
Sabah uyandığınızda elinize aldığınız akıllı telefon, cüzdanınızdaki banknotlar, yaşadığınız ülke ve hatta kendinize dair sahip olduğunuz “birey” algısı… Tüm bunların aslında insan hayal gücünün birer eseri olduğunu hiç düşündünüz mü?
Değerli okuyucular, bu makale sizleri yalnızca felsefe ve tarihin derinliklerine değil, aynı zamanda modern dünyanın yapı taşlarını sorgulamaya da davet ediyor. Neden böylesine ileri bir medeniyette, birçoğumuz kendimizi mutsuz ve boş hissediyoruz? Cevap, bilincimizi ve hayatımızı şekillendiren üç büyük “yaratıda” saklı olabilir: Para, Birey ve Ulus-Devlet.
Bu makale ile, söz konusu temel kavramların aslında var olmayan şeylerden ibaret olduğunu, gücün bu yanılsamaları nasıl gerçeğe dönüştürdüğünü ve belki de insanlığın bu “kaza”dan kurtularak yeniden “insan aklının filizlenmesi” anlamına gelen Eudaimonia’ya dönebileceğini naçizane mercek altına almaya çalışacağız.
Konu oldukça felsefi bir tartışma; bir o kadar da soyut ve afakî. Ancak bunları soyut düzeyde de olsa tartışmadan olmaz.
Gerçekliğin Sınırları: Immanuel Kant ve İnsan Algısı
Batı felsefesinin en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Immanuel Kant’ın temel argümanıyla başlayalım: İnsan, hiçbir zaman “gerçekliği olduğu gibi” bilemez. Bu, belki de en zorlayıcı, en radikal ve en önemli felsefi derslerden biridir. Kant, gerçeği ikiye ayırır: Noumena ve Fenomena.
- Noumena: Bu, şeylerin bizden bağımsız olarak, kendi “saf” hallerindeki gerçekliğidir. Kendinde olan şeydir. Kant’a göre bu gerçekliğe asla erişemeyiz.
- Fenomena: Bu ise, bizim noumena’yı duyularımız aracılığıyla algıladığımız ve zihnimiz tarafından işlendiği için “görünüş”e dönüşen gerçekliktir. Bu, zihnimizin duyusal verileri yapılandırdığı dünyadır.
Örneğin, zaman ve mekanın varlığına inanırız. Onların evrenin temel birer unsuru olduğunu düşünürüz. Ancak Kant’a göre zaman ve mekan, zihnimizin dış dünyadan gelen duyusal verileri düzenlemek için kullandığı birer “yapı”dır. Kendi başlarına varlıkları yoktur. Sadece zihnimizin dış dünyayı anlamasına yardımcı olan birer araçtır. Bir nevi, gözlük gibi. Gözlükler, dünyayı görmemizi sağlar ama aynı zamanda, dünyaya dair algımızı da çarpıtır. Gözlüklerimizle baktığımız dünyanın görüntüsü, aslında dışarıdaki “saf” gerçekliğin bir yansıması değildir. Zaman ve mekan da böyledir: Onlar, bizim algımızın dışında var olan gerçekliğin değil, bizim onu deneyimleyebilmemiz için zihnimizin yarattığı birer filtredir.
Kant’ın bu radikal felsefesi, modern dünyanın temelini anlamamız için bir kapı aralar: Eğer zaman ve mekan bile bizim algımızın bir ürünü ise, o zaman para, ulus devletler ve bireyler gibi daha soyut kavramlar da sadece bizim ortaklaşa yarattığımız zihinsel yapılar olabilir. Bu kavramların, gerçekten var olmayan şeylerden ibaret olmasının yolu, Kant’ın bize gösterdiği bu felsefi altyapıdan geçmektedir.
Hayal Gücünün Altınları: Para, Birey ve Ulus Devlet
Bu makale, gücün ne olduğunu anlamakla ilgilidir. Güç, “simya” sanatıdır. Simya, “kurşunu altına dönüştürme” arayışıdır. Modern dilde güç, “hiçbir şeyi her şeye dönüştürme” yeteneğidir. Para, Birey ve Ulus Devlet, bu simya sanatının en büyük üç eseridir.
Para: Sembolik Bir Borçtur. Modern para sisteminin temelini “kısmi rezerv bankacılığı” oluşturur. Bu sistemde, bankalar yatırılan paranın sadece küçük bir kısmını kasada tutar, geri kalanını ise kredi olarak verir. Böylece, para “hiçten” yaratılmış olur. Bu sistemin özü, paranın bir “simgesel borç” oluşuna dayanır. Tarihsel olarak para, bir malın (altın, gümüş gibi) karşılığı olmaktan çok, borcun ve kredinin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Paranın değeri, bizim ona verdiğimiz ortak güven ve borç alma-verme ilişkisi üzerinden belirlenir. Başka bir deyişle, para, fiziksel bir nesne olmaktan çok, bir fikir ve bir inanç sistemidir. Güç ise bu inancı tüm topluma aşılayabilme kapasitesidir. İnsanları, aslında hiçbir değeri olmayan bir kâğıt parçasının veya ekrandaki bir rakamın, yiyecek, barınak ve özgürlük satın alabileceğine inandırmak, bir simya eylemidir.
Birey: Modern Bir İcat
Bireysellik kavramı, modern Batı toplumunun en temel dayanaklarından biridir. İnsanın kendi kaderini belirleyen, bağımsız bir varlık olduğu inancı, bugün bize son derece doğal görünür. Ancak tarihsel açıdan bakıldığında “birey” kavramı nispeten yeni bir düşüncedir. Orta Çağ’da ve öncesinde insanlar daha çok ait oldukları topluluk, aile, klan ya da kast üzerinden tanımlanıyordu. Kişinin kimliği “birey” olarak değil, mensubu olduğu grubun içinde edindiği statüyle belirleniyordu.
Bireysellik, Rönesans ve Reformasyon gibi tarihsel kırılmalarla yavaş yavaş ortaya çıkmış, Aydınlanma Çağı’nda ise felsefi bir temel kazanmıştır. Modern bireycilik, tek tanrılı dinlerin de etkisiyle Tanrı ile birey arasında doğrudan bir bağ kurarak, insanın kendi eylemlerinden tek başına sorumlu olduğu fikrini güçlendirmiştir. Bu anlayış, bireyin kendine ait bir ruh ve kaderi olduğu inancını pekiştirmiştir.
Hayali Bir Topluluk: Ulus-Devlet
Ulus-devlet, modern siyasetin temel birimidir ve aynı zamanda insan hayal gücünün en güçlü ürünlerinden biridir. Bir ulus-devleti oluşturan insanlar, birbirlerini şahsen tanımazlar, görmezler; ancak ortak bir tarih, dil ve kültür etrafında birleştiklerine inanırlar. Bu, bir **“hayali topluluk”**tur.
Ulus-devletin varlığı, bayraklar, marşlar, ortak bayramlar ve en önemlisi zorunlu eğitim gibi semboller ve kurumlar aracılığıyla sürekli olarak pekiştirilir. Okullar, bireylere yalnızca okuma yazmayı öğretmekle kalmaz, aynı zamanda onlara “ulus”un hikâyesini aktarır, ortak bir kimlik duygusu aşılar ve onları ulus-devletin sadık vatandaşları hâline getirmeyi amaçlar.
Modern Sistemin Mimarisi: Eğitim, Ceza ve Monoteizm
Eğitimin Amacı Özgürleşmek mi, Uyum Sağlamak mı?
Bu “hayali” yapıları inşa etmek ve sürdürmek için insanlık tarihi boyunca kullanılan üç güçlü araç vardır: eğitim, ceza ve monoteizm (tek tanrıcılık).
Günümüzde eğitimin temel amacının bireyleri özgürleştirmek, onların potansiyellerini açığa çıkarmak ve eleştirel düşünmeyi teşvik etmek olduğuna inanırız. Ancak zorunlu eğitimin tarihine bakıldığında, bu amacın çoğu zaman çok daha pragmatik ve siyasi olduğu görülür.
- Antik Sparta’da erkek çocuklar, yedi yaşından itibaren devletin kontrolünde katı bir askerî eğitime tabi tutulurdu. Bu sistemin temel amacı, onların birer savaşçı ve devlete sadık birer yurttaş olmalarını sağlamaktı.
- Aztek İmparatorluğu ise Aztekler de zorunlu eğitim sistemine sahipti. Okullarda çocuklara yalnızca dinî ritüeller ve askerî teknikler değil, aynı zamanda toplumun katı hiyerarşisine uyum sağlamaları için gerekli ahlaki değerler öğretilirdi.
- Prusya Krallığı da 18. yüzyılda, modern zorunlu eğitim sisteminin temellerini attı. Bu sistemin amacı, halkı yalnızca okur-yazar kılmak değil; aynı zamanda sanayileşen devlet için disiplinli, itaatkâr işçiler ve askerler yetiştirmekti. Okul zili, adeta fabrika zilinin bir öncüsüydü.
Bu tarihsel örnekler, zorunlu eğitimin temel amacının bireyleri eleştirel düşünen, sorgulayan özneler hâline getirmekten çok, ulus-devletin ihtiyaçlarına uygun, homojen ve uyum sağlayan “vatandaşlar” yetiştirmek olduğunu göstermektedir. Okullar, farklı kimlikleri eritip onları ortak bir “ulusal” kimliğe dönüştüren bir pota işlevi görmüştür.
Ceza Sisteminin Evrimi: Ölümden Sürgüne, Sürgünden Hapsetmeye
Modern ceza sisteminde bir birey suç işlediğinde, topluluktan tamamen dışlanması (sürgün) yerine, hapse atılarak bedenen toplum içinde tutulur. Bu, tarihsel açıdan önemli bir dönüşümdür.
Antik Yunan’da ostrakismos (ostrakizm) ya da Roma hukukunda exsilium (sürgün), en ağır cezalar arasında yer alıyordu. Kabil’in hikâyesinde olduğu gibi, bir insan için en büyük korku, ailesinden ve kabilesinden koparılmaktı. Çünkü o dönemde birey, topluluğundan ayrı düşünülemezdi; kimliği, güvenliği ve hayatta kalma şansı bütünüyle ait olduğu topluluğa bağlıydı.
Modern dünyada ise “birey” kavramı öne çıktıkça ceza anlayışı da değişti. Birey artık topluluktan bağımsız, kendi başına var olan bir özne olarak görülüyordu. Bu nedenle hapsedilmek, kişinin toplumdan izole edilmesi ama aynı zamanda fiziksel olarak onun içinde tutulması anlamına geldi. Bu, ulus-devletin bireyin bedeni üzerindeki tam kontrolünün bir göstergesiydi. Devlet artık sürgünle bireyi dışarı atmak yerine, kendi sınırları içinde tutarak kendi yasalarını ihlal ettiği için cezalandırıyordu.
Dolayısıyla sürgün cezası, “birey” kavramının henüz var olmadığı bir dünyanın cezasıydı; hapsetmek ise modern birey ve ulus-devlet anlayışının doğrudan ürünüdür.
Monoteizmin Etkisi
Tek tanrılı dinler, modern dünyanın üç ana kavramının — Para, Birey ve Ulus-Devlet — gelişiminde kritik bir rol oynamıştır.
Tek Tanrı fikri, her şeyin tek bir otoriteye bağlı olduğu hiyerarşik bir sistemin temelini atmıştır. Bu düşünce, hem ulus-devletin tek bir lider veya otorite etrafında toplanmasını kolaylaştırmış, hem de bireyin sadece Tanrı’ya karşı sorumlu olduğu fikrini güçlendirmiştir. Böylece bir yandan merkezi otoriteyi meşrulaştırmış, diğer yandan da bireyselliğin gelişimine zemin hazırlamıştır.
Monoteizmin sunduğu bu ikili etki — toplumsal düzeyde merkeziyetçiliği, bireysel düzeyde ise özerk sorumluluğu — modern dünyanın mimarisinde derin izler bırakmıştır.
Modern Mutsuzluk ve Eudaimonia (iyi yaşam) Arayışı
Tüm bu sistemlerin bir sonucu olarak modern insan, Kant’ın ifadesiyle “fenomenler dünyasında” sıkışıp kalmış gibidir. Fiziksel açıdan her şeye sahip olsak bile, varoluşsal anlamda köklerimizden kopmuş bir yaşam sürmekteyiz. Bu noktada kaçınılmaz bir soru ortaya çıkar: “Bugün neden bu kadar mutsuzuz?”
- Antik Yunan’da Mutluluk Anlayışı: Antik Yunan düşünürleri için mutluluk, modern anlamda “haz” (hedonia) değil, aklın filizlenmesi ve “iyi yaşam” anlamına gelen eudaimonia idi.
- Platon ve Aristoteles’in Yaklaşımı: Platon’a göre eudaimonia, dört temel erdemin — ölçülülük, cesaret, bilgelik ve adalet — hayata geçirilmesiyle elde edilirdi. Aristoteles ise bu kavramı, “insanın kendine özgü işlevini, yani akıl yürütmeyi erdemli bir şekilde gerçekleştirmesi” olarak tanımlamıştı. Onlar için eudaimonia, dışsal koşullardan ziyade, içsel bir olgunlaşma ve ahlaki yaşamın sonucuydu. Para, güç ya da toplumsal statü tek başına asla “iyi yaşam”ın garantisi olamazdı.
Bugün ise bizler, var olmayan veya kolektif hayal gücünün ürünü olan şeylerin peşinde koşuyoruz: Daha fazla para kazanmak, sosyal medyada yapay bir kimlik inşa etmek, milliyetçi aidiyetlerle bir topluluğa tutunmak… Ancak bu çabalar, bizi Kant’ın “noumenal dünya”sından — yani saf gerçeklikten ve kendi hakiki benliğimizden — giderek uzaklaştırıyor.
Modern insanın mutsuzluğu, tam da burada belirginleşiyor: Sahip olduğumuz şeyler çoğaldıkça, ruhsal tatminsizlik derinleşiyor; bireyselliği, ulusu ve parayı kutsayan düzen, bizi eudaimonia’dan, yani erdemli ve anlamlı bir yaşamdan koparıyor.
Simya’yı Yeniden Düşünmek
Modern sistem, insan hayal gücünün bir kazası, bir yan ürünüdür. Hiçbir şeyden doğmuş, bizi maddi açıdan zenginleştirmiş ama manevi olarak yoksullaştırmıştır. Gücün simyası, kurşunu altına dönüştürmeyi başarmış, fakat bunun bedeli insanlığın derin bir mutsuzluğa mahkûm edilmesi olmuştur.
Ancak bu tablo umutsuzluk anlamına gelmez. Eğer bugünkü düzen insan hayal gücünün bir ürünü ise, aynı hayal gücü yeni bir düzen yaratma kudretine de sahiptir. Bu makale, yalnızca geçmişi anlamaya değil, aynı zamanda geleceği herhangi bir kalıba hapsolmadan yeniden düşünmeye bir çağrıdır.
Belki de yeni çağın simyası, parayı, bireyi ve ulus devleti geride bırakarak; insan aklının yeniden filizlenebileceği, eudaimonia’nın tekrar keşfedilebileceği bir dünya kurmaktır.
Unutulmamalıdır ki güç, kurşunu altına dönüştürme kapasitesidir. Ve bu kapasite, insanın hayal gücünde saklıdır. Asıl mesele, bu gücü nasıl yeniden geri kazanacağımız ve onu hangi yönde kullanacağımızdır.
KAYNAKLAR:
Immanuel Kant, Experience, and Reality: https://pressbooks.cuny.edu/philosophyashorthistory3/chapter/immanuel-kant-experience-and-reality/
Understanding Fractional Reserve Banking: How It Fuels Economic Growth: https://www.investopedia.com/terms/f/fractionalreservebanking.asp
The evolution of monetary history (I): Original credit debt and Imperial expansion under metallic monetary systems: https://cryptoyc.medium.com/the-evolution-of-monetary-history-i-original-credit-debt-and-imperial-expansion-under-metallic-a09783552df0
Role of Education in Nation Building: https://snatika.com/single-blog/role-of-education-in-nation-building
Sürgün ve Birey Kavramı (Exile): https://en.wikipedia.org/wiki/Exile
Antik Yunan’da “Eudaimonia” (İyi Yaşam) Kavramı: https://www.ebsco.com/research-starters/religion-and-philosophy/eudaimonia
Two Perspectives of Happiness According to Plato and Aristotles: https://reachlink.com/advice/two-perspectives-of-happiness-according-to-plato-and-aristotle/