KILIÇDAROĞLU VE STRATEJİSİNİ ANLAMAK
Türkiye’nin bir “dengesizlikler haritası” çıkarılmış mıdır bilmiyorum. Ama dışarıdan bakan biri için Türkiye felsefi, sosyal, siyasal ve ekonomik “dengesizlikler” ülkesidir. Bu durumun her şeyden önce felsefi kökenine kısaca değinmekte yarar var. Osmanlı ve cumhuriyet döneminde o ülkede şu iki ana akım sürekli çatışma içinde olmuştur: birinci akım olarak Anadolu aydınlanması bireyi inancının pasif bir objesi değil, inancını araştıran, soruşturan, felsefe ve bilimle uğraşan, inancın aktif bir subjesi haline getiren yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise sorgulanması mümkün olmayan dogmatik bir din anlayışıdır. Tanrının tek belirleyici, padişahın ise onun yeryüzündeki temsilcisi olduğu, bireyin bu dünyada sadece ama sadece kul olduğu, iyi kulluk yapmanın ödülünü ancak diğer dünyada alabildiği bir inanç sistemi.

Türkiye toplumu ortak değerler üzerinde hâlâ yeteri kadar uzlaşabilmiş bir toplum değil. Bir kesim İslamcı geleneğin soyut, dogmatik din merkezli bir toplumsal düzenini öngörürken, diğer kesim ise bireyi ve rasyonel düşünceyi merkeze alan bir anlayışa sahiptir. Biri bireyi (aydınlanma) inancının aktif subjesi, diğeri ise insanı inancının pasif objesi yapar. Diğer taraftan Türkiye’de, muhafazakarlıkla iç içe geçmiş bir milliyetçiliğin olduğu da aşikardır. Bu da çok garip bir sentezdir. Biri nerede biter, diğeri nerede başlar pek belli değildir.
Kılıçdaroğlu her şeyden önce bu tarihsel, sosyo – kültürel, sosyo politik zemin üzerinde politika yapıp, gerginliği en aza indirip uzlaştırıcı olmak zorunda. Bu tip felsefi, sosyo kültürel fayların olduğu bir ülkede belirli bir uzlaşı sağlamak epey zordur. Çünkü toplum hâlâ belirli dünyevi, laik, demokratik, akılcı, temel sosyal değerler üzerinden bir uzlaşma sağlayamamıştır. Klasik laik, anti laik, milliyetçi, solcu ayrımını aşabilecek siyasal bir program ve bunu söz konusu toplumsal taraflara oluşturabilecek, güven verici entegratif bir figür olmak Türkiye şartlarında hiç de sanıldığı kadar kolay değildir. Her şeyden önce cumhuriyet; Osmanlı’nın her yönüyle bir antitezidir. Bir taraf cumhuriyetin en büyük değer olduğunu savunurken, diğer taraf Osmanlı’nın en büyük değer olduğunu savunup, çöküşünün travmasını ve nostaljisini yaşıyor. İrredantist bir hülya ile geçmiş Osmanlı topraklarını bugünkü Türkiye’nin doğal bir uzantısı görüyor. Davutoğlu’nun Ortadoğu’nun derinliklerinde boğulan derin stratejisi de işte bu irredantist hayalin ürünüydü.
CHP, SAADET PARTİSİ, MHP VE HDP İLE NE YAPIYOR?
İşte tam da bu noktada Kılıçdaroğlu ve CHP’nin, Saadet Partisi ile “hayır” oylarında birleşmesi, referandumdan sonra Kılıçdaroğlu’nun Karamollaoğlu’nu ziyareti ve iki liderin son derece itidalli uzlaştırıcı çağrıları, yine Karamollaoğlu’nun “Demokrasilerde çözümün nihai yöntemi diyalog, nihai adresi de meclistir.” demesi, Kılıçdaroğlu/CHP’nin ve Saadet Partisi gibi geleneksel muhafazakar kesimlerin parlamenter demokrasi üzerinden bir uzlaşı sağladığını göstermektedir. Kılıçdaroğlu’nun Erbakan’ı anma toplantısına katılması, özellikle sol kesimde çok eleştirilmişti, ama bugün gelinen noktadan geriye bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun sürekli uzlaştırıcı, kucaklayıcı ve dengeleyici politikalarının ne kadar yerinde olduğu çok daha iyi anlaşılmaktadır. Artık Saadet Partisi gibi son derece muhafazakar bir parti ve CHP; demokratik ülkelerde olması gerektiği gibi, birbirlerini ötekileştirmeden, biri sosyal demokrat, diğeri muhafazakar kimliğini koruyarak adalet, erkler ayrılığı, parlamenter demokrasi ve basın-yayın özgürlüğü gibi çok temel demokratik taleplerde birleşebiliyorlar.Bu ilk bakışta pek farkına varılmayan, değeri ve önemi zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak tarihi bir açılımdır. Bu açılım ve uzlaşı aynı zamanda muhafazakar kesimin cumhuriyetle barışmasının alt yapısını oluşturmaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun ilk etapta yine çok tepki çeken, bugün hâlâ eleştirilen diğer bir açılımı ise MHP’ye yönelik olmuştur. Yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne eski bir MHP’li olan Mansur Yavaş’ı aday gösterirken ve bu seçim kampanyasında bozkurt işareti yaparken -ben de dahil- çok şaşırmıştık. Daha sonra bir milliyetçi muhafazakar olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı göstermesine daha da şaşırmıştık. Oysa on yılların çatışmacı siyasal kültürünün getirdiği alışkanlıklarla, pek de farkına varılmadı ama Kılıçdaroğlu bu gibi jestler ile içselleştirilmiş derin kutuplaşmayı aşmanın stratejisini hayata geçiriyordu. MHP’nin bölünmesine kadar varan bu süreç, Akşener, Ümit Özdağ ve Yusuf Halaçoglu gibi MHP’nin eski ağır toplarıyla devam etmektedir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP’li muhaliflerin CHP ile yakınlaşmalarına şu sözlerle tepki göstermişti: “Kendilerini hâlâ muhalif MHP’li olarak tanıtan ve genel başkan adayı gibi garip sıfatlar kullanan zevat, CHP’li belediyelerin finanse ettiği toplantılara katılıp, sol görüşlü dinleyicilerin bulunduğu salonlarda nutuk atıyorlar. CHP’li belediye başkanlarıyla ilişki kurarak salon temin ediyorlar. CHP buna neden bu kadar müsamahalı davranıyor, onu da anlamakta güçlük çekiyoruz.” (Ortadogu gazetesi: 27.03 2017)
Dün MHP’ye yönelik yaptığı açılımı, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra HDP’ye yönelik yapmış ve Kılıçdaroğlu HDP’nin TBMM’de olması gerektiğini, Kürt sorununun çözümünde meşru muhatabın da HDP olması gerektiğini kaydetmiştir. Adalet Yürüyüşü sırasında HDP milletvekilleri ile yan yana yürüyüp, adalet taleplerini birlikte dile getirmiş, HDP de; CHP’yi milliyetçi, muhafazakar seçmen nezdinde zora sokmamak için yürüyüşe sınırlı katılmıştır. Bazı HDP’lilerin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi’ne yürünmesi talebi ise, bizzat Demirtaş tarafından “Benim Edirne’ye kadar yürüyün talebim yok” denilerek, Adalet Yürüyüşü’nün daha çok adalet talebi etrafında yoğunlaşılmasına katkıda bulunarak gerçekçi bir tutum takınılmıştır.
MHP ve HDP açılımlarının yanı sıra Kılıçdaroğlu, modern muhafazakar diye tanımlanacak geleneksel merkez sağın temsilcisi Hüsamettin Cindoruk’u da ziyaret etmiş ve bu ziyaretin sonunda Cindoruk, geleneksel sağ seçmene “CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu destekleyin” diye bizzat çağrı yapmıştır. Adalet ve Doğru Yol partilerinin sürekli çatışan tarihlerini de göz önünde bulundurursak, Hüsamettin Cindoruk gibi merkez sağda sembol bir ismin böyle bir çağrı yapması, Türkiye tarihinde yine bir ilktir. Bunun da değeri yine zamanla aşılacaktır. Kılıçdaroğlu yine tarihsel bir uzlaşı çabası olarak Eylül 2012’de Adnan Menderes’in anıt mezarını ziyaret edip “Tarih bize ders verdi, dersimizi aldık ve öğrendik, geçmişte yapılan tüm siyasi idamların birer cinayet olduğunu artık kabul etmemiz gerekiyor” deyip merkez sağa olduğu gibi idamlar üzerinden sola da uzlaşma sinyallerini çoktan vermişti. Bu bağlamda yine kısa bir süre önce eski Yassıada sakini Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Bayar’a nezaket ziyareti yapmış ve bu ziyaret kamuoyunun yoğun ilgisini çekmiştir.
KUTUPLAŞMAYA KARŞI UZLAŞMACI TAVIR İHANETLE EŞ ANLAMLI
Türkiye’nin bu çatışmacı ve dengesizlikler haritasını uzatmak mümkün ama yukarıda birkaç “ana başlıkta” açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız, Türkiye’nin kutuplaşma haritası, bu kadarıyla bile başlı başına dehşet verici. Bir toplum düşünün ana siyasal akımlar on yıllar boyu – üstüne bir de siyasal iktidarlar tarafından – sürekli kutuplaştırılıyor ve en ufak uzlaşmacı bir tavır bile ihanetle eş anlamlı görülüyor.
O ülkede barış bildirileri imzalayan akademisyenlerin bile üniversitedeki kürsülerinden, işlerinden atılmalarını, bazılarının cezaevlerine girmelerini de göz önünde bulundurursak işin dramatik boyutu daha bariz bir şekilde ortaya çıkar. Tüm bu çatışmacı siyasal kültürün getirdiği bir diğer sonuç ise kendi mitolojisini yaratmasıdır. Mitolojiler ise daha çok tanrıları, kahramanlıkları ve doğaüstü varlıkları kendilerine konu olarak seçmişlerdir. Bu safhaya varan çatışmacı bir siyasal kültürden çıkıp yeniden makul ve rasyonel bir siyasal stratejiye geçmek pek kolay değildir. Çünkü biri son derece rasyonel, gerçekçi ve çözüm odaklıdır, diğeri ise ideoloji odaklı, soyut, mitolojilerden beslenen ve sorun odaklıdır. Varlığını ancak sorun var oldukça sürdürebilir. Türkiye gibi çatışmacı bir siyasal kültürün hakim olduğu bir ülkede her zaman siyasal mitler ve ideolojik saplantılar çok daha belirleyici olmuştur. Kılıçdaroğlu bunun farkında ve onun analitik kapasitesinden bahsederken işte bundan bahsediyoruz.
Kılıçdaroğlu’nun sıkça telaffuz ettiği “adım adım örmek” aslında yeni bir siyasal kültürün oluşturulmasından ibaret. Sürekli olarak “siyasi ahlak yasası”ndan bahsetmesi ise yeni bir siyasal kültürün hukuksal alt yapısını oluşturma çabasıdır. Liyakatsizliğin politik ekonomisi ancak böyle bertaraf edilebilir. Ağır çatışmacı kültürü aşmak için HDP’sinden MHP’sine, muhafazakarlardan sola yukarıda örnekleriyle belirttiğimiz Kılıçdaroğlu’nun bu uzlaşma stratejisi- İngilizce deyimiyle “strategy of deconfliction and appeasement” şimdilik pek anlaşılmıyor ama ileride bu cinnet hali sağ salim atlatılırsa, bunun Türkiye için ne kadar yaşamsal olduğu ve tarihi değeri çok daha iyi anlaşılacaktır. Kılıçdaroğlu gibi derin, analitik ve geniş bir stratejik perspektife sahip liderler genellikle siyasal stratejilerini hayata geçirdikleri dönemde çok anlaşılmazlar. Anlaşılmaları ancak belirli bir zaman geçtikten, somut bazı sonuçlar elde edildikten sonra mümkün olur. Bu hemen hemen bütün ülkelerde böyle olmuştur.
EKONOMİ VE SOSYAL POLİTİKALARDA DA DENGE PEŞİNDE
Türkiye’nin yukarıda değindiğimiz siyasal ve kültürel açmazlarını, bölgesel arası eşitsiz gelişme, gelir adaletsizliği, kadın ve eğitim politikalarında da görmek mümkün. “Türkiye’de bölgeler arasında ciddi bir gelir dağılımı sorunu var. Van’ın da içinde bulunduğu TRB2 bölgesinde Van, Muş, Bitlis ve Hakkari’de kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) yıllık 3 bin 500 dolar. Buna karşın Marmara’da kişi başına düşen GSMH ortalama 24 bin dolar. Türkiye ortalaması ise 10 bin 500 dolar. Biz bu ortalamanın yüzde 25’i seviyesindeyiz” ( Van Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Necdet Takva, Nisan 2015).
Bunun yanı sıra Türkiye İstatistik Kurumu 2015 verilerine göre Türkiye Avrupa ülkeleri arasında gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke. (1)
Epey uzun bir makale olduğundan Kılıçdaroğlu’nun ekonomi ve sosyal politikalarda da bir denge politikacısı olduğunu bir iki cümleyle iddia etmek abartı olmaz. Asgari ücretin yükseltilmesi, taşeron işçiliğe son verilmesi gibi sendikaların ve çalışan sınıfın acil taleplerini dile getirirken diğer taraftan üretim ekonomisi ve teşvik politikalarıyla sermaye sınıfının ihtiyaçlarını da gözardı etmiyor.
Hesap uzmanı olmasından mı geliyor bilemem ama bir Kılıçdaroğlu profili çıkarmak isteyen için ilk göze çarpan, Kılıçdaroğlu’nun tepeden tırnağa bir denge politikacısı olduğudur. Bu yönüyle biraz sıkıcıdır da Kılıçdaroğlu. Fazla dengeci, rasyonel liderler insanların hülyalarına hitap edemezler. Ama Türkiye gibi bu kadar dengesiz ve çarpık gelişme gösteren bir ülkeye gereken politikacı tipi de Kılıçdaroğlu tipidir. Çünkü diğer siyasal varyasyonların hepsi denenmiştir şimdiye kadar. Sonuç ise kültürel olarak ayrışmış, siyasal olarak kutuplaşmış, kurumsal olarak çökmüş bir ülke.
Birkaç cümleyle özetlemek gerekirse, bu kadar ağır dengesizliklerin hakim olduğu bir ülkede, Kılıçdaroğlu bu dengeci özellikleriyle Türkiye’nin, yani ülkesinin antitezi gibidir. Zaten Türkiye yapısal birçok çelişkiye sahip. Aynı sorunların on yıllar boyu sürekli olarak kendini katlayarak yeniden ürettiği bir ülkeye gerekli olan da kendisinin antitezi olan politikalar ve politikacıdır. Bu yönüyle de Kılıçdaroğlu ilginç bir siyasal figürdür.

Turan Altuner, uluslararası ağırlıklı iktisat, uluslararası işletme yönetimi, kültürlerarası iletişim, kültür antropolojisi ve endüstri işletmeciliği okudu. İşletmeci, danışman ve kültürlerarası iletişim koçu olarak çalıştı. İlgi alanları ekonomi, uluslararası ilişkiler ve kültürlerarası iletişimdir.