
Kültürel normların, devletlerin güç kaynaklarını kullanma becerisi üzerinde büyük etkisi vardır. Çok kutuplu bir fikir dünyasında, herhangi bir evrenselci projenin, onu kışkırtan güçten daha güçlü bir tepki vermesi muhtemeldir.
Ivan Krastev – Liberal Stratejiler Merkezi Başkanı / Mark Leonard – Direktör
Soğuk savaşın sonunda dünya tek kutuplu bir dönem yaşadı. Küresel silahlanma yarışını sadece Batı kazanmakla kalmadı: Batı kültürü, fikirleri ve değerleri öne çıkarken liberal demokrasi altın standart haline geldi. Ancak 2020’lerin kültürel dinamikleri çok farklı. Dünya, kapitalist ekonomik modelin başarısı ve iletişim teknolojisindeki bir devrimle güçlenen Batılı ülkelerin fikirlerinin ve değerlerinin dünyanın en uzak köşelerine yayıldığını gördükleri emperyal bir dönemden, ülkelerin giderek daha fazla ‘kontrolü geri almaya’ ve başkalarını taklit etmek yerine kendi kültürlerini tüketmeye çalıştığı bir döneme geçiyor.
Kişinin biricikliği kültüyle damgalanan bu yeniçağın başlangıcı, dünyadaki güç kullanımı açısından çarpıcı sonuçlara sahiptir. Kültürün gücü bağlamında en az üç büyük yeni eğilim var: Batılı fikirlerin yayılmasını durduran bir kültürel dekolonizasyon havası, liberalizme meydan okuyan bir demokrasi dönüşümü ve örneğin gücüne güvenmekten diğer sistemlerin zayıflıklarınının sömürülmesine geçiş. Bu dinamiklerin dünyada nasıl yeni bir kültürel güç dengesi yarattığını anlamak için, bunların nereden geldiğini ve son otuz yılda kültür fikrinin nasıl değiştiğini anlamak önemlidir.
Yumuşak gücün yükselişi ve düşüşü
Soğuk savaşın sona ermesinden hemen önce Amerika’yı, kısmen Japonya’nın yükselişinin tetiklediği kaçınılmaz bir gerileme korkusu sarmıştı. Bu bağlamda siyaset bilimci Joseph Nye, başkalarının nasıl etkileneceği konusundaki tartışmanın “sert güce” – devletin ekonomik ve askeri gücü – çok fazla odaklandığını ve farklı toplumların fikir ve kültürlerinin çekiciliğine yeterince odaklanmadığını öne sürüyordu. “Yumuşak güç” olarak adlandırdığı cezbetme kapasitesi, onu Amerika’nın düşüşünü öngörenlerin argümanlarına şüpheyle yaklaşmasına neden oluyordu. Nye, Amerika Birleşik Devletleri’nin liberal modeline dayanan ve dünyanın geri kalanının taklit etmek isteyeceği gizli yumuşak güç birikimine sahip olduğunu savunuyordu.
Yirmi birinci yüzyılın şafağında, yumuşak güç düşüncesi her şeyi açıklıyor gibiydi. Bu düşünce Sovyet komünizminin neden çöktüğünü, demokrasinin neden küresel olarak yayıldığını ve soğuk savaş sonrası dünyaya neden ABD’nin hükmettiğini açıklıyordu. ‘Tarihin sonu’ yalnızca siyasi bir olgu değil, kişinin varlığının tüm yönlerini kapsayan bir yaşam biçimi olarak görülüyordu. Bu, aynı zamanda bir misyonerlik, bir ‘dininden döndürme çağı’ydı: liberal demokrasinin ve Amerikan tüketiciliğinin ilerlemesinin yanı sıra, her zaman için o evrensel çekiciliğe sahip olan dinlerin yayılması da söz konusuydu – Hıristiyanlık ve diğer inançlar fikirlerini yaymaya çalışıyor, Suudi Arabistan imamları diğer ülkelere gönderiyordu (gerçi kimileri İslamcılığın yayılmasını, Batı’nın yumuşak gücüne karşı direnişin ilk göstergesi olarak görüyordu).
Ancak din değiştirme çağı, Fransız filozof René Girard’ın “bulaşıcı benzerlik” dediği şeyin korkusunu yarattı. Girard, fikirlerin yayılmasının birçok ülkede “toplumlarının düpedüz ortadan kalkması” konusunda endişe yaratabileceğini öne sürüyordu. Bugün, Amerikan yumuşak gücü, neredeyse dünyayı ele geçirecek bir virüs olmaktan ziyade, çok güçlü kültürel antikorların ortaya çıkmasına neden olan bir virüs. Ve birçok ülkede, bu antikorlar, tetiklenmesi amaçlanan evrenselci fikirlerden çok daha güçlüdür.
Artık Batı’yı taklit etme girişimlerinden ziyade çeşitli biçimlerde kültürel direnişin benimsenmesi var. Çok katmanlı ideolojiler başarılı – artık ulusötesi ideolojilerin düz dünyasında değil, halkların kültürel özünü koruyan fikirlerin yayılmasının belirlediği bir dünyada yaşıyoruz. Dijital devrim, diasporaların ulusal kültürlerini korumalarını kolaylaştırarak tüm bunları hızlandırdı. Bu dijital devrim aynı zamanda, İngilizcenin merkezi konumunu tahttan indirmeye başlayan sözlü kültürden sözsüz kültüre geçişi de mümkün kıldı. Yeni görsel dünyada, küresel bir ünlü olmak için İngilizce konuşmaya gerek yok.
Bu, üç önemli dinamiği olan yeni bir dünya gücü haritasına yol açıyor.
Kültürel dekolonizasyon
Soğuk savaşın sonlarına doğru, Amerikan değerlerinin yaygınlaşmasının genel olarak özgürlükle eşanlamlı olduğu görülüyordu. Ancak bugün dünyadaki pek çok kişi özgürlüğün evrenselci değerleri benimsemekten çok onları reddetmekten kaynaklandığını düşünüyor.
Bu, en önemli kültürel güçlerin evrenselciler (düz dünyacılar) değil, taklit edilmesi zor ve dolayısıyla ulusların kültürünü tüketmekle tehdit etmeden yenilik sağlayan benzersiz kültürler olduğu yeni bir dünya gücü haritası oluşturuyor. Hint sineması, Türk televizyon dizileri ve Güney Kore pop müziği – toplumu ele geçirmekle tehdit etmeyen her şey – Hollywood veya Amerikan pop müziğinden daha çekici hale geldi.
Bollywood bunun bir örneğidir. Harita 1’in gösterdiği gibi, Hindistan dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla film üretiyor. 2019’da Çin’de 1.037 ve ABD’de 601’film üretilirken, Hindistan, 2.446 film üretti. 1990’larda ABD, açık ara en büyük film yapımcısıydı. Hindistan, filmlerini 70’ten fazla ülkeye ihraç ediyor [1] . Hint sineması, Hindistan ile doğrudan bağlantısı olmayan ülkelere – Nijerya, Mısır ve Peru gibi – yayıldı, çünkü, antropolog Brian Larkin’in belirttiği gibi bu, insanların “’Batılılaşmanın’ ağır ideolojik yüküne kendini kaptırmadan” eğlenmelerini sağlıyor [2].
Kültür Haritası 1
Film üretim Kapasitesi
En büyük film endüstrisine sahip ülkelerde üretilen film sayısı

Devasa bir iç pazar, Hindistan’ın kültürel açıdan öne çıkmasını kısmen açıklıyor, ancak diğer bazı yeni kültürel süper güçlerin yükselişini açıklamıyor. En şaşırtıcı olanlardan biri, kendinden güçlü ülkelere kültürel konularda giderek daha fazla kafa tutmaya başlayan bir ülke olan Güney Kore.
2020’de Güney Kore filmi ‘Parazit’, Oscar’larda İngilizce olmadan ‘en iyi film’ ödülünü kazanan ilk film oldu. K-dizileri olarak anılan Guarani gibi diziler birçok yabancı dilde dublajlandı ve örneğin İran’da televizyon izleyicilerinin yüzde 86’sını ele geçirdi. Ve Güney Kore video oyunları dünya çapında inanılmaz derecede popüler hale geldi [3]. Ancak Güney Kore’nin en şaşırtıcı ihracatı belki de pop müzik. K-pop artık Amerikan ve İngiliz müziğinin egemenliğine meydan okuyan küresel bir fenomendir.
2012’de Güney Koreli pop şarkısı ‘Gangnam Style’, YouTube’da bir milyar izlenmeye ulaşan tarihteki ilk video oldu.
Temmuz 2020’de K-pop erkek grubu BTS, daha önce Adele’in elinde olan, dünya çapında iTunes’da en çok bir numara olan single rekorunu kırdı. Grubun ‘Black Swan‘ adlı parçası 104 ülkede listelerin zirvesinde yer aldı. 2020’de, Harita 2’nin gösterdiği gibi, BTS şarkıcısı V, 118 ülkede iTunes listesinde bir numara olan ‘Sweet Night‘ şarkısıyla yeniden rekor kırdı. Grup ayrıca en çok Twitter ‘etkileşimi’ konusunda Guinness Dünya Rekoru sahibi oldu.
Kültür Haritası 2
K-pop’un gücü – BTS’den V’nin ‘Sweet Night’ının iTunes listelerinde zirveye çıktığı ülkeler

Türk televizyon dizileri neredeyse Güney Kore popu kadar yayıldı. ‘Muhteşem Yüzyıl’ gibi programlar, Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika’ya yayılarak uluslararası popülerlikte Amerikan televizyonuna rakip oldu. Yazar Fatima Butto’ya göre ‘dizi’ adıyla anılan Türk dönem dramaları “laik modernite ve orta sınıf muhafazakarlığı arasında mükemmel bir denge kurmuş” gibi görünüyor [4]. 2002’den beri Cezayir, Fas ve Bulgaristan dahil 100’den fazla ülkeye 150’den fazla dizi satıldı. 89 ülkeye satılan (bkz: Harita 3) ‘Muhteşem Yüzyıl’ diğerleri için de yolu açtı. Türk hükümeti, 2023 yılına kadar Türk ekonomisinin dizi ihracatından 1 milyar dolar gelir elde edeceğini iddia ediyor [5].
Kültür Haritası 3: Türk dizilerinin gücü / Türkiye’nin ‘Muhteşem Yüzyıl’ ihracatı
Demokrasi ve otoriterliğin sınırının bulanıklaşması

Soğuk savaş sırasında dünya, özgür ülkeler ve otoriter devletler arasında bölünmüştü – bu, Batı’ya muazzam bir yumuşak güç sağlayan bir bölünmeydi. Sadece pek çok insan liberal demokrasinin özgürlüklerine özlem duymakla kalmıyor, aynı zamanda liberal demokrasiler daha zengindi ve siyasi sorunları çözmede rakiplerinden daha iyi görünüyordu. Ve ABD düşünüldüğünde, Amerikalılar her bakımdan daha güçlüydüler.
İlk bakışta, birçok insanın (‘özgür dünyanın lideri’ olarak) ABD ile Rusya gibi diğer otoriter güçlerin yanında yer alan bir Çin arasında yeni bir soğuk savaştan bahsettiği dünya, bugün çok benzer görünüyor. Bununla birlikte, dünya siyasetinin haritaları yüzeysel olarak benzer olsa da, siyasi ideallerin gücü çarpıcı biçimde değişti. Günümüz dünyası ile önceki dönemlerin dünyası arasında iki derin fark vardır.
Birincisi, demokrasilerin performansıyla ilgilidir. Siyasi gündemdeki büyük sorulara söz konusu olduğunda, rejim tipi ve etkililik arasındaki genel algılarda artık net bir bağlantı yoktur.
Harita 4’ün gösterdiği gibi, özgür ve özgür olmayan ülkelerin covid-19 ile mücadelede elde ettiği başarı arasında çok büyük bir fark yok gibi görünüyor. Harita 5, ekonomik büyüme söz konusu olduğunda da benzer bir dinamiğin olduğunu gösteriyor.
Kültür Haritası 4 – Özgür ve özgür olmayan dünyalar
Salgınla mücadele

Kültür Haritası 5 – Özgür ve özgür olmayan dünyalar
Ekonomik büyüme

Harita 6, birçok insanın demokrasi ve güç arasındaki bağın da koptuğuna inandığını gösteriyor. Batı Avrupa’nın liberal demokrasilerinde bile çoğunluk Çin’in ABD’yi geçerek dünyanın en güçlü ülkesi olacağını düşünüyor.
Kültür Haritası 6 – Avrupalıların Çin gücü hakkındaki görüşleri
Çin’in 2030 yılına kadar ABD’den daha güçlü bir güç olacağını söyleyenlerin oranı

Ancak demokrasilerin ve otoriter devletlerin göreli performansından bile daha önemli olan, demokrasi fikrindeki bir devrimdir. Liberal demokrasinin yayılıyor gibi göründüğü uzun bir dönemden sonra, şimdi bir demokratik durgunluk ve demokratik gerileme hakkında tartışmalara dair haberler var. Freedom House‘a göre, 1980’ler ve 2010’ların ortaları arasında liberal demokrasilerin sayısı yaklaşık 100’den 150’ye çıktı. Freedom House, en son raporunda, “küresel özgürlükte art arda 15. düşüş yılından” bahsediyor ve “kötüleşme yaşayan ülkelerin sayısı, olumsuz eğilimin başladığı 2006’dan bu yana kaydedilen en büyük marjla iyileşme gösteren ülkeleri geride bıraktı” diye açıklıyor.
Harita 7, dünyanın artık nasıl özgür ve özgür olmayan ülkeler olarak bölünmediğini göstermek için Freedom House verilerini kullanıyor. Bu yazarların çalışmalarına baktığımızda, özgürlüğü tattıktan sonra özgür olmayan dünyaya doğru kayan devletleri tanımlamak için yeni bir kategori olan “yeniden canlanan otoriterler”i dahil edebileceğimizi düşünüyoruz. Bunun örnekleri, 2018’den beri “kısmen özgür” olarak sınıflandırılan Macaristan ve 2004’ten beri “özgür olmayan” olarak sınıflandırılan Rusya’dır. Müslüman nüfusa karşı yıllarca süren bir ayrımcılık örneği uygulayan ve medya ve sivil toplumdaki eleştirel sesleri susturmaya çalışan Hindistan, yakın zamanda “özgür olan” sınıfından “kısmen özgür” sınıfına geriledi. Bu haritadan çıkan, demokrasinin ne olduğuna dair çok daha tartışmalı bir fikirdir – bu, siyasi desteği harekete geçirmek için özgür ve özgür olmayan dünyalar arasındaki basit bir karşıtlığı kullanmayı çok zorlaştıran bir şeydir.
Kültür Haritası 7 – Yeniden canlanan otoritaryan rejimler

Bunun nedeni yalnızca, her zaman adil olmasa da özgür seçimleri kazandıkları birçok ülkede olduğu gibi, yeniden canlanan otoriterlerin birçoğunun hala demokratik kimlik iddiasında bulunmaları değildir. Aynı zamanda, Pew Araştırma Merkezi tarafından yürütülen yakın tarihli bir araştırmanın gösterdiği gibi, Amerikalı ve Fransız seçmenlerin büyük çoğunluğunun (Avrupa’daki diğer pek çokları gibi) kendi siyasi sistemleri karşısında derin hayal kırıklığına uğramasından kaynaklanmaktadır. Bazıları hala bir demokraside yaşadıklarından bile emin değiller. Harita 8, dünya çapında şaşırtıcı sayıda insanın askeri yönetimin bir ülkeyi yönetmesinin iyi bir yol olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Örneğin ABD’de yüzde 20’si bu doğrultuda düşünüyor. Avrupa Birliği’nde Romanya, askeri yönetimin potansiyel destekçilerinin en büyük payına (yüzde 31) sahip.
Kültür Haritası 8 – Ordu yönetimine destek
Ordu yönetiminin çok veya oldukça iyi olduğunu düşünen nüfusun oranı (2020) / Umut ışığı olmaktansa diğer sistemlerin zayıflığını silah olarak kullanmak

Misyonerlik çağındaki en dramatik değişiklik, büyük güçlerin artık kendileri bir model olmaya çalışmaktansa diğer sistemlerin zayıflığından yararlanmaya daha hevesli görünmesidir. Rusya gibi otoriter devletler, kendi değerlerini veya siyasi modellerini ihraç etmektense başkalarının zayıflıklarından yararlanmayı çok daha kolay buluyor. Kendi tarafındakiler için çekici bir şey bulmaya gerek duymadan başkalarını bölerek güçlerini nasıl artırabileceklerini görebiliyorlar.
Pek çok gelişmiş demokraside, siyasi merkez aşınıyor ve toplumlar, kültür ve değerler tarafından bölünmüş kamplarda kutuplaşıyor. Gelişmiş ekonomilere sahip birçok ülkede toplumun katı kutuplaşması, dış müdahaleye karşı birçok kırılganlık yaratmış durumda. Harita 9, toplumdaki kutuplaşmayla ilgili olan V-Dem göstergesini kullanarak dünyanın şu anda ne kadar bölünmüş olduğunu gösteriyor. Gösterge, her ülkedeki belli başlı siyasi konulardaki görüş farklılıklarını ölçen uzmanlar ve akademisyenler tarafından sağlanan derecelendirmelere dayanmaktadır.
Kültür Haritası 9 – Kutuplaşan Dünya

Bu yeni çatışmaların çoğunda ön safta genellikle sınıftan çok kültür ve kimlik yer almakta. Ve en ayrıştırıcı konular genellikle cinsellikle ilgilidir. Harita 10, farklı ülkelerdeki genç ve yaşlı insanlar arasındaki derin uçurumu gösteriyor. Çoğu zaman, ülkeler bu toplumsal sorunlara yönelik liberal tavırlar almaya başladıklarında, önceki çoğunluklar “kendi topraklarında yabancı” olabileceklerini hissetmeye ve siyasi olarak örgütlenmeye başlar. Brexit referandumu ve Donald Trump’ın yükselişi, kültürel liberalleşmeye karşı savaşan bu “tehdit altındaki çoğunluk” fikriyle bağlantılıdır.
Kültür Haritası 10 – Kültür savaşları
Eşcinselliğin kabulünde kuşak farkı / Eşcinselliği kabul etmede en genç ve en yaşlı yaş grupları arasındaki fark (yüzde puanları, 2020)

Hem Brexit referandumu hem de Trump’ın seçilmesi de seçimlere dış müdahale konusunda tartışmalara konu oldu. Ve sosyal medyanın yükselişi, dış güçlerin iç tartışmaları değiştirmesini kolaylaştırdı. Yabancı trol fabrikalarından Twitter’daki bot hesaplara ve Cambridge Analytica’ya kadar, yabancı güçlerin ulusal tartışmaları şekillendirmedeki rolü modern çağın en çok konuşulan konularından biri haline geldi. Harita 11, 2014 ve 2020 yılları arasında, yabancı güçlerin toplu olarak 1,7 milyar insanın katıldığı 33 seçime müdahale etmeye çalıştığını gösteriyor. Harita 12, tüm bu eğilimlerin kümülatif etkisinin demokrasiye olan inancın çöküşü olduğunu ve toplumları bu tür dış manipülasyonlara karşı daha savunmasız hale getirdiğini gösteriyor.
Kültür Haritası 11 – Seçimlere müdahale
2011 ve 2020 arasındaki seçimlerde ve referandumlarda siber etkileşimli dış müdahale

Kültür Haritası 12 – Demokratik seçimlerin azalan meşruiyeti
Seçim sürecine güvenmeyenlerin oranı / Seçimlerin dürüstlüğüne güvenmeyen nüfusun oranı (2020) / Sonuç: “Dekolonizasyon zihniyeti” “misyoner zihniyetini” nasıl yenebilir?

Dünya mutlak evrenselcilikten kültürel korumacılığa geçerken, birçok ülke yanıt verdikleri kültürel akışlardan çok, Batı’nın yumuşak gücüne direnç olarak gelişen kültürel antikorlarla tanımlanıyor. Yeni dünyada, temel ayrım demokrasi ve otoriterlik arasında değil, bağımlılık ve bağımsızlık arasındadır. Zenginleşmek isteyen devletlerin “egemenlik dostu” bir yumuşak güç fikri bulması gerekecek.
Pek çok insan geleceğin, bir yanda Batı ile diğer yanda Çin arasındaki bir çatışmayla, soğuk savaş döneminde olduğu biçimde tanımlanacağına inanıyor. Ama gerçekte, çağlar arasında büyük bir fark var – en azından şimdiye kadar böyleydi.
Hem Sovyetler Birliği hem de ABD, Aydınlanma geleneğine dayanan evrenselci güçlerdi. Onlar dünyayı kendi suretlerinde yeniden yaratmak isteyen misyonerlerdi.
Ancak Çin’in dünyaya bakışı çok farklı oldu. Çin kültürünün güç iddiası, örnek alınması gereken bir model olduğu fikrinden değil, Çin’in Amerikan veya Batı yayılmacılığı karşısında herkesin yerli kimliklerini koruyabileceği uyumlu bir ortam yaratması fikrinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda Çin yumuşak gücü, misyoner bir kimlikten çok bir direniş kimliği olmuştur. Ve bu kültürel direniş dünyasında, “tüccar güçler” küresel takipçiler bulmada “misyoner güçler”den daha etkili olacaktır. Misyonerden farklı olarak, tüccar sizi değiştirmek veya dönüştürmek istemiyormuş gibi davranır. Tüccarı misyonerden daha kabul edilebilir kılacak şey, onun sizin çıkarınıza odaklanmasıdır.
Paradoksal olarak, bu yeni jeopolitik kutuplaşmada Çin’in yumuşak gücüne yönelik en büyük tehdit, onu dünyaya bir model olarak sunmak olacaktır. Çin Rüyasını Amerikan Rüyasına bir alternatif haline getirmek, onu daha az çekici hale getirecektir.
Bu kültür makalesi Avusturya Federal Savunma Bakanlığı İnsan Bilimleri Enstitüsü tarafından desteklenmiştir.

Ivan Krastev, Sofya’daki Liberal Stratejiler Merkezi’nin Başkanı ve Viyana’daki IWM Beşeri Bilimler Enstitüsü’nün Daimi Üyesidir. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin kurucu Yönetim Kurulu Üyesi, Uluslararası Kriz Grubu Mütevelli Heyeti Üyesi ve New York Times’a dışarıdan makaleler yazan bir fikir yazarıdır. Aynı zamanda Europe’s World’de Yardımcı Editör ve Journal of Democracy and Transit – Europäische Revue dergisinin yayın kurulu üyesidir. Krastev, Sofya Üniversitesi’nden mezun oldu.

Mark Leonard, ilk pan-Avrupa düşünce kuruluşu olan Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin kurucu ortağı ve yöneticisidir. Odaklandığı konular arasında jeopolitik ve jeoekonomi, Çin, AB siyaseti ve kurumları yer almaktadır.
Bu makale The Power Atlas’ta yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş
[1] Fatima Butto, Dünyanın Yeni Kralları: Bollywood, Dizi ve K-Pop’tan Gönderiler, Bölüm 1.
[2] Raminder Kaur ve Ajay Sinha (eds), Bollyworld: Ulusötesi Mercekle Popüler Hint Sineması, s. 21.
[3] Butto, Dünyanın Yeni Kralları, s. 163.
[4] Butto, Dünyanın Yeni Kralları, s. 116.
[5] Butto, Dünyanın Yeni Kralları, s. 158.