
İslami rasyonalizmin tarihi — akıl ve ilahî vahiy arasındaki temel gerilimin tarihi — genellikle Batı Avrupa merkezli bir perspektiften ele alınmıştır. Oysa İslam entelektüel geleneği içinde, asırlar boyunca süren ve çoğu zaman siyasi açıdan tehlikeli görülen hakikat hiyerarşisi tartışması mevcuttur.
Görüş21’in bu makalesinde, 14. yüzyılın büyük düşünürü İbn Haldun’un (1332–1406) çalışmalarının bu rasyonel geleneği nasıl yeniden canlandırdığını ve modern İslami reform hareketlerini nasıl etkilediğini incelemeye çalışacağız. Şunu da hemen belirtelim: Konu son derece karmaşık olup çok çeşitli ideolojik perspektiflerden değerlendirildiği için, literatürde birbiriyle çelişen pek çok görüş ve kaynak bulunmaktadır. Bu nedenle tüm bu görüşleri derli toplu bir makalede bir araya getirmek hiç de kolay değildir.
Makalemizde yer alabilecek olası hatalar konusunda İslam entelektüel tarihi uzmanlarının bizi düzeltmesini ve muhtemel yanlışlarımızı mazur görmesini rica ederiz.
İslami Rasyonalizmin Kökenleri: Akıl ve Vahiy
İslami rasyonalizm, aklın (ʿakl) dinî düşüncenin anlaşılmasında temel ve vazgeçilmez bir rol üstlendiği teolojik ve felsefî bir çerçeveyi ifade eder. Bu yaklaşımda akıl, inancın düşmanı değil; tam tersine, Tanrı’nın insana verdiği ve tam olarak kullanılması gereken birincil ilahî araçtır. Dolayısıyla İslam’ın yalnızca “körü körüne bir inanç sistemi” değil, aynı zamanda rasyonalizm ve felsefî düşünceyi içeren uzun bir entelektüel geleneği vardır.
Peki, bu rasyonel düşüncenin araçları ve kaynakları nelerdir?
Yunan Felsefesinin Etkisi: İslam dünyasında rasyonel düşüncenin gelişimi, 9. yüzyılda Abbasi Halifeliği döneminde yürütülen büyük tercüme hareketiyle ivme kazanmıştır. Aristoteles ve Yeni-Platonculuk başta olmak üzere Helenistik düşünce eserlerinin Arapçaya çevrilmesi, İslami düşüncede akıl yürütmenin temelini oluşturmuştur.
Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi): Bağdat’taki Beytü’l-Hikme, bu entelektüel dönüşümün merkezinde yer almış ve Müslüman âlimlere mantıksal çıkarım araçlarını (kıyas, tümdengelimli akıl yürütme vb.) sağlamıştır. Böylece argümantasyon, disiplinli ve akademik bir niteliğe bürünmüştür.
İlm (Bilgi) Vurgusu: Tarihçi Franz Rosenthal’ın belirttiği gibi, İslam medeniyeti en geniş anlamıyla ilm (bilgi) kavramı üzerine kuruludur. Bu durum, sadece inanmanın değil, aynı zamanda “anlamanın” da zorunlu olduğu rasyonel bir araştırma geleneğini ortaya çıkarmıştır.
Mutezile: Akılcı Düşüncenin Öncüleri
İslam düşüncesinde rasyonel yaklaşımı sistematik bir doktrine dönüştüren ilk ekol, 8. yüzyılda Basra’da ortaya çıkan Mutezile’dir. Onların temel ilkesi, aklı Tanrı’yı anlama biçiminin merkezine yerleştirmektir.
Mutezile’ye göre Tanrı’nın mutlak aşkınlığını koruyabilmek için, Kur’an’daki Tanrı’yı insan özellikleriyle tasvir eden (antropomorfik) ayetler mecazi/anlamdaş (alegorik) olarak yorumlanmalıdır. Bu, Tanrı’nın insanlara benzetilmesini engellemek için gerekli görülmüştür(Tevhid (İlahi Birlik)
Tanrı’nın mutlak adaleti fikrinden yola çıkan Mutezile âlimleri, kötülüğün Tanrı tarafından yaratılmış olamayacağını savunmuşlardır. Bu nedenle insanın fiillerinde gerçek anlamda özgür iradeye sahip olduğunu ileri sürerler. Aksi hâlde cennet-cehennem gibi ahlaki sorumluluk sistemlerinin aklen tutarlı olması mümkün değildir. (Adl (İlahi Adalet) ve Hür İrade)
Mutezile, hadis literatürüne karşı daha eleştirel ve seçici bir tutum geliştirmiştir. Zayıf veya akla aykırı hadislerin kabul edilmesinin Tanrı’nın adil doğasını zedeleyebileceğini düşünerek, hadislerin rasyonel ölçütlerle doğrulanmasını savunmuşlardır. Bu tavır, sonraki kelam ve hadis tartışmalarında belirleyici bir kırılma noktası olmuştur(Hadise Eleştirel Yaklaşım)
Mutezile’nin Trajedisi: Akılcı Bir Hareketin Otoriter Tuzağa Düşüşü
Mutezile’nin düşünsel serüveni, yalnızca rasyonel teolojiyi inşa etmekle sınırlı kalmamış, aynı zamanda siyasi iktidarla ilişkisi nedeniyle dramatik bir kırılma yaşamıştır.
Mihne (İslami Engizisyon), 9. yüzyılda Abbasi Halifesi Me’mun, Mutezile öğretilerini devletin resmî inancı ilan etti. Özellikle Kur’an’ın yaratılmış olduğu doktrini (halku’l-Kur’an) etrafında yürütülen bu politika, kabul etmeyenlere yönelik baskıcı bir engizisyona dönüştü. En bilinen mağdurlardan biri, Hanbeli âlim Ahmed ibn Hanbel’dir.
Bu durum kültürel geri tepme ve meşruiyet krizine yolacti. Başlangıçta özgür düşüncenin savunucusu olan Mutezile’nin, devlet gücünü kullanarak teolojik baskı uygulaması, büyük bir toplumsal ve entelektüel tepkiye yol açtı. Akılcı geleneği savunan bir hareketin zorlayıcı bir siyasî mekanizmaya dönüşmesi, halk nezdinde derin bir güvensizlik yarattı ve sonunda Mutezile, hem siyaseten hem entelektüel alanda marjinalleşti.
Bu tarihsel trajedi, İslam düşüncesinde “akıl, vayih ve otorite arasındaki gerilim”in en çarpıcı örneklerinden biri olarak anılmaya devam etmektedir.
Eş‘arîliğin Yükselişi ve Rasyonalizmin Geri Çekilişi
847’den sonra Mutezile’nin etkisinin hızla azalmasıyla birlikte, Eş’arilik (Ebu el-Hasan el-Eş’ari tarafından kuruldu) baskın Sünni entelektüel gücü oldu. Eş’ariler hiyerarşiyi tersine çevirerek, aklın vahye tabi olması gerektiğinde ısrar ettiler.
Eş’ariler, evrende doğal yasalar veya sebep-sonuç ilişkileri olmadığını savunan Occasionalism (Arıziyet) felsefesini geliştirdiler. Tanrı, her an, her olayın, hareketin ve eylemin doğrudan ve anlık nedenidir.
Bu felsefi hamle, rasyonel bir dünyanın gözlemlenebilirliğine dayanan rasyonalistlerin ana aracı olan tümdengelimli mantığı tamamen etkisiz hale getirdi. Eğer Tanrı tek gerçek fail ise, akıl, sebep-sonuç kalıplarını bağımsız olarak asla çözemezdi.
Mutezile’nin siyasal iktidarla kurduğu problemli ilişki ve Mihne sürecinin yarattığı toplumsal tepki, rasyonalist kelamın meşruiyetini zedelemişti. Bu ortamda, Eş‘arîlik, akıl ile vahyi uzlaştırma iddiasıyla ortaya çıkmış ve kısa sürede Sünni düşüncenin hâkim yorumuna dönüşmüştür. Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî (ö. 935), bir zamanlar Mutezile’ye bağlıyken, daha sonra onları terk ederek aklı sınırlandıran fakat tamamen dışlamayan bir teolojik çizgi geliştirmiştir.
Bu dönüşümün en kritik figürü ise Gazâlî’dir. Gazâlî, Tehâfütü’l-Felâsife adlı eseriyle Aristocu-felsefî düşünceye yönelik sistematik bir eleştiri geliştirmiş ve özellikle İbn Sînâcı metafiziği “aklen tutarsız ve dinen sakıncalı” bularak mahkûm etmiştir. Tanrı’nın âlemi zorunlu olarak yaratmadığı, mucizenin aklen mümkün olduğu ve sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olmadığı gibi argümanlarıyla, rasyonalist felsefenin epistemolojik temelini sarsmıştır.
Gazâlî felsefeyi tamamen reddetmemiş, mantık ve akıl yürütmeyi usul ilimlerine dâhil etmiş olsa da, aklın sınırlarını sert biçimde çizmiş ve vahyi mutlak otorite olarak yeniden tesis etmiştir. Bu yaklaşım, Eş‘arî kelamının kurumsallaşmasını hızlandırarak Sünni dünyada baskın doktrin hâline gelmesine yol açmıştır.
Sonuç olarak, 12. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında rasyonalist düşünce tamamen yok olmamış, ancak marjinalleşmiştir. Rasyonel felsefe geleneği Endülüs’te İbn Rüşd gibi düşünürlerde son bir zirve yaşasa da, genel eğilim vahiy merkezli kelamın güçlenmesi ve aklın dinî bilgi karşısında ikincil konuma itilmesi yönünde olmuştur.
Bu süreç, İslam entelektüel tarihinde “aklî gelenekten naklî geleneğe yöneliş” olarak değerlendirilir ve sonraki yüzyıllarda ilmî-metafizik üretimin doğasını derinden şekillendirmiştir.
İbn Haldun’un Rasyonel Sentezi: Mukaddime ve Tarih Felsefesinin Doğuşu
Mutezile’nin siyasal trajedisinden yüzyıllar sonra, 14. yüzyılda İbn Haldun, rasyonel araştırma geleneğini yeniden canlandırdı; ancak bunu tehlikeli teolojik tartışma alanlarına değil, insan toplumunun ve tarihin doğrulanabilir dünyasına uyguladı.
Siyasi sürgün döneminde kaleme aldığı el-Mukaddime (Tarihe Giriş) adlı eseri, Arnold Toynbee tarafından insanlık tarihinde tarih felsefesi kurmaya yönelik ilk sistematik girişim olarak değerlendirilmiştir.
Umran Bilimi: İbn Haldun, modern tarih yazıcılığının, sosyolojinin (umrân-ı beşerî) ve ekonomik düşüncenin öncüsü olarak kabul edilir. Onun yöntemi, hakikati keşfetmek için tasarlanmış eleştirel bir araştırma çerçevesidir.
Eleştirel Soruşturma (Menhec): İbn Haldun, geleneksel tarih anlatılarını sorgulamış ve tarihî olayların rasyonel bir temele oturtulmasını savunmuştur. Bir olayın aklen mümkün olup olmadığını belirlemek için sosyolojik, çevresel, politik ve ekonomik ilkeleri kullanır. Bu ilkelerle çelişen rivayetleri, kaynağın dinî otoritesi ne olursa olsun reddeder.
Kurucu Manevra: İbn Haldun, İbn Rüşd’ün nedensellik ve ampirik yöntem anlayışını, Gazâlî’nin eleştirel şüpheciliğiyle birleştirerek teoloji yerine tarihe uygulamıştır. Bu sayede aklî yöntemi korurken, teolojik çatışmaların içine düşmekten ustalıkla kaçınmıştır.
Asabiye: Uygarlığın Motoru Modern Reform ve Khalduni Etki
İbn Haldun’un en ünlü kavramı, uygarlıkların yükseliş ve çöküşünü belirleyen temel dinamik olarak gördüğü asabiyedir (grup dayanışması ya da toplumsal bütünlük).
Döngüsel Yükseliş ve Çöküş: Güçlü asabiye —genellikle çetin koşullarda yaşayan göçebe topluluklarda görülür— yeni hanedanlıkların doğumunu mümkün kılar. Ancak hanedan yerleşik ve kentli bir toplum hâline geldikçe refah artar, asabiye zayıflar; bunun yerini tüketimcilik, ahlaki gevşeme ve iç çatışmalar alır.
Rasyonel Açıklama: Bu çöküş döngüsü, Tanrısal iradenin keyfî müdahalesiyle değil, toplumsal-ekonomik yasaların işleyişiyle açıklanır. Medeniyet, kendi başarısının içinde kendi çürüme dinamiklerini taşır. Bu açıklama, Mutezile’nin düşüşüne yol açan teolojik tuzaklardan uzak, tamamen rasyonel bir çözümleme biçimidir.
İbn Haldun’un eleştirel analizi, 20. yüzyılın modern reformistleri için de bir yol haritası haline geldi. Modern cag reformistleri icin ilk etapta üc örnek siralayabiliriz:
Malik Binnebi (Cezayirli Sosyal Filozof): Binnebi, Khalduni’nin ic toplumsal cözülme ilkesinden hareketle Islam Medeniyetin’nin gerilemesini sömürgecilikten çok, entelektüel yaratıcılığın kaybolmasına ve düşünsel çöküşe bağladı. Bu nedenle ictihadın (bağımsız akıl yürütmenin) yeniden canlandırılmasını ve taklidin (sorgulanmadan tekrar etmenin) terk edilmesini savundu.
Raşid Gannuşi (Tunuslu Lider): Gannuşi, Akıl ve Vahiyin Düalitesi prensibinden hareketle “dinamik politika” konseptiyle reform tartismalarinda yer aldi. Gannuşi, akıl ile vahyi, göz ile ışık arasındaki ilişkiye benzer bir ortaklık olarak gördü. İslam demokrasisini ise, İslam’ın istişare ilkesi olan şûranın modern bir yorumu olarak savundu. Ayrıca, siyasette yenilik ve esneklik gerektiren alanları ifade eden ferağat (boşluklar, açık alanlar) kavramını ortaya attı.
Bir diğer önemli isim ise Kur’an yorumcusu Muhammed Esed’dir. Esed, eleştirel Kur’an yorumunu ve “harici etki” ilkesini temel alarak, her bir Kur’an ayetinin akla hitap ettiğini ve bu nedenle insan zihni tarafından anlaşılabilir olması gerektiğini savundu. Özellikle “düşünen bir topluluk için” (li-qawmin y yatafakkarūn) şeklinde akıl yürütmeyi teşvik eden ayetlere odaklandı. Dış etkileri bütünüyle reddetmek yerine, onları akılcı bir şekilde özümsemenin ve İslam düşüncesine sağlıklı biçimde dahil etmenin önemini vurguladı.
Modernizm ve Tarihin Tekrarı: Ceditçilik
(Usûl-i Cedîdçilik), 19. yüzyılın sonlarında Rusya İmparatorluğu sınırları içindeki Türk ve Müslüman topluluklarda (Kırım, Kazan, Kafkasya ve Türkistan) ortaya çıkan, eğitim ve kültür merkezli geniş kapsamlı bir yenileşme ve reform hareketidir.
Bu hareketin entelektüel temelini, Batı’daki Aydınlanma düşüncesinin İslam dünyasına yansıması ve özellikle eğitim alanında köklü dönüşüm ihtiyacı oluşturmuştur.
Ceditçiliğin temel hedefi, Müslüman toplumların yaşadığı siyasal gerileme, kültürel durgunluk ve sömürgeci baskılara karşı içeriden, entelektüel ve eğitimsel bir çözüm üretmekti.
Usûl-i Cedîd (Yeni Usul) Eğitimi: Hareketin adı, geleneksel medrese eğitim yöntemlerinin yerine sesli okuma, görsel materyaller ve daha hızlı öğrenmeyi hedefleyen modern pedagojik yöntemlerin benimsenmesinden gelir. Bu reform, okuryazarlığı hızla arttırmayı amaçlayan radikal bir adımdı.
İctihadın Canlandırılması: Ceditçilik, önceki metinde değindiğimiz Malik Binnebi’nin görüşleriyle paralel biçimde, taklide dayalı zihinsel donukluğu reddederek ictihadın (bağımsız akıl yürütme ve yorumlama) yeniden canlandırılmasını savunmuştur.
Modern Bilimin Benimsenmesi: Hareket, modern bilimi, seküler bilgiyi ve rasyonel düşünceyi İslami ilimler ile uyumlu hâle getirmeyi amaçladı. Bu entegrasyonun, Müslüman toplumların modern dünyanın karmaşık koşullarına uyum sağlayabilmesi için zorunlu olduğu düşünülüyordu.
İbn Haldun’un Rasyonel Mirası ile Bağlantısı
Ceditçilik, bir bakıma 14. yüzyılda İbn Haldun’un geliştirdiği rasyonel, eleştirel ve toplumsal analize dayalı düşünce geleneğinin 19. ve 20. yüzyıl İslam dünyasındaki yeniden canlanmış bir yansımasıdır.
Ceditçiler ve modernist düşünürler, İbn Haldun’un asabiyetin zayıflaması üzerine kurduğu medeniyet döngüsü analizinden ilham almışlardır. Onlara göre Müslüman toplumların gerilemesi yalnızca dış etkenlerle (sömürgecilik) açıklanamaz; asıl sorun, içsel çözülme, entelektüel durağanlık ve kaderci teolojinin hâkimiyetidir. Bu yaklaşım, aynı zamanda Mutezile’nin eleştirdiği kör kaderci düşüncenin modern bağlamda tekrar sorgulanması anlamına geliyordu.
Ancak Ceditçiler, İbn Haldun’un eserinde örtük biçimde görülen ve tarihte Mutezile’nin çöküşüne katkı yapan aynı siyasi hatayı tekrarlamışlardır: reformu yukarıdan aşağıya, zorlayıcı yöntemlerle dayatma. Ceditler ve 19. yüzyılın diğer İslami modernistleri, halkın karmaşık rasyonel düşünceye hazır olmadığına inanıyor, bu nedenle geniş kitlelere ve demokratik katılıma güven duymuyorlardı. Reformun, ancak “aydınlanmış” bir elit tarafından yönetilebileceğini düşündüler.
Bu yaklaşım sonucu, reformlar toplumsal rızaya dayanmadan, çoğu kez bürokratik veya askerî elitlerin otoriter mekanizmalarıyla yukarıdan aşağıya doğru hayata geçirildi. Türkiye ve Mısır’daki erken modernist uygulamalar bu eğilimin örnekleri arasında sayılabilir. Zorlayıcı yöntemler, halkın gözünde rasyonel-modernist reformların zorbalık, dış dayatma ve hatta din karşıtlığı ile özdeşleşmesine yol açtı. Bu durum, muhafazakâr çevrelerin modernist projeleri “yabancı etki” veya “dini tahrif girişimi” olarak sunmasına imkân vererek, birçok bölgede Ceditçilik hareketinin toplumsal tabanını çökertti.
İbn Haldun’un mirası, Ceditçilik deneyiminin trajik sonuçlarından sonra, kalıcı reformların devlet buyruklarıyla değil, toplumsal gerçekliğe ve kültürel kabule dayanarak gerçekleşebileceğini gösteren metodolojik bir çerçeve sunar.
Gerçek bir dönüşümün başlangıç noktası, bir toplumun kendi medeniyetinin iç dinamiklerini, tarihsel gelişimini ve toplumsal dokusunu rasyonel ve eleştirel biçimde kavramasıdır. İbn Haldun’un umran kavramı, tam da bu içsel toplumsal analiz ihtiyacına işaret eder.
Bu bağlamda rasyonel düşünce, siyasi gücün emrine verilen bir araç değil; geleneğin öz eleştiri yoluyla kendini yenilemesini sağlayan entelektüel bir yöntem olmalıdır. Rasyonalizm ancak böyle bir temelde kök salabilir.
Nitekim Malik Binnebi ve Raşid Gannuşi gibi modern düşünürler, Ceditçilerin düşmüş olduğu güç-merkezli modernleşme hatasından ders çıkararak, rasyonel yenilenmeyi demokratik uzlaşı, toplumsal katılım ve bireysel ictihad üzerinden topluma yaymaya çalışmışlardır. İbn Haldunî’nin kalıcı Mirası politik ya da teolojik çatışma alanlarına doğrudan girmeksizin entelektüel özgürlüğe ve eleştirel düşünceye imkân tanıyan metodolojisinde yatmaktadır.
Kaynaklar
An Analysis of Ibnu Khaldun’s Thoughts About Islamic Rationalism: https://www.researchgate.net/publication/360292028_An_Analysis_of_Ibnu_Khaldun’s_Thoughts_About_Islamic_Rationalism
Islamic Rationalism: A Critical Evaluation of Harun Nasution’s Thought: https://ilhambooks.com/islamic-rationalism-a-critical-evaluation-of-harun-nasutions-thought/
FITRAT’IN CEDİTÇİLİK HAREKETİNDEKİ YERİ: https://nevai.org/fitratin-ceditcilik-hareketindeki-yeri/
Islamic Rationalism: A Dichotomous History Of Liberation And Authoritarianism: https://www.thefridaytimes.com/09-Jun-2022/islamic-rationalism-a-dichotomous-history-of-liberation-and-authoritarianism
6.4 Islamic rationalism: https://fiveable.me/the-islamic-world/unit-6/islamic-rationalism/study-guide/tvDLWvssgU4e6WlQ
Periodisation of the philosophy of Islamic rationalism in the perspective of Zaki Naguib Mahmud: https://www.scielo.org.za/scielo.php?script=sci_arttext&pid=S0259-94222023000100030
Mu’tazilah: the rise of Islamic rationalism: https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/85099/mod_resource/content/0/Mutazila%20-%20rise%20of%20islamic%20rationalism.pdf




































