
Modern İsrail Devleti ve onun kurucu ideolojisi olan Siyonizm, çoğu zaman Yahudi halkı ve Yahudilik inancının kendisiyle eş anlamlıymış gibi sunulmaktadır. Oysa tarihçi ve fahri profesör Yakov M. Rabkin’in kapsamlı çalışmaları, bu algının tarihsel ve teolojik açıdan yanıltıcı ve tehlikeli bir kafa karıştırıcısı olduğunu ortaya koymaktadır. Rabkin’e göre Siyonizm, geleneksel Yahudiliğin temel ilkelerine ters düşen, kökeni Avrupa’da bulunan seküler bir ulusal harekettir ve doğuşundan itibaren ilkesel olarak Yahudi muhalefetiyle karşılaşmıştır.
Genellikle anlatılan baskın hikâye, Siyonizmin Yahudilerin yüzyıllar boyunca maruz kaldığı antisemitizme karşı doğal ve kaçınılmaz bir tepki olduğu yönündedir. Ancak bu anlatı, Siyonizmin gerçek politik kökenlerini ve ideolojik niteliğini açıklamakta yetersiz kalmakla birlikte, son derece yanıltıcıdır.
Siyonizmin Avrupa’daki Etnik Kökleri
Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da hızla yükselen etnik milliyetçilik dalgası içinde ortaya çıktı. Almanya ve İtalya gibi ülkelerde ulusal birliğin sağlandığı, Orta ve Doğu Avrupa’da kimlik arayışlarının yoğunlaştığı bu dönemde Theodor Herzl gibi hareketin öncüleri, genellikle seküler ve asimile olmuş Yahudilerdi. Avrupa toplumuna tam anlamıyla entegre olma arzularına rağmen, antisemit önyargılar tarafından dışlanmışlardı. Bu nedenle çözümü, “diğer uluslar gibi bir ulus kurmakta” buldular.
Siyonizm, özellikle Polonya ve Litvanya gibi bölgelerde yaygın olan, ulusu ortak etnik veya ırksal kökene dayandıran dışlayıcı milliyetçilik modelini benimsedi. Oysa Fransa gibi ülkelerde ulusal kimlik, etnik kökene değil; vatandaşlığa ve medeni aidiyete dayanır. İşte Siyonizm, bu Avrupa merkezli seküler milliyetçi/ırkçı anlayışı daha sonra Filistin topraklarına “taşıdı.” Sonuçta ortaya çıkan şey, Batı sömürgeciliğine özgü biçimde dayatılan bir “modernleşme” projesi oldu — hem yerel Arap halkının hem de geleneksel Yahudi cemaatlerinin direnişiyle karşılaşan bir proje.
Ayrıca Siyonizmin ideolojik temelleri yalnızca Avrupa’daki milliyetçilik akımlarına değil, aynı zamanda 17. yüzyıl İngiltere’sinde ortaya çıkan Protestan hareketlerine kadar uzanır. Bu hareketler, Yahudilerin Filistin’e dönmesini teşvik ediyor, hatta kimi zaman bu dönüşü onları Hristiyanlığa dönüştürmenin bir aracı olarak görüyorlardı. Bugün çokça sözü edilen ve ABD’de sayıları 50 milyonu aşan, İsrail’in ateşli savunucuları olan Evanjelik Hristiyanlık, özü itibarıyla antisemitik bir ideolojidir. Bu tarihsel bağ, günümüzde İsrail’e yönelik milyonlarca Evanjelik Hristiyan’ın güçlü desteğini anlamak açısından da aydınlatıcıdır.
Büyük Ayrım: Yahudilik ve Siyonizm
Siyonizm’e yönelik Yahudi muhalefetini anlayabilmek için öncelikle Yahudilik ile Siyonizm arasındaki temel farkı kavramak gerekir. Yahudilik, kökeni binlerce yıl öncesine dayanan dinsel bir inanç sistemidir. Geleneksel olarak Yahudi kimliği, belirli bir coğrafi bölgeye değil; Tevrat’a olan manevi bağlılığa ve inananlar topluluğu olarak “İsrail” kavramına dayanır.
Yahudi geleneğine göre halkın “Vaat Edilmiş Topraklar”dan sürülmesi, Tevrat’a sadakatsizliklerinin ilahi bir cezası olarak görülür. Bu anlayışta, İsrail topraklarına dönüş; siyasi örgütlenme, askerî eylem veya beşerî çaba yoluyla değil, yalnızca Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşecek mesihçi bir vaat olarak kabul edilir.
Buna karşılık Siyonizm, dini değil, siyasi bir harekettir. İki bin yıllık geleneksel hahamî Yahudilik anlayışına karşı bir başkaldırı niteliği taşır. Siyonizm, Yahudi kimliğinin dini temellerini ortadan kaldırarak onu seküler, milliyetçi ve politik bir kimliğe dönüştürmeyi amaçladı. Hareketin seküler öncüleri, Yahudi halkının kendi topraklarına dönmesi hâlinde, Tevrat’ın emirlerini yerine getirmeye gerek kalmadan ulusal bilincin bu birliği sağlayacağına inanıyorlardı. Yakov Rabkin’in ifadesiyle, Siyonizmi benimsemekle birlikte, “Yahudiler tarihsel kimliklerini kaybettiler.”
Siyonizm, etnik olarak dışlayıcı bir milliyetçiliği ve derin bir mağduriyet duygusunu birleştirerek “yeni bir İbrani insanı” yaratmayı hedefliyordu. Ancak bu yeni kimlik, aynı zamanda sömürgeci bir projenin ürünüydü; kendi varlığını Filistinli halkın acıları ve maruz kaldığı adaletsizlikler pahasına inşa eden, bu trajediye büyük ölçüde kayıtsız kalan bir ideolojik dönüşümü temsil ediyordu.
Siyonizme Karşı Bir Asırlık Yahudi Muhalefeti
Siyonizm’in doğuşundan itibaren evrensel Yahudi desteği gördüğü yönündeki inanç, aslında tarihsel bir mittir. Gerçekte Siyonizm, başlangıçta küçük ve marjinal bir hareketti; dünyanın dört bir yanındaki Yahudi topluluklarından derin, ilkesel ve çok yönlü bir muhalefetle karşılaştı.
Ortodoks ve Ultra-Ortodoks (Haredim) Muhalefeti
19. yüzyılın sonlarından itibaren dindar hahamlar, teolojik gerekçelerle Siyonist iddiaları kesin biçimde reddettiler. Onlara göre, dini mesihçi bir vaadin seküler ve siyasi bir milliyetçilik projesine dönüştürülmesi, Yahudi geleneğine açık bir ihanetti.
Kutsal Topraklar’da yaşayan muhafazakâr Ortodoks cemaatler, İsrail Devleti’ni tanımayı çoğu zaman reddetti; bunun yerine, ileride kurulacak olası bir Filistin devleti içinde bağımsız cemaatler olarak yaşamayı tercih ettiler. Çünkü Yahudi geleneğine göre, İsrail topraklarına dönüş, Tanrı’nın müdahalesiyle gerçekleşecek mesihçi bir olaydır — insan eliyle, özellikle de siyasi veya askeri araçlarla gerçekleştirilmesi dini açıdan yasaktır.
Hatta ABD ve Kanada’daki Merkezi Hahamlar Kongresi gibi saygın dini otoriteler, barış ve insan hayatının korunması uğruna toprak tavizlerinin Tevrat tarafından yalnızca meşru değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Seküler ve Asimile Olmuş Yahudiler
Batı Avrupa’da yaşayan seküler ve asimile olmuş Yahudiler, Siyonizm’e ulusal değil, bireysel ve toplumsal gerekçelerle karşı çıktılar. Kendilerini bulundukları ülkelerin sadık vatandaşları olarak gören bu Yahudiler, milliyetçi bir Yahudi devleti fikrini hem gereksiz hem de tehlikeli buluyorlardı. Cünkü onlara göre, Siyonizm, asimilasyon yoluyla elde edilen eşit yurttaşlık statüsünü riske atan bir ayrılık ideolojisiydi.
Sosyalist Yahudiler
Yahudi entelektüel dünyasında güçlü bir damar oluşturan sosyalist Yahudi hareketleri, Siyonizm’i evrensel adalet mücadelesinden saptıran burjuva bir milliyetçilik olarak değerlendirdi. Bu çevreler için kurtuluş, sınıfsal dayanışma ve uluslararası işçi hareketi içinde mümkündü; etnik ya da dini temelli bir ulus devleti inşa etmek, insanlığın ortak davasını daraltan gerici bir sapmaydı.
Holokost Sonrası Dönüm Noktası
Ancak İkinci Dünya Savaşı ve Holokost sonrasında, bu derin muhalefet önemli ölçüde zayıfladı. Avrupa’daki Yahudi nüfusunun büyük kısmı yok edilmiş, hayatta kalanlar ise çaresizlik ve güvensizlik duygusuyla sarsılmıştı. Bu koşullar altında, dünya Yahudilerinin önemli bir bölümü, artık Siyonist projenin bir “sığınak” olabileceği inancıyla bu harekete yöneldi.
Ne var ki, Yakov Rabkin’in vurguladığı gibi, bu dönüşüm ilkesel bir inanç değişiminden ziyade, tarihsel bir travmatik bir tepkiydi. Siyonizm böylece, – başlangıçta reddedilen dini ve entelektüel çevrelerde bile, hayatta kalma içgüdüsünün gölgesinde geçici bir meşruiyet kazandı.
Sonuçlar ve Günümüzdeki Önemi
Siyonist projenin nihai sonucu, Filistin halkının sistematik biçimde yerinden edilmesi ve iki halk arasında eşitsizliğe dayalı bir devlet düzeninin ortaya çıkması olmuştur. Kudüs’ün eski belediye başkan yardımcısı Meron Benvenisti, bu durumu, Yahudiler ile işgal altındaki Filistinliler arasında iki kademeli hak sistemine işaret ederek, “Herrenvolk (efendi ırk) demokrasisi” olarak nitelendirmiştir.
Siyonizmin merkezinde yer alan Yahudi nüfusunu Filistin topraklarında yoğunlaştırma ve demografik üstünlük sağlama hedefi, hareketin etnik (dini) temelli toprak iddiasını gerçekleştirmek için kullanılan temel araçlardan biri olmuştur. Bu strateji, yalnızca Filistinlilerin topraksızlaştırılmasına değil, aynı zamanda sömürgeci bir düzenin kalıcı hale gelmesine yol açmıştır.
Antisemitizmle Rahatsız Edici Bir Bağ
Yakov Rabkin’in analizi, Siyonizmin ve onun yarattığı çatışmanın doğasında bulunan rahatsız edici bir karşılıklı bağımlılığı gözler önüne serer. Rabkin’e göre:
Siyonizm, varlığını ve bir Yahudi devletine duyulan “zorunlu ihtiyaç” anlatısını meşrulaştırmak için antisemitizme bağımlıdır; hatta kimi zaman, bu tehdidi bilinçli biçimde diri tutar veya körükler.
İsrail Devleti, zamanla çözülmesi neredeyse imkânsız hale gelen bir çatışmayı sürdürmüş ve derinleştirmiştir. Bu durum, yalnızca Filistinliler için değil, Yahudilerin güvenliği açısından da giderek daha tehlikeli bir ortam yaratmıştır.
Ortaya çıkan sistem, İsrail’in bölgesel istikrarsızlığı tetiklediği, ardından bu istikrarsızlığın yol açtığı göç dalgalarının Avrupa’yı vurduğu ve nihayetinde İsrail’in “aynı şiddet yöntemlerini” Avrupa’ya “öğrettiği” bir karşılıklı ilişki döngüsü olarak işlev görmektedir.
Paradoksal Bir Güvensizlik Alanı
Bu tarihsel dinamik, ironik biçimde, çoğu zaman “Yahudiler için en güvenli sığınak” olarak sunulan İsrail’i, aslında Yahudiler için en tehlikeli yerlerden biri haline getirmiştir. Sürekli savaş hali, askeri zorunluluk kültürü ve kuşatma psikolojisi, İsrailli Yahudi kimliğinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür.
Zamanla, bazı İsrailliler, kendilerini kesintisiz şiddet döngüsüne mahkûm eden bu düzenin farkına varmaya başlamıştır. Rabkin’in ifadesiyle, birçok kişi artık, “Siyonist teşebbüsün asıl kurbanlarının kendileri olduğunu” anlamaya başlamaktadır.
Böylece Siyonizm, başlangıçta “Yahudi halkını korumak” iddiasıyla yola çıkmışken, hem Yahudiler hem Filistinliler için güvensizlik, travma ve sürekli çatışma üreten bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum, modern dönemde Siyonizmin yalnızca bir ulusal proje değil, aynı zamanda çözümsüz bir varoluş krizi haline geldiğini göstermektedir.
Anti-Siyonizm, Anti-Semitizm Değildir
Günümüzdeki tartışmaların en kritik meselelerinden biri, Anti-Siyonizm ile Anti-Semitizm’in bilinçli olarak birbirine karıştırılmasıdır. Oysa bu iki kavram arasında temel bir fark vardır: Anti-Semitizm, Yahudilere yönelik ırkçı nefret ve önyargıyı ifade ederken; Anti-Siyonizm, Siyonizm adlı siyasi ideolojiye —yani belirli bir politik projeye— siyasi ve ahlaki bir itirazı temsil eder.
Bu yanlış eşleştirme, çoğu zaman eleştiriyi susturma aracı olarak kullanılmaktadır. İsrail devleti ve müttefikleri, kendi politikalarına yöneltilen eleştirileri antisemitik saldırılar olarak nitelendirerek, kamusal tartışmayı bastırmaya çalışmaktadır. Ancak gerçek şu ki, son yıllarda artan Filistin yanlısı protestolarda görüldüğü üzere, İsrail’in politikalarına karşı çıkan güçlü bir Yahudi muhalefeti mevcuttur. Bu durum, Yahudi toplumunun tek sesli olmadığını, aksine farklı düşünce ve vicdan hatlarına sahip bir topluluk olduğunu göstermektedir.
Yakov Rabkin’in vurguladığı gibi, bu tür açık tartışmalar antisemitizme karşı en etkili koruma mekanizmalarından biridir. Çünkü bu tartışmalar, “Yahudiler arasında mutlak bir birlik” veya “İsrail’e koşulsuz sadakat” gibi tehlikeli ve önyargılı mitleri çürütür; böylece Yahudilere yönelik toplu suçlamaların da önüne geçer.
Sonuç olarak, Yakov Rabkin’in çalışması, İsrail-Filistin trajedisini yeniden düşünmeye zorlayan ölçülü, tarihsel ve nesnel bir analiz sunar. Rabkin, Siyonizm’e yönelik ilkesel ve asırlık Yahudi muhalefetini belgeleyerek, bu hareketin kadim Yahudi kimliğinin bir tamamlanışı değil, tersine ona seküler, sömürgeci ve milliyetçi bir başkaldırı olduğunu gösterir. Bu başkaldırının yıkıcı sonuçları, hem Yahudiler hem de Filistinliler açısından hâlâ sürmekte; bölgeye barış yerine derin bir kimlik krizi ve kalıcı bir trajedi bırakmaktadır.