
Son 35 gün içinde nükleer enerji ve jeopolitik arenada yaşanan baş döndürücü gelişmeler, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin habercisi niteliğinde. Enerji uzmanı Henry Tilman, bu olağanüstü süreci yalnızca teknolojik bir değişim olarak değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini derinden etkileyen bir dönüşüm olarak yorumluyor. Bugünkü yayınımızda, Çin, Hindistan ve Rusya’yı merkeze alan bu dönüşümün arkasındaki stratejik adımları ve jeopolitik yansımaları, Henry Tilman’ın Prof. Dr. Glenn Diesen ile yaptığı söyleşinin özetinden Görüş okuyucuları için derledik.
Küresel Nükleer İş Birliklerinin Hız Kazanması
Nükleer enerji sektörü, son dönemde benzeri görülmemiş bir hızda yeni ortaklıklara ve iş birliklerine sahne oluyor. Bu ittifaklar yalnızca enerji güvenliğini sağlamayı değil, aynı zamanda ülkelerin küresel sahnedeki stratejik konumlarını da pekiştirmeyi amaçlıyor.
28–29 Temmuz tarihlerinde Emirates Nuclear Energy Company (ENEC) ile Güney Kore arasındaki mevcut ortaklık yeni bir boyuta taşındı. Kore’nin kapsamlı desteğiyle inşa edilen ve 2024 itibarıyla tam kapasiteyle faaliyete geçen Barakah Nükleer Santrali, yalnızca Arap dünyasının en büyük nükleer enerji tesisi olmakla kalmadı, aynı zamanda BAE’nin enerji ihtiyacının dörtte birini tek başına karşılar hale geldi. Bu devasa projenin inşasında 2.300’ü Koreli olmak üzere toplam 18.000 işçi görev aldı.
Bu başarının ardından BAE, COP28’de nükleer enerjiye olan taahhüdünü güçlendirdi ve küçük modüler reaktör (SMR) şirketlerine agresif yatırımlar yapmaya başladı. Güney Koreli teknoloji devleri Samsung ve Hyundai ile kurulan ortaklıklar, SMR’lerin inşasında hem iş gücü hem de teknolojik yenilikleri bir araya getirerek bu alandaki küresel liderlik yarışını hızlandırıyor. BAE’nin yatırım kolu TAQA aracılığıyla 13 SMR projesine yapılan finansal destek, dünya genelinde yalnızca 80 SMR bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu ortaklığın küresel ölçekte ne kadar büyük bir etki yaratabileceğini açıkça ortaya koyuyor.
ABD–Güney Kore Anlaşması: Deniz Gücünde Yeni Bir Hamle
31 Temmuz’da ABD, Güney Kore ile nükleer enerji ve gemi inşası alanında kapsamlı bir stratejik anlaşma imzaladığını kamuoyuna duyurdu. Bu hamle, ABD’nin denizcilik sektöründeki üretim açığını kapatmayı hedefliyor. Güney Kore yılda 40 gemi üretebilirken, ABD’nin kapasitesi yalnızca 1,5 gemide kalıyor. Bu fark, iki ülke arasındaki üretim gücü uçurumunu net bir biçimde gözler önüne seriyor.
Anlaşma kapsamında Güney Kore, ABD’deki gemi inşa tesislerini modernize etmek ve genişletmek için 350 milyar dolarlık yatırım taahhüdünde bulundu. Bu yatırım, ABD’nin SMR inşasını hızlandırmasına ve küresel nakliye rotalarında Çin ve Rusya’ya karşı rekabet gücünü artırmasına imkân sağlayacak.
Primakov Üçgeninin Yeniden Doğuşu: Nükleer Teknoloji ve Çok Kutuplu Düzenin İnşası
Henry Tilman, son dönemdeki gelişmelerin Rusya, Hindistan ve Çin arasında kurulan yeni bir stratejik ittifakın habercisi olduğunu belirtiyor. Bu üçlü iş birliği, 1990’ların sonlarında dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeniy Primakov’un ortaya attığı “Primakov Üçgeni” teorisini akla getiriyor. Primakov, tek kutuplu Amerikan hegemonyasına karşı çok kutuplu ve dengeli bir dünya düzeni kurmak için bu üç ülkenin ortaklık yapması gerektiğini savunmuştu. O dönemde ütopik görünen bu fikir, bugün enerji, lojistik ve finans alanındaki somut iş birlikleriyle gerçeğe dönüşüyor.
Dördüncü nesil (Gen-4) nükleer reaktörler, bu üçlü ittifakın teknolojik temelini oluşturuyor. Çin, dünyada bu teknolojiyi faaliyete geçiren tek ülke konumunda. Rusya da bu alanda Çin’i yakından takip ediyor. Hindistan ve Rusya, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesinde, dördüncü nesil reaktörlerin Hindistan’da inşa edilmesi konusunda iş birliği yapacaklarını duyurdu. Bu ortaklık, üç ülkenin de nükleer enerji alanında birbirini tamamlayarak küresel liderlik yarışında öne çıkmasını sağlayacak.
Kuzey Deniz Rotası ve Lojistik Bağlantılar
Küresel ısınmanın etkisiyle eriyen Kuzey Kutbu buzulları, Kuzey Deniz Rotası (NSR)’nı dünya ticareti için hayati bir güzergâh haline getiriyor. Rusya’nın nükleer enerjili 41 buz kırıcıdan oluşan dev filosu, bu rotanın yıl boyu işlerliğini sağlıyor. Çin, “Kutup İpek Yolu” adını verdiği bu güzergâhı Kuşak ve Yol Girişimi’ne entegre etmeyi hedeflerken, Hindistan da Chennai Limanı’nı Vladivostok’a bağlayarak Arktik koridoruna dâhil oluyor. Bu lojistik iş birliği, üç ülkenin Avrasya kıtasındaki jeopolitik nüfuzunu artıracak önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
2 Eylül’de resmiyet kazanan Sibirya’nın doğal gaz boru hattı projesi, Rusya’dan Çin’e olan gaz akışını ikiye katlıyor. Projenin en çarpıcı yönü, Rusya’nın Avrupa ekonomilerini yıllarca beslemesi planlanan Yamal bölgesindeki gazı doğrudan Çin’e yönlendirmesi. Bu stratejik değişim, Avrupa’nın enerji bağımsızlığı tartışmalarını anlamsız kılarken, Çin’in ucuz ve güvenilir enerji kaynaklarına erişimini güvence altına alıyor.

Henry Tilman’ın da belirttiği gibi, enerji fiyatlarının yükseldiği Batı dünyasının aksine Çin’de enerji maliyetlerinin düşmesi, bu ülkenin yapay zekâ ve dijital platformlar gibi yeni endüstrilerdeki rekabet gücünü artıracak kritik bir faktör olarak öne çıkıyor.
Geleceğe Dair Beklentiler
Henry Tilman’a göre küresel enerji düzeni, yalnızca mevcut güç dengeleriyle değil aynı zamanda teknolojik yeniliklerle de yeniden şekillenmektedir. Toryum tabanlı reaktörler, dördüncü nesil nükleer teknolojiler, füzyon enerjisi ve magnezyum bataryaları gibi yenilikler, enerji portföyünün giderek çeşitlendiğini göstermektedir. Bir zamanlar bilim kurgu olarak görülen bu projeler, artık ulus devletlerin ve özel sektörün somut yatırımlarıyla hayata geçirilmektedir.
Hindistan’ın toryum enerjisine odaklanarak küresel bir liderlik arayışına girmesi, Çin’in dördüncü nesil reaktörlerdeki öncülüğü ve Rusya’nın enerji ve lojistik altyapısına yaptığı dev yatırımlar, 21. yüzyılın enerji jeopolitiğini yeniden tanımlamaktadır. Bu tablo, Batı merkezli enerji güvenliği paradigmalarının çözülmekte olduğunu, yeni bir “çok kutuplu enerji düzeninin” yükseldiğini göstermektedir.
Dolayısıyla, geleceğin enerji diplomasisi yalnızca kaynak rekabetine değil; aynı zamanda teknoloji, inovasyon ve stratejik ortaklıklara dayanacaktır. Bu bağlamda nükleer enerji, özellikle de küçük modüler reaktörler, toryum tabanlı çözümler ve füzyon araştırmaları, devletlerin jeopolitik konumlarını belirleyen en kritik faktörlerden biri haline gelecektir.