
İkinci Bölüm – Derleme
Karabağ savaşına gelmeden önce Belarus’taki seçimler Rusya’yı doğal olarak endişelendirdi. Hem Ukrayna’nın hem de Belarus’un çalkantılı bir dönemden geçiyor olması, Rusya açısından bir tehditti. İşte tam da bu noktada Rusya’ya karşı Paşinyan’ın Batı, Diaspora ve Fransa ile “flörtü” Rusya bir tarafa not etmişti.
Rusya, Belarus’tan önce Ermenistan’la ilgilenmişti. Rusya’nın buradaki temel amacı Paşinyan’ı iktidardan uzaklaştırmaktı. Son 30 yılda Rusya Karabağ meselesinde Azerbaycan ve Ermenistan arasında herhangi bir arabulucu rol üstlenmemişti. Perspektifini oraya sadece barış gücü gönderip, çatışmaları engellemek ile sınırlamıştı. Bu yaklaşımı 90’lı yılların başından itibaren Azerbaycan ve Türkiye tarafından kabul görmedi.
Dağlık Karabağ sorunu dışında diğer bir sorun da, bu son savaşa kadar Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan bölgelerle, Karabağ’ın etrafındaki yedi kasabanın Ermenistan işgali altında olmasıydı. Yani Azerbaycan’ın ortasında, Batı tarafında bir dönem nüfusunun dörtte üçü Ermeni olan Sovyetler Birliği döneminde belirli bir özerkliği olan bir adacık.
Fakat bu adacığın Güney, Kuzey ve Ermenistan tarafındaki bölgelerin, dolayısı ile Azerbeyacan topraklarının Ermenistan tarafından işgal edildiğini düşünelim, işte Rusya bu bölgelerin Azerbaycan tarafından kurtarılmasına onay verip, göz yumdu ve zımni olarak destekledi.
Fakat Azerbaycan ordusu Şuşa şehrini alıp Karabağ noktasına vardığında, Rusya ateşkes ilan etti. Sonuçta Ermenistan işgali altında olan Azerbaycan toprakları kurtarıldı. Ama bu Dağlık Karabağ sorununun çözüldüğü anlamına gelmiyor ve Dağlık Karabağ sorunu yerli yerinde duruyor. Tek istisna bu yeni statü ile Şuşa şehrinin Azerbaycan denetimine geçmesi oldu.
Bununla birlikte, bu yeni statü ile Ermenistan ile Karabağ’ı birbirine bağlayan, 2,000 Rus askerinin konuşlandırıldığı ve kontrolü Ruslarda olan muazzam bir yolun yapılacak olmasıdır. Rusya, Ermenistan’da bulunan 5,000 askerinin yanısıra bölgeye 2,000 yeni asker konuşlandırdı. Türkiye kamuyounda ise Karabağ’ın kurtarıldığı ve Azerbaycan’ın zafer kazandığı gibi bir yanlış anlaşılma oldu. Ama şunu belirtelim, Dağlık Karabağ sorunu 30 yıl öncesinde olduğu gibi yerinde duruyor. Üstelik 2,000 Rus askerinin gözetiminde olan Ermenistan’la bir karayolu bağlantısı da kuruluyor. Azeriler ise Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru elde ettiler ve bu koridor da Rusların denetiminde.
Paşinyan’a ders vermek üzere başlatılan bu harekâtın ABD’deki seçim sürecine denk getirilmesi ve Paşinyan’ın Fransa’dan yeterli desteği görmemesi, Ermenistan’ın Rusya ve Putin’e biat etmek zorunda kalmasına neden oldu, Rusya ile ilişkileri düzeldi, Rusya yeniden bir numaralı stratejik ortak kategorisine yükseltildi ve artık Rusya için stratejik bir tehdit olmadıklarını kanıtladılar. Dolayısıyla önümüzdeki Temmuz ayında yapılacak seçimde geleneksel olarak Rusya yanlısı olan klasik kanatla Paşinyan arasında bir tercih yapma zorunluluğu ortadan kalktı. Bununla birlikte bütün yollar Moskova’ya çıkar hale geldi.

Rusya doğalgazını Karadeniz üzerinden Türkiye’ye taşımayı amaçlayan “Mavi Akım Projesi“, yakın tarihimizin en tartışmalı konularının başında gelir. Aydın Sezer’in Mavi Düş adlı kitabı 2011 yılında Doğan Kitap tarafından yayınlandı.
Rusya Türkiye’yi de yanına alarak son derece akıllıca bir hamle yaptı. Ama ateşkes antlaşmasından hemen sonra Rusya, “siz müzakere masasında yoksunuz, bu Minsk dörtlüsünün işidir” deyip, dağlık Karabağ sorununun siyasi çözümünde Türkiye’nin bir rolü olmadığını da tescil etti, Güney Kafkasya’yı tekrar kontrolü altına aldı. Rusya şimdi buradaki konumunu sağlamlaştırdığı için tekrar Kırım ve Donbass’a yöneldi.
Özetlersek, Karabağ sorununda şimdilik çözülen birşey yok. Rusya, hem savaş alanında hem de müzakere masasında oyunun sınırlarını ve kurallarını kendisi belirledi.
Başından beri Azerbaycan ve Rusya ilişkileri çok mesafeli olmakla birlikte, özellikle Baba Aliyev ve İlham Aliyev döneminde o ölçüde de yakın oldu. Baba Aliyev Sovyet elitinin bir mensubuydu. Hem baba Aliyev hem de İlham Aliyev Rusya’nın bölgenin kodlarını iyi bilen, Rusya’yı ürkütmeden stratejik ilişkiler kurabilmeyi başaran bir yönetim sergilediler. Aynı Aliyev, Türkiye ve Batılı enerji şirketleri ile de yakın ilişkiler tesis etti.
Putin ve Rusya Azerbaycan’ın Batı’nın yörüngesine girmeyeceğini, Petrol zengini bir ülke olarak kendi ayakları üzerinde durabileceğini biliyordu.
Azerbaycan’ın da zamanında tıpkı Ukrayna ve Gürcistan gibi Nato ve Batı ile “flört” etmesine rağmen, Putin hiçbir zaman Azerbaycan yönetiminden kuşku duymadı ve sağlam bir ortak olduğunu kabul etti. Bundan sonra gelecek Bayan Aliyev yönetiminde de bu trendin üç aşağı, beş yukarı devam ettirileceği belli oldu. Dolayısı ile Rusya, Azerbaycan’dan hiçbir zaman kuşkulanmadı. Aliyev, Batı ile Doğu arasındaki dengeleri çok iyi gözeten akıllıca politikalar izledi.
İlham Aliyev, Rusya’ya diplomat yetiştiren NBOM okulundan mezun olmuş ve orada akademisyenlik yapmış bir kişi. Öğrencileri Rus hariciyesinde diplomat, konuştuğu Rusça Moskova Ruşçası. Dolayısı ile Rusya’nın tüm kodlarını bildiği için, bir Rus gibi düşünebilen biri. Ne Paşinyan, ne de Ukrayna’dakiler bu niteliklere sahip değil.
Montrö Antlaşması | Türkiye – Rusya ilişkileri
Hemen baştan şunu belirtmekte yarar var: birincisi, Türkiye, Rusya için çok önemli stratejik konuma sahip bir komşu. Ekonomik büyüklüğü açısından bakıldığında ne Suriye, ne de Libya ile kıyaslanamayacak ölçüde önemli. Bu yüzden Rusya’nın üçüncü bir ülke nedeniyle Türkiye ile ilişkileri tehlikeye atması – Ukrayna hariç – sözkonusu değil.
İkincisi, Rusya’nın Sovyetler Birliği döneminden bu yana çok hassas olduğu Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir.
Montrö’nün Türkiye’ye ne getirdiği ne götürdüğü tartışılabilir. Ama biz Montrö’ye nasıl ulaştık, Montrö ile neler kazandık boyutlarına baktığımızda üç noktayı net olarak görüyoruz:
Boğazlar üzerinde hakim olan Boğazlar Komisyonu lağvedildi ve egemenlik tamamen Türkiye’ye geçti.
Boğazların askersizleştirilmesi konusu tamamen ortadan kalktı ve Türk askerinin kontrolüne girdi.
Üçüncüsü ve en önemlisi ise, savaş veya yakın savaş tehdidi durumlarında geçiş insiyatifi tamamen Türkiye’ye bırakıldı.
Dolayısı ile Montrö Sözleşmesi şu anda savaş dışı, yani barış zamanlarında askeri ve sivil gemilerin geçişini düzenleyen bir rejimdir. Savaş döneminde bu rejim devre dışı kalıp, tüm egemenlik Türkiye’ye geçiyor. Bu nedenle Türkiye’nin Boğazlar üzerinde hakimiyetinin olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Konunun bir de doğal hukuktan gelen bir boyutu var. Karadeniz kapalı bir deniz. Bu nedenle Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin bu doğal su yolunu kullanarak açık denizlere çıkmasını temin etmek zorundayız. Yani egemen olmamıza rağmen “Boğazı kapatıyorum, geçişlere izin vermem” demeye -savaş durumu dışında- hakkımız yok! Bu yüzden Montrö antlaşması Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin de güvenlik teminatı anlamına geliyor. Karadeniz ülkeleri için bir diğer güvenlik boyutu da geçiş, tonaj ve Karadeniz’de kalma sürelerinin sınırlı olmasıdır.
Rusya 1936 yılından bu yana “Karadeniz’de suların bulanmasına asla müsaade etmem, Montrö benim de garantimdedir“ diyor. Bu yönüyle Montrö, Rusya’nın kırmızı çizgisidir.
Montrö, Türkiye’de Kanal İstanbul bağlamında tartışılmaya başlandı. Ama Montrö Sözleşmesi’nin İstanbul Sözleşmesi gibi bir gecede yürürlükten kaldırılması, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin bilgisi ve onayı olmadan sözkonusu bile olamaz. Bu teknik olarak mümkün değil. Böyle bir karar hem Rusya, hem de Karadeniz’e kıyısı olan diğer devletler tarafından kabul edilmez bir durumdur.
Montrö tartışması iç politikaya yönelik yapay tartışmadır ve ayrıca ekonomik de değil. Bu bir rant ve arazi geliştirme projesidir, başka hiçbir şey değil!
Ukrayna üzerinden olası bir Rusya ABD – Nato sıcak çatışma sorunuza gelince:
Rusya, Karadeniz ve kendi arka bahçesini korumaya çalışırken diğer yandan da Putin’in 2007 yılında Münih Güvenlik Zirvesi’nde yaptığı konuşmadan bu yana kendi hinterandı’nı (arka bahçesini) geliştiririp, yanısıra Suriye de Ortadoğu’ya, Libya ve hatta Venezuela’ya kadar müdahil oldu, inisiyatif aldı. Rusya Ortadoğu ülkelerinin tamamına ve Hindistan’a S400 satan bir ülke. Yani klasik sınırları içinde hapsedilmiş bir ülke değil.
Rusya’nın Çin ile birlikte çok kutuplu bir dünya arayışı, beraberinde küçük bir soğuk savaşı da getirdi. Soğuk savaşın, barışın da teminatı olan başka bir boyutu da var.
Sonuç olarak ABD ve Nato’nun Ukrayna üzerinden Rusya ile savaşı göze alabileceği kanaatinde değilim! Eğer alırlarsa çok büyük kayıplarla ayrılmak zorunda kalırlar.
Bu gibi konularda Rusya’nın elinin ayarı yoktur! Özellikle günümüz dünyasındaki pandemi koşullarında ne ABD, ne de AB’nin bunu göğüsleyecek gücü yoktur.
Aydın Sezer Kimdir?

ODTÜ, iktisadi ve idari bilimler mezunudur. 19 yıl Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın çeşitli birimlerinde görev yaptı. Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü Afrika Ülkeleri Dairesi Başkanlığı ve Anlaşmalar Genel Müdürlüğü Yurt Dışı Müteahhitlik Hizmetleri Dairesi Başkanlığı görevlerinde de bulunmuştur. Bunların yanısıra Kahire ve Moskova Büyükelçiliklerinde Ticaret Müşavirliği görevlerinde bulunmuştur. Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde (American University in Cairo) iş idaresi eğitimi ve1992 yılında Cenevre’de GATT (bugünkü adıyla Dünya Ticaret Örgütü) dış ticaret eğitimi programını tamamlayarak ‘Dış Ticaret Diplomasi” almıştır.
Çeşitli yayın kuruluşları ve Televizyonlarda jeopolitik analist olarak sıkça bilgilerine başvurulup uluslararası ilişkiler ve dış politika hakkında yorumlar yapmaktadır. Ayrıca kendi deyimiyle „serbest siyasetçidir“.