
Erdoğan’ın Ekonomik Çırpınışları İşe Yaramıyor
Sholomo Roiter Jesner
Türkiye’nin sorunu başkanın kendisidir; o gidene kadar düzelme olmayacak.
Bu yıl açık ara en kötü performans gösteren gelişmekte olan piyasa olan Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığının nedeni sır değil: Uzun vadede, piyasalar istikrara olumlu tepki verir, keyfi politiklar karşısında ise çöker. Kısa vadede, olumlu haberler ortaya çıktığında piyasalar sıçrama eğilimindedirler, ancak haberlerin gerçek faydalara yol açma olasılığı düşüktür.
Dolayısıyla, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 11 Kasım’daki Türkiye’yi yeni bir ekonomik rotaya çekme taahhüdünün, Türk lirasını dolar karşısında neredeyse bir aydır en yüksek oranına yükseltmesi şaşırtıcı olmadı.
Konuşması, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası başkanının görevden alınması ve Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanı ve Cumhurbaşkanının damadı Berat Albayrak‘ın görevden alınması da dahil olmak üzere, Türk ekonomik mekanizmasındaki bir sarsıntının hemen ardından geldi. Yatırımcılar bu haberi büyük bir tantanayla karşılayıp, hem Citi hem de Societe Generale bankaları bir süredir ilk kez liraya bakışlarını iyileştirse de, ihtiyatlı olmak için sebepler var.
Türkiye ekonomisini tekrar rayına oturtmak gerçekten de uzun bir yol kat etmek ve son birkaç yılın komplocu suçlamaları ve güç politikaları tarafından yönlendirilmeyen tutarlı bir ekonomik politika gerektirecek. Ayrıca, dış politika maceracılığını ve özellikle de Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği ile ilişkilerini ciddi biçimde olumsuz etkileyen Doğu Akdeniz’deki saldırganlığını dizginleyen bir hükümete ihtiyaç duyacaktır. Türkiye’nin AB-Türkiye gümrük birliği kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal etmesi sonucunda ticaret önemli ölçüde azaldı.
Türkiye’nin dış politika kararları da benzer şekilde Türkiye pazarına para yatırma konusunda yaygın bir isteksizlik yarattı; Yakın tarihli bir Santander yatırım raporu, “artan huzursuzluk ve siyasi çatışmanın” yanı sıra “Suriye ve Irak’taki güvenlik riskini artıran çatışmalara yakınlık / maruz kalma” konusunda da uyardı. Sadece önemli ve somut değişiklikler ülkenin ciddi mali açığını çözme becerisi konusunda yatırımcıların güvenini geri kazanacak ve ülkenin ihtiyaç duyduğu doğrudan yabancı yatırımı geri getirmeyi sağlayacaktır.
Türkiye ekonomisinin bugünkü durumu göz önüne alındığında, gelişmekte olan piyasalarla ilgilenenler için bir zamanlar cazip bir seçenek olduğunu unutmak kolaydır. Ancak Erdoğan’ın 17 yıllık kötü yönetimi yabancı parayı kaçmaya yöneltti. Bu özellikle, Ocak ve Haziran ayları arasında istatistiklerin Türk hisse senetlerinden 8 milyar dolardan fazla yabancı yatırım çıktısını gösteren Türkiye Merkez Bankası Haziran raporunda açıkça görülüyordu. Türk menkul kıymetler borsasındaki toplam yabancı yatırım şu anda 2013 yılında kaydedilen 82 milyar doların dörtte biri seviyesinde. Sermaye kaçışının bir nedeni yatırımcıların daha az spekülatif yatırım aramasına yol açan koronavirüs salgını olmasının yanısıra, Türk ekonomi politikası bunda kesinlikle etkili oldu.
Yatırımcı güvenini olumsuz etkileyen tedbirler, “açığa satış” (fiyatların düşeceği beklentisiyle yapılan mal ve gayrımenkul satışı) yasağını, yatırımcıların bir menkul kıymet aleyhine bahis oynadıkları, fiyatı potansiyel olarak düşürmek ve daha sonra daha düşük fiyattan geri satın almak için şimdi sattıkları bir işlemi ve açığa satışın ayrılmaz bir parçası olan menkul kıymetler borçlarını içeriyor. Bu, özel teşebbüslerin kamulaştırılması ihtimaline ilişkin sağlam temellere dayanan endişelerle birlikte gerçekleşti.
İstanbul ayrıca likidite ve türev işlemlere de kısıtlamalar getirdi – genellikle agresif yatırımcılar tarafından işin doğasında var olan aşırı volatilite gözardı edilerek kullanılan karmaşık ve şeffaf olmayan finansal araçların hepsi yatırımcıların tereddüt etmesine katkıda bulunuyor. Serbest piyasayı baltalayan bu gibi önlemlerin yanı sıra, Erdoğan’ın 2018’deki güç konsolidasyonundan bu yana Türkiye ekonomisine yönelik dış müdahalelere karsı artan düşmanca tavrı ve düşüncesizce ekonomik açıklamaları da olumsuz bir etki yarattı.
Hükümetinin politikaları ile Türkiye’nin ekonomik çöküşü arasındaki herhangi bir ilişkiyi reddeden Cumhurbaşkanının temel ekonomik ilkelere dair gelişmemiş anlayışı absürt sınırlara ulaştı. Erdoğan, Türkiye’nin “faiz lobisi” gibi görünmez düşmanlarından bahsedip tartışmaları kışkırtarak, daha yüksek faiz oranlarını, devlet tahvili çıkarılmasını, para devalüasyonunu ve enflasyonu düşürmek isteyen ülkeler tarafından uygulanan genel kabul görmüş para politikalarını savunan bankacılara meydan okudu. Bunlara acil ihtiyaç duyulmasına rağmen (Türkiye’nin enflasyon oranı neredeyse yüzde 12’dir) Erdoğan engel oldu.
Bütün bunlar şunu ifade etmektedir: Erdoğan’ın planladığı rota düzeltmesi için fazla heyecanlanmayın. Büyük olasılıkla Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarını aksettirmeyecektir. Genel olarak, serbest piyasalar, Erdoğan’ın politikalarını tekrar tekrar sergilediği otoriter eğilimlerle bir arada yürümez: ekonomik manipülasyon; Erdoğan’ın politikalarını eleştiren gazetecilerin çoğunun hapse atılması; ve muhalif olarak anılanların kamu hizmeti, akademi ve adalet sisteminden tasfiyesi. Bir ülke, kurumlarının bağımsızlığı yandaşcılık yoluyla zayıflatıldığı, halkı liranın bir gecede değer kaybetme korkusuyla birikimlerini döviz cinsinden biriktirdiği ve dış borcu GSMH’nin % 50’nin üzerinde olduğu sürece gerçek reform istikametinde olamaz.
Bu nedenle, Türk ekonomisinin restorasyonu için bir konuşmadan veya bazı yandaşları diğerleriyle değiştirmekten çok daha fazlası gerekmektedir (yeni atanan Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, hem Erdoğan’ın yakın sırdaşları hem de iktidarda olan AKP’nin üyeleridir).
Kısa vadede Türkiye’nin ekonomik gururunu zedeleyebilecek olsa da, lirayı euro ya da dolara sabitlemek ve bir IMF kurtarma planını dikkate alma isteğini ifade etmek gibi önlemlerin alınması, Türk ekonomisinin tekrar yoluna girmesine kesinlikle yardımcı olacaktır.
Bunların hiçbiri, Türkiye’nin diktatörü gitmeden ve özellikle Erdoğan’ın patronaj odaklı ekonomisine son vermesine yol açacak uluslararası destek fonlarının kabulünden önce gerçekleşmeyecek. Erdoğan’ın ikinci başkanlık dönemi 2023’te sona erecek olsa da, Türkiye anayasasının yaratıcı yorumları zaman dilimini uzatabilir ve öngörülebilir gelecekte etkili ekonomik reformları geciktirebilir.
Erdoğan şimdilik ekonomiyi canlandırmak için Doğu Akdeniz’de bulunacak gaza güveniyor olabilir, ancak bunların uzun süreli bir etkisi olmayabilir. Alternatif bir çözüm, Türkiye’nin kesinlikle şeffaflık gereklilikleri, aşırı hükümet bürokrasisinin azaltılması ve kredi sınırlamaları şartıyla IMF’den sağlayacağı kredi olacaktır. Bunların tümü, Erdoğan’ın gururu ve Erdoğan’ın teşvikiyle ülkenin içinde bulunduğu ekonomik zorluktan Batı’yı sorumlu tutan destekçi tabanı için kabul edilemez olacaktır. Alternatif finansman kaynağı, Çin veya Katar gibi nakit akışı olan ülkeler olabilir. Erdoğan, Batı karşıtı söylemine rağmen, bu ‘ekonomik olmayan nedenlerin‘ ve doğuya yüz dönmenin Türkiye’nin Brüksel ve Washington’daki müttefiklerle zaten gergin olan ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini biliyor.
Görüş gazetesi, farklı disiplinlerden, farklı görüş ve iceriklere açık bir platformdur. Makaleler Görüş gazetesinin editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
Shlomo Roiter Jesner Kimdir?

Cambridge Orta Doğu ve Kuzey Afrika Forumu’nun (www.cmenaf.org) başkanı ve kurucu ortağıdır. Aynı zamanda, siyaset ve iş dünyasının kesişme noktasında jeopolitik bir danışmanlık firması olan Londra merkezli F&R Strategy Group’un (www.frstrategy.co.uk) CEO’sudur.
Bu makale Foreign Policy’de yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş