

1980’lerden bu yana küresel kapitalist ekonominin geçirdiği en dikkat çekici dönüşümlerden biri, finansal sektörün reel ekonomi üzerindeki ağırlığının artması, yani finansallaşmadır. Bir zamanlar üretim, sanayi ve reel yatırım temelinde yükselen kapitalist büyüme modeli, artık büyük ölçüde finansal spekülasyon, borçlandırma ve hissedar değerinin maksimize edilmesi etrafında şekillenmektedir. Bu dönüşüm, yalnızca ekonomik yapıları değil, aynı zamanda sınıf ilişkilerini, işgücü piyasalarını ve sosyal refah rejimlerini derinden etkilemiştir. Bu makale, Wall Street’in finansallaşma süreci içindeki merkezi rolünü, bu sürecin emekçi sınıflar üzerindeki etkilerini ve alternatif politik yönelimlerin mümkün olup olmadığını incelemeyi amaçlamaktadır.
Finansallaşmanın Tanımı ve Tarihsel Bağlamı
Finansallaşma, basitçe, ekonominin finansal çıkarlar, piyasalar, aktörler ve kurumlar tarafından yönlendirilmesi sürecidir. Greta Krippner’e göre bu süreç, politik aktörlerin ekonomik sorunları özel sektörün dinamiklerine terk etmeye başladığı 1970’lerden itibaren hız kazanmıştır. Bretton Woods sisteminin çöküşü, doların altınla bağının koparılması ve sermaye kontrollerinin gevşetilmesiyle birlikte uluslararası finans serbestleşmiş, sermaye hareketliliği ulus-devlet sınırlarını aşmıştır.
ABD’de bu dönüşüm, Reagan dönemi neoliberal reformlarıyla kurumsallaşmış, finansal kurumlar deregülasyon sürecinden büyük fayda sağlamıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren bankalar, yatırım fonları ve diğer finansal kuruluşlar, yalnızca kredi veren kurumlar olmaktan çıkıp ekonomik karar alma süreçlerinin ana belirleyicisi hâline gelmiştir. Bu bağlamda Wall Street, yalnızca bir finans merkezi değil, aynı zamanda ekonomik egemenliğin yeniden yapılandığı bir siyasi merkez işlevi görmeye başlamıştır.
Finansallaşmanın temel mantığı, işletmelerin ve şirketlerin öncelikle hissedar değerini artırmaya yönelik davranmalarıdır. Bu paradigma, 1970’lerde Milton Friedman gibi iktisatçılar tarafından savunulmuş ve 1980’lerden itibaren kurumsal yönetişimde baskın hale gelmiştir. Şirketlerin sosyal sorumluluğu ortadan kalkmış, çalışanlar, müşteriler veya toplum yerine yalnızca hissedarların çıkarları gözetilir hâle gelmiştir.
Bu dönüşümün en belirgin sonucu, kısa vadeli kârlılığın uzun vadeli üretken yatırımların önüne geçmesidir. Şirketler Ar-Ge yatırımlarını azaltırken, hisse geri alımları ve temettü ödemeleri aracılığıyla hissedarlarına servet transferi yapmaktadır. Bu strateji, reel ücretlerin durağanlaşmasına, iş güvencesinin azalmasına ve toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine neden olmaktadır.
Finansallaşmanın emekçiler üzerindeki etkisi çok boyutludur. İlk olarak, üretim yerine spekülasyonun teşvik edilmesi, sanayi yatırımlarını azaltmış, özellikle imalat sektöründe istihdamın düşmesine neden olmuştur. ABD’de 1980–2020 yılları arasında imalat sanayiindeki istihdam yaklaşık %30 azalmıştır. Bu düşüş sadece otomasyonla değil, aynı zamanda üretimin düşük ücretli ülkelere taşınmasıyla da ilgilidir; bu süreçte finansal çıkarlar belirleyici rol oynamıştır.
Listen to “Sesli Görüş” on Spreaker.İkincisi, şirketlerin borçla finansman modeline yönelmesi, çalışanlar için daha kırılgan bir çalışma ortamı yaratmıştır. Örneğin, özel sermaye fonları tarafından satın alınan firmalar, genellikle borç yükünü şirketin bilançosuna yıkmakta, maliyetleri düşürmek için işten çıkarmalara ve ücret kesintilerine başvurmaktadır. Bu da çalışanlar üzerinde sürekli bir “performans baskısı” ve iş güvencesizliği doğurmaktadır.
Üçüncüsü, işçi sınıfı giderek artan şekilde bireysel borçlanmaya mahkûm edilmiştir. Öğrenci kredileri, konut kredileri ve kredi kartı borçları, Amerikan hanehalkının geçim stratejilerinin merkezine yerleşmiştir. Bu durum, emekçileri düşük ücretli işlerde çalışmaya razı eden bir “borç disiplini” mekanizması olarak işlemektedir.
Sendikaların Güç Kaybı ve Siyasal Yansımalar
Finansallaşmanın emek üzerindeki yıkıcı etkisi, aynı zamanda emek örgütlerinin zayıflamasıyla da doğrudan ilişkilidir. ABD’de sendikalaşma oranı 1980’lerde %20’ler düzeyindeyken bugün %10’un altına düşmüştür. Sendikaların zayıflaması, ücret pazarlığında işçilerin elini zayıflatmış, gelir dağılımındaki adaletsizliği artırmıştır.
Siyasal düzlemde ise finansal elitlerin artan gücü, demokratik karar alma mekanizmalarının zayıflamasına neden olmuştur. Seçim kampanyalarının büyük ölçüde özel bağışlara dayanması, siyasi partilerin finansal çıkar gruplarına bağımlı hale gelmesine yol açmıştır. Bu nedenle, işçi sınıfının çıkarlarını savunması beklenen sosyal demokrat partiler dahi finansallaşma sürecine karşı kayda değer bir direnç göstermemiştir.
2008 küresel finansal krizi, finansallaşmanın en çarpıcı sonuçlarından biridir. Krizin temelinde, finansal kurumların düşük gelirli hanehalklarına verdiği yüksek riskli konut kredileri ve bu kredilere dayalı türev ürünlerle oluşturulan bir “borç balonu” yatmaktadır. Kriz, finansal sistemin içkin kırılganlığını gözler önüne sermiş; milyonlarca insanın işsiz kalmasına, evlerini kaybetmesine ve kamusal kaynakların büyük finans kurumlarını kurtarmak için kullanılmasına neden olmuştur.
Bu süreçte “too big to fail” (batamayacak kadar büyük) bankalar devlet eliyle kurtarılmış, ancak çalışanlar, küçük yatırımcılar ve hanehalkı krizin bedelini ödemek zorunda kalmıştır. Bu durum, finansal elitler ile toplumun geri kalanı arasındaki meşruiyet krizini derinleştirmiştir.
Finansallaşmaya Karşı Alternatifler Mümkün mü?
Finansallaşma, neoliberalizmin yapısal bir sonucu olarak görülse de, bu sürece karşı alternatif ekonomi politikaları mümkündür. İlk olarak, finansal sektörde yeniden düzenleme ve denetleme büyük önem taşımaktadır. Spekülatif sermaye hareketlerine sınırlama getirmek, türev ürün piyasalarını sıkı biçimde kontrol etmek ve “gölge bankacılık” gibi denetim dışı faaliyetleri kısıtlamak, bu bağlamda atılabilecek adımlardır.
İkinci olarak, kamu yatırımlarının artırılması ve üretken sektörlerin teşviki ile reel ekonominin güçlendirilmesi gereklidir. Yeşil altyapı, eğitim, sağlık ve teknoloji gibi alanlarda yapılacak kamu yatırımları hem istihdam yaratır hem de toplumsal refahı artırır.
Üçüncü olarak, emekçilerin pazarlık gücünün artırılması için sendikaların yeniden güçlendirilmesi şarttır. Toplu sözleşme mekanizmalarının yaygınlaştırılması, iş güvencesinin sağlanması ve çalışanların şirket yönetiminde söz sahibi olmaları gibi uygulamalar bu süreci destekleyebilir.
Son olarak, ekonomik büyümenin amacı olarak hissedar değerinin değil, toplumsal refahın esas alınması yönünde bir normatif dönüşüme ihtiyaç vardır. Bu, kapitalizmin doğrudan alternatifi olmasa bile, onun demokratikleştirilmesi yönünde bir adım olabilir.
Sonuç Olarak:
Finansallaşma, son kırk yılın en derin yapısal dönüşümlerinden biridir. Wall Street’in baskın rolü, ekonomiyi kısa vadeli kâr odaklı bir yapıya dönüştürmüş, üretimi ve emeği marjinalleştirmiştir. Emekçiler artan güvencesizlik, borç yükü ve düşük ücretlerle karşı karşıya kalırken, finansal elitler servetlerini katlamışlardır. Bu eşitsizliğin sürdürülebilir olmadığı açıktır. Daha adil ve üretken bir ekonomik düzen için finansallaşmanın sınırlandırılması, kamu yararını önceleyen politikaların geliştirilmesi ve emeğin yeniden güçlendirilmesi elzemdir. Aksi takdirde, kapitalizmin içsel krizleri, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal istikrarı da tehdit etmeye devam edecektir.
Kaynakça
- Krippner, G. R. (2005). The financialization of the American economy. Socio-Economic Review, 3(2), 173–208.
- Epstein, G. A. (Ed.). (2005). Financialization and the World Economy. Cheltenham: Edward Elgar Publishing.
- Duménil, G., & Lévy, D. (2004). Capital Resurgent: Roots of the Neoliberal Revolution. Harvard University Press.
- Palley, T. I. (2007). Financialization: What it is and why it matters. The Levy Economics Institute Working Paper No. 525.
- Stockhammer, E. (2004). Financialisation and the slowdown of accumulation. Cambridge Journal of Economics, 28(5), 719–741.
- Davis, G. F. (2009). Managed by the Markets: How Finance Reshaped America. Oxford University Press.
- Lazonick, W. (2014). Profits without prosperity. Harvard Business Review, 92(9), 46–55.
- Foster, J. B. (2010). The financialization of accumulation. Monthly Review, 62(5), 1–17.
- Blyth, M. (2013). Austerity: The History of a Dangerous Idea. Oxford University Press.
- Appelbaum, E., & Batt, R. (2014). Private Equity at Work: When Wall Street Manages Main Street. Russell Sage Foundation.