdiği reformlar, Amerika’daki demokrasi için kritik adımlar atmayı hedefliyor.
Sonuç: Demokrasi ve Oligarşi Arasındaki Mücadele
Robert Reich’ın Amerika’daki oligarşik yapıya dair yaptığı analizler, toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin demokrasinin temel değerleri üzerinde nasıl yıkıcı etkiler yaratabileceğini gözler önüne seriyor. Oligarşi, zenginlerin ve büyük şirketlerin çıkarlarını koruyarak halkın karar alma süreçlerindeki etkisini azaltıyor ve siyasi süreci kendi lehine çeviriyor. Trump gibi liderler ise bu durumu daha da kötüleştirerek toplumu kutuplaştırıyor ve gerçek sorunların gözden kaçmasına neden oluyor.
Reich, Amerika’daki bu durumu değiştirmek için cesur ve kapsamlı reformların şart olduğunu savunuyor. Bu reformlar, sadece ekonomik ve politik değil, aynı zamanda toplumsal bir yeniden yapılanmayı da içermeli. Reich’ın önerileri, Amerika’nın demokrasisini yeniden inşa etmek için kritik bir adım olarak değerlendirilebilir. Ancak bu reformların hayata geçmesi, güçlü bir siyasi irade ve halkın geniş bir desteğini gerektiriyor. Reich’ın görüşleri, demokrasinin güçlendirilmesi için önemli bir yol haritası sunuyor ve bu tartışmanın Amerika için ne kadar hayati olduğunu vurguluyor.