
Günümüz dünyasında kentlerin fenomen olarak hem toplumsal yaşamda hem de ekonomik sistemler bağlamında etkisini göstermesi ile birlikte nasıl kent? Sorusu önem kazanmaktadır. Kent çalışmaları alanın yapılan herhangi bir çalışmada kentlerin tarihçesi sunulurken birkaç farklı dinamik üzerine tanımlamaların gerçekleştiği görülmektedir. Henri Pirenne(Pirenne 1994), kentlerin gelişimini ticarete ve tüccar sınıfına dayandırırken, Max Weber (Weber, 2003) bir yerleşim yerine kent diyebilmek için belli başlı özelliklerin mevcudiyetinden söz etmektedir. Bu özellikler askeri, idari oluşum ve adalet mekanizması gibi yönetsel boyutlar olduğu görülmektedir. Öte yandan kentin varlığını ortaya koyabilmesi açısından “bir yaşam biçimi olarak kentlileşme” (Wirth, 2002) yaklaşımı ile kentin salt topluluğun bir arada bulunduğu yerleşke olmaktan sıyrılıp bir yaşam biçimine dönüştüğü görülmektedir.
Günümüzde kentler tüm çelişkileri ile varlığını sürdürürken aynı zamanda yeni çağın çıkış noktası olarak da karşımıza çıkmaktadır. Özellikle sermaye ile girdiği ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda kentin özneleşmesi kaçınılmazdır. Hatta David Harvey, kenti sermaye çevrimleri bağlamında değerlendirerek kapitalizmin ömrünü uzatacağı en iyi alan olarak kentleri göstermektedir (2019; 2012b; 2012a). Öte yandan mekanın üretim biçiminin hem toplumsal eksende hem de yönetsel ölçüde “neye sebep” olduğu sorusunu detaylıca inceleyen Henri lefebvre (2014; 2016) “kent hakkı” üzerine mekanın üretimini ele almaktadır. Kent sosyolojisi ve kent çalışmalarının tüm kent açıklama girişimlerinde görebildiğimiz şey; dünya kentler tarafından yönetiliyor ve yine kentler tarafından dönüştürülüyor. Kentin en genel çerçevesine değindikten sonra asıl mevzuya gelebiliriz artık. Kent nasıl sürdürülebilir?
Sanayi devriminden günümüze toplumsal ve ekonomik krizler bazen savaşlara sebep olurken bazen otoriter rejimlerin doğmasına bazen ise sermayenin pazar arayışı ile ulusal sınırlar aşılmıştır. 1980’lerin sonuna geldiğimizde dünya üzerinde doğanın tüketimi ürkütücü boyutlara ulaştı. Ekonomik sistemin geçirdiği krizle sıklaşmaya, demokrasinin bir krizi söz konusuydu aslında. Hem doğal kaynakların kullanılması hem de doğaya salınan/verilen zararla dünya geleceğinin tehlike girdiği görüşünü ve doğanın kendi kendini onarma eşiğinin aşıldığı görüşü yaygınlık kazandı. Bu görüş üzerine uluslararası kamuoyunun desteği ile 3-14 Haziran 1992 tarihleri arasında, Rio de Janerio’da tertiplenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio Konferansı), ulusların çevreye duyarlı yönetim şekilleri benimsemelerine yönelik bir dizi ilkenin kabulü açısından önemli bir adım olmuştur. Fakat insan ölçeği göz ardı edildi ilk etapta. Doğaya yönelik geliştirilen önlemlerin insan ölçeği ile ele alınması Rio Konferansından birkaç sene sonra hayata geçebildi.
1992 Rio Yeryüzü Zirvesi’nde “sürdürülebilir kalkınma”, tüm insanlığın 21. yüzyıldaki ortak hedefi olarak benimsenmiş ve bu doğrultuda, 21. yüzyılda çevre ve kalkınma sorunlarıyla başa çıkılmasına ve sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılmasına yönelik ilkeleri ve eylem alanlarını ortaya koyan “Gündem 21” başlıklı Eylem Planı, Zirve’nin temel çıktısı olarak, BM üyesi ülkelerce kabul edilmiştir. Gündem 21, “İnsanlık, tarihsel bir dönüm noktasındadır” cümlesiyle açılmaktadır. Uluslar arasında ve ulusların kendi içerisindeki eşitsizliklere, giderek artan yoksulluk, açlık, hastalıklar ve cehalete, ekosistemlerdeki kötüleşmeye dikkat çekilmektedir. Çıkış yolu olarak ise, temel gereksinimlerin karşılanmasını, yaşam standartlarının iyileştirilmesini, ekosistemlerin daha iyi korunması ve yönetimini ve daha güvenli bir geleceğe giden yolun yapı taşlarının döşenmesini sağlayacak küresel ortaklık kavramı gündeme getirilmektedir. Gündem 21’in, bir yandan günümüzdeki ağırlıklı sorunların üstesinden gelmeye çalışırken, öte yandan da dünyamızı 21. yüzyılın tehditlerine karşı hazırlamayı hedeflediği vurgulanmaktadır. Gündem 21, kalkınma ve çevre işbirliğinde küresel uzlaşmanın ve politik taahhütlerin en üst düzeydeki ifadesi olarak nitelendirilmektedir. Gündem 21’in başarıyla uygulanmasından öncelikle ve esas olarak hükümetlerin sorumlu olacağı belirtilmekle birlikte, bu sürece, halkın ve hükümet-dışı kuruluşlarla diğer grupların etkin bir biçimde katılımının sağlanması gereği vurgulanmaktadır. Son olarak, Gündem 21’in dinamik bir program olduğuna dikkat çekilmekte ve bu sürecin, sürdürülebilir kalkınma için yeni bir küresel ortaklığın başlangıcı olduğu belirtilmektedir. (Çetinkaya & Korlu, 2012)
Gençlik Meclisleri
Rio Konferansı sonucu “sürdürülebilir kalkınma hedeflerine” ulaşmada insan ölçeğinde katılımın sağlanması yerellik üzerine inşa edilmiştir. Yerel Gündem 21 ile birlikte belediyeler altında kurulan kent konseyleri, kentin katılımcı ruhuna, ortak aklına ve katılımcılığın en yüksek düzeyde temsil edilmesini sağlamıştır. Kent konseylerinin etki alanını genişletmek ve sürdürülebilirliğini sağlamak için ise kent konseyleri bünyesinde gençlik meclisi ve kadın meclislerinin kurulması özellikle teşvik edilmiştir. Hem gençlik meclisi hem kadın meclisi kente yaşayanların büyük oranını temsil ettiği için neredeyse zorunluluk olarak ele alınmıştır.
Gençlik meclisleri siyaset üstü bir konumda örgütlenerek hem gençlik politikalarında hem de kentin sosyo-ekonomik çerçevesine katkılar sunmaktadır. Türkiye’de çoğu belediyenin altında kent konseyleri, kent konseyleri bünyesinde ise gençlik meclisleri yer almaktadır. Fakat siyasetin etkisinden sıyrılamadıkları için yukarıda söz edilen katılımcılık boyutuna ulaşılmamıştır. Gençlik meclisleri bir kentte yaşayan 15-30 yaş arasındaki tüm gençlerin bir araya gelerek fikirleri yaşama geçirdikleri bir platform görevini üstlenmektedir. Siyasetin dışında yer aldığı gündelik siyasi tartışmalarla enerjisini tüketmemektedir. Bunun yanında yatay hiyerarşiyi benimseyerek sorumluluk esaslı organize olduğu için her fikrin rahatlıkla oluşum zemini bulduğu bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Gençlerin kendi kamusal alanları yaratacağı bir mekanizma olarak varlık göstermesi beklenen gençlik meclisleri, gençlerin yerel gündem 21 sürecine hakim olmasıyla birlikte daha işlevsel bir boyut kazanmaktadır.
Kent konseylerinin tüzel kişiliğe sahip olmaması ve bütçesinin olmaması sürdürülebilirlik açısından eleştirilere konu olmuştur. Tüzel kişiliğe sahip olmaması, yaptırım gücünün bulunmaması yerel yöneticinin insafına bırakılmış gibi görünse de aslında güçlü kurumsal yapısını oluşturan ve katılımcılık kültürünün yerleşmesini sağlayan kent konseyleri değinilen dezavantajlardan sıyrılma manevrasına sahiptir. Mevzuatla güvenceye alınmadığı için her an kapanma ve işlevsizleştirilme tehlikesi ile karşı karşıya olan kent konseyleri bunu avantaja çevirip tarafsız bir yapılanmayı ortaya koyma kapasitesine de sahiptir.

Halil ECER, Lisans İnönü Üniversitesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümü, Yüksek lisans Gaziantep Üniversitesi Disiplinlerarası Kent Çalışmaları (Kent ve Toplum çalışmaları), Doktora ODTÜ Kent Politikası ve Yerel Yönetimler (2019-2020 özel öğrenci), Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji (gençlik politikaları ve kent sosyolojisi) bölümünde eğitimine devam etmektedir. Kent ve toplum alanında mekânsal dönüşümün toplumsal yansıması üzerine akademik ve sivil toplum alanında çalışmalar gerçekleştirmektedir. Kent sosyolojisi alanında yerel yönetimlerin politika süreçlerinde sosyolojik ihtiyaç analizi ve sosyal etki değerlendirmeleri yapmaktadır. Bunun yanından edebiyat ve kültür alanında “Sad Nun Mim” ve “Pansuman Yaraya İhanettir” isimli şiir kitapları mevcuttur. İzdiham Dergisinde düzenli olarak yazılar yazmaktadır. Hemhal, Davaro gibi dergilerde de denemeler yazmaktadır. Bir süre Gazete Duvar Forum’da köşe yazıları yazmıştır.
Kaynakça
Çetinkaya, Ö., & Korlu, R. K. (2012). Yerel Demokrasinin Sağlanmasında Katılımcılık Süreci ve Kent Konseylerinin Rolü. Maliye Dergisi, 95-117.
Harvey , D. (2019). Dünyanın Halleri. (Ş. Alpagut, Z. Cansu Başeren, B. Doğan , B. Kıcır, & vd., Çev.) İstanbul: Sel Yayınları.
Harvey, D. (2012a). Sermayenin Sınırları. Ankara: Tan Kitabevi.
Harvey, D. (2012b). Sermayenin Mekânları. (B. Kıcır, D. Koç, K. Tanrıyar, & S. Yüksel, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.
Lefebvre, H. (2014). Mekânın Üretimi. (I. Ergüden, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.
Lefebvre, H. (2016). Şehir Hakkı. (I. Ergüden, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.
Weber, M. (2003). Şehir. (M. Ceylan, Çev.) İstanbul: Bakış yayınları.
Wirth, L. (2002). Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme. B. Duru, & A. Alkan (Dü) içinde, 20. Yüzyıl Kenti (s. 77-106). Ankara: İmge Kitabevi.