
“Herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı.”[1]
Gabriel García Márquez, “Şiir, insan varoluşunun biricik somut kanıtıdır,”[2] derken ekler Elias Canetti: “Nazik konuları açıklamanın en iyi yolu şiire başvurmaktı. Şiirler her duruma uyardı. Söylenilmek istenen şeyi çok dolaylı bir biçimde dile getirdikleri hâlde, ne anlatılmak istendiği anlaşılırdı.”[3]
Bunlar tam da böyleyken; “İki şey: aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir, biri ona dönüşür,” der Cemal Süreya. Haksız da değildir. Çünkü William Shakespeare’in, “Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende”[4] notunu düştüğü “Aşk ve nefret yakın akrabalardır ve ikisi de tam görmememize yol açar.”[5]
* * * * *
Sadî-i Şîrâzî’nin, “Aşka uçarsan kanatların yanar!” dediği; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar?” diye yanıtlayıp; Yunus Emre’nin, “Aşka varınca kanadı kim arar?” notunu düştüğü meselede Yusuf Atılgan ekler: “Bir gün sana dünya da katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.”
“Aşk” deyip geçmeyin sakın ha!
Aşkın özü, dünyanın evveli ve ahiri olmasındadır.
Ve ona dair…
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, “Çünkü benim dünyamda ölümsüzlük,/ Seni sevmek demektir”…[6]
Paul Éluard’ın, “Senden iyi tanıyamaz/ Beni hiç kimse”…
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Aşkın hikâyesini,/ Durmaksızın feryat eden bülbüle değil,/ Sessiz sedasız can veren pervanelere sor”…
Sabahattin Ali’nin, “Aşk bence istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!”…
Can Yücel’in, “Otuz ömür geçse de ömrümün üstünden,/ yine yarınım gibi severim seni”…
Jacques Derrida’nın, “Seni seviyorum demek, ben eksiğim ve sen benim eksiğime sesleniyorsun demek”…
Umberto Eco’nun, “Bazı şeyler yürekle sezilir. Bırak yüreğin konuşsun,”[7] ifadeleri akıldan ve yürekten çıkartılmamalıdır!
* * * * *
Kolay mı? Şairin şiiri, onun kişiliğidir; bütün hayatıdır. Çünkü yaşayan, kımıldayan, soluk alıp veren bir candır o…
Tam da bunun için şiir, en nihayetinde, insanın kendiyle bir hesaplaşma denemesidir; şairin kendiyle hesaplaşması, dünyayı yaşanmazlaştıranlarla hesaplaşmayı sembolize eder. Tam da böylesi bir bağlamda, Miran Şevger’in (Hasan Şeker, Hasan Şevger) “Düşlerimiz/ Kerbela’dan arta kalandı” (s.10) dizeleriyle taçlanmış -mahpustan bize ulaşan- ‘Aşk ve Acı’[8] başlıklı yapıtı, şiirin seçmek ve gizlemek sanatı olduğunun güçlü bir ifadesi.
Aslı sorulursa, hikâye tüm netliğiyle dizelerde…
“Hançerlene hançerlene geldik/ Bugünlere/ Ama usanmadık” (s.25)
“Seni düşünmek/ Seni dilemek/ Seni hissetmek…/ Tüm acılarımı, kahırlarımı/ Unutturuyor bana” (s.27)
“Zindan karası gözleri/ Ve denetimsiz bakışların/ Sürgün verirken/ Yüreğimin topraklarında” (s.40)
“Hayli farklı işler/ Hayatın namesi” (s.21)
“Sen/ Deliler gibi severken/ Sessiz gitmelerle/ Hiç vurgun yedin mi?” (s.46)
“Hep güzündür nedense/ Alaturka yeminlerin/ Ve nağmelerin bitimi” (s.29)
“Bazen veda etmek gerekir/ Tüm yaşananları kıskanarak” (s.32)
* * * * *
Bin acı ancak bir şiir doğurur gerçeğinin şahidi, şairin dizeleri…
Bu bağlamda aşk da dâhil insani olan ne varsa şiiri ilgilendirir, diyebiliriz; “Bence şiir ve aşk; bunların ikisi de gayr-ı meşrudur. Meşru duruma gelirse ikisi de biter. Mutluluğun şiiri yazılamaz. Masallarda bile sevgililer birleşince masallar biter. Şiir, temizler ve arıtır,”[9] satırlarındaki üzere Cemal Süreya’nın…
“Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terk ediştir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir. Doğası gereği devrimcidir. Ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yoludur. Şiir bu dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; bir başkasını yaratır. Şiir ayırır, birleştirir.”[10]
Kaldı ki, “Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir mısra yazmak için birçok şehri, insanları ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir.”[11]
Zindandan bize ulaşan dizelerine sağlık, ozan…

Akademisyen, antropolog, yazar, çevirmen, aktivist. 1956 yılında İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra Fransa’ya giderek, üç yıl süresince Fransa’da dil ve Paris VII ve Paris Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü’ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun; 1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasını da aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun’un çok sayıda çeviri ve telif eseri bulunmaktadır. Telif eserlerinin çoğu Temel demirer ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır.

Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:35, No:421, Ağustos 2025…
[1] Turgut Uyar.
[2] Gabriel García Márquez, Anlatmak İçin Yaşamak, çev: Pınar Savaş, Can Yay., 2005, s.302.
[3] Elias Canetti, Körleşme, çev: Ahmet Cemal, Payel Yay., 1995, s.74.
[4] William Shakespeare, Soneler, “22. Sone”, çev: Talât Sait Hamlan, İş Bankası Yay., 2010.
[5] W. Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 534, 2. baskı, 1986, s.64.
[6] Ümit Yaşar Oğuzcan, Şiir Denizi 1, Everest Yay., 2007, s.461.
[7] Umberto Eco, Gülün Adı, çev: Şadan Karadeniz, Can Yay., 1985, s.87.
[8] Miran Şevger, Aşk ve Acı, Kil Yay., 2025, 58 sahife.
[9] Cemal Süreya, Güvercin Curnatası-Konuşmalar, Soruşturma Yanıtları, YKY., 2015.
[10] Octavio Paz, “Şiir ve Şiirsel Eylem”… https://www.mehmeteminturkyilmaz.com.tr/i/1643/siir-ve-siirsel-eylem-/-octavio-paz/
[11] Rainer Maria Rilke, “Şiir Nasıl Doğar?”, çev: Suut Kemal Yetkin… https://www.mehmeteminturkyilmaz.com.tr/i/1664/siir-nasil-dogar?-/-rainer-maria-rilke/