
İki yeni kitap, uzaktan savaşın (Silahlı insansız hava araçlarının ) askeri operasyonları yürütenlere etkisini, ABD’nin konumuna ve yurtdışındaki toplumlara ışık tutuyor.
Murtaza Hüseyin
ABD merkezli bir STK çalışanı olan Zemari Ahmedi, hayatının son günü olacak o gün, Afganistan’ın Kabil semalarında bir Predator insansız hava aracını uzaktan yöneten bir ekip tarafından izleniyordu. Ahmedi, şehirde bazı günlük işlerini yapıp hayatına devam ederken, dron operatörleri kimliğini bilmemelerine rağmen onu öldürmeyi planlıyorlardı.
Ahmedi’nin su bidonlarını arabasına yüklemesi gibi bir dizi zararsız eylem, kendisini izleyen operatörlerin gözünde intihar bombası saldırısı için uğursuz hazırlıklar olarak yorumlandı. Ahmedi’yi birkaç saat izledikten sonra, dron operatörleri evine giden Ahmedi’nin ölüm cezasını vererek, tam da üç çocuk onu karşılamak için dışarı çıkarken arabasına bir Hellfire füzesi ateşlediler. ABD ordusunun başta İslam Devleti ile çalışan bir teröristi hedef aldığı konusunda ısrar ettiği saldırıda tamamı sivil toplam 10 kişi öldü.
Ahmedi ve aile üyelerinin ölümleri, kamuoyunda gördükleri ilgi açısından benzersizdi. Yine de, son 20 yılda yürütülen daha büyük ABD dron savaşı bağlamında ne yazık ki önemsizdi.
Silahlı insansız hava araçları, modern Amerikan savaşının ayrılmaz bir parçası haline gelerek askeri operasyonları yürütenleri tarihsel olarak eşi görülmemiş biçimde tehlikeden uzak bir noktaya getirdi.
Silahlı insansız hava araçları, modern Amerikan savaşının ayrılmaz bir parçası haline gelerek askeri operasyonları yürütenleri tarihsel olarak eşi görülmemiş biçimde tehlikeden uzak bir noktaya getirdi. Aynı zamanda, ister savaşçı ister sivil olsun, hedef alınanları, kendilerini savunamayacakları veya teslim olamayacakları bir şiddet biçimine maruz bıraktılar. Her iki tarafın da hayatlarını tehlikeye attığı savaşın geleneksel olarak karşılıklı olma durumundan azade kalan dron operatörleri, daha ziyade insanları gezegenin öbür tarafında yasal süreç olmadan yargılayan ve uzaktan kumandayla ölüm cezaları veren adli cellatlara dönüştüler.
ABD bu savaş tarzına öncülük etti, ancak teknik olarak insansız hava araçları veya İHA’lar olarak adlandırılan araçların kullanımında artık yalnız değil. ABD’nin rakipleri de dahil olmak üzere diğer ülkeler, kendi insansız hava aracı programlarını hızlandırarak, bu uzak mesafeli öldürme tarzının 21. yüzyılda savaşın belirleyici bir özelliği haline gelebileceğinin sinyallerini veriyor.
Yakın zamanda yayınlanan, Hamburg Üniversitesi Barış Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Neil Renic’in “Asymmetric Killing: Risk Avoidance, Just War, and the Warrior Ethos” (Asimetrik Öldürme: Riskten Kaçınma, ahlaki Savaş ve Savaşçı Ruhu) ve Almanya, Irak ve Afganistan’daki savaşlara katılmış emekli bir ABD Deniz Piyadeleri yarbayı Wayne Phelps’in “On Killing Remotely: The Psychology of Killing With Drones,” (Uzaktan Öldürme: Dronlarla Öldürmenin Psikolojisi) adlı iki kitabın amacı bunun ne anlama geldiğini anlamak.
Phelps’in kitabı, saldırıları gerçekleştiren dron operatörleriyle yapılan yüzlerce röportaja dayanmaktadır. Dron savaşının ABD ordusunun daha kapsamlı kültürüne nasıl uyduğunu inceleyen kitap, aynı zamanda hedeflenen cinayetleri gerçekleştirmekle görevli dron operatörlerinin ruh haline dair dikkate değer bir fikir veriyor. Olayların genellikle acımasız bir hızla ilerlediği geleneksel savaş biçimlerinden farklı olarak, dron operatörleri bir gün önce tetiği çekip onları öldürmeden önce gökyüzündeki yüksek çözünürlüklü bir kamera aracılığıyla, genellikle uzun bir süre, bazen birkaç ay boyunca hedeflerini yakından takip ederek onların alışkanlıklarını, kişiliklerini ve hatta ailelerini öğrenir.
Bir video oyunundaki hedefleri havaya uçurmakla karşılaştırılabilecek dron saldırıları genellikle soğuk, insandışılaştırılmış bir öldürme biçimi olarak görülse de, Phelps’in görüştüğü birçok operatör bunu psikolojik olarak zor olarak nitelendiriyor. Bazıları, takip etmek ve öldürmekle görevlendirildikleri kişilerle parasosyal ilişkiler bile geliştiriyorlar. Kitapta örnek verilen bir vakada, CIA’in insansız hava aracı programında çalışan bir istihbarat analisti, “önemli bir hedef” olduğu söylenen bir adamı altı ay boyunca günde 24 saat gözetlemekle görevli bir ekibin parçasıydı. Analist, öldürülmesini haklı çıkardığı iddia edilen davranışlara ek olarak, yaşam tarzı analizi olarak bilinen uzun vadeli bir gözetim rutininin parçası olarak, hedefin her gün yürüyerek çocuklarını okula götürdüğünü ve ailesine baktığını gözlemledi. Analist, garip bir şekilde, hedefini tanıdı, hatta başkalarıyla, özellikle de karısı ve çocukları ile nasıl etkileşime girdiğini görmek için çok fazla zaman harcamaktan doğan bir sempati düzeyi bile geliştirdi.
Aylarca bir insansız hava aracının merceğinden izlenerek kurulan yakınlık ve hedef hakkında toplanan bilgi seviyesi, geleneksel savaş durumlarındakinden çok daha yüksekti.
Sonunda, istihbarat analistinin onu öldürmek zorunda kalacağı gün geldi. Analistin kendisi hakkında “iyi bir baba olduğuna hiç şüphe yoktu” dediği adamla bu kadar uzun bir röntgencice yakınlık döneminden sonra, bu bir video oyunu gibi değildi. Kendisi de bir baba olan analist, takip ettiği adamla insani düzeyde bir ilişki kurmuştu. Bir insansız hava aracının merceğinden izlenerek kurulan yakınlık ve hedef hakkında toplanan bilgi seviyesi, savaşçıların öldürdükleri kişiler hakkında çok az kişisel bilgiye sahip oldukları geleneksel savaş durumlarından birçok bakımdan çok daha yüksekti. Phelps’in belirttiği gibi, “analist, altı ay boyunca her gün normal bir baba olduğunu gözlemlediği bu adamı vurma anı geldiğinde, bunun duygusal olarak zor olduğunu söyledi.”
Diğer dron operatörleri, görevleri sırasında fizyolojik stres yaşadıklarını ve aktif savaşa katılan dost kara kuvvetlerini destekleyen başarılı atışların ardından kısa adrenalin patlamaları yaşadıklarını anlatıyor. Görevdeki en kötü günlerini açıklamaları istendiğinde, yanıtlarının çoğu, dron ekiplerinin belirli saldırıların ardından gördükleriyle ilgiliydi. Bir insansız hava aracındaki bir sensör operatörü, en kötü günlerini Phelps’e şu şekilde anlattı: “Az önce bir Hellfire füzesiyle yok ettiğim kişinin oğlunun, babasının parçalarını toplamasını izlemek. Odaklandığım şey öldürme eylemi değildi, beni hala rahatsız eden şey çocuğun yüzünü ve ailesinin geri kalanıyla etkileşimlerini izlemekti.”
Bir Reaper dron mürettebatında taktik kontrolör olarak çalışan bir taşeron, gerçekleşmesine yardım ettiği saldırıların uzun vadeli sonuçları hakkında görüşlerini de sundu:
Yine de, bugün olsa gene aynısını yapardım: önemli olduğu teyit edilmiş bir hedefi izlemek ve onun eşi ve çocukları ile şefkatli bir baba ve koca olarak olumlu etkileşimde bulunduğunu, oğluyla futbol oynadığını görmek ve evinden uzak olduğu bir anı yakalayıp nihayetinde bir kinetik saldırı yönetmek. Hiçbir sivil zaiyatı olmadı; ne var ki, ailenin yasını yüksek çözünürlüklü olarak izlerken bu olay nedeniyle ileride oğlunun yeni nesil bir terörist olacağını düşünmeden edemedim.
Phelps, dron savaşına askeriyenin içinden biri olarak yaklaşıyor. Esas olarak, askeri hiyerarşi içinde dron operatörlerine yönelik stigmatizeyi azaltmak ve uzaktan öldürme sürecini psikolojik olarak daha kolay hale getirmenin yollarını bulmakla ilgileniyor. Operatör ve hedef arasında daha fazla sosyal mesafe yaratmayı, ilgili kişileri tanımlamak için teknik bir dil kullanmayı ve bir bireyi yakından izleyerek yaşam tarzı gözetimi yapan kişinin tetiği çeken veya saldırı sonrası hedefin ailesinin yas sürecini gözlemleyen kişiyle aynı olmaması için görevleri bölmeyi öneriyor.
“Keşke arabadaki tanımadığımız bir adam olsaydı. Öyle saldırılar kolay.”
Dron savaşına katılan herkes deneyimlerinden rahatsız olmuyor. Bazıları operasyonlarının haklılığını hiç sorgulamıyor. Yine de, hedefli öldürmenin dron operatörleri üzerindeki psikolojik etkisine ilişkin açıklamalarında Phelps, dron ile can almanın, bunu yapan insanlar için bir video oyunu oynamak kadar kolay olduğu fikrini ortadan kaldırıyor.
Bir dron operatörü Phelps’e verdiği demeçte, “İnsanlığı görmediğimiz fikri çok saçma. Sekiz saat bir hedefi izliyorum. Onu dükkana ve karısına giderken izleyeceğim. Dört beş gün takip ettiğim hedeflerim oldu. Nerede yaşadıklarını biliyorum, ne yaptıklarını biliyorum diyor. “Sonra, nihayetinde bu adamı öldürüyorsun. Karısının orada bir yerde olduğunu ve onu dul bıraktığımızı ve üç çocuğu babasız bıraktığımızı kesinlikle biliyorum. Bu berbat bir duygu. Keşke arabadaki tanımadığımız bir adam olsaydı. Öyle saldırılar kolay.”
Phelps’in “Uzaktan Öldürme Üzerine” kitabındaki analizinde, dronlarla hedefleyerek öldürmenin, insanların savaşta kendileri için ok, yay, top, keskin nişancı tüfeği, bombardıman uçağı ve balistik füze benzeri avantajlar yaratmasının yeni bir evrimi olduğu varsayımı yer almaktadır.
Bu varsayım, Neil Renic’in “Asimetrik Öldürme”sinde sorgulanıyor. Renic, insansız hava araçlarının şiddet sözkonusu olduğunda daha önceki silahlar tarafından yaratılan hiçbir şeye benzemeyen bir “radikal asimetri” oluşturduğunu savunuyor. Bir tarafın tehlikeden tamamen uzak, diğerinin ise tamamen karşısındakinin insafına kaldığı şiddetin mutlak dengesizliği, olup bitenlerin bir savaş mı yoksa daha şeytani bir şey mi olduğunu sorgulatıyor.
Pakistan, Yemen ve Somali gibi ülkelerde ABD, kayda değer bir ABD kara varlığı olmaksızın binlerce saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda yerde öldürülen insanlar genellikle Amerikalılar için olası bir tehdit oluşturmazlar ve aslında oluşturamazlar da. Renic, “adil savaş” teorisi gibi felsefi geleneklere atıfta bulunarak, bunun, özellikle dron programının ağırlıklı hedefi olan düşük seviyeli, kırsal kökenli, yabancı savaşçılar olmak üzere birçok sözde meşru insansız hava aracı hedeflerini bile siviller hedeflerden biraz farklı kıldığını savunuyor.
Hukuki ve ahlaki olarak denetlenen bir eylem olarak savaş kavramı, tarihsel olarak, katılanlar arasında karşılıklı risk ve tehlike varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Bu dinamik, bir tarafın yalnızca gezegenin diğer tarafından robotlarla savaşmaya başlamasıyla artık ortadan kalktı. Önceki teknolojik gelişmeler, savaşçılar arasındaki yapısal tehdidi azaltmış olsa da, dron savaşı, bir tarafın kendisini şiddete karşı kesinlikle dokunulmaz hale getirdiği ilk örnektir.
Renic, “IHA’lara özgü şiddet, silahlı çatışmaların niteliğinde, hasımca bir mücadeleden hükmi yaptırımlara daha yakın bir şeye doğru önemli bir kaymaya işaret ediyor” diye yazıyor. “Bu değişimin bir sonucu, ABD tarafından hedef alınanların insandışılaştırılması (dehumanization) oldu.”
Renic, aktif muharebe durumlarının dışında insansız hava aracı saldırıları yoluyla öldürmenin savaştan çok “yaratıcı bir dezenfeksiyon süreci” gibi olduğunu savunuyor.
Karşılıklı bir risk durumu olarak savaşın yerine ortaya çıkan şey, göklerden gerçekleştirilen sonu gelmez bir dizi infazdır. Birçok saldırı gerçekleştiren bu insanların görevi, savaşta bir düşmanı yenmekten çok, ABD için olası bir tehdit oluşturmayan ve gelenekleri, görenekleri koşulları ve hatta kimlikleri genellikle saldıranlar tarafından bilinmeyen bireylere karşı “ahlaki” yargılar ve ölüm cezaları vermektir. Ürpertici bir metafor kullanmak gerekirse Renic, aktif muharebe durumları dışında dron saldırıları yoluyla öldürmenin geleneksel olarak tanımlanan savaştan çok “yaratıcı bir dezenfeksiyon süreci” gibi olduğunu savunuyor.
Dronların doğrudan ABD’ye saldırı planlayan üst düzey teröristleri hedef aldığı veya savaşta dost kara kuvvetlerini desteklediği durumlarda, saldırılar geleneksel ahlaki bakış açısından daha mazur görülebilirdir. Dron saldırılarının koşulları ise genellikle bunlar değildir. Yıllar boyunca aktif muharebe bölgelerinin dışında binlerce saldırı gerçekleşmiş ABD kuvvetlerine veya sivillere doğrudan tehdit oluşturmayan düşük seviyedeki savaşçılar ve hatta silahsız kişileri hedef almıştır. Askeri odaklı haber sitesi Connecting Vets tarafından kısa süre önce yayınlanan ve birçok saldırının sızdırılmış görüntülerini de kapsayan bir araştırma raporu, 2019’daki dron saldırıları sırasında ABD askeri komutanlarının Afganistan’ın Helmand Eyaletindeki düşük seviyedeki şüpheli Taliban üyelerini öldürme takıntısının boyutunu özetlemişti.
Operasyonel başarının bir ölçüsü olarak “öldürme sayılarını” artırmaya kafayı takmış askeri komutanlar, eyalette telsizleri olduğundan veya çelik yelek giydiğinden şüphelenilen silahsız kişilere karşı bile dron saldırıları yapılmasına onay verdi. Saldırılar, Phelps’in ABD insansız hava aracı savaşını istihbarat odaklı, tehlikeli aktörlere yönelik hedefli saldırılar olarak nitelendirmesiyle taban tabana zıttı: Helmand saldırılarına katılanlar, “nihilist” olarak niteledikleri saldırıların “cezalandırma amaçlı olduklarını ve öldürmek için öldürdüklerini,” belirttiler.
Dron savaşı, savaşan taraflardan birinin ölüm riskini neredeyse tamamen ortadan kaldırdığı kadar, aynı zamanda bu riski ordunun sözde güvenliğini savunmakla görevli olduğu sivillere kaydırdı. ABD ordusu, kendisini uzaktan öldürdükleri bir düşmandan gelebilecek misilleme niteliğindeki şiddete karşı tamamen korunaklı hale getirerek, bu düşmanların teslim olmayı veya yok olmayı kabul etmek yerine, mevcut olan herhangi bir hedefe, genellikle sivil hedeflere saldırarak tek yönlü amansız şiddetle yanıt vermelerini daha olası kılıyor.
Bu, Amerikalılar veya yabancı ülkelerdeki yerli sivillerin militan gruplar tarafından öldürülmesini ahlaki açıdan daha az sakıncalı kılmaz. Ancak askeri yetkililerin kendi hesaplarına göre, şiddetin savunmasızlara kaydırılması, öncelikle askerleri her ne pahasına olursa olsun fiziksel tehlikeden korumaya çalışan politikaların öngörülebilir bir sonucu oldu.
Amerikan Deniz Kuvvetlerinden Binbaşı Trent Gibson, 2009 tarihli “Hell Bent on Force Protection: Confusing Troop Welfare with Mission Accomplishment in Counterinsurgency,” (Gücü Koruma Kararlılığı: Kontrgerilla Karşısında Görev Başarısı ile Birliğin Selametini Karıştırmak) başlıklı bir makalesinde, Irak ve Afganistan’daki deneyimlere dayanarak, “Gücümüzü tüm potansiyel düşman tehditlerine karşı tahkim etme girişimleri … ‘risk yükünü’ zayiattan kaçınan bir askeri güçten halka kaydırıyor” diye yazdı. “Bunu yaparken, yükü kendi omuzlarımızdan alıp, bunu taşıyacak maddi kaynaklara sahip olmayanlara, yani sivil halka doğrudan yükledik.”
“Uzaktan Öldürme”, yapay zeka kullanarak tüm öldürme sürecini otomatikleştirip insanları savaştan daha da uzaklaştırma kapasitesine sahip olabilecek otonom silah platformlarının geleceğine dair bir uyarı ile sona eriyor. Phelps, “savaşın insani bir çaba olduğunu ve onu üstlenmenin insani bir maliyeti olması gerektiğini” ikna edici bir şekilde savunuyor. Kitabı, can almanın dron operatörleri için klişelerin düşündürdüğü kadar kolay olmadığını ortaya koysa da, son 20 yılda şiddete maruz kalanlar için, aile üyelerini öldüren tetiği çekenin bir insan olduğunu bilmek pek de rahatlatıcı değil.
Başlangıçta Zemari Ahmedi ve ailesinin Kabil’deki cinayetlerini örtbas etmeye çalıştıktan sonra, Pentagon, IŞİD’in Afganistan’daki uzantısı olan IŞİD-K teröristinin öldürülmesiyle ilgili söylemlerini çürüten bir dizi haber akışının ardından geri adım attı. Ordu, sorumluluğu kabul etmek zorunda kalsa da, masum bir aileden 10 kişinin hayatını kaybettiği saldırıya karışan hiç kimse hakkında herhangi bir disiplin işlemi yapılmayacağını açıkladı .
Eğer insansız savaş, özerk olsun ya da olmasın, herhangi bir ahlaki bileşene sahip olacaksa, Zemari Ahmedi’nin hayatını sona erdiren saldırılardaki gibi düzenli olarak öldürülen masum insanlar için bir miktar hesap verebilirliği içermelidir. Tekrarlanan özürler bir yana, son 20 yılda öldürülen, sakatlanan veya sevdiklerinden yoksun bırakılan on binlerce kişiye karşı ahlaki sorumluluk konusunda bir şey yapıldığı söylenemez.
Zemari’nin kardeşi Emal Ahmedi, insansız hava aracı saldırısının ardından gazetecilere verdiği demeçte, “Özür dilenmesi bizim için yeterli değil” dedi. “ABD her yerden izleyebiliyor. Arabanın yanında ve içinde masum çocukların olduğunu görebilirlerdi. Bunu kim yaptıysa cezasını çekmeli. Bu ahlaken doğru değil.”
Murtaza Hussain Kimdir?

Murtaza Hussain, Intercept’te ulusal güvenlik ve dış politika üzerine odaklanan bir muhabirdir. CNN, BBC, MSNBC ve diğer haber kuruluşlarında çalıştı.
Bu makale The Intercept’te yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.