
Soğuk Savaş sonrası dönemi ve günümüze uzanan çatışmaları/savaşları anlamak için, 1990’lı yıllarda geliştirilen Wolfowitz, Huntington ve Brzezinski doktrinlerini kavramak büyük önem taşımaktadır. Daha önce Görüş makaleleri kapsamında yayımlanan “Wolfowitz Doktrini: Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Stratejisinin Dönüştürücü Etkisi” ve “21. Yüzyıldaki Güç Mücadelesini Anlamak: Tek Kutuplu Dünyanın Kuramsal Temelleri” başlıklı yazı serilerinin bu son bölümünde ise, Zbigniew Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” başlıklı doktrinini ve bu üç doktrinin ortak noktalarını mercek altına alacağız.
1990’larda ABD dış politika doktrinlerinin evrimi – Wolfowitz Doktrini’nden Huntington ve Brzezinski’ye, 21. yüzyıla ve Ukrayna Savaşı’na etkileri.
1990’lar, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle şekillenen ABD dış politikası açısından dönüm noktası olan bir dönemdi. İki kutuplu dünya düzeninin dağılmasıyla birlikte, Amerikalı siyaset yapıcılar ve entelektüeller, ABD’nin küresel hakimiyetini yönlendirecek yeni çerçeveler aramaya başladılar. Bu dönemde, özellikle Wolfowitz Doktrini, Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” ve Zbigniew Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” gibi etkili doktrin ve teoriler ortaya çıktı. Bu fikirler, yalnızca Soğuk Savaş sonrası stratejiyi tanımlamakla kalmadı, aynı zamanda 21. yüzyıldaki ABD dış politikası için entelektüel zemin hazırladı.
Bu doktrinler, odak noktaları farklı olsa da, ortak bir amacı paylaştı: askeri üstünlük, kültürel dominanz ve jeopolitik strateji yoluyla ABD’nin küresel hegemonyasını sürdürmek.
Bu etkiler, özellikle Ukrayna Savaşı bağlamında günümüzde de hissedilmektedir. Bu savaş, ABD’nin Rusya etkisini sınırlandırma ve liberal uluslararası düzeni koruma çabalarının merkezi haline gelmiştir.
Wolfowitz Doktrini – Tek Kutuplu Üstünlüğün Yol Haritası
Wolfowitz Doktrini, daha önce 1992 Savunma Politikası Rehberi olarak bilinir. George H. W. Bush döneminde Savunma Bakanı Dick Cheney’in yönetiminde Paul Wolfowitz ve Scooter Libby tarafından kaleme alındı. Bu belge, Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin küresel üstünlüğünü korumak için bir strateji belirledi ve herhangi bir rakip süper gücün veya bölgesel hegemonun ortaya çıkmasını engellemeyi amaçladı.
Temel ilkeleri şunlardı:
- Yeni bir küresel rakibin, özellikle Avrasya’da, yükselmesini önlemek,
- ABD’nin askeri üstünlüğünü ve tek taraflı harekete geçme kapasitesini sürdürmek,
- Müttefiklerin bağımsız savunma kapasiteleri geliştirmesini caydırmak,
- Önleyici müdahale ve belirleyici askeri güç kullanımıyla küresel gelişmeleri yönlendirmek.
Orijinal taslak, emperyalist bir ton taşıdığı gerekçesiyle eleştirildi ve dili yumuşatılarak revize edildi. Ancak temel fikirler ABD stratejik düşüncesine yerleşti.
Wolfowitz Doktrini, 2002’deki Bush Doktrininin temelini oluşturdu; bu doktrin, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla işgalini meşrulaştırmak için önleyici müdahale ilkesine dayandı. Aynı zamanda, ABD’nin Orta Doğu’daki askeri müdahalecilik stratejisini de şekillendirdi.
Soğuk Savaş sona ermesine rağmen, ABD, küresel askeri varlığını sürdürdü; bu, ABD üstünlüğüne meydan okuyabilecek herhangi bir gücün yükselmesini engelleme ihtiyacıyla gerekçelendirildi. Bu doktrin, NATO’nun genişlemesi, Terörle Savaş, ve günümüzde Çin ve Rusya’nın çevrelenmesi dahil birçok kararda etkili oldu.
Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” – Kültürel Çatışmaların Çerçevesi
Samuel P. Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” teorisi, 1993’te Foreign Affairs dergisinde yayımlandı ve 1996’da bir kitap olarak geliştirildi. Huntington, gelecekteki küresel çatışmaların ideolojik ya da ekonomik değil, kültürel temelli olacağını öne sürdü. Dokuz büyük uygarlık tanımladı: Batı, İslam, Çin, Hint, Ortodoks, Latin Amerika, Afrika, Budist ve Japon uygarlıkları. En tehlikeli çatışmaların bu uygarlıkların sınırlarında gerçekleşeceğini savundu.
Huntington, Batı’nın kendi değerlerini diğer uygarlıklara empoze etme girişimlerinin özellikle İslam dünyası ve Çin tarafından dirençle karşılanacağını öngördü. Medeniyet kimliğinin, siyasi ideolojiden ya da ekonomik çıkarlardan daha kalıcı ve bölücü bir unsur olduğunu vurguladı.
Huntington’ın teorisi, özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’de daha fazla ciddiye alındı. Terörle Savaş ve Irak’ın işgali, sıklıkla kültürel ve medeniyetler arası bir mücadele çerçevesinde sunuldu. ABD, kendini radikal İslam’a karşı Batı değerlerini savunan bir güç olarak konumlandırdı.
Ancak eleştirmenler, Huntington’ın teorisinin kültürleri indirgediğini, iç çeşitliliği ve işbirliği potansiyelini göz ardı ettiğini savunur. Buna rağmen, Batı ile İslam dünyası arasındaki çatışma anlatısı, ABD dış politika söyleminde etkisini sürdürmüş ve askerileşmeyi, İslamofobiyi ve müdahaleciliği beslemiştir.
Jeopolitik Vizyon: Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” – Avrasya’ya Yönelik Jeopolitik Strateji
Zbigniew Brzezinski’nin 1997 tarihli The Grand Chessboard adlı eseri, Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin küresel hakimiyetini sürdürebilmesi için bir jeopolitik yol haritası sundu. Eski bir ulusal güvenlik danışmanı olan Brzezinski, Avrasya’nın geniş kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle küresel gücün anahtarı olduğunu savundu.
Beş kritik bölge tanımladı: Rusya, Ukrayna, Orta Asya, Çin ve Orta Doğu.
ABD’nin küresel üstünlüğünü sürdürmesi için Avrasya’da hiçbir gücün baskın hale gelmemesi gerektiğini savundu. Sino-Rus ittifakı veya yeniden güçlenen bir Rusya’nın, ABD üstünlüğüne tehdit olabileceğini vurguladı.
Brzezinski’nin fikirleri, NATO’nun doğuya genişlemesi, Rusya’nın çevrelenmesi, ve Doğu Avrupa ve Orta Asya ile stratejik angajman politikalarını etkiledi. Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir tampon bölge olarak destekleme çağrısı, özellikle Ukrayna Savaşı bağlamında etkisini sürdürmektedir.
Brzezinski’nin 1994’te söylediği ünlü söz:
“Ukrayna olmadan, Rusya bir imparatorluk olamaz. Ama Ukrayna’ya Rusya boyun eğdirir, yenilgiye uğratır ve kendi nüfüs dairesine entegre ederse, Rusya otomatik olarak bir imparatorluk olur.”
Bu ifade, Ukrayna’nın ABD jeopolitik stratejisindeki merkezi rolünü ortaya koymaktadır.
Doktrinlerin Etkileşimi ve Mirası
Her ne kadar bu üç yaklaşım farklı entelektüel geleneklerden (Wolfowitz – realizm, Huntington – kültürelcilik, Brzezinski – jeopolitik strateji) gelse de, birçok ortak tema barındırmaktadır:
- Rakiplerin engellenmesi: Hepsi, ABD’ye rakip olabilecek güçlerin yükselişinin önlenmesini savunur.
- ABD küresel liderliğinin önceliği: ABD’nin tek küresel süper güç olarak kalması gerektiği kabul edilir.
- Askeri ve stratejik araçların kullanımı: Wolfowitz – tek taraflı güç kullanımı; Huntington – kültürel anlatılar; Brzezinski – jeopolitik manevralar yoluyla aktif müdahalecilik öngörülür.
- Avrasya’ya odak: Hem Brzezinski hem de Wolfowitz, Rusya ve Çin’in çevrelenmesi açısından Avrasya’nın önemini vurgular.
Sonuç: Çatışmacı Doktrinlerin Tehlikeleri
Brzezinski, Huntington ve Wolfowitz’in doktrinleri, her ne kadar ABD’nin küresel liderliğini sürdürme hedefiyle geliştirilmiş olsa da, üç temel açıdan son derece sorunludur. Bu doktrinler, dünya barışını tehdit etmeleri ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nda da görülebileceği üzere dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirmeleri bakımından tehlikelidir.
Masa başında, üniversite köşelerinde hazırlanan bu tür militarist tezler, jeostratejik gerçeklerle karşı karşıya geldiğinde tehlikenin boyutları katlanarak artmaktadır. Tüm doktrinler, ABD’nin askeri gücünü ön planda tutar ve militarizmi teşvik eder. Sorunların çözümünde diplomasi yerine güç kullanımını öne çıkarırlar; bu da sürekli çatışma riskini artırır.
Doktrinlerin en temel sorunlarından biri de küresel dinamikleri basite indirgemeleridir. Huntington, medeniyetleri tek tip kültürler olarak sunar; Wolfowitz, dünyayı tehdit ve rakipler üzerinden okur; Brzezinski ise küresel siyaseti satranç tahtası gibi görür. Bu yaklaşımlar, ülkelerin iç dinamiklerini, halk hareketlerini, işbirliği ve diplomatik cözüm potansiyelerini göz ardı eder. Bir diğer temel sorun ise Batı dışı güçlerin dışlanmasıdır. Bu da insanlığın ezici bir bölümünün dışlanması anlamına gelir. Böyle bir stratejinin uzun vadede sürdürülebilir olmayacağı ve kaçınılmaz olarak çatışmalara ve savaşlara yol açacağı açıktır; bunu öngörmek için jeostrateji dehası olmaya gerek yoktur. Tarih, dışlayıcı güç politikalarının geçici zaferler sunsa da kalıcı barış getirmediğini defalarca göstermiştir.
Bu üç doktrin Batı’nın değerlerini evrensel olarak kabul eder; diğer uygarlıkları ise ya rakip ya da tehdit olarak görür. Bu yaklaşım, Çin, Rusya ve İslam dünyası gibi aktörlerle gerilim yaratır ve kutuplaşmayı günümüzde görüldügü üzere derinleştirir. Tüm bu nedenlerle, bu doktrinler çatışmacı, indirgemeci ve dışlayıcı nitelik taşır ve uluslararası barış ile işbirliği açısından ciddi riskler barındırır.
Kaynakca:
Zbigniew Brzezinski – “Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Önceliği ve Jeostratejik Gerekleri” (The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives)
Samuel P. Huntington – “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” (The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order)
Paul Wolfowitz – “Savunma Politikası Rehberi” (Defense Planning Guidance, 1992)
Francis Fukuyama – “Tarihin Sonu ve Son İnsan” (The End of History and the Last Man)
John J. Mearsheimer – “Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi” (The Tragedy of Great Power Politics)