
Kurmay albay Hüseyin Demirtaş ile bu söyleşide Frankfurt okulunun önemli teorik çalışmalarından biri olan Otoriter Karakter konusunu ele aldık.
Frankfurt okulu’u 1923 yılında Sosyal Araştırmalar Enstitüsü olarak Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi bünyesinde, Frankfurt’ta kuruldu.
1960’lı yıllarda öğrenci harektlerinin başlaması ile birlikte ilk kurulduğu yer olan Frankurt Okulu olarak anılmaya başladı. İlk kurucusu bir komünist olan olan Karl Grunberg. Okulun kuruluş yıllarına Marx Horkheimer ve Theodor Adorno’nun çalışmaları damga vurdu. Bir toplum felsefecisi olan Theodor Adorno’nun 1931 yılında yönetime geçmesi ile birlikte; toplumsal analizler yapılırken, felsefe, sosyoloji, tarih ekonomi ve psikoloji /sosyal psikoloji gibi disiplinlerin içe içe geçtiği, biribirini tamamlayıcı multidispliner bir yöntem hakim oldu. Frankfurt Okulu’nun temel teorik referansları Hegel, Karl Marx ve Siegmund Freud oldu.
Frankfurt okulunun en önemli eseri diye kabul edilen “Aydınlanmanın Diyalektiği”, 1944 – 1947 yılları arasında Adorno ve Horkheimer tarafından kaleme alındı. Felsefik Fragmanlar adıyla ayınladıkları “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde Adorno ve Horkheimer, faşizmin ve tekelci kapitalizmin, toplumun etkili direniş gösteremediği bir tahakküm biçimi olması nedeniyle, Aydınlanma’nın akıl kavramını radikal bir eleştiriye tabi tuttular.
İnsanlık tarihinin başlangıcında, öznenin (insanın) tehditkâr bir doğaya karşı kendini savunma zorunluluğuyla birlikte, araçsal bir aklın kendini ortaya koyması ile birlikte, araçsal aklın iç ve dış doğa üzerinde tahakkümünün nihayetinde insanların insanlar üzerinde kurumsallaşmış tahakkümü olarak somut olarak ortaya çıktığı tezini formüle ettiler.
Otoriter karakter teorisi ise 20. yüzyılda Le Bon ve Freud ile başlar. Le Bon İnsan kalabaklarının yapısını ve özelliklerini inceler.
Kitle olma durumunun bireyi saf, mantıksız ve hoşgörüsüz hale getirdiği tespitini yapar. Eleştiri ve hoşgörü gibi bireysel kültürel kazanımlar yansıma kitleler içinde kaybolur ve birey kendini kaybeder. Birey, bir lidere hipnotize olmuş şekilde onu takip ve itaat eden daha ilkel bir konuma geriler.
Freud ise bu gözlemi “Kitle Psikolojisi ve Ego-Analizi”nde (1921) ele alır.
Özellikle kitlelerin neden liderlerine hipnotize olmuş bir şekilde tepki verdiğiyle ilgilenir. Freud, kitleler üzerine yaptığı çalışmada bu mekanizmanın analizini ve bireyin ilkel konuma gerilemesinin nasıl meydana geldiği sorusunu sorup ve nasıl kollektiv bir hipnoza dönüştüğünü irdeler.
Devamını podcast yayınımızdan dinleyebilirsiniz.