
JENNIFER BURNEY ve STEPHAN HAGGARD
Ukrayna’daki insani kriz herkesin görebileceği kadar açık ve ölü sayısı arttıkça bir güçsüzlük hissi yaratıyor. Bununla birlikte, Ukrayna sınırlarının ötesinde çok daha büyük bir can kaybı tehdidi oluşturan, daha az görünür ikinci bir insani yüzü var. Dünya genelinde gıda fiyatları, on yılı aşkın süredir görülmeyen oranlarda yükseliyor ve önümüzdeki yıl gerçek bir arz şokuna ilişkin endişeler artıyor. Bu gelişmeler, halihazırda en savunmasız durumdaki ülkelerde sadece açlık, yetersiz beslenme ve kıtlığın değil, aynı zamanda kentlerde politik şiddet ve savaşın parçaladığı ülkelerde kötüleşen koşulların habercisi.
Avrupa’nın enerji yaptırımlarının jeopolitik etkileri nedeniyle, emtia fiyatlarına ilişkin manşetler doğal olarak petrol ve gaz piyasalarına odaklandı. Ancak, bir mal sepetindeki aylık fiyat değişikliklerini gösteren FAO gıda fiyat endeksi, daha Ukrayna’daki savaşın tüm etkileri görülmeden önce, Şubat ayında tüm zamanların en yüksek seviyesine yükselmişti. Trading Economics tarafından takip edilen bireysel emtialar için daha yakın tarihli veriler, fiyatların geçmiş krizlerden bu yana görülmemiş seviyelere tırmandığını gösteriyor. İşgal öncesi bu eğilimler, esas olarak, geçen yıl yaşanan kuraklık ve sellerin stoklarda büyük erimesine ve fiyat artışlarına yol açtığı bitkisel yağdan kaynaklandı.
Rusya’nın işgali, dünya gıda ekonomisinin durumunun üstüne tuz biber ekti. Birlikte, Rusya ve Ukrayna, dünyadaki temel gıda ürünlerinin başlıca üreticileri ve tedarikçileridir. İki ülkenin üretimi, dünya buğday üretiminin yüzde 14’ünü ve ihracatının yaklaşık yüzde 30’unu ve arpa üretiminin yüzde 19’unu ve ihracatının yüzde 30’undan fazlasını karşılıyor. Tek başına Ukrayna, dünya ayçiçek yağı ihracatının yarısından fazlasını ve dünya mısır ihracatının yüzde 15’ini oluşturuyor ve Çin’in en büyük tedarikçisi konumunda. Üretim kısmında henüz sorun yok; kış buğdayı zaten savaştan önce ekilmişti. Daha ziyade, Karadeniz limanlarının kapatılması ve işgal edilmesi ve denizcilikle ilgili belirsizlikler şu anda arzı kesintiye uğratıyor. Ancak savaş devam ederse, bu mahsullerin çoğunun ekildiği ilkbahar ekimi etkilenecektir.
Bunu daha önce de yaşadık. 2007-2008’de hızla yükselen gıda fiyatları, tahminen 130 milyon insanı yoksulluğa itti. Halihazırda savunmasız olanlar kronik açlığa ve yetersiz beslenmeye sürüklendi. Ancak kriz, Kamerun ve Fildişi Sahili’nden Mısır, Pakistan, Filipinler ve Meksika’ya kadar uzanan düzinelerce ülkede meydana gelen gıda isyanlarıyla hızla insani bir krizden siyasi bir krize dönüştü.
Bu krizin izi müthiş enerji ve iklim şoklarına kadar sürülebilir. Yüksek petrol fiyatları, ABD’li çiftçilerin mahsullerini iyi niyetli ancak sonuçta kusurlu bir etanol programına yönlendirmesine neden oldu, ancak bu aynı zamanda dünya çapındaki çiftçilerin gübre ve girdiler için daha fazla ödeme yapması anlamına geliyordu. Bir kuraklık Avustralya buğday üretimini felce uğrattığında, hasarı telafi etme kabiliyetine sahip ülkeler paniğe kapıldı ve kendi ihracatlarını durdurdular.
Mevcut arz şokunun kaynağı farklı olsa da, piyasa koşulları üzerindeki etkisi ürkütücü bir şekilde benzer görünüyor. Yüksek petrol fiyatları, petrol mahsulü kaynakları üzerinde yakıt olarak kullanılmak üzere baskı oluşturuyor; Ukrayna, 2022 yılı boyunca bazı gıdaların ihracatını yasakladı, Rusya da müttefik olmayanlara gübre ihracatını yasakladı. Ancak şimdi, destede yeni bir joker var: Çin. Son gıda krizinden bu yana Çin, net gıda ihracatçısı olmaktan dünyanın en büyük ithalatçısı konumuna geldi. Ülke muazzam döviz rezervlerine sahip ve bütün kış Avrupa ve Avustralya buğdayını topladı ve Putin Ukrayna’yı işgal etmeden önce bile fiyatların yükselmesine katkıda bulundu. Savaş uzadıkça bu satın alma çılgınlığı devam etti.
Dünyadaki gıda durumunun kötüleşme hızı endişe verici. Şu ana kadar gıda fiyatlarındaki artışın etkileri başta Ortadoğu olmak üzere Karadeniz’den gelen arza en çok bağımlı bölgelerde hissedildi. Mısır, bu tehlikenin işaretini veren ilk ülke oldu. Savaşın ülkedeki gıda fiyatları üzerindeki etkileri olağanüstü hızlı oldu ve geçen hafta ülke -bir kez daha- IMF’den yardım istedi. Mısır’ın yoksul haneleri, temel gıda maddesi olarak basit bir gözleme ekmeğine bağımlı ve ülke, dünyanın en büyük buğday ithalatçısı. Tedarikinin kabaca yüzde 80’i Ukrayna ve Rusya’dan geliyor ve savaşın ilk günlerinden itibaren ülkedeki buğday fiyatları yüzde 40’ın üzerinde arttı.
Savaş devam ederken, gıda güvensizliği en çok nereyi vuracak? Cevap ne yazık ki basit: tam da zaten en savunmasız durumda olan ülkeleri ve haneleri. En ciddi şekilde etkilenenlerin tam da kendi iç savaşlarının ortasında olanlar veya bunun yaralarını saranlar olması ciddi bir ironidir. Dünya Gıda Programı’nın (yine Ukrayna’daki çatışmanın başlamasından hemen önce gerçekleştirilen) yakın tarihli bir operasyonel öncelik araştırması, iç savaş ile insani krizler arasındaki bağlantıların altını çiziyor. Öncelikler araştırmaları, adeta dünyadaki iç savaşların yıldızlar geçidi. Yemen listenin başında yer alıyor, ancak Afganistan, Suriye, Etiyopya ve Sahra çevresinde yayılan ve birbiriyle bağlantılı iç savaşlar, çok sayıda olası Yemen yarattı. Özellikle Sahra çevresindeki ülkeler için, daha uzun vadeli iklim değişiklikleri yerel üretimi baskıladı ve ithalata olan bağımlılığı artırdı. Kuraklık gibi tek bir iklim şoku, zaten için için için yanan gıda acil durumunu kolayca tam bir kıtlığa dönüştürebilir.
Peki, ne yapılmalı? İlk zorunluluk, Ukrayna’daki savaşın ve insani sonuçlarının, gelişmekte olan dünyanın derinliklerine ulaşan küresel bir savaş olarak görülmesi gerektiğidir. Bu, orta sınıf Avrupalı kurbanlarla sınırlı bir kriz değil.
İkincisi, dünyanın tahıl ambarlarından birinden kaynaklanan kayıpları tamponlayarak dünya gıda ekonomisinde hızlı bir şekilde dayanıklılık oluşturmamız gerekiyor. ABD’li çiftçiler ve diğer büyük tahıl ihracatçılarından olanlar sadece ekim, hasat ve ihracat yaparak üzerlerine düşeni yapacak olsa da, piyasaların şu anda yardıma ihtiyacı var. Acil müdahale önemlidir. Krizden hemen önce, Dünya Gıda Programı (WFP), 270 milyondan fazla insanın “akut gıda güvencesiz” veya yüksek risk altında olduğunu tahmin ediyordu – bu, on yılların en yüksek rakamıydı. Bu sayı çarpıcı bir şekilde artacak olsa da, WFP aracılığıyla acil müdahale finansmanı, öngörülen ihtiyacın yalnızca dörtte birini karşılıyor. Yiyecek tedarikinin gerekli olduğu durumlarda, seferber edilmeleri gerekir; yoksullara yapılan nakit yardımları işe yarayacak olsa da, bu desteğin de seferber edilmesi gerekiyor.
Son olarak, tıpkı savaşa yanıt vermede rol oynadığı gibi, ABD’nin de bu çabaya öncülük etmesi gerekecek. Buna, 2007-2008 krizinden öğrenilen derslerin uygulanması da dahildir: ABD’nin, doğrudan gıda bağışlarını yeniden etkinleştirmek de dahil olmak üzere, müttefikleri ve ortakları toplaması ve Dünya Gıda Programı’na verdiği desteği artırması gerekiyor. ABD-Çin ilişkileri bozulmaya devam ederken, gıda krizi potansiyel bir işbirliği fırsatı sunuyor. Çin, daha iyi huylu bir uluslararası düzen, “ortak kader topluluğu” şekillendirme arayışından bahsediyor. İster hisse senedi çıkararak ister acil durum çabalarını finanse ederek olsun, bu özel sorunla mücadele etmek, bu vaadi yerine getirecektir.

Jennifer Burney, araştırması iklim ve gıda güvenliği arasındaki ilişkiye odaklanan bir çevre bilimcidir.

Stephan Haggard, Famine in North Korea: Markets, Aid and Reform‘un (Kuzey Kore’de Kıtlık: Piyasalar, Yardım ve Reform) yazarıdır. Her ikisi de California San Diego Üniversitesi’ndeki Küresel Politika ve Strateji Okulu’nda ders veriyor.
Bu makale Political Violence at a Glance’de yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş