
Anarko-Kapitalizm Gerçeği: Liberter ‘Kurtarıcı’ Javier Milei, Sadece Altı Ayda Yoksulluğu %15 Artırdı ve Ülkeyi Bir ABD Hazine Operasyonuyla İpotekledi. Pezo’yu kurtarma vaadiyle gelen “şok terapisi”, neden 1970’lerden bu yana süregelen neoliberal yıkımın son perdesi oldu? ABD finans endüstrisinin borç döngüsündeki kilit rolü ve Arjantin’in egemenliğinin 20 milyar dolarlık “can simidine” nasıl feda edildiğini eleştirel bir gözle inceleyelim.
Arjantin’de yaşanan son ekonomik kriz, yalnızca istikrarsızlığın kronik bir hastalığa dönüştüğü bir ulusun trajik hikâyesinin en son perdesi değildir. Bu kriz aynı zamanda, ideolojik bir saplantının siyasi acemilikle ve sermayenin acımasız mantığıyla birleştiğinde toplumsal felaketi ne kadar hızlı tetikleyebileceğinin küresel bir örneğidir. Ancak bu krizin kökleri Javier Milei’den çok daha derinlere, ABD’nin ve uluslararası kurumların dayattığı neoliberal yapısal uyum programlarının başladığı 1970’lere kadar uzanmaktadır.
Altı ay önce Javier Milei, küresel medyada “özgürlük savaşçısı” ve “liberter mesih” olarak pazarlanıyordu. Oysa sonuç, yüzde 200’ü aşan enflasyon oldu. Milei’nin vaadi basit ama radikaldi: Devleti eline aldığı hızarla kesip biçmek, Merkez Bankası’nı kapatmak ve piyasayı tamamen serbest bırakmak.
Bu “anarko-kapitalist deney”, ilk günlerde uluslararası yatırımcılar ve ideologlar için büyüleyici bir laboratuvar gibi sunuldu. Uluslararası finans kuruluşları, Arjantin’in “ekonomik mucizesinden” söz ediyordu. Ancak gerçekte farklı olan tek şey, bu politikalara “anarko-kapitalizm” adının verilmesiydi. Özünde, özellikle 1976’da faşist bir cuntanın iktidara gelmesinden bu yana uygulanan neoliberal politikaların daha da radikal biçimde sürdürülmesinden ibaretti.
Aynı şeyler daha sert şekilde uygulanıyor, ama farklı bir sonuç bekleniyordu. Bu politikaların pazarlanışı öyle ustalıkla kurgulandı ki dünyaya benzersiz bir örnek olarak sunuldu. Aradan iki yıl geçmeden, kapitalizmin en vahşi biçimine “anarko” gibi sol bir kavram eklenerek yeniden ambalajlandı ve cazip bir ideolojik ürün gibi satılmaya çalışıldı.
Tüm bu güzellemelerin ve “Arjantin laboratuvarı”ndan çıkan beklentilerin ardından, ilk sonuçlar “büyülenme” değil, “dehşet” verici oldu. Yalnızca birkaç ay içinde Milei’nin “şok terapisi”, ekonomik bir kurtuluş değil, toplumun en kırılgan kesimlerini hedef alan zalim bir sınıf savaşı olarak tezahür etti. Pezo yeniden serbest düşüşe geçti, sokaklar isyanlarla doldu ve en önemlisi, Arjantinli “anarko-kapitalist” Milei, ABD hükümetinin 20 milyar dolarlık acil yardımına muhtaç kaldı.
Afralı tafralı kavramlarla sunulan bu vahşi kapitalist ekonomik programların sonucu ise dramatikti. “Görünen köy kılavuz istemez” atasözünü hatırlatacak kadar açık olan bu tabloyu, piyasacı dogmalara iman etmiş olanlara anlatmak ise neredeyse imkânsızdı. Biraz ekonomiden anlayan, biraz da ekonomi tarihi okumuş herhangi biri, bu vahşi deneyin aşağıdan yukarıya değil, tam tersine yukarıdan aşağıya işlediğini; yani uluslararası şirketlere ve küresel sermaye kuruluşlarına devasa bir servet transferinden başka bir şey olmadığını görebiliyordu. Bu tespiti yapmak için deha olmaya gerek yoktu.
Bir zamanlar Şili’de, Pinochet faşizminin darbeyle iktidara gelmesinin ardından uygulanan neoliberal politikalar, “Şili’yi Latin Amerika’nın İsviçre’si” olarak pazarlamıştı. Ancak kısa süre içinde görüldü ki, bu vahşi neoliberal uygulamalar Şili halkına refah değil, derin eşitsizlikler ve toplumsal yıkım getirmişti. Bugün Arjantin’de ise aynı vahşet, bu kez “Milei deneyi” ya da diğer adıyla “anarko-kapitalizm” şeklinde yeniden paketlenip “Arjantin mucizesi” olarak pazarlanmaya çalışıldı.
Sonuç: Bu son krizle birlikte, zaten ekonomik egemenliğini önemli ölçüde yitirmiş olan Arjantin, çok ucuz bir fiyatla –yalnızca 20 milyar dolar karşılığında– ABD’nin ve uluslararası finans şirketlerinin vesayeti altına girdi.
Şimdi Arjantin’in bugüne nasıl geldiğini, bu sürecin sonuçlarını tarihsel ve eleştirel bir bağlamda inceleyelim.
Neoliberalizmin Tarihsel Mirası: 1970’lerden Günümüze Süregelen Yıkım ve ABD Finans Endüstrisi’nin Rolü:
- Sosyal Yıkım: Palanın Altındaki Gerçek Maliyet ve Ekonomik Reformun Sınıfsal Boyutu
- deolojik Hezimet ve Kurumsal Felç: LELIQ’ler, Dolarizasyon ve İflas Eden Güvenilirlik
- Jeopolitik Sömürü: 20 Milyar Dolarlık İpotek ve Yeni Vesayet Çağı
Javier Milei’nin başarısızlığı, Arjantin’in 1970’lerden bu yana ABD’nin ve IMF’nin dayattığı neoliberal politikaların bir “deneme tahtası” olarak kullanılmasının kaçınılmaz ve öngörülebilir sonucudur. Milei’nin “şok terapisi” yeni bir ekonomik model değil, ülkeyi defalarca çöküşe sürükleyen iflas etmiş bir sistemin en radikal tekrarından ibarettir.
Askeri Darbe ve İlk Şok Terapisi (1976–1983)
Arjantin’in sanayileşme modelini hedef alan ilk yapısal dönüşüm, 1976’daki askeri darbeyle başladı. Ekonomi Bakanı José Alfredo Martínez de Hoz’un uyguladığı politikalar, Latin Amerika’daki ilk “serbest piyasa laboratuvarlarından” biriydi. Bu dönemde:
- finansal piyasalar acımasızca serbestleştirildi,
- yerel üretim korumasız bırakıldı,
- spekülatif sermayeye kapılar ardına kadar açıldı.
Sonuç, sanayi üretiminin çöküşü, ülkenin borçlanma eğrisinin dramatik biçimde yükselmesi ve Arjantin’in dış borç sarmalına hızla sürüklenmesi oldu. Darbe rejiminin ekonomik programı, yalnızca Arjantin toplumunu yıkıma uğratmakla kalmadı; aynı zamanda sonraki neoliberal deneylerin kanlı bir zeminini hazırladı.
Bu süreci yalnızca Arjantin’e özgü bir vaka olarak görmek yanıltıcı olur. Benzer şekilde, Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi de neoliberal dönüşümün altyapısını hazırladı. Bugün Türkiye’de yaygınlaşan “acizleştirilmiş toplum” söylemi, işte bu dönemin mirasıdır. Latin Amerika’dan Türkiye’ye, Doğu Avrupa’dan Asya’ya (Çin gibi istisnalar dışında), neoliberal reçeteler aynı kalıpla uygulandı: devletin küçültülmesi, emeğin bastırılması ve piyasanın mutlaklaştırılması. Neoliberalizm. Yani vahset!
Kısacası, neoliberalizm yalnızca bir iktisat politikası değil; küresel ölçekte toplumsal dokuyu parçalayan ve sınıfsal sömürüyü derinleştiren bir ideolojik şiddet projesi olarak işledi. Arjantin’de Milei’nin uygulamaları, bu uzun süreli yıkıcı mirasın yalnızca en son ve en radikal halkasıdır.
Yeniden Arjantin’e Dönelim: Washington Konsensüsü ve 1990’lar Fiyaskosu
Asıl büyük yıkım 1990’larda, Başkan Carlos Menem’in yönetimi altında ve “Washington Konsensüsü”ne tam uyum çerçevesinde yaşandı. Bu dönemde uygulanan politikalar, Arjantin’in ekonomik ve toplumsal yapısını köklü biçimde dönüştürdü:
Paranın Dolara Sabitlenmesi (Convertibility Planı): Pezo, dolara bire bir sabitlendi. Bu düzenleme, başlangıçta ülkeye sıcak para girişini hızlandırdı ve kısa süreli bir istikrar yarattı. Ancak aynı zamanda Arjantin ekonomisini doların dalgalanmalarına karşı savunmasız hale getirdi. Yerel üreticiler, yapay olarak değerli kılınan para nedeniyle uluslararası rekabet gücünü yitirdi.
Kamu İktisadi Teşekküllerinin Özelleştirilmesi: Devlete ait tüm stratejik varlıklar—petrol şirketi YPF, telekomünikasyon, havayolları ve enerji altyapısı—hızla özelleştirildi. Bu süreç, büyük ölçüde uluslararası finans endüstrisinin çıkarına işledi; ülkenin ekonomik egemenliği adım adım aşındı.
Borç Patlaması: Wall Street’teki yatırım bankaları, özelleştirmeleri finanse ederek Arjantin’in borç tahvillerini küresel yatırımcılara coşkuyla pazarladı. Bankalar, borçlanma sürecinin her aşamasından devasa komisyonlar elde etti. Arjantin’in dış borç yükü katlanarak arttı.
Bu neoliberal “başarı hikâyesi” yaklaşık on yıl sürdü. Ancak dolar sabitliği sürdürülemez hale geldiğinde, ekonomi ağır bir çöküşe girdi. 2001’de Arjantin, tarihinin en büyük temerrüdünü (iflasını) yaşadı. Bankalar kapandı, halk sokaklara döküldü, siyasi düzen sarsıldı.
Javier Milei, bu iflas etmiş neoliberal mirası reddetmek yerine, onu en radikal haliyle yeniden canlandırmaya çalıştı. Farkı, bu politikaları “anarko-kapitalizm” etiketi altında paketleyip sunmasıydı. Oysa Milei, Arjantin’in bugün karşı karşıya olduğu yapısal zaafları yaratan ideolojik hattın doğrudan bir ürünüdür.
2001 Krizi ve Toplumsal Tepki: Kirchner Dönemi ve Post-Neoliberal Deneme
2001’deki ekonomik çöküş, Arjantin tarihinin en büyük temerrüdüne yol açtı. Bankaların kapatılması (corralito), halkın tasarruflarının dondurulması ve işsizliğin patlaması sonucunda ülke kitlesel protestolarla sarsıldı. “Cacerolazo” olarak bilinen tencere-tava eylemleri, işsiz hareketleri ve mahalle meclisleri bu dönemde ortaya çıktı. Slogan netti: “Onlar gitmeli!” (¡Que se vayan todos!) – siyasi sınıfa yönelik büyük bir güvensizlik patlamasıydı.
2003’te iktidara gelen Néstor Kirchner ve ardından Cristina Fernández de Kirchner, “post-neoliberal” bir çizgi benimsedi. IMF’ye meydan okuyarak borçların bir kısmını reddettiler, kamu harcamalarını artırdılar, stratejik sektörlerde devlet müdahalesini güçlendirdiler. Bu politikalar, yoksulluğu azaltmada ve büyümeyi yeniden başlatmada kısa vadede başarılı oldu.
Ancak bu model, emtia fiyatlarının yüksekliğine bağımlıydı. Soja (soya fasulyesi) ihracatına dayalı büyüme, küresel piyasalardaki dalgalanmalara karşı kırılgandı. Yapısal dönüşüm sağlanamadığından, Arjantin ekonomisi yeniden dış borçlanmaya ve sermaye hareketlerine bağımlı hale geldi.
Sosyal Yıkım: Palanın Altındaki Gerçek Maliyet ve Ekonomik Reformun Sınıfsal Boyutu
Milei’nin “şok terapisi”, saf ekonomik rasyonalite maskesi altında, ülkenin sosyal dokusunu parçalayan bir dizi politikalar bütününden oluşuyordu. Kemer sıkma politikaları teorik olarak mali disiplin getirdiği iddia edilse de, bu politikaların halka ödettiği telafi edilemez bedel, projenin özünde sınıfsal bir yıkım olduğunu ortaya koydu.
Toplumsal Uçurumun Derinleşmesi
Milei’nin ilk icraatları, maliyetleri en yoksul ve orta sınıfın sırtına yükledi:
Kamu İşlerinden Çıkarma ve Ücretleri Dondurma: On binlerce memurun işten çıkarılması ve emekli maaşlarının dondurulması, iç tüketimin can damarını kesti. Bu uygulamalar yalnızca mali bir kalem değil, milyonlarca ailenin temel geçim kaynağını da hedef aldı.
Kamu Desteğinin Acımasızca Kaldırılması: Enerji, ulaşım ve yakıt sübvansiyonlarının aniden kesilmesi, hane halkı faturalarında üç haneli artışlara yol açtı. Temel hizmetlere erişimin lüks haline gelmesi, zaten kırılgan durumda olan orta sınıfı hızla yoksulluk sınırına itti.
Yoksulluk Oranındaki Patlama: Hükümetin gıda programları ve altyapı projelerine yönelik kesintiler, yoksulluk oranının dramatik biçimde artmasına sebep oldu. Bağımsız araştırmalar, göreve geldikten kısa süre sonra yoksulluk oranının %40 civarında olduğu Arjantin’de, bu oran %55’in üzerine çıktı.
Milei, mali fazlayı bir “başarı hikâyesi” olarak sunarken, bu fazlanın kan ve terle yazıldığını görmezden geldi. Bütçe dengesinin sağlanması, devletin yaşlılara ve yoksullara olan yasal yükümlülüklerini kısıtlaması yoluyla gerçekleşti. Bu bir ekonomik başarı değil, siyasi bir tercihti: Finansal piyasaların memnuniyetini, Arjantin halkının temel refahının üstünde tutmak.
Şok terapisi, acıyı ve yükü eşit dağıtmak yerine, yükü toplumun en zayif kesimine orantısızca yükleyen bir sosyal mühendislik projesiydi. Temel mantığı, 1970’lerin diktatörlük ekonomistlerinin uyguladığı “ekonomik şiddet felsefesini” yeniden canlandırmaktı.
İdeolojik Hezimet ve Kurumsal Felç: LELIQ’ler, Dolarizasyon ve İflas Eden Güvenilirlik
Bu bölüm için başlarken kısa bir not: LELIQ, Arjantin Merkez Bankası’nın 28 günlük faiz getiren yükümlülüklerini ifade eder (İspanyolca kısaltmasıyla LELIQ). Seçim kampanyası boyunca Milei, bir günlük repo işlemlerinin parasal fazlalıkları emmek için ana araç haline geleceğini ve LELIQ’lerin Arjantin ekonomisinin temel sorunlarından biri olduğunu sıkça dile getirdi.
Milei’nin siyasi kariyeri, para politikasındaki radikal çözümü—dolarizasyonu—gerçekleştirme vaadi üzerine inşa edilmişti. Ancak Şok Terapisi uygulandıkça, bu vaadin ne kadar temelsiz ve uygulanamaz olduğu ortaya çıktı.
Arjantin Merkez Bankası’nın LELIQ olarak bilinen borç sarmalı, ekonominin boynundaki en büyük yükümlülüklerden biriydi. Bu borçlar çözülmeden dolarizasyonu gerçekleştirmek ya tüm pezo yükümlülüklerinin anında değersizleşmesine yol açacak hiperenflasyonu tetikler, ya da hükümetin devasa miktarda dolar bulmasını gerektirirdi.
Milei, LELIQ sorununa somut ve uygulanabilir bir çözüm sunmak yerine, yalnızca sosyal politikalar alanında kesintiler yaptı ve bütçeyi daraltarak yoksul kesimleri daha da savunmasız bıraktı. Piyasa, kısa sürede Milei’nin bu teknik ve karmaşık sorunu çözme kapasitesinin olmadığını değerlendirdi. Dolarizasyon planının sadece söylemde kalması, yatırımcı güvenini tamamen zedeledi.
Bu durum, neoliberal ideolojik saplantının reel ekonomiyi ve devlet yönetimini piyasa mantığıyla yönetilebileceği yanılgısını açıkça ortaya koydu. Tarih, 1970’lerden Şili deneyimiyle başlayarak İngiltere, ABD, Türkiye ve Rusya dahil birçok ülkede benzer politikaların ağır sonuçlar doğurduğunu göstermiştir. Aynı politikaları uygulayıp farklı sonuçlar beklemek, ekonomik mantık çerçevesinde mümkün değildir.
Neoliberal politikalar, temel amacı ekonomik büyüme yaratmak değil, devlet kaynaklarını ve ulusal serveti sermayeye transfer etmektir. Arjantin deneyimi, bu ideolojinin toplumsal maliyetini ve sınıfsal eşitsizliği nasıl derinleştirdiğini açık biçimde ortaya koymuştur.
Bir Sarlatan (Milei) ve Kurumsal Felç
Milei’nin sözde Anarko-Kapitalizm ideolojisi, Kongre’de ve eyalet yönetimleriyle uzlaşmayı da reddetti. Mecliste azınlıkta olan bir partinin lideri olarak, kilit “reformlarını” geçirebilmek için uzlaşmaya ihtiyacı vardı. Ancak ABD’yi ve küresel finans şirketlerini desteğini arkasına alan Milei, herhangi bir uzlaşmaya yanaşmadı: “Arkamda küresel finans şirketleri ve ABD gibi bir güç var, ne uzlaşması?” anlayışıyla hareket etti.
Sözde “Anarko-Kapitalist” aktör, iki yıl sürmeden ibretlik bir şekilde tamamen iflas etti ve Arjantin’i yeniden ağır bir krizle baş başa bıraktı. Milei’nin güvendiği uluslararası sermaye ve yatırımcılar da ona pek güvenmedi; çünkü bir ülkeye uzun vadeli sermaye enjekte etmeden önce o ülkenin liderinin reformları uygulayabilme kapasitesine bakarlar. Yani belirli bir ölçüde asgari bir istikrar ararlar.
Zaten Kongre’den yasaları geçiremeyen Milei, uluslararası sermaye açısından da Arjantin’in yatırım yapılabilirliğine dair tüm umutları yerle bir etti. Hükümetin politikaları sadece radikal değil, aynı zamanda istikrarsız ve sürdürülemez olarak algılandı. Bu siyasi felç, piyasanın güvenini hızla tüketerek, pezo üzerindeki baskıyı yeniden artırdı ve ülkeyi kaçınılmaz bir iflas (temerrüt) sarmalına geri döndürdü.
ABD Finans Endüstrisi: Çöküşten Kâr Etmenin Tarihi
ABD Hazine Bakanlığı’nın 20 milyar dolarlık kurtarma paketi, yalnızca bir hükümet müdahalesi değil; Wall Street’in Arjantin’deki uzun ve kârlı müdahalesinin son halkasıdır. Büyük ABD yatırım bankaları, 1990’larda Arjantin tahvillerini agresif bir şekilde satarak yüksek komisyonlar kazandılar. 2001 krizinden sonra da devasa kârlar elde etmeye devam ettiler:
Megacanje Fiyaskosu: 2001’deki büyük borç takas operasyonunda (“Megacanje”), ABD’li bankalar (özellikle Merrill Lynch), ülkenin borç yükünü daha da ağırlaştıran yapıları organize etti ve karşılığında astronomik ücretler aldı. Buna ekonomik yardım paketleri adı verildi.
Akbaba Fonlarının Rolü: Kriz sonrasında ABD merkezli hedge fonları (“akbaba fonları”), temerrüde düşmüş tahvilleri ucuza toplayıp New York mahkemelerinde tam ödeme için dava açarak Arjantin’i on yıl boyunca uluslararası finansal abluka altında tuttu. Bu durum, ülkenin uluslararası piyasalara erişimini felç etti.
Bu nedenle, ABD Hazine Bakanlığı’nın Döviz İstikrar Fonu (ESF) müdahalesi, Arjantin’in çöküşüne yol açan finansal sistemi yaratan ve bundan kâr eden Amerikan çıkarlarını koruma eylemidir. Bu durum, kurtarılanın Arjantin değil, ABD’nin finansal sistemi ve Wall Street müşterilerinin istikrarı olduğunun en net kanıtıdır.
ABD’nin Amaci Arjantin’i Kurtarmak Degil Vesayet Altina Almaktir
Milei’nin Şok Terapisi deneyiminin siyasi ve ekonomik felaketi, ABD’nin ani ve şaşırtıcı müdahalesiyle sonuçlandı. ABD Hazine Bakanı Scott Besant’ın Arjantin’i “sistemik olarak önemli bir ABD müttefiki” ilan etmesi ve 20 milyar dolarlık takas (swap) hattını işaret etmesi, bir kurtarma eyleminden çok, jeopolitik bir hamleydi. Burada “sistemik”ten kasıt, neoliberalizmin yol açtığı sistemik krizdir. Bu Arjantin deneyimi, ister “Anarko-Kapitalizm” ister “Libertaryen Kapitalizm” olarak adlandırılsın, bu neoliberal vahşi kapitalist dönemin sona yaklastigina işaret ediyor ve korkularınin asıl nedeni budur.
ABD’nin bu müdahalesi bir jeopolitik operasyon olarak bu üç ana başlık altında özetlenebilir:
Çin Etkisini Engelleme: ABD için, Latin Amerika’da stratejik konuma sahip bir ülkenin tamamen çökerek Çin’in finansal etki alanına girmesi kabul edilemezdi. 20 milyar dolar, Arjantin’in egemenliğini Washington’a daha sıkı bağlamak için ödenebilecek ucuz bir bedeldi.
Finansal Status Quo’yu Koruma (Mevcut Durum): Müdahale, Arjantin’in temerrüdünün küresel sermaye piyasalarında yaratacağı dalgalanma riskini bertaraf etmeyi amaçladı. Böylece mevcut finansal düzen, yani Wall Street’in çıkarlarını koruyan status quo güvence altına alındı.
İdeolojik İflasın İronisi: Milei, kendi ideolojisinin yıkımını önlemek için, en çok nefret ettiği devlet eliyle —ABD devleti aracılığıyla— borca daha da bağımlı hale getirildi. Bu durum, her fırsatta “devlet müdahalesini” reddeden bir anlayışın tilkinin dönüp dolaşıp kürkçü dükkânına gelmesine benzer. Ortaya çıkan tablo, neoliberalizmin klasik kuralını bir kez daha teyit etti: Kâr özelleştirilir, zarar ise topluma ödetilir. (Not: Burada kastedilen, Milei’nin ABD’den nefret etmesi değil; devlet müdahalelerine karşı radikal bir şekilde karşı çıkmasıdır.)
Trajik Bir Döngünün Tekrarı ve Arjantin’nin Kaybolan Egemenligi
Javier Milei’nin Şok Terapisi deneyi, sadece altı ayda acımasız bir sosyal yıkıma, siyasi felce ve uluslararası vesayete yol açtı. Enflasyonla mücadelede elde edilen kısa süreli soluklanma, milyonlarca insanın hayat pahalılığı altında ezilmesiyle sağlandı; bu, bir ekonomik reformun sonucu değil, 20 milyar dolarlık ABD fonuyla suni olarak yaratılmış geçici bir rahatlamaydı. İleri ki dönemde, bu soluklanmanın da kalıcı bir etkisi olmayacağı görülecektir.
Milei’nin Anarko-Kapitalizm vaadi, Arjantin duvarına tosladı ve dramatik bir şekilde başarısız oldu. Kendini sözde “küresel elitlerin baskısından kurtaracak özgürlük şampiyonu” olarak gören bir sarlatan, ülkesini en büyük yabancı gücün siyasi ve ekonomik ipoteği altına soktu.
Bu durumun nihai sonucu açıktır: Arjantin, bir kez daha kendi temel sorunlarını çözme kabiliyetini, dışarıdan gelen geçici nakit enjeksiyonuna feda etti. Bu sadece bir Milei başarısızlığı değil; Arjantin’in asırlık istikrarsızlık döngüsünün —borçlanma, çöküş ve yeniden borçlanma kuralının— yakin zamanda değişmeyeceğinin en acı kanıtıdır. Ülkenin kaderi, Arjantin halkının acı çekmeye devam etmesi pahasına, Washington’daki ofislerde ve Wall Street’teki finans kurumlarında belirlenmeye devam edecektir. Bu bir kurtarma değil; bir vesayetin pekiştirilmesi ve neoliberal yıkımın son perdesidir.
Kaynaklar:
The History of Argentina’s Crisis: A complete guide: https://worldhistoryjournal.com/2025/04/02/history-argentina-crisis-complete-guide/
Argentina’s Economic Shock Therapy: Assessing the Impact of Milei’s Austerity Policies and the Road Ahead: https://primeeconomics.org/articles/argentinas-economic-shock-therapy-assessing-the-impact-of-mileis-austerity-policies-and-the-road-ahead/
Can ARGENTINA FAIL Again? Milei’s Project Suffers a Crushing Defeat: https://www.youtube.com/watch?v=llBECrFHOjA
The Link Between Neoliberalism and Austerity in Sociology: https://easysociology.com/sociology-of-ideology/the-link-between-neoliberalism-and-austerity-in-sociology/
The real reason Argentina’s economy is such a mess: https://www.youtube.com/watch?v=E7MzfNTSk4A
Can a US bailout save Argentina’s Javier Milei?: https://www.ft.com/content/792c1bc0-b983-4da5-90a5-745d9f714ea9
Introduction: the Crisis and Austerity Neoliberalism:
Rise and Collapse of Neoliberalism in Argentina: The Role of Economic Groups: https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/0169796X04050957
Under President Milei, the worst economic crisis in decades puts Argentine ingenuity to the test: https://apnews.com/article/argentina-economy-crisis-javier-milei-president-peronist-crisis-8a8ac450fa5f7942f61ab092fdd4ed15