
Sadece 20 dakikada, Latin Amerika genelindeki uyuşturucu kartelleri 1 milyon dolardan fazla yasa dışı gelir elde ediyor — bu, bu ulusötesi suç örgütlerinin muazzam ölçeğini ve dayanıklılığını gözler önüne seren şaşırtıcı bir rakam. Bu sadece uyuşturucu meselesi değil; jeopolitik, istenmeyen sonuçlar, teknolojik yenilikler ve iyi niyetli ABD dış politikasının, dünyanın en sofistike gayriresmî aktörlerinden bazılarının evrimini nasıl hızlandırdığına dair karmaşık bir hikâye.
1980’lerde Kolombiya’daki kokain imparatorluklarından, günümüzün teknolojiyle donanmış Meksika kartellerine kadar Amerikan müdahalesi — askerî yardım, engelleme stratejileri ve milyar dolarlık uyuşturucuyla mücadele girişimleri yoluyla — modern narkotik devleti şekillendirmede kritik bir rol oynadı. Bu ağları dağıtmak yerine, onlarca yıllık baskı bir silahlanma yarışını tetikleyerek kartelleri uyum sağlamaya, yenilik yapmaya ve faaliyetlerini uyuşturucu kaçakçılığının çok ötesine taşımaya zorladı.
Kolombiya Potasında: Narko-Devletin Doğuşu
Bugünkü narko-jeopolitik manzaranın kökleri, 1980’lerde Kolombiya’ya uzanıyor; Pablo Escobar gibi figürler kokain kaçakçılığını küresel bir sektöre dönüştürdü. Zirvede, Medellín ve Cali kartelleri dünya kokain arzının %80’ine kadarını kontrol ediyor, ABD şehirlerini uyuşturucuyla doldururken özel ordular, istihbarat ağları ve yoksul topluluklara yönelik sosyal programlar kuruyordu.
Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri, 2000 yılında Plan Kolombiya’yı başlattı — koka ekimlerini ortadan kaldırmak, askerî kapasiteyi güçlendirmek ve alternatif kalkınmayı teşvik etmek amacıyla başlatılan 10 milyar dolarlık bir girişim. İnsani ve güvenlik odaklı bir çaba olarak sunulsa da plan, büyük ölçüde askerîleşmeye dayandı; Kolombiya güvenlik güçlerine helikopterler, gözetleme teknolojileri ve eğitim sağladı.
Yine de yapılan devasa yatırımlara rağmen sonuçlar karmaşık oldu. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’ne (UNODC) göre, müdahale sonrasında bazı bölgelerde koka ekimi aslında arttı. Uzmanların “balon etkisi” dediği bu durum, bir bölgede üretimi baskı altına almanın, üretimin başka bir yere kaymasına yol açması anlamına geliyor (UNODC, Andlar’da Koka Ekimi, 2008). Daha da önemlisi, uygulanan baskı, kartel operasyonlarında benzeri görülmemiş bir yenilik dalgasını tetikledi.
Havadan engelleme yöntemleri daha etkili hale geldiğinde, karteller cevaben yarı batık deniz araçları inşa etmeye başladı — ilkel ama işlevsel bu denizaltılar, çok tonluk kokain sevkiyatlarını radara yakalanmadan taşımayı mümkün kılıyordu. 2000’lerin ortalarına gelindiğinde, her yıl yüzlerce “narko denizaltısı” kullanılmaya başlanmıştı; bu, basit kaçakçılıktan endüstriyel ölçekte lojistiğe geçişin işaretiydi.
Bu dönem, kritik bir modeli ortaya koydu: Kolluk kuvvetlerinin attığı her yeni adım, kartellerin karşı yenilik geliştirmesine yol açtı; böylece karteller gevşek suç örgütlerinden son derece örgütlü ve uyum sağlayabilen yapılara dönüştü.
Kuzeye Doğru Göç: Meksika’da Kartel Devrimi
Kolombiya’daki karteller iç çatışmalar ve devlet baskısı altında parçalanırken, edindikleri bilgi ve deneyim yok olmadı — kuzeye göç etti. Bir zamanlar Kolombiyalı tedarikçiler için sadece taşımacılık yapan Meksikalı örgütler, bu birikimi devralarak hızla bağımsız güç merkezlerine dönüştü.
2000’li yılların başında, Sinaloa Karteli ve eski askerlerden oluşan Los Zetas gibi gruplar, tüm bölgeler üzerinde kontrol kurmaya başladı. Gerilla savaşı taktikleri ile kurumsal yönetim anlayışını harmanlayan bu karteller, yalnızca uyuşturucu ile yetinmeyip insan kaçakçılığı, haraç, petrol hırsızlığı ve hatta avokado yetiştiriciliğine kadar faaliyet alanlarını çeşitlendirdi. Michoacán bölgesinde “yeşil altın” olarak bilinen avokado üretimi üzerinde şiddet yoluyla kurdukları tekeller sayesinde milyarlar kazandılar.
Bu yükselen tehditle mücadele etmek için ABD, 2008 yılında Mérida Girişimi’ni başlattı ve Meksika’nın polis ve yargı sistemlerini modernize etmeye yönelik 3,3 milyar dolarlık yardım taahhüdünde bulundu. Ancak Plan Kolombiya’nın aksine, bu girişim çok daha farklı bir düşmanla karşı karşıya kaldı: korunma, bölünme ve kendini yeniden yapılandırma konusunda ustalaşmış yeni bir kartel nesli.
Meksikalı yetkililer, tek bir hiyerarşik yapı yerine birbiriyle rekabet eden, parçalı fraksiyonlardan oluşan bir ekosistemle karşılaştı. Artan baskı, bu ağların çökmesine değil, daha da bölünmesine yol açtı. Büyük karteller parçalandıkça, çoğu kez daha da şiddetli ve esnek, küçük hücreler ortaya çıktı; bunlar nüfuz ve bölge için birbirleriyle savaştı.
Bu dinamik, bir kısır döngü yarattı: daha fazla güç kullanımı daha fazla bölünme daha fazla şiddet. 2006 ile 2023 yılları arasında, kartel kaynaklı şiddet nedeniyle Meksika’da 150.000’den fazla insan yaşamını yitirdi; bu sayı, pek çok resmî savaş bölgesindeki kayıpları bile geride bıraktı.
Karteller Devletten Daha Hızlı Teknolojik Yenilik Yapınca
Son yıllardaki belki de en endişe verici gelişme, kartellerin yüksek teknolojili operasyonlara sıçraması oldu. Güvenlik analistlerinin artık “devlet kurumlarıyla teknolojik eşitlik” olarak tanımladığı bir seviyeye ulaştılar.
Meksika ile ABD arasındaki yer altı tünelleri, bir zamanlar basit kazılmış geçitlerken, bugün mühendislik harikalarına dönüştü. Bazıları bir kilometreden uzun, havalandırma, raylı sistem, aydınlatma ve yer altında iletişim kurmaya yarayan özel cep telefonu ağlarıyla donatılmış durumda. ABD yetkilileri, sınır güvenliği akademilerinde ders konusu olan bu kadar ileri düzeyde tüneller keşfetti.
Ancak yer altı altyapısı hikâyenin sadece bir parçası. Karteller artık 150 kilograma kadar yük taşıyabilen drone filoları işletiyor. Bu drone’lar, ticari modellerle aynı ısı imzasına sahip olacak şekilde tasarlanıyor; böylece sivil hava sahasına sorunsuz karışarak tespit edilmekten kurtuluyor.
Daha da çarpıcı olanı, yapay zekâ ve makine öğrenimini kullanmaları. Karteller, hava durumu verileri, uydu görüntüleri ve kolluk kuvvetlerinin geçmiş hareketlerini analiz etmek için yapay zekâ algoritmalarından faydalanıyor; böylece neredeyse kaçakçılık için optimize edilmiş yasadışı bir Google Haritaları yaratıyorlar. Makine öğrenimi modelleri, en uygun güzergâhları, zamanlamayı ve kaynak tahsisini belirleyerek riski en aza indirip verimliliği en üst düzeye çıkarıyor.
Finansal alanda da blockchain teknolojisini benimsediler; kripto para ve akıllı sözleşmelerle güvenli, izlenemez işlemler gerçekleştiriyorlar. Geleneksel kara para aklamada katmanlı banka transferlerine ihtiyaç varken, blockchain doğrudan kişiler arası işlemleri mümkün kılıyor ve mali soruşturmacılar için büyük zorluklar yaratıyor.
Ayrıca karteller, yasal telekom ağlarını kullanan, uçtan uca şifrelenmiş iletişim platformları geliştirdiler; bu sayede geniş coğrafi bölgelerde gerçek zamanlı koordinasyon kurabiliyorlar. Hatta bazıları, polis telsizlerini karıştırabilen ve güvenlik kameralarını hack’leyebilen elektronik harp birimleri bile işletiyor.
Bu yetenekler, kendiliğinden gelişmiyor. Karteller, mühendisleri, siber güvenlik uzmanlarını ve veri bilimcileri aktif olarak işe alıyor — çoğu kez en iyi üniversitelerden mezun olanlara, kamu veya özel sektörden çok daha yüksek maaşlar teklif ederek. Bir bakıma, düzenlemelere ve etik sınırlara tabi olmayan, çevik ve iyi finanse edilmiş birer yasa dışı teknoloji girişimi gibi çalışıyorlar.
Ekonomik Entegrasyon ve Meşruiyet Paradoksu
Şiddet ve teknolojinin ötesinde, kartellerin çok daha sinsi bir başarısı var: meşru ekonomilere ve topluma derinlemesine entegre olmak.
Paravan şirketler, offshore hesaplar ve ön cephedeki ticari işletmeler aracılığıyla alışveriş merkezlerine, restoranlara, maden işletmelerine ve gayrimenkul projelerine yatırım yapıyorlar. Bazı durumlarda, kartelle bağlantılı firmalar yol yapımı veya kentsel dönüşüm gibi devlet ihalelerini kazanarak yasal ve yasa dışı faaliyet arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor.
Bu durum, akademisyenlerin “meşruiyet paradoksu” dediği bir olguyu doğuruyor: Karteller yasal işler yürütmede ne kadar başarılı olursa, onları çökertmek de bir o kadar zorlaşıyor; çünkü bu, yerel ekonomileri istikrarsızlaştırma riskini taşıyor.
Kuzey Meksika’daki pek çok kasabada karteller, fiilen devlet gibi hareket ediyor: okullar inşa ediyor, hastanelere fon sağlıyor, yolları onarıyor ve özellikle pandemi gibi kriz dönemlerinde, resmi yardımdan önce markalı tıbbi malzemeler dağıtıyor. Bu topluma yerleşme, halkın bağlılığını güçlendiriyor ve kolluk kuvvetlerinin işini zorlaştırıyor; zira topluluklar, kartellerin sunduğu hizmetlere bağımlı hale geliyor.
Halk için kartellere karşı çıkmak; iş, sağlık hizmeti veya korunma hakkının kaybı anlamına gelebiliyor. Politikacılar içinse bu yapıları hedef almak; ekonomik çöküş ve sivil tepki riski taşıyor.
Suçlulardan Teröristlere mi? Tehdit Modelini Yeniden Düşünmek
Askerî düzeyde cephanelikleri, toprak hakimiyetleri ve toplu cinayetler, kafa kesmeler, şehirlerde koordineli saldırılar gibi terör taktikleri nedeniyle ABD yönetimi, bazı kartelleri sadece suç örgütleri değil, potansiyel terör tehdidi olarak sınıflandırmayı tartışmaya başladı.
Örneğin Los Zetas, kamu meydanlarına ceset bırakmak, propaganda videoları yayınlamak gibi psikolojik savaş yöntemleri kullandı; bu stratejiler, IŞİD veya diğer isyancı grupları hatırlatıyor. 2019’da bu grup, birden fazla Meksika eyaletinde eş zamanlı saldırılar düzenleyerek güvenlik güçlerini zor durumda bıraktı; uzmanlar bunu “sürü taktiği” olarak tanımladı.
Bu tür eylemler, şu soruları gündeme getiriyor: ABD askerî güçle mi karşılık vermeli? Kartellerin Yabancı Terör Örgütü (FTO) olarak tanınması; daha geniş yaptırımlar ve askerî müdahale seçeneklerini mümkün kılar. Ancak bu durum ciddi sorunları da beraberinde getiriyor: Bir terörist olarak tanımlanan grupla nasıl müzakere edilir ya da rehabilitasyon programı sunulur? Üstelik, bu gruplar yasal işletmeler ve topluluklarla iç içe geçmişken, tam ölçekli bir askerî müdahale, sivil halk ve meşru kurumlar üzerinde orantısız zarar yaratabilir.
Dahası, kanıtlar askeri müdahalelerin sorunu daha da kötüleştirdiğini gösteriyor. Wilson Center araştırmasına göre, askerî güç artırıldığında şiddet olayları da artıyor; karteller misilleme yapıyor ve daha da parçalanıp cogaliyor.
Bir Paradigma Değişimi: Zararı Azaltma ve Asıl Nedenlere Odaklanmak
On yıllarca süren yasakçı politikaların giderek azalan etkisi karşısında, eski askerî ve kolluk kuvvetleri yöneticileri de dâhil olmak üzere artan sayıda uzman, köklü bir değişimi savunuyor: imha yerine zararı azaltma.
Bu yaklaşım teslimiyet anlamına gelmez. Amaç; uyuşturucu kaçakçılığını tamamen ortadan kaldırmak gibi artık gerçekçi görülmeyen bir hedef yerine, şiddeti, yolsuzluğu ve toplumsal tahribatı azaltmaktır.
Temel unsurlar şunları içerir:
- Kartellere insan kaynağı sağlayan kırılgan bölgelerde ekonomik kalkınma
- Yetkililer ve suç örgütleri arasındaki bağları koparmak için yolsuzlukla mücadele reformları
- Kartel kârını azaltacak uyuşturucu politikası reformu, örneğin dekriminalizasyon ve düzenlenmiş pazarlar
- Yoksulluk, eğitim eksikliği ve kurumsal ihmâl gibi kök nedenlere odaklanan toplumsal müdahaleler
Latin Amerika’daki bazı bölgeler alternatif modelleri denemeye başladı. Portekiz’in 2001’de tüm uyuşturucuları suç olmaktan çıkarması; aşırı doz ölümlerinde ve HIV bulaşmalarında dramatik düşüş sağladı, kullanım oranlarını ise artırmadı. Uruguay ve Kanada, keneviri yasallaştırarak milyarlarca doları yasa dışı piyasadan çıkardı.
Mükemmel çözüm olmasa da bu örnekler, uyuşturucuyu ulusal güvenlik tehdidi değil, halk sağlığı meselesi olarak ele almanın daha iyi sonuçlar verdiğini gösteriyor.
Gücün İstenmeyen Sonuçları
Bu karmaşık tarihten çıkan soğuk gerçek şu: ABD dış politikası, yok etmeye çalıştığı kartellerin aslında en büyük mimarlarından biri oldu.
Her müdahale dalgası, her fon artışı, her askerî teknoloji desteği; kartelleri daha zeki, daha gizli ve topluma daha fazla entegre hale getirdi. Sokak seviyesindeki kaçakçılıkla başlayan yapı; çok uluslu şirket, gölge devlet ve paramiliter güç karışımı bir yönetim biçimine dönüştü.
Bugünün kartelleri artık sadece uyuşturucu tacirleri değil; mühendis, girişimci, işveren ve kanaat önderi. Paralel ekonomiler yürütüyor, devlet otoritesine beklenmedik şekillerde meydan okuyorlar.
Gelecekte başarı; “daha büyük bütçe, daha iyi drone” gibi kolay çözümleri bırakmayı gerektiriyor. Gerçek çözüm; bu örgütlerin güç bulduğu eşitsizlik, yolsuzluk, zayıf kurumlar ve başarısız yasakçı politikalar gibi yapısal sorunları ele almaktan geçiyor.
Eski bir DEA ajanının dediği gibi:
“40 yıldır semptomlarla savaşıyoruz. Artık hastalığın kendisini tedavi etmenin zamanı geldi.”
Kaynaklar:
- U.S. Department of State. International Narcotics Control Strategy Report (2005)
- United Nations Office on Drugs and Crime (UNODC). Coca Cultivation in the Andes (2008)
- Naval Postgraduate School. Drug Submarines: Evolution of Maritime Cocaine Trafficking (2012)
- BBC News. How Mexico’s ‘Avocado Gold Rush’ is Fueling Violence (2021)
- Mexican Executive Cabinet. Secretariado Ejecutivo del Sistema Nacional de Seguridad Pública (2023)
- U.S. Customs and Border Protection. Border Tunnel Interdictions (2022)
- DHS Science and Technology Directorate. Unmanned Aerial Systems Threat Assessment (2021)
- RAND Corporation. Cryptocurrencies and Illicit Finance in Mexico (2020)
- Transparency International Mexico. Corruption and Organized Crime in Public Procurement (2020)
- Journal of Global Security Studies. Governing Through Crime: The Social Role of Mexican Cartels (2021)
- Brookings Institution. When Drug Cartels Go to War (2017)
- Wilson Center. Military Intervention and Violence Trends in Mexico (2022)
- Cato Institute. Drug Decriminalization in Portugal (2009)