

Görüş’ün bu makalesinde son yıllarda gelişmiş ülkelerde gözlemlenen dikkat çekici bir eğilim, yalnızca eğitimcilerin ya da psikologların değil, politika yapıcıların, ekonomistlerin ve toplum bilimcilerin de dikkatini çekmiş durumda: IQ (zeka katsayısı) skorlarındaki düşüş. Bu durum, ilk bakışta çelişkili gibi görünse de, teknolojik ilerlemelerin ve bilgiye erişimin bu denli arttığı bir çağda bireysel ve toplumsal bilişsel kapasitenin azalıyor olması, derinlemesine incelenmesi gereken bir sorunsalı işaret etmektedir.
Flynn Etkisi ve Tersine Dönüş
20. yüzyıl boyunca IQ skorlarında genel bir artış gözlemlenmişti. Bu eğilim, “Flynn Etkisi” olarak bilinir. Adını, bu fenomeni detaylı şekilde ortaya koyan James R. Flynn’den alan bu kavram, özellikle eğitim, beslenme, sağlık ve yaşam koşullarının iyileşmesine paralel olarak bilişsel testlerdeki performans artışına işaret eder. Ancak 21. yüzyılın başlarından itibaren bazı gelişmiş ülkelerde bu artış eğiliminin tersine döndüğüne dair ciddi göstergeler ortaya çıkmıştır.
Norveç’te yapılan kapsamlı bir araştırma bu durumu somut şekilde ortaya koymaktadır. 1962–1991 yılları arasında doğan erkeklerin IQ skorları incelendiğinde, 1962–1975 doğumluların skorlarında on yılda yaklaşık üç puanlık bir artış gözlemlenirken, 1975 sonrası doğumlularda bu trendin tersine döndüğü görülmüştür. Araştırmalar, bu tarihten itibaren IQ skorlarında on yılda yaklaşık üç puanlık bir düşüş yaşandığını ortaya koymaktadır. Benzer eğilimler Danimarka, İngiltere, Almanya, Fransa ve Avustralya gibi ülkelerde de gözlemlenmiştir. Bu durumun yalnızca Norveç’e özgü olmadığı, gelişmiş ülkeler arasında yaygın bir eğilim olabileceği anlaşılmaktadır.
Genetik mi, Çevresel mi?
Zekâ düzeyindeki bu düşüşün nedenine ilişkin yürütülen tartışmaların başlangıç noktası genellikle genetik faktörlere dayanmaktadır. Ancak, genetik temelli zekâ araştırmalarına son derece dikkatli yaklaşılmalıdır. Çünkü bu alanda çalışan bazı “bilim insanları”, konuyu ırkçı bir perspektiften ele almakta; özellikle Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerdeki az gelişmişliği, sözde genetik zekâ dönüşümleriyle açıklamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım, Batı merkezli ve indirgemeci bir bakış açısının ürünüdür.
Oysa farklı kültürler, zekâyı farklı biçimlerde tanımlar. Bu konu önemli olduğu ve genellikle Batı merkezli tartışıldığı için, zekânın farklı kültürlerde nasıl tanımlandığına dair kısa örnekler vermek yerinde olacaktır. İnsan zekâsının farklı şekillerde tanımlanmasının arka planında; iç içe geçmiş dinamik ve karmaşık sosyolojik, psikolojik, felsefi, inanç sistemleri, toplumsal alışkanlıklar ve eğitsel etkenler bulunmaktadır.
Farklı Kültürlerde Zekâ: Evrensel Bir Kavramın Kültürel Yorumları
Zekâ, evrensel bir yetenek gibi görünse de, kültürden kültüre oldukça farklı şekillerde tanımlanır ve değerlendirilir.
Batı toplumlarında (ABD, Almanya, İngiltere) zekâ; mantık, analitik düşünme ve bireysel başarıyla ölçülür. IQ testleri yaygındır ve bilişsel beceriler ön plandadır.
Doğu Asya kültürlerinde (Çin, Japonya, Kore) ise zekâ; sosyal uyum, çaba, disiplin ve öğrenmeye olan bağlılıkla tanımlanır. Ahlaki sorumluluk da bu anlayışın parçasıdır.
Afrika kültürlerinde, zekâ gündelik yaşamı yönetebilme, toplumsal katkı ve pratik çözümler üretme yeteneğiyle ilişkilidir. Toplumla uyum ve deneyim temel ölçütlerdir.
İslam dünyasında zekâ, hem bilişsel yetenek hem de etik olgunluk olarak görülür. Bilgiyi iyiye yöneltme becerisi olan “hikmet” zeki olmanın önemli bir parçasıdır.
Latin Amerika ve bazı yerli kültürlerde ise kişilerarası uyum, empati ve topluluk bilinci öne çıkar. Zekâ, birlikte yaşama becerisiyle ölçülür.
Sonuç olarak, zekâ evrensel bir kapasite değil, her toplumun değerleriyle şekillenen bir kavramdır. Bu çeşitlilik, kültürler arası anlayışı güçlendirmek için önemli bir farkındalık sağlar.
Zekânın genetik temelli olduğuna dair görüşler, genellikle “disjenik doğurganlık” olarak adlandırılan bir hipoteze dayanmaktadır. Bu hipoteze göre, düşük IQ’ya sahip bireylerin daha fazla çocuk sahibi olması, zamanla toplumun genel zekâ düzeyini aşağıya çekebilir. Ancak bu hipotez, yapısal olarak hem ciddi bir önyargı hem de bilimsel cehalet içermektedir.
Söz konusu argüman, Norveç’te gerçekleştirilen kapsamlı bir çalışmayla ciddi biçimde sarsılmıştır. Bu çalışmada özellikle dikkat çeken bulgu, IQ düşüşünün aynı aile içerisindeki kardeşler arasında gözlemlenmesidir. Yani yüksek IQ’ya sahip ebeveynlerin daha sonra doğan çocuklarının, önce doğan kardeşlerine kıyasla daha düşük IQ puanlarına sahip olduğu belirlenmiştir. Bu durum, yalnızca genetik aktarımı temel alan yaklaşımların eksikliğini ortaya koymakta; çevresel faktörlerin zekâ gelişiminde belirleyici bir rol oynayabileceğini göstermektedir.
Araştırmacı Ole Rogeberg’in de ifade ettiği gibi: “Daha az zeki bireylerin daha fazla çocuk yapmasından değil, çevresel etkenlerden söz ediyoruz.” Bu açıklama, zekâ ile genetik arasındaki korelasyonun nasıl yanlış yorumlandığını ve bu tür yaklaşımların altında yatan ırkçı — ve hatta sınıfsal ırkçılığa varan — önyargıları gözler önüne sermektedir.
Bu çerçevede, zekâ ile genetik arasında bağlantı kurmaya çalışan kimi tezlerin ne denli sorunlu olduğunu göstermek için daha geniş bir örnekle konuyu tamamlayabiliriz: Geçtiğimiz yüzyılda büyük ölçüde köylü toplumu olan Rusya ve Çin’in, bugün ulaştıkları insani gelişmişlik ve bilimsel üretim düzeyi, genetik determinist tezlerin ne kadar yüzeysel ve indirgemeci olduğunu açıkça göstermektedir.
Zeka ve Olası Çevresel Nedenler
Zekâ düzeyindeki düşüşü açıklamak üzere öne sürülen çevresel faktörler, birbirinden farklı ama birbiriyle bağlantılı birçok toplumsal, kültürel ve teknolojik değişimi kapsamaktadır. Aşağıda, bu alandaki belli başlı savları maddeler hâlinde ve açıklamalarıyla birlikte sunalım:
iImpact Lab’ın öne sürdüğü bir teori, iş gücünde yaşanan dönüşüme işaret etmektedir. Endüstri sonrası dönemde hizmet sektörünün ağırlık kazanmasıyla birlikte, pek çok işin zihinsel olarak daha az zorlayıcı hâle geldiği ileri sürülmektedir. Özellikle soyut düşünme, karmaşık problem çözme gibi bilişsel becerilerin daha az kullanılması, bu yeteneklerin zamanla zayıflamasına neden olabilir. Bu durum, “bilişsel atrofi” yani zihinsel kasların kullanılmadığı zaman körelmesi şeklinde yorumlanmaktadır.
Eğitim sistemlerinde yaşanan değişiklikler de bu sürecin bir parçası olabilir. Bilgiye ulaşmanın kolaylaşması, ezberci yaklaşımın zayıflaması gibi gelişmeler olumlu gibi görünse de, eleştirel düşünme, analitik beceri geliştirme ve uzun süreli dikkat gerektiren etkinliklerin azalması, olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ayrıca medyanın dönüşümü de burada belirleyici olabilir. Dijital içeriklerin kısa, hızlı ve dikkat dağıtıcı formatlarda sunulması, bireylerin dikkat süresini ve odaklanma becerisini olumsuz etkileyebilir.
Teknolojik cihazlara olan bağımlılık da sıklıkla zikredilen nedenler arasında yer alır. Akıllı telefonlar, sürekli gelen bildirimler, sosyal medya kullanımı gibi etkenler, bireylerin derinlemesine düşünme kapasitesini zayıflatabilir. Bu durum, bireylerin bilgiye ulaşımını kolaylaştırsa da, bilgiyi işleme, analiz etme ve sentezleme gibi üst düzey bilişsel işlevlerde gerilemeye yol açabilir.
Beslenme ve Gıda Kalitesi
Beyin gelişimi ve işleyişi üzerinde doğrudan etkili olan bir diğer alan da beslenmedir. Yetersiz veya dengesiz beslenme, özellikle çocukluk döneminde zekâ gelişimini olumsuz etkileyebilir. Bununla birlikte, iklim değişikliği ve endüstriyel tarım uygulamalarının gıdaların besin değerini azaltması da uzun vadeli etkiler yaratabilir.
MAHB (Millennium Alliance for Humanity and the Biosphere) gibi kuruluşların vurguladığı bir başka endişe verici nokta ise çevresel toksinlerdir. Günlük yaşamda maruz kalınan birçok sentetik kimyasal madde —örneğin plastiklerdeki BPA, tarım ilaçları, ağır metaller— nörotoksik ya da hormon sistemini bozan (endokrin bozucu) özelliklere sahiptir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bu kimyasallar her yıl milyonlarca ölüm ve bilişsel bozuklukla ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle, modern yaşamın sağladığı konforun, aynı zamanda bilişsel kapasitemizi olumsuz etkileyen kimyasal risklerle dolu olması çelişkili ama olası bir durumu ortaya koymaktadır.
Testlerin Güncelliği Sorunu
Bu konuda farklı bir perspektif ise zeka testlerinin güncelliğiyle ilgilidir. CNN’de yer alan bir yoruma göre, belki de düşen IQ skorları zekânın azaldığını değil, testlerin artık modern yaşamın bilişsel biçimlerini yakalayamadığını gösteriyor olabilir. Bu da ciddiye alinmasi gereken ve üzerinde düsünülmesi gereken ayri bir yaklasimdir. Teknoloji ile değişen bilgi işleme biçimleri, zekânın farklı türlerde ifade edilmesine yol açıyor olabilir. Bu durumda, klasik IQ testleri mevcut bilişsel becerileri ölçmekte yetersiz kalıyor olabilir.
Zekâ düzeyindeki düşüşün yalnızca bireysel başarıya değil, toplumların genel işleyişine ve sürdürülebilirliğine dair de ciddi sonuçları olabilir. Impact Lab ve PJ Media gibi kaynaklar bu düşüşün inovasyon kapasitesini, bilimsel keşifleri ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebileceğini savunmaktadır. Zekânın, eğitim başarısından yaşam süresine, ekonomik performanstan bilimsel ilerlemeye kadar birçok alanda önemli belirleyici olduğu düşünüldüğünde, bu düşüşün toplumsal refah üzerindeki potansiyel etkisi daha da açık hale gelmektedir.
Daha çarpıcı bir iddia ise demokratik sistemlerin bu süreçten zarar görebileceği yönündedir. MAHB’den Julian Cribb’in öne sürdüğü gibi, zekâ düzeyindeki genel bir düşüş, bireylerin yanlış bilgiye daha kolay inanmasına, kısa vadeli çıkarları tercih etmesine ve uzun vadeli toplumsal çıkarları gözetmeyen liderleri seçmesine neden olabilir. Bu da demokratik sistemlerin meşruiyetini ve işleyişini tehdit edebilir.
Eleştirel Bakış ve Geleceğe Yönelik Sorumluluklar
Her ne kadar bu tartışmalar karamsar bir tablo çiziyor gibi görünse de, bazı araştırmacılar zekâ kavramının tartışmalı ve sınırlı bir ölçüm olduğunu hatırlatmaktadır. Grit (azim), duygusal zekâ, yaratıcılık gibi başarıyı belirleyen pek çok başka faktör vardır. Ayrıca, tüm ülkelerde bu düşüşün eşit şekilde yaşanmadığına dair veriler de bulunmaktadır. Örneğin ABD’de net bir düşüş eğilimi henüz gözlemlenmemiştir.
Bu bağlamda bireylerin ve toplumların önünde önemli bir soru durmaktadır: Eğer çevresel faktörler bilişsel kapasitemizi etkiliyorsa, bu durumu tersine çevirmek veya en azından etkilerini azaltmak mümkün müdür? Bu, yalnızca eğitim politikalarıyla değil, sağlık, çevre, teknoloji kullanımı ve medya okuryazarlığı gibi birçok alanla bağlantılı bütüncül bir yaklaşımla mümkündür.
Son Söz
Zekâ düşüşü üzerine yürütülen bu tartışmalar, yalnızca bireylerin test skorlarından ibaret bir mesele değildir. Bu, modern yaşamın getirdiği karmaşık değişimlerin insan zihni üzerindeki etkisini anlama çabasıdır. Bu eğilimi tersine çevirmek için eğitimden çevre politikalarına, dijital teknolojiden kamu sağlığına kadar çok yönlü bir sorumluluk bilinci geliştirilmelidir. Çünkü yalnızca daha yüksek IQ’lara değil, daha eleştirel düşünebilen, derinlemesine analiz yapabilen ve hızlı değişimlere uyum sağlayabilen bireylere ihtiyacımız var. Geleceğin dünyası, ancak bu zihinsel kapasiteyle inşa edilebilir.
Kaynakça
- Bratsberg, B., & Rogeberg, O. (2018). “Flynn effect and its reversal are both environmentally caused.” Proceedings of the National Academy of Sciences, 115(26), 6674–6678.
🔗 https://www.pnas.org/content/115/26/6674 - The Guardian (2018). “IQ scores are falling and have been for decades, new study finds.”
🔗 https://www.theguardian.com/science/2018/jun/12/iq-scores-are-falling-and-have-been-for-decades-study-finds - CNN (2018). “IQ scores have been falling for decades, and the reason why might surprise you.”
🔗 https://edition.cnn.com/2018/06/14/health/falling-iq-scores-study-intl/index.html - Impact Lab. (2019). “Why are IQ scores dropping in modern societies?”
🔗 https://www.impactlab.com/2019/01/07/why-are-iq-scores-dropping-in-modern-societies/ - PJ Media (2018). “Study: Intelligence Is Declining in Western Nations.”
🔗 https://pjmedia.com/news-and-politics/tyler-o-neil/2018/06/13/study-intelligence-is-declining-in-western-nations-n58997 - MAHB (Millennium Alliance for Humanity and the Biosphere) – Stanford University. “The IQ Slide: Are Humans Getting Dumber?”
🔗 https://mahb.stanford.edu/blog/iq-slide-humans-getting-dumber/ - World Health Organization (WHO). “Preventing disease through healthy environments: Exposure to endocrine-disrupting chemicals.”
🔗 https://www.who.int/publications/i/item/9789241505031 - Batı toplumlarında (ABD, Almanya, İngiltere), zekâ; mantıksal akıl yürütme, analitik düşünme ve bireysel başarıyla ölçülür. IQ testleri temel araçtır.
- 🔗 Neisser et al., 1996 – American Psychologist
- Doğu Asya kültürlerinde (Çin, Japonya, Kore), zekâ; çaba, disiplin, sosyal uyum ve öğrenmeye olan bağlılıkla tanımlanır.
🔗 Li, 2001 – Ethos Journal - Afrika kültürlerinde, zekâ; toplumsal katkı, deneyim ve gündelik yaşamı yönetebilme becerisiyle ilişkilendirilir.
🔗 Serpell, 1979 – International Journal of Psychology - İslam dünyasında, zekâ hem bilişsel hem etik bir yetkinliktir. “Hikmet” kavramı bu çerçevede öne çıkar.
🔗 Nasr, 2007 – Islamic Science and Spirituality (Google Books) - Latin Amerika ve yerli kültürlerde, zekâ; topluluk bilinci, empati ve kişilerarası uyum ile değerlendirilir.
🔗 Greenfield, 1997 – American Psychologist