
Dilleri yasaklanan Kürt yazarlar, zorunlu sürgünlerini zamanla dinamik bir edebi geleneğin doğum alanına dönüştürdüler. Görüş21’in bu makalesinde, siyasi ve kültürel baskıların modern Kürt romanını nasıl İsveç ve Beyrut gibi küresel diaspora merkezlerine taşıdığını ve sürgünde bir Kürt edebiyatının nasıl filizlendiğini mercek altına alacağız.
Modern Kürt romanının hikâyesi, güvenli ulusal sınırlar içinde organik bir gelişimden çok, yoğun sürgün koşullarında şekillenen kültürel bir dayanıklılığın —cultural resilience— acı ve dokunaklı bir öyküsüdür. Birçokları için Kürt edebiyatı ve kimliği, bizzat; zorla yerinden edilmiş, dünyanın dört bir yanına dağılmış ve şaşırtıcı bir canlılık sergileyen diaspora toplulukları aracılığıyla yeniden yaratılmıştır.
Sürgün edebiyatı, Kürt kimliği ve edebiyatı açısından merkezi bir öneme sahiptir. Öyle ki, sürgün edebiyatını konuşmadan Kürt romanını ya da genel anlamda Kürt edebiyatını konuşmak neredeyse imkânsızdır.
Vatansızlık ve sürgün, bizi modern Kürt romanının kalbindeki paradoksa götürür: Bu edebiyat, kendi coğrafi yuvası dışında beslenmiş, gelişmiş ve kurulmuştur. Sürgün yalnızca bir sonuç değil; aynı zamanda bu güçlü kültürel yeniden doğuşun potası, yani eriyip yeniden biçimlendiği yaratıcı bir alan olmuştur. Başka bir deyişle, modern Kürt romanı kendi coğrafi ve kültürel havzasının dışında yeniden doğmuştur.
Kürt Edebiyatında Romanın Geç Doğuşu ve Yükselişi
Roman, Kürt dünyasına şaşırtıcı derecede geç ulaşmıştır. Her ne kadar Sovyetler Birliği’nde 1930’larda bazı erken dönem Kurmancî romanları yayımlanmış olsa da, sürekli bir üretim hattına ve geniş bir okur kitlesine sahip, yerleşik bir edebi tür olarak roman ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru sağlamlaşabilmiştir.
Peki, bu gecikmenin nedeni neydi?
Tarihsel olarak Kürt edebiyatı büyük ölçüde şiir merkezli bir gelenek üzerine inşa edilmiştir. Bu durum, yüzyıllar öncesine dayanan bir kültürel sürekliliğin sonucudur. Şiir, hem taşınabilirliği hem de ezberlenip gizlice paylaşılabilir oluşu nedeniyle baskı dönemlerinde bir direniş biçimi olarak işlev görmüştür. Buna karşılık, bir ulusun tarihini, hikâyesini ve içsel dünyasını anlatan büyük düzyazı formu olan roman, belirli bir toplumsal istikrarı, okuryazarlık düzeyini ve kurumsal altyapıyı gerektiriyordu.
Kürt romanının geç gelişiminin temel nedeni siyasiydi. Bu gecikme, Kürt coğrafyasının farklı bölgelerini kontrol eden yeni ulus-devletlerin (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) uyguladığı inkâr, asimilasyon ve baskı politikalarından kaynaklanıyordu. Bu devletlerin açık hedefi, modern Kürt edebiyatını, kültürünü ve kimliğini bastırmak, mümkünse tamamen görünmez kılmaktı.
Kürtçe yayıncılık üzerindeki yasaklar, yalnızca edebiyatı değil, gündelik yaşamın en sıradan alanlarını bile kapsıyordu: Kürtçe gazete ve dergi çıkarmak yasaktı; işletmelere Kürtçe isim verilmesi engelleniyor; hatta çocuklara Kürtçe isim koymak dahi suç sayılıyordu. Kültür, dil, edebiyat ve tarih alanlarında araştırma yapmak isteyen kişi ve kurumlar sürekli bir baskı altındaydı; çoğu kez ceza yasalarıyla karşı karşıya kalıyor, faaliyetlerini sürdüremiyordu.
Bu koşullar, organik bir biçimde gelişemeyen, yani “birbirine bağlı bir entelektüel kamusal alan”dan yoksun bir Kürt edebiyatını ortaya çıkardı. İstanbul, Tahran, Bağdat ve Şam’da yaşayan Kürt yazarlar, tamamen farklı toplumsal ve siyasal koşullarda —çoğu zaman baskıcı rejimlerin gölgesinde— üretim yapıyor, buna rağmen ortak bir ulusal edebiyat yaratmaya çalışıyorlardı. Ancak çıkardıkları dergileri paylaşamıyor, hatta kimi zaman aynı alfabeyi dahi kullanamıyorlardı.
Sonuçta bu siyasi parçalanma, kültürel bir kopukluk yarattı. Fakat aynı zamanda edebiyatın kendisini, kolektif hakları reddedilen bir halk için direnişin ve umudun sembolü haline getirdi. Kürt romanı, tam da bu baskı ortamında; yasakların, sürgünlerin ve sessizliklerin içinden doğarak varlığını ilan etti.
Dilsel ve Siyasi Karmaşıklıklar
Kürt edebiyatındaki siyasi bölünmüşlük, en belirgin biçimde dildeki muazzam çeşitlilikte ve karmaşıklıkta kendini gösterir. Modern Kürt romanları başlıca iki büyük lehçede yazılmaktadır: Kürdistan’ın kuzey bölgelerinde (Türkiye, Suriye ve Kafkasya diasporasında) Kurmancî, güney bölgelerinde ise (Irak ve İran Kürdistanı’nda) Sorani hâkimdir. Bir yazarın lehçe tercihi, çoğu zaman onun okur kitlesini coğrafi olarak sınırlamakta; bir lehçede yazılan eser, diğerinin konuşulduğu bölgelerde kolayca erişilemez hâle gelmektedir.
Bu dilsel ayrışmaya, yazı sistemlerindeki farklılıklar da eklenmektedir. Kürtçe, tarihsel ve coğrafi koşulların etkisiyle üç farklı alfabe üzerinden yazılmıştır:
- Sorani lehçesi için yaygın olan Arap-Fars alfabesi,
- Kurmancî lehçesi için özellikle diaspora ortamında standartlaştırılan Latin alfabesi,
- Eski Sovyet cumhuriyetlerinde kullanılan Kiril alfabesi.
Bu çeşitlilik, Latin alfabesi kullanan İsveç’teki bir Kurmancî okurunun, Arap alfabesiyle İran’da yayımlanmış bir Sorani romanını kolayca okuyamaması anlamına geliyordu. Siyasi sınırlar yalnızca insanları değil, okuryazarlığın araçlarını da bölmüştü. Böylece tek bir standart dilin ve birleşik bir ulusal edebiyatın oluşumu mümkün olmadi. Kürt kültürü, bu bölünmüşlük içinde varlığını sürdürebilmek için çok dilli ve çok alfabeli bir karakter kazanmak zorunda kaldı.
Bu durumu daha da karmaşık hale getiren unsur, birçok önde gelen Kürt yazarın kendi dillerinde yazmalarının yasaklanmış veya kısıtlanmış olmasıydı. Bu nedenle, yazarlar sıklıkla bulundukları devletlerin resmî dillerine —Türkçe, Arapça, Farsça— ya da sürgün sonrasında yerleştikleri ülkelerin Avrupa dillerine başvurmak zorunda kaldılar.
Bu durum, edebiyat çevrelerinde derin bir tartışmayı da beraberinde getirdi:
Eğer bir eser Türkçe ya da Arapça yazılmışsa, o hâlâ Kürt edebiyatı sayılabilir mi?
Bu soru, sadece dilsel bir mesele değil; kimlik, aidiyet ve edebi eserlerin nerede başlayıp nerede bittiğine dair daha geniş bir kültürel sorgulamanın da merkezinde yer aldı.
Dil ve Kimlik Arasında Edebiyatın Sınırları
Bazı eleştirmenler edebiyatın öncelikle dille tanımlanması gerektiğini savunurken, Berwarî gibi düşünürler, siyasal hayatta kalmanın söz konusu olduğu koşullarda kültürel içerik ve yazarın niyetinin, dilin kendisinden daha belirleyici olduğunu öne sürerler. Bu bakış açısına göre asıl ölçüt, bir eserin kolektif hafızaya katkıda bulunup bulunmadığı, Kürt kültürünü, yaşamını, sürgün gerçekliğini ve siyasi mücadeleyi ne ölçüde yansıttığıdır. Kısacası, mesele “hangi dilde yazıldığı” değil, eserin Kürt deneyimini yakalayıp yakalayamadığıdır.
Bu bağlamda, İbrahim Yûnisi (Farsça) ve Selim Barakat (Arapça) gibi yazarlar çarpıcı örneklerdir. Eserleri Kürtçe olmamasına rağmen, Kürt edebiyatının ve kimliğinin şekillenmesinde temel taşlar olarak kabul edilir. Onların romanları, dilsel sınırların ötesine geçerek, Kürt halkının tarihsel trajedisini, kimlik arayışını ve direniş ruhunu edebi bir forma dönüştürmüştür.
Kürt kültürü ve dili bu kadar sistematik biçimde bastırıldığı için, Kürt edebiyatı da onu çevreleyen devletler tarafından çoğu zaman “siyasi” veya hatta “ulusal güvenlik” meselesi olarak görülmüştür. Bu algı, yazarlara yönelik ağır sansürleri, tutuklamaları ve yayın yasaklarını beraberinde getirmiştir.
Bir kaynak bunu şöyle ifade eder:
“Kürtlerle ilgili her şey siyasidir. Ancak en iyi yazarlar kör bir propagandaya yönelmediler; incelik, çift anlamlılık ve alegori ustalığıyla baskıyı aşmanın yollarını buldular.”
Gerçekten de bu zorunlu dolaylı anlatım biçimi, birçok Kürt yazarın sanatsal inceliğini ve sembolik gücünü geliştirmiştir. Roman, bu anlamda, hem politik direnişin bir alanı hem de sanatsal yeniliğin bir laboratuvarı hâline gelmiştir. Her yeni roman, yalnızca bir edebi eser değil, aynı zamanda kültürel bir meydan okuma eylemi olarak okunmuştur.
Sürgün Edebiyatının Üç Temel Direği
Şiddetli siyasi kısıtlamalar, Kürt romanının gelişimini uzun süre engellemiştir. Ancak Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya’ya yönelik geniş çaplı göç hareketleri, bu gelişim için beklenmedik bir katalizör işlevi görmüştür. Sürgün, yalnızca bir sonuç değil, aynı zamanda yaratıcı üretimin asıl itici gücü hâline gelmiştir. Diaspora, Kürt yazarlarına daha önce hiç sahip olmadıkları bir alan sunmuştur: güvenlik, ifade özgürlüğü, finansal destek, entelektüel ağlar ve en önemlisi yayın özgürlüğü. Bu nedenle diaspora, “modern Kürt romanının gelişiminde belirleyici bir faktör” olarak kabul edilmektedir.
Modern Kürt romanının temelleri, sürgündeki üç ana direk üzerine kurulmuştur:
1. Sovyetler Birliği (1930’lardan itibaren)
Sovyet coğrafyası, özellikle Kafkasya’ya göç eden Ezidî Kürtler için benzersiz bir kültürel zemin oluşturmuştur. Erken Sovyet politikaları, özellikle Ermenistan ve Gürcistan gibi bölgelerde, azınlıklara belirli düzeyde kültürel haklar tanımış, bu da Kürt yazarlar için beklenmedik fırsatlar yaratmıştır.
Bu ortam, Kürt entelektüellerine kültürlerini aktif biçimde geliştirme, Rusça çeviriler aracılığıyla modern Batı edebiyatına doğrudan erişim sağlama (Türk, Arap veya Fars filtrelerinden geçmeden) ve standart bir edebi dil oluşturma olanağı tanıdı.
Bu dönemde ortaya çıkan en dikkat çekici eser, genellikle ilk modern Kürt romanı olarak kabul edilen Şivanê Kurd (Kürt Çoban) idi. Erebê Şemo tarafından 1927 civarında kaleme alınan ve 1935’te Ermenistan’ın Erivan kentinde yayımlanan bu eser, büyük ölçüde otobiyografikti ve Sovyet sosyalist realizmi anlayışına göre biçimlendirilmişti. Şemo, bu nedenle “modern Kürt romanının öncüsü” olarak anılır.
Ancak bu özgürlük ortamı kalıcı olmadı. 1940’ların ortalarına gelindiğinde, Kiril alfabesinin zorunlu hale getirilmesi ve kültürel üretimin merkezileştirilmesiyle birlikte, Sovyet yönetimi Kürt yayıncılığını sıkı bir siyasi denetime tabi tuttu. Bu durum, hem dilsel çeşitliliği sınırladı hem de eserlerin dolaşımını ciddi biçimde kısıtladı.
2. Suriye ve Beyrut’taki Hawar Dönemi (1930’lar–1940’lar)
Bu ikinci direk, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin giderek artan baskıcı politikalarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Türkiye’de Kürt dili ve kültürüne yönelik yasaklar, birçok Kürt aydınının Şam ve Beyrut gibi daha özgür düşünce ortamlarına sığınmasına yol açtı. Bu şehirler, kısa süre içinde Sovyet alanının dışında kalan Kurmancî lehçesi için başlıca entelektüel merkezler hâline geldiler.
Bu dönemin en belirleyici isimleri, Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Ali Bedirhan kardeşlerdi. Bedirhanlar, Kürt dilinin modernleşmesi ve standartlaştırılması sürecinde öncü bir rol üstlendiler. Onların en önemli katkısı, Kurmancî lehçesi için Latin alfabesi temelli standart bir yazım sistemi geliştirmeleri oldu. Bu sistem, yalnızca teknik bir yenilik değil, aynı zamanda Avrupa düşüncesiyle entelektüel bir köprü kurma hedefi taşıyan bilinçli bir kültürel projeydi.
Bu çabanın simgesi, 1932’den 1943’e kadar yayımlanan ünlü dergi Hawar (Yardım Çağrısı) oldu. Hawar ve ona bağlı yayınlar (Ronahî, Run vb.), klasik Kürt edebiyatı ile modern edebiyat arasında, aynı zamanda Kürt ve dünya edebiyatı arasında hayati bir köprü işlevi gördü.
Şiirden düzyazıya, dilbilimden halkbilime kadar geniş bir yelpazede üretim yapan bu dergiler, modern Kürt düzyazısının temellerini attı. Aynı zamanda, sürgünün görece güvenli ortamında, Kürt edebiyatının politikadan kopmadan ama propaganda sınırlarını aşan bir biçimde gelişmesine olanak tanıdı.
Hawar çevresi, Kürt kimliğinin dil aracılığıyla yeniden inşasının mümkün olduğunu gösteren ilk gerçek laboratuvarlardan biriydi. Burada geliştirilen fikirler, yalnızca Kürt diasporası içinde değil, 20. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’daki Kürt edebi üretimi üzerinde de kalıcı etkiler bıraktı.
3. İsveç (1980’lerden itibaren)
Bu üçüncü dönemin temel tetikleyicisi, 1980 askeri darbesi sonrasında yazarları, aydınları ve aktivistleri ülkeden kaçmak zorunda bırakan ağır baskı ortamıydı. İsveç, yalnızca güvenlik ve basın özgürlüğü sunmakla kalmadı; aynı zamanda güçlü bir devlet desteği sayesinde modern Kürt edebiyatının yeni bir merkezi hâline geldi. Bu destek, Kürt kültürüne yönelik inkâr politikalarının tam tersine, koruyucu ve teşvik edici bir tutum sergiliyordu.
İsveç devleti, göçmen toplulukların kültürel faaliyetlerini aktif biçimde finanse ediyor, azınlık dilleri arasında Kürtçeye de önemli bir pay ayırıyordu. Bu destek, sübvanse edilen matbaaların, uzmanlaşmış Kürtçe dergilerin ve yayınevlerinin kurulmasını mümkün kıldı; ayrıca geçim kaynaklarını yitiren sürgün yazarlar için maaşlı pozisyonlar sağladı.
Bu koruyucu ve üretken ortam, modern Kürt romanının olgunlaşması için verimli bir zemin oluşturdu. Nûdem gibi edebi dergiler bu dönemde yayın hayatına başladı; İsveç, Irak Kürdistanı ve eski Sovyet coğrafyası dışındaki bölgeler arasında en fazla Kürtçe yayın üretilen ülke konumuna yükseldi. Bu dönemin öncü isimleri arasında yer alan Mehmet Uzun ve Mahmut Baksi, en önemli eserlerini bu özgür ve destekleyici atmosferde kaleme aldılar.
Edebi Dönüm Noktaları ve Kalıcı Temalar
Romanın Kürt cografyasina durumu ise, sürgündeki özgürlük atmosferinin tam tersi yönünde, keskin bir baskı ve sansür ortamında gerçekleşmiştir. Bu durumun çarpıcı bir örneği, İbrahim Ehmed’in Sorani lehçesinde kaleme aldığı Janî Gel (Acı Çeken Halk) romanıdır. Eser 1956’da Irak Kürdistanı’nda yazılmış, ancak dönemin baskıcı siyasi koşulları nedeniyle el yazması akrabalar tarafından gizlenmek zorunda kalmıştır. Roman, ancak 1969’da yayımlanabilmiştir. Yazım sürecinde Ehmed, gerçek temayı gizlemek için hikâyeyi Arap karakterlerle kurgulamış, eserini ağır biçimde kodlamıştır. Ancak 1969’daki kısa süreli siyasi yumuşama sırasında roman, nihayet Kürt isimleri ve mekânlarıyla yayımlanabilmiştir.
Benzer bir durum, İran Kürdistanı’nda da gözlemlenmiştir. Romanın gelişimi burada da 1990’lara dek ağır biçimde kısıtlanmış, pek çok eser ancak sürgünde yayımlanabilmiştir. Örneğin, Riyaz Qazî’nin Sorani dilindeki Pêşmerge (Partizan) adlı romanı, yazarın Sovyetler Birliği’nde güvenli bir şekilde yaşadığı dönemde, 1961’de yayımlanmıştır.
Türkiye’de ise “inkâr politikası” o denli etkiliydi ki, 1990’lara kadar Kürt romanı neredeyse tamamen diaspora ortamında gelişti. Mehmet Uzun gibi yazarlar, ya Türkçe yazmak ya da ülkeyi terk etmek gibi zorlu bir ikilemle karşı karşıya kaldılar.
Bu parçalanmış koşullara rağmen, Kürt romanları şaşırtıcı biçimde tutarlı temalar etrafında birleşmiştir. Romanların büyük çoğunluğu, ulusal ve kültürel kimliği asimilasyonist baskılara karşı savunma mücadelesini merkezine alır. Baskı, sürgün, hayatta kalma ve kolektif travma temaları sıklıkla işlenir; anlatılarda kaybedilmiş ya da erişilemeyen bir “yuva”ya duyulan nostalji belirgin bir yer tutar. Bu nostalji, gelecekteki güvenli bir vatan umuduyla birleşir.
Kürt romanlarının anlatı yapısı, bu duygusal ve politik eksen etrafında şekillenir. Zengin sembolizm, geleneksel manzaraların ayrıntılı betimlemeleri, parçalanmış sınırları aşan alegorik yolculuklar ve yenilgi ile direnci iç içe geçiren karakterler, bu edebiyatın başlıca estetik araçlarıdır. Her biri, Kürt kimliğinin korunması ve yeniden inşası yönündeki kolektif arzunun sanatsal bir yansıması olarak okunabilir.
Sürgünde olgunlaşan bu edebi birikim, günümüzde uluslararası düzeyde tanınma kazanmıştır. Bunun en etkileyici örneklerinden biri, 1990’ların ortalarından beri Almanya’da yaşayan Iraklı Kürt yazar Bextiyar Elî’dir. Elî, 2023 yılında prestijli Hilde-Domin Sürgündeki Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür. Jüri, onun eserlerini “bir insanlık meşalesi” olarak tanımlamış ve şiddet ile kaybın sert gerçeklerini büyü, umut ve insanlıkla harmanlayan bir anlatı evreni kurduğunu vurgulamıştır.
Bu tür örnekler, Kürt edebiyatının artık yalnızca bir “direniş dili” değil, aynı zamanda evrensel insani deneyimin güçlü bir taşıyıcısı hâline geldiğini göstermektedir.
Sürgünün Paradoksu: Baskıdan Sanata, Sınırların Ötesine
Jürinin, Bextiyar Elî’nin eserini “ideolojik konformizme karşı esaslı bir güvence” olarak nitelendirmesi, sürgün deneyiminin yazara —ve onun şahsında pek çok diğer Kürt yazara— yalnızca bir sığınak değil, aynı zamanda reaktif olmayan, nüanslı ve derinlikli bir sanatsal ses geliştirme alanı sunduğunu düşündürmektedir.
Yönetici ulus-devletlerin doğrudan ve kısıtlayıcı yetki alanlarının dışında olmak, ona hem dış politik düzenlere hem de Kürt iç siyasetine yönelik keskin eleştiriler dile getirme özgürlüğü kazandırmıştır. Sürgünlügün sağladığı bu güvenli mesafe, paradoksal biçimde, Kürt edebiyatının en seçkin örneklerini siyasi tanıklıktan estetik olgunluğa taşıyan temel unsurlardan biri olmuştur.
Dolayısıyla, Kürt romanı, zorunlu yerinden edilmenin yarattığı derin acıya karşı güçlü bir karşı anlatı kurar. Bu zorunlu ayrılığın, ironik bir biçimde, canlı, dirençli ve saygın bir edebiyatın doğuşu için gerekli koşulu yarattığı söylenebilir. Sovyetler Birliği’nin sağladığı devlet desteği, Hawar döneminin entelektüel dinamizmi ve İsveç’in sübvanse edilmiş özgürlük ortamı olmasaydı, modern Kürt romanının bugün sahip olduğu uluslararası statüye ulaşması neredeyse imkânsız olurdu.
Siyasi baskılar kültürü sürgüne zorladı, ancak tam da bu dışarıdaki konum, Kürt edebiyatına içeride hiçbir zaman sahip olamayacağı bir özgürlük alanı sundu. Sürgün, bu edebiyatın hem kaderi hem de kurtuluşu haline geldi.
Sonuçta, edebiyat onlar için yalnızca bir ifade biçimi değil, yeni bir vatanın metaforu oldu. Kürt romancılar, siyasetin kendilerine sunmadığı istikrarı ve güvenliği, kelimeler aracılığıyla yeniden inşa ettiler —sürgünde, dilin ve hafızanın sığındığı bir kültür yaratarak.
Kaynaklar:
The Role of Exile in the Development of Modern Kurdish Literature: https://penopp.org/articles/role-exile-development-modern-kurdish-literature?language_content_entity=en
Kurdish literature and exile: https://www.k24kitap.org/kurdish-literature-and-exile-2172
The Experience of Exile in Kurdish Literature (Mawlana Khalid, Nali, Haji Qadir, Piramerd, and Zeewar): https://jokl.uok.ac.ir/article_60841.html?lang=en
Kurdish Voices in Diaspora: An Overview on Kurdish Diasporic Literature: https://allegralaboratory.net/kurdish-voices-in-diaspora-an-overview-on-kurdish-diasporic-literature/
Kurdish writer Bachtyar Ali honoured with prestigious German literature award: https://medyanews.net/kurdish-writer-bachtyar-ali-honoured-with-prestigious-german-literature-award/
The Kurdish Novel: Diaspora, Identity and Cultural Diversity: https://www.researchgate.net/publication/345178245_The_Kurdish_Novel_Diaspora_Identity_and_Cultural_Diversity
KURDISH WRITTEN LITERATURE: https://www.iranicaonline.org/articles/kurdish-written-literature/






































