
Neoliberalizm ve Aydınlanmanın Dönüşümü
Aydınlanma, tarihsel olarak bilginin eleştirel düşünme yoluyla elde edilmesi ve uygulanması olarak tanımlanır. Aydınlanma felsefesi; akıl, sorgulama ve fikirlerin yayılması gibi değerleri merkeze alır ve bilim, yöntem, eğitim ile kamu tartışmaları alanlarında toplumsal ilerlemenin temel taşını oluşturmuştur. 18. yüzyıldaki Aydınlanma Dönemi’nden 20. yüzyılın ortalarına kadar aydınlar, etik, sosyal ve politik meseleler üzerine yapılan tartışmaları şekillendirerek modern demokrasilerin gelişimine önemli katkılar sağlamışlardır. Üniversiteler, kütüphaneler ve salonlar, politika yapımını ve kültürel normları etkileyen tartışmaların merkezi hâline gelmiştir.
Ancak bu aydın geleneği, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası yükselen ve 1980’lerde Margaret Thatcher (İngiltere) ile Ronald Reagan (ABD) gibi liderlerle egemen hâle gelen neoliberalizm ile ciddi bir dönüşüm sürecine girmiştir. Neoliberalizm; özelleştirme, serbest piyasa, deregülasyon ve kolektif refah yerine bireysel refahı ve sorumluluğu ön plana çıkaran bir ekonomik ve siyasal ideolojidir. Başlangıçta ekonomik verimlilik ve büyüme için bir araç olarak sunulsa da, neoliberal politikalar toplumsal değerleri derinlemesine dönüştürmüş ve doğrudan ekonomik fayda sağlamayan faaliyetleri ikinci plana itmiştir.
Bu dönüşüm, özellikle bilim, felsefe, edebiyat ve sosyal bilimler gibi alanlarda Aydınlanma düşüncesinin değerini zayıflatmıştır. Neoliberal mantık, bilgiyi bir kamu malı olmaktan çıkarıp bir “ürün” hâline getirerek bilgi üretimini ve yayılmasını derinden etkilemiştir.
Ekonomik Baskılar ve Bilginin Ticarileştirilmesi
Son birkaç on yıldır neoliberal ekonomik paradigma, eğitim ve araştırma sistemlerini kökten değiştirmiştir. Bu çerçevede en önemli dönüşüm, bilginin ticarileştirilmesidir. Yani entelektüel çabalar, kamu yararı için değil, piyasada satılabilir ürünler olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Bu eğilimin temel nedenlerinden biri, kamu fonlarının üniversitelere yönelik sistematik biçimde azaltılmasıdır. 1980’lerden bu yana birçok ülkede uygulanan tasarruf politikaları, kamu üniversitelerinin bütçelerini ciddi şekilde daraltmıştır. Bu durum, üniversiteleri daha girişimci modellere zorlamış; eğitim ve araştırma faaliyetlerini özel bağışlar, kurumsal ortaklıklar ve öğrenci harçları üzerinden finanse etmeye yöneltmiştir.
Sonuç olarak, üniversitelerin geleneksel görevi olan “toplumun refahı için bilgi üretmek” misyonu giderek “kâr odaklı kurumlar” hâline gelmiştir. Bu süreçte, iş gücü piyasasına doğrudan hizmet eden mühendislik, işletme ve teknoloji gibi alanlara kaynak tahsisi artarken; beşerî bilimler, felsefe ve temel bilimler gibi alanlar giderek marjinalleşmiştir.
Örneğin, ABD’de 2000–2020 yılları arasında beşerî bilimlerde üniversite kayıtlarının %30 oranında düştüğü gözlemlenmiştir. Benzer eğilimler Avrupa ve Asya’da da fark edilmiştir. Bu durum yalnızca akademik çeşitliliği değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri de derinleştirmektedir; çünkü yükseköğretime erişim, artan maliyetler nedeniyle ekonomik kapasiteye bağlı hâle gelmiştir.
Kurumsal Sponsorluk ve Akademik Bağımsızlığın Zayıflaması
Neoliberalizm, üniversitelerin özel sektörle olan ilişkilerini de dönüştürmüştür. Kamu fonlarının azalmasıyla birlikte, üniversiteler araştırma finansmanı için özel şirketlere daha çok bağımlı hâle gelmiştir. Bu iş birlikleri özellikle ilaç, enerji ve teknoloji sektörlerinde yoğunlaşmıştır.
Ancak bu tür sponsorluklar, akademik bağımsızlığı tehdit etmektedir. Örneğin, ilaç şirketleri, kendi ürünlerinin etkinliğini vurgulayan araştırmalara öncelik verirken, yan etkileri ya da alternatif tedavileri araştıran çalışmalara fon sağlamamaktadır. Benzer şekilde, teknoloji devleri yapay zeka araştırmalarına yatırım yaparken, bu araştırmaların etik boyutlarını değil, kâr getirme potansiyelini öncelikli hedef olarak belirlemektedir.
Bu durum, bilimsel çalışmalarda çıkar çatışmalarına yol açmakta ve kamuoyunun bilime olan güvenini zedelemektedir. Ayrıca, araştırmacılar kendi ilgi alanları yerine “piyasa talebine” göre araştırma yapmaya zorlanmaktadır. Yayın sayısı, alıntı metriği ve patent sayısı gibi ölçülebilir çıktılar, kalite yerine niceliği teşvik etmekte; bu da yaratıcılığı ve özgün düşünceleri bastırmaktadır.
Medya ve Teknolojinin Anti-Aydın Tavırları Beslemesi
Medya ve teknoloji, çağımızda bilgiyi üretme, yayma ve doğrulama biçimlerini kökten değiştirmiştir. Özellikle dijital platformlar ve sosyal medya, aydın tartışmaları yerine duygusal tepkileri, basitleştirilmiş söylemleri ve tıklanabilir içerikleri öne çıkaran bir yapıya bürünmüştür.
Sosyal medya algoritmaları, kullanıcıların dikkatini maksimize etmek üzere tasarlanmıştır. Bu nedenle doğruluk ya da derinlikten çok, “duygusal tepki” (öfke, korku, sevinç) uyandıran içerikler öncelik kazanmaktadır. Bu durum, bilim insanları ve uzmanlar tarafından sunulan karmaşık ve dengeli analizlerin, “çarpıcı başlıklı” ve yanlış bilgilendirici içeriklerle rekabet edememesine neden olmaktadır.
Örneğin, 2020 yılında yapılan bir araştırmada, yanlış bilgi içeren sosyal medya paylaşımlarının, doğru bilgiye kıyasla 70 kat daha hızlı yayıldığı gösterilmiştir. Bu durum, kullanıcıların uzman görüşlerine olan güvenini sarsmakta ve bilimsel konsensüsü reddetme eğilimini artırmaktadır.
Clickbait ve Derin Okumanın Kaybı, Popülizm ve Aydın Düşmanlığı
Sosyal medya, ideolojik olarak homojen grupların (echo chamber – yankı odası) oluşmasını kolaylaştırır. Bu alanlarda, uzmanlar ve kurumlar “elit” veya “siyasi önyargılı” olarak etiketlenir ve reddedilir. Örneğin, COVID-19 pandemisi sırasında YouTube ve TikTok gibi platformlarda, uzmanların aksine “doğal tedaviler” ve aşı karşıtı komplo teorileri hızla yayılmıştır. Bu durum, aşıya karşı direnci artırmış ve kamu sağlığı politikalarını zayıflatmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2020 seçimleri sırasında Facebook grupları ve WhatsApp zincirlerinde seçim sonuçlarıyla ilgili yanlış bilgiler hızla yayılmış, seçmenlerin güvenini sarsmıştır. 2024 başkanlık tartışmalarında adayların akademik kurumları “derin devlet” olarak tanımlaması ve bunun geniş kitlelerce paylaşılması, aydın otoritesinin siyasi çizgiyle eşleşmediği sürece şüpheyle karşılandığını göstermektedir.
Elbette teknolojinin Aydınlanma düşüncesinin gelişimine de katkı sağladığı savunulabilir. Açık erişimli dergiler, MOOC’lar (Massive Open Online Courses – Kapsamlı Açık Çevrimiçi Dersler), Coursera ve edX gibi platformlar, milyonlarca kişiye dünyanın önde gelen üniversitelerinden ücretsiz eğitim imkânı sunmaktadır. Yapay zekâ destekli öğretim sistemleri, öğrenmeyi kişiselleştirerek karmaşık konulara erişimi kolaylaştırır.
Ancak bu fırsatlar eşit şekilde dağılmamaktadır. Bick ve arkadaşlarının 2023 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, ABD’de 18-64 yaş arası nüfusun neredeyse %40’ı üretici yapay zekâ kullanıyor olsa da, bunun sadece %23’ü iş yerinde haftalık olarak kullanmaktadır. Bu, erişimin otomatik olarak “değer yaratan” anlamına gelmediğini gösterir.
Ayrıca, dijital okuryazarlık eksikliği, birçok kullanıcının doğru ve yanlış bilgiyi ayırt edememesine neden olmaktadır. Bu nedenle, teknolojinin bilgiye demokratik erişim sağlama potansiyeli olsa da, mevcut yapısı epistemik eşitsizliği (bilgi eşitsizliğini) derinleştirmekte ve anti-aydın eğilimleri beslemektedir.
Neoliberalizmin Yükselişi ve Aydınlanma Düşüncesi
Neoliberalizmin yükselişi, Aydınlanma düşüncesinin toplumdaki yerini ve değerini kökten değiştirmiştir. Üniversitelerin şirketleşmesi, bilginin ticarileştirilmesi, medya algoritmalarının dikkat ekonomisine hizmet etmesi ve popülist siyasetin aydınlara yönelik kışkırtıcı ve aşağılayıcı söylemleri, aydınların etkisini giderek azaltmıştır.
Evet, neoliberalizm bir anti-Aydınlanma ve aydın düşmanlığı üzerinden bugünlere geldi. Sonuçları ise dünya için son derece dramatik oldu. Kakistokrasi yani niteliksizlik — Çin, Rusya ve benzeri ülkeleri saymazsak — küresel çapta büyük bir güç sahibi oldu. Hep durum tespiti yapmak sorunu çözmüyor. Peki, bu eğilimi tersine çevirmek için neler yapılabilir?
1. En önemli çözümlerden biri kamu fonlarının yeniden artırılması ve üniversitelerin özel sektöre bağımlılığının azaltılmasıdır. Örneğin, ilaç şirketlerinin tıp üniversitelerine ve bilim insanlarına yönelik destek fonları mercek altına alınmalı ve üniversitelerin, bilim insanlarının bu şirketlere olan finansal bağımlılığı kamu fonları artırılarak azaltılmalı, hatta tamamen önlenmelidir.
2. Kurumsal araştırmalarda çıkar çatışmaları ve şirket bağımlılığı şeffaf hale getirilmeli ve akademik bağımsızlık korunmalıdır. Gerektiğinde, bu çıkar odakları bizzat müdahale edilerek hukuki takibe alınmalıdır.
3. En önemlisi entelektüel okuryazarlığın geliştirilmesidir. Bu entelektüel okuryazarlığın ille de bir diploma sahibi olmakla ilgisi yoktur. Bunun yanı sıra, dijital okuryazarlık eğitiminin zorunlu hale getirilmesi ve öğrencilerin bilgi kaynaklarını sorgulama becerilerinin geliştirilmesi elzemdir. Bilgiye hızlı ulaşmak büyük bir avantaj olmakla birlikte, bilgiyi derin ve içselleştirilmiş bir şekilde sorgulamak da dijital çağda kazanılması gereken en önemli yetkinliklerden biridir. Nitekim “Aydınlanma”, kişinin kendi aklıyla düşünmeye cüret etmesidir.
4. Diğer önemli bir faktör de dijital ve sosyal medya şirketlerinin algoritmalarının sıkı bir denetime tabi tutulmasıdır. Halkı manipüle edecek bilgi ve haberlerin, yani yanlış bilginin yayılmasını engellemek için gerekli hukuki zemin oluşturulmalıdır.
5. Akademiyi, bilgiyi ve bilimi sadece ekonomik getirisi açısından değerlendirmek; aslında insanı, akademiyi ve bilimi uzun vadede yok etmek anlamına gelir. Entelektüel ve estetik algıdan yoksun bir eğitim, olsa olsa teknik yeteneklerle donatılmış birer canavar yaratır. Örnekleri de çoktur! Bu nedenle beşeri bilimler ve temel bilimlere yapılan yatırımın artırılması, uzun vadeli entelektüel ilerlemeyi teşvik etmek ve hümanist bireyler yetiştirmek tüm toplumlar için elzemdir.
Tekno-neoliberal çağ, bir nevi Orta Çağ’ı geri getirdi. Elbette teknoloji, doğru şekilde yönetildiğinde bilgiye erişimi kolaylaştırır ve demokratikleştirir. Ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için sadece teknolojide değil, aynı zamanda eğitimde, politikada ve toplumsal değerlerde köklü bir dönüşüme ihtiyaç vardır.
Kaynaklar
- American Academy of Arts & Sciences. (2021). Humanities Indicators. https://humanitiesindicators.org
- Brown, W. (2015). Undoing the Demos: Neoliberalism’s Stealth Revolution. Zone Books.
- Brennen, J. S., Simon, F., Howard, P. N., & Nielsen, R. K. (2020). Types, Sources, and Claims of COVID-19 Misinformation. Reuters Institute.
- Danioti, A. (2024). AI-Assisted Coding and Developer Productivity: A Quarterly Analysis. Journal of Technology and Human Interaction.
- Mirowski, P. (2011). Science-Mart: Privatizing American Science. Harvard University Press.
- Tufekci, Z. (2014). The Medium and the Movement: Do Technologies Make Social Movements More Likely? Journal of Communication.
- Vosoughi, S., Roy, D., & Aral, S. (2018). The Spread of True and False News Online. Science, 359(6380), 1146–1151.