
Akın Öztürk Davası ve Birleşmiş Milletler’in Kararı: Hukukun Bittiği Yer mi?
Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran davalardan biri olan Akın Öztürk davası, sadece bireysel bir yargılamayı değil, aynı zamanda bir ülkenin hukukla olan imtihanını da simgeliyor. Son olarak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin “Keyfi Tutukluluk” Çalışma Grubu’nun bu davaya dair verdiği karar, hem hukuki hem de vicdani açıdan birçok soruyu beraberinde getirdi. Peki bu karar ne anlama geliyor, uygulanabilir mi ve gerçekten bir şey değiştirir mi?
2013’ten 2025’e: BM’nin Değişen Tutumu
BM’nin “Keyfi Tutukluluk” Çalışma Grubu, Türkiye’de kamuoyunun dikkatini ilk olarak 2013 yılında Balyoz davasıyla çekmişti. O dönemde grup sadece, “adil yargılama yapılmadığı” tespitiyle davanın yenilenmesini tavsiye ediyordu. Ancak 2016 sonrası verdikleri kararlarda ton değişti: Artık sadece adil yargılamadan değil, “yaygın ve sistematik zulüm”den söz ediliyor. Bu ifadeler, insanlığa karşı suçlar tanımına açık bir göndermeyi barındırıyor.
Listen to “Beyin Yorma Söyleşileri” on Spreaker.BM Kararlarının Hukuki Konumu
Pek çok kişi bu kararların bağlayıcılığını sorguluyor. Evet, bu çalışma grubu bir mahkeme değil, yargı sisteminde doğrudan bir yeri yok. Ancak hukuk literatüründe bu tür yapılar “bilirkişi” olarak tanımlanıyor. Ve bu kararlar, sadece bir görüş belirtmenin ötesinde, açıkça “derhal serbest bırakılma” tavsiyesi içeriyor.
Özellikle Anayasa’nın 90. maddesi kapsamında, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün olduğu düşünüldüğünde, bu kararlar Yargıtay içtihatlarından dahi daha güçlü bir norm haline geliyor. Bu, mahkemelerin mevcut yargı kararlarını “uyarlama yargılaması” yoluyla yeniden değerlendirmesinin yolunu açabilir.
9 Yıllık Bir Sessizlik
Akın Öztürk davasında en dikkat çekici detaylardan biri de, geçen 9 yılda somut bir suç isnadı yapılamamış olması. BM raporu da bu noktaya dikkat çekiyor: İnsanlar, ortada hiçbir hukuki dayanak yokken özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor. Bu durum sadece hukukun ihlali değil, aynı zamanda vicdanın da çöküşüdür.
Kararların Uygulanması ve Mücadele Gerekliliği
BM kararı 16 sayfa. Ama sadece sayfalarda kalırsa bir anlamı olmayacak. Bu kararın yerel mahkemelere, medyaya, kamuoyuna, insan hakları savunucularına gösterilmesi gerekiyor. Sessiz kalındıkça hiçbir şey değişmeyecek. Değişim için mücadele etmek, ulusal ve uluslararası kurumları harekete geçirmek şart.
AİHM Kararlarına Karşı Sistematik Hile
Sadece BM değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Türkiye’ye karşı birçok ihlal kararı verdi. Ancak bu kararların da etkili şekilde uygulanmadığını görüyoruz. Mahkemeler bir karara uyar gibi yaparken, paralel bir dosyayı öne sürerek kişileri başka gerekçelerle tutuklu tutmaya devam ediyor. Bu, yalnızca bir hukuksuzluk değil, bir tür aldatmaca.
Kalleşlik mi, Strateji mi?
Uluslararası hukukta bile bir kavram var: “perfidia”, yani savaşta bile yasak olan kalleşçe davranış. Türkiye’de barış döneminde yaşanan bazı uygulamaların bu kavrama bile denk düştüğü iddiası var. Bu, sadece hukukla değil, toplumsal vicdanla da bağdaşmıyor.
Hukuk Mücadelesi Toplumsal Bir Sorumluluktur
Bu sadece Akın Öztürk meselesi değil. Bu, Türkiye’nin geleceği, adalet anlayışı ve insanlığını koruyup koruyamayacağı meselesidir. Hukuksuzluk kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun susmak, ortak olmak demektir.
Toplum olarak ya bu cinnet haline son vereceğiz, ya da birlikte insanlığımızı yitireceğiz. Çünkü bu gidişat yalnızca bireyleri değil, tüm bir toplumu çöküşe götürüyor.
Akın Öztürk davasıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, Müyesser Yıldız’ın kaleme aldığı makaleye de göz atabilirsiniz.
https://muyesseryildiz.com/2025/02/12/bmden-ankaraya-sok-akin-ozturku-serbest-birakin