
Son yıllarda yaşanan küresel olaylar, modern politik şiddetin yalnızca ideolojik bir zemine dayanmadığını; aynı zamanda kişisel kin, ekonomik çaresizlik ve dijital radikalleşmenin ördüğü karmaşık bir dokudan beslendiğini ortaya koyuyor. 6 Ocak 2023’te ABD Kongre Binası’na düzenlenen saldırıdan, Brezilya’daki favelalarda süren çatışmalara kadar, ilk bakışta birbirinden kopuk görünen bu olayların kökleri aslında kesişen sistemik krizlere dayanıyor. Dün yayımladığımız makalede Brezilya’daki şiddet sarmalını ve “Restorative Justice” yani onarıcı adalet uygulamalarını; yerel aktörlerin şiddetin önüne geçmek için gösterdiği çabaları kısa bir şekilde incelemiştik. Bugünkü makalemizde ise ABD’deki politik şiddete odaklanacağız.
Bu çerçevede sıkça kullanılan kavramlardan biri de “düdüklü tencere”dir. Bu kavram, biriken baskı ve stresin sonunda patlamaya hazır hale gelmesini simgeler. Makalemizde, bu “düdüklü tencere” durumunu yaratan dinamikleri ve şiddet döngüsünü kırmak için geliştirilen olası çözümleri mercek altına alacağız.
Burada, “Unabomber” kavramına da kısa bir bakış atmak faydalı olacak. Theodore John “Ted” Kaczynski (22 Mayıs 1942 – 10 Haziran 2023), Unabomber olarak bilinen, ABD’li matematikçi, yazar ve doğa merkezli anarşiyi savunan eski bir akademisyendi. Çok yetenekli bir çocuk olarak 15 yaşında Harvard’da burslu matematik eğitimi aldı; ancak 1969’da akademiden ayrılarak Montana ormanlarında elektrik ve su olmayan bir kulübede yaşamaya başladı. 1978–1995 yılları arasında 16 paket bomba gönderdi; bu saldırılarda 3 kişi hayatını kaybetti, 23 kişi yaralandı. Kaczynski, eylemlerini modern dünyanın özgürlük ve onur kavramlarını erozyona uğrattığı gerekçesiyle “aşırı ama gerekli” olarak nitelendirdi. FBI, bombaların özellikle üniversite profesörleri ve havayolu yöneticilerine gönderilmesi nedeniyle Kaczynski’yi “University and Airline Bomber / UNABOMBER” yani “Üniversite ve Havayolu Bombacısı” olarak adlandırdı.
Kavramın kökenine kısa bir göz attıktan sonra, şimdi asıl konumuza dönelim: ABD’deki politik şiddetin günümüzdeki yüzüne ve bu şiddeti besleyen dinamiklere.
Bireyselleşen Şiddet: Yeni Savaş Alanı
Modern politik şiddetin en dikkat çekici yönlerinden biri, doğasının değişmesidir. 20. yüzyılda bu tür eylemler genellikle gizli ve hiyerarşik yapılara sahip örgütler tarafından gerçekleştirilirken, günümüzde şiddet türü çok daha öngörülemez bir hal aldı. Bir zamanlar “Unabomber” gibi istisnai görülen münferit saldırılar, artık yaygın bir olguya dönüşmüş durumda.
Nitekim yalnızca 2020’den bu yana ABD’deki politik şiddet olayları %30, bu olaylardaki ölüm oranları ise %45 artış gösterdi.
Yeni şiddet biçimi, büyük ideolojik manifestolardan ziyade kişisel şikâyetler ve duygusal tepkiler üzerine kurulu. Örneğin 2024’te eski bir ABD başkanına saldıran kişinin notları, komünizm ya da beyaz üstünlüğü gibi ideolojilerden çok, “yok sayılma” ve “kontrolü geri alma” duygularını dile getiren, dağınık el yazısı sayfalardan oluşuyordu. Siyaset bilimci Barbara Walter bu eğilimi “tetikte bekleme onayı” olarak tanımlıyor: Birey, devletin hiçbir şey yapmayacağına kanaat getirdiğinde, harekete geçmenin kendi görevi olduğuna inanıyor.
Yalnız Kurtların Gölgeleri
Bu “yalnız kurt” saldırıları, örgütlü grupların eylemlerinden farklı olarak planlama, bir örgüte mensub olma veya ağ kurma süreçleri içermediği için önceden engellenmesi oldukça zor. 2025’te Pensilvanya Valisi Shapiro’nun evine düzenlenen kundaklama saldırısı bunun çarpıcı örneğiydi. Failin herhangi bir milis örgütle bağlantısı yoktu; yalnızca komplo videolarıyla dolu bir YouTube geçmişi ve 700 dolarlık benzin bidonları vardı. Bu, günümüz şiddetinin korkutucu sadeliğini gözler önüne seriyor: Gizli toplantılara gerek yok, algoritmalar size günün 24 saati öfke ve nefret pompalayabiliyor.
Organize Grupların Yeni Dinamikleri
Bireyselleşen saldırıların yanı sıra organize şiddet grupları da dönüşüm geçiriyor. 2020’de Michigan valisine yönelik kaçırma planı gibi komplolar hâlâ askeri eğitimler ve koordineli hazırlıklar gerektiriyor. Ancak dikkat çekici olan, bu grupların üyelerinin aynı zamanda internet üzerinden sürekli içerik paylaşması ve kendi şiddet planlarını ifşa etmesiydi. Bu durum, organize şiddetin bile artık kişisel bir “marka performansı”na dönüştüğünü gösteriyor. Türkiye’de de “Daltonlar” ve benzeri mafyatik siddet örgütleri de birer “marka performansina” dönüsmüs durumda.
Artık şiddet yalnızca fiziksel zarar vermek için değil, aynı zamanda sembolik mesajlar göndermek için de kullanılıyor. Sosyolog Mark Lichbach, bu nedenle modern politik şiddeti “kimlik performansları” olarak tanımlıyor. 2024’teki Trump suikastçısının eylemi bunun çarpıcı örneklerinden biriydi: Fail, manifestosunu kameraların göreceği bir noktaya bırakarak saldırıyı bir tür sosyal medya gönderisine dönüştürdü.
Düdüklü Tencere Anı: Sistemi Besleyen Krizler
Pew Araştırma Merkezi’nin verilerine göre Amerikalıların %60’ı, bazı koşullarda politik şiddeti “bir şekilde haklı” buluyor. Bu bulgu, şiddetin beslendiği derin sosyal ve ekonomik kökleri açıkça ortaya koyuyor. Ancak bu eğilim bir anda ortaya çıkmadı. Sosyolog Mark Lichbach’ın “kendine yardım” teorisine göre, insanlar kurumların şikâyetlerine kulak asmadığını düşündüklerinde, sorunlarını kendi ellerine almaya yöneliyor. Ayni durumu Türkiye’de de görmek mümkün. Kurumlardan umudu kesen insanlar kendi “adaletlerini” saglamaya yöneliyorlar. Bu durum aslinda kurumsal cöküsünde bir emarasidir. Örnegin Küçük bir kasaba fabrikasında işçiler, kendi işletmeleri kapanırken politikacıların sirketlere yönelik teşvik paketlerini tartıştığını gördüğünde, yıllar süren bu hayal kırıklığı kolaylıkla bir benzin bidonunu “megafona” dönüştürebiliyor.
Ekonomik eşitsizlik, aynı zamanda bölgesel bölünmelerde de somutlaşıyor. 2022’de Minnesota’da üç milletvekilinin vurulduğu olayın faili, medyan gelirin -Medyan, istatistikte bir veri setindeki değerler küçükten büyüğe veya büyükten küçüğe sıralandığında tam ortada yer alan değerdir- on yılda %20 düştüğü bir ilçeden geliyordu. Sosyal medya paylaşımları ideolojik söylemlerden çok, müzayedeler ve tıbbi borçlarla ilgiliydi. Bu da şiddeti tetikleyen unsurun soyut bir “zengin-fakir uçurumu” değil, bir topluluğun yavaş yavaş yok oluşuna tanıklık etmenin somut deneyimi olduğunu gösteriyordu.
Siyasi kutuplaşma bu tabloyu daha da keskinleştiriyor. Siyaset bilimci Barbara Walter’a göre, ekonomik çaresizlik ve ekonomik siddet partizan medya tarafından filtrelendiğinde, karşı taraf artık “yurttaş” olarak değil, ya “seçkin” ya da “sefil” olarak görülüyor. 2025’te Vali Shapiro’nun evine yönelik kundaklama saldırısının manifestosunun %40’ı ekonomik şikâyetlerden, %60’ı ise TV haberlerinde duyduğu söylemlerden oluşuyordu. Bu karışım, şiddetin yalnızca yoksulliktan değil, aynı zamanda bu yoksullugun failine dair yapılan yorumlardan beslendiğini ortaya koyuyor.
Devlete duyulan güvenin tarihin en düşük seviyelerine inmesi ise yasa dışı eylemleri giderek meşrulaştırıyor. 2020’de yakalanan Michigan Milis üyelerinin şifreli sohbetlerinde sık sık şu ifade geçiyordu: “Artık dilekçe yok.” Bu, onların anarşist olduğu için değil, oy vermenin artık hiçbir işe yaramadığına gerçekten inandıkları için dile getiriliyordu. Kurumlara olan inanç eridikçe, şiddet giderek bir “sivil görev” gibi görülmeye başlanıyor.
Öfke algoritmaları ve Küresel Geri Döngüsü
Bu “düdüklü tencereye” eklenen bir diğer kritik unsur, sosyal medyanın öfke algoritmalarıdır. 2024’te yapılan bir araştırmaya göre, kırsal bölgelerdeki kullanıcılar, benzer tarama geçmişine sahip kentsel kullanıcılara kıyasla %30 daha fazla “sistemik başarısızlık” içerikleriyle karşılaşıyor. Bu durum, zaten var olan terk edilmişlik duygusuna adeta benzin döküyor.
Dijital radikalleşme ise küresel bir döngü yaratıyor. 2023’te Brezilya’daki kongre saldırılarından 2024’te Hindistan’daki tren bombalamalarına kadar, faillerin ortak noktası aynıydı: özenle seçilmiş, tek taraflı sosyal medya içerikleri. Algoritmalar yalnızca kullanıcıların ilgi alanlarını yansıtmakla kalmıyor; ilgi alanlarını öngörerek, besleyerek daha da güçlendiriyor. Bir araştırmaya göre, bir protesto videosu izleyen kullanıcıların, yalnızca beş tık içinde silahlı çatışma içeriklerine ulaşma olasılığı %37 daha yüksek.
Şifreli mesajlaşma uygulamaları da adeta yeni “yeraltı toplantı salonlarına” dönüştü. Whitmer komplocuları Signal üzerinden iletişim kurarken, 2025’teki Texas adliyesi bombacısı, patlayıcı yapımıyla ilgili bir eğitim videosunu Telegram’da buldu. Bu platformlar, şiddet yanlısı aktörlere daha önce sahip olmadıkları iki şey sağlıyor: ölçek ve gizlilik.
Bu tablo, ABD ve Brezilya’daki siyasi şiddetin birbirine nasıl bağlı oldugunuda da gösteriyor. 6 Ocak 2023’te ABD Kongre Binası’na yapılan saldırı anında küresel yankı uyandırdı; sistem hızlıca tepki verdi ve 1.600’den fazla kişi hakkında dava açıldı. Ancak Brezilya’daki şiddet, daha dağınık, sessiz ve çoğunlukla yerel adaylar ile aktivistleri hedef alan bir süreç olarak işledi. ABD’de kurumlar sarsılsa da ayakta kalmayı başarırken, Brezilya’da kurumların kendisi zaten zayıflamıştı.
Bu küresel geri besleme döngüsü çevresel felaketleri de kapsıyor. Brezilya’da en yoğun ormansızlaşmanın yaşandığı eyaletlerde, siyasi cinayetler ülke ortalamasına göre %30 daha fazla artmış durumda. Kuraklıklar insanları göç etmeye zorluyor, çeteler bu savunmasız kitleleri kendi saflarına katıyor ve karşılarına çıkan yerel yetkililer hedef haline geliyor. Bu tablo, çevresel çöküşün doğrudan politik şiddeti beslediğini kanıtlıyor. Ortaya çıkan kısır döngü açık: daha fazla şiddet, daha zayıf kurumlar; bu da daha fazla yasadışı ağaç kesimi ve giderek artan çaresizlik anlamına geliyor.
Aşağıdan Gelen Çözümler: Topluluk Direnişi
Tüm bu krizlere rağmen umut ışıkları da var. Sistemin yetersiz kaldığı noktalarda, topluluklar parçalanan dokuyu yeniden örüyor. Dünkü makalemizde Brezilyadaki “Restorative Justice / Onarici adalet sistemine deginmistik. Tekrarlamakta yarar var: Örneğin São Paulo’daki favelalarda, çete çatışmalarını azaltmak için bir kadın kolektifi “savaş dikişi” adını verdikleri bir yöntem uyguluyor. Çatışmalar sırasında yere çöküp yırtık giysileri diken kadınlar, böylece gerilimi düşüren ve şiddeti önleyen kasıtlı bir duraklama anı yaratıyor. Sadece geçen yıl bu yöntem sayesinde 40’tan fazla silahlı çatışma önlendi.
Diger bir örnek ise Kanada örnegi ve bu tür yaklasimlarin yaklaşımların şaşırtıcı etkisi. Kanada’daki Hollow Water First Nation topluluğu, on yıllar önce aile içi şiddet davaları için “topluluk mahkemesi” modelini geliştirdi. Ceza yerine failler, kurbanları ve toplulukla yüzleşiyor. Sonuçlar dikkat çekici: geleneksel devlet mahkemelerine kıyasla yeniden suç işleme oranları %80 azaldı. Benzer şekilde, Michigan’da faaliyet gösteren Adalet Laboratuvarı adlı bir grup, 6 Ocak saldırganlarının eylemleriyle yüzleşmeleri için benzer modeller uyguluyor. Kurbanlar—polis memurları ve Kongre çalışanları—faillerle arabuluculuk seanslarında bir araya geliyor. Bir polis memuru, bir isyancının özrünün “hiçbir hapis cezasının başaramayacağı bir şeyi açığa çıkardığını” ifade ediyordu.
Bu modeller insanları, eylemlerinin insani sonuçlarıyla yüzleşmeye zorluyor; bu, para cezalarının ya da hapis cezalarının asla sağlayamayacağı bir yüzleşme. Rio’daki Complexo do Alemão favelasında, çetelere katılması beklenen gençler bunun yerine arabulucu olarak yetiştiriliyor. Çalıntı bisikletlerden toprak anlaşmazlıklarına kadar pek çok konuda pazarlık yapıyorlar. Topluluğun dilini ve kültürünü bildikleri için başarı oranları polis müdahalelerinin çok ötesine geçiyor. Sadece geçen yıl, onların arabuluculukları 200’den fazla misilleme saldırısını engelledi.
Sonuça gelirsek
Bunca çabaya rağmen, toplulukların geliştirdiği çözümler çoğu zaman ulusal ölçekte hayata geçirilmiyor. Bunun temel nedeni, onarıcı adaletin gücü devlet kurumlarından alıp doğrudan topluluklara vermesidir. Politikacılar, bir “büyükanne” ya da “büyükbaba” aracılığıyla sağlanan uzlaşmayı ve şiddetin önlenmesini kendi siyasi başarıları gibi sunmak istemez. Öte yandan hapishaneler, milyarlarca dolarlık bütçeleri ve güçlü lobileriyle dev bir sektör haline gelmiştir. Yine de Yeni Zelanda örneği bunun değişmez bir kural olmadığını gösteriyor. Māori liderliğinde yürütülen aile toplantılarının devlet tarafından resmi olarak çocuk refahı davalarına dahil edilmesi, sistemlerin gerçekten değişebileceğinin güçlü bir kanıtıdır.
Sonuçta demokratik adalet ve toplumsal direnç şiddete karşı bir “aşı” değildir. Daha çok, depreme dayanıklı bir bina yapmaya benzer. Depremin önüne geçemezsiniz; ama geldiğinde yıkılmayacak yapılar inşa edebilirsiniz. Buradaki amaç, çatışmayı tamamen ortadan kaldırmak değil; şiddetin toplumda tek geçerli yol olarak görülmesini engelleyecek güven ve fırsatlar yaratmaktır. Eğer bu bölünmeler derinleşmeye devam ederse, hiçbir toplum bunun bedelini iki kez ödeme lüksüne sahip değildir.
Kaynaklar:
How Civil Wars Start: https://www.barbarafwalter.com/how-civil-wars-start
Barbara F. Walter: https://en.wikipedia.org/wiki/Barbara_F._Walter
Brazil: Chronicles of a frustrated coup: https://us.boell.org/en/2023/02/03/brazil-chronicles-frustrated-coup
The January 6 Attack on the U.S. Capitol: https://americanoversight.org/investigation/the-january-6-attack-on-the-u-s-capitol/
Case Study PDF: Restorative Circles: community self-management of conflict in Brazil: file:///C:/Users/Turan%20Altuner/Downloads/nesta%2041-43.pdf
Favela justice : a study of social control and dispute resolution in a Brazilian shantytown: https://repositories.lib.utexas.edu/items/232f8f76-2f07-4087-9ff6-773318cc6281
Extreme weather and extreme politics go hand in hand – Trump and Musk are pushing both: https://www.theguardian.com/environment/2025/sep/23/billionaires-musk-divide-distract-humanity-come-together-resist
Environmental Advocates Are on the Frontlines of Democracy Protection in the Amazon: https://www.csis.org/analysis/environmental-advocates-are-frontlines-democracy-protection-amazon