
Andrey Kortunov
Tayvan adası ile ilgili durum sadece Çin anakarasında, Tayvan adasında veya ABD’de değil, tüm dünyada endişe uyandırıyor. Hiç kimse Doğu Pasifik’te Çin ile ABD arasında büyük çaplı bir askeri çatışma görmek istemez. Böyle bir çatışmanın olası yansımaları, nükleer düzeye tırmanmasa bile, bu çatışmada her iki taraf için de büyük can ve mal kayıpları bir yana, küresel ekonomi ve stratejik istikrar için felaket olabilir.
Bu haftanın başlarında, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Moskova’nın, Pekin’in Tayvan’ın Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğu konusundaki tutumunu kesin bir şekilde desteklemeye devam ettiğini belirtti. Ayrıca, Moskova’nın Pekin’i ayrılıkçı eyaleti ülkenin geri kalanıyla yeniden birleştirmeye yönelik meşru çabalarında destekleyeceğinin de altını çizdi. Bir dizi yabancı medya kuruluşu Lavrov’un gerçekte ne dediğine dikkat etmeyerek, bu konudaki diğer yorumlarına yer vermedi: Rus yetkili, Moskova’nın yeniden birleşmenin Çin’in Hong Kong’u geri almasına benzer bir şekilde barışçıl ve kademeli olmasını beklediğini eklemedi. Ortaya çıkan yeni Tayvan Boğazları krizinin birçok gözlemcisi, Lavrov’un açıklamasının krizin tüm taraflarına açık bir mesaj olduğu sonucuna vardı: Rusya muhtemelen Pekin’in adayı askeri olarak ele geçirmesini bile destekleyecektir.
Elbette diplomasi bir muğlaklık sanatıdır. Lavrov açıkça Tayvan sorununa askeri bir çözüm çağrısında bulunmadı. Yine de, sözleri, Rusya’nın bu konudaki standart retoriğinden daha açık ve Pekin’i daha destekleyiciydi. Peki, neden? Bunun olası bir nedeni, Rus yetkilinin Rusya’nın en büyük stratejik ortağı olarak Çin’e iyi görünmek istemesi olabilir. Dedikleri gibi, “dost, kara günde belli olur.” Diğer bir açıklama ise Lavrov’un bir süre önce Moskova’nın Kuzey Kafkasya’da ayrılıkçılığı bastırmak için iki kanlı savaşa girmek zorunda kaldığı Çeçenistan ile Rusya’nın deneyimini hatırlamış olması. Toprak bütünlüğü Rus liderliği için çok şey ifade ediyor. Bu, kan dökmeye değer bir şey.
Bununla birlikte, Rusya’da, Tayvan adası için işler gerçekten kötüye giderse, ABD’nin kurtarmaya gelmeye cesaret edeceğine ve günün sonunda Taipei’nin Pekin’e tek bir kurşun atmadan teslim olmak zorunda kalacağına inanmadıkları da düşünülebilir. Bu nedenle, çeşitli askeri uzmanların ortaya attığı kıyamet senaryoları ne olursa olsun, Doğu Pasifik’te büyük ölçekli bir askeri çatışmanın riskleri nispeten düşük görülüyor.
Gerçekten de, son 10 veya 15 yılda ABD, arkadaşlarını ve ortaklarını riskli ve hatta pervasız kararlar almaya teşvik etme ve bu kararların faturasını onlar ödemek zorunda kaldığında bu dostları ve ortakları yüzüstü bırakma gibi oldukça kötü bir alışkanlık edindi. 2008’de Bush yönetimi, Gürcü lider Mihail Saakaşvili Güney Osetya’ya karşı, orada konuşlanmış bazı Rus barış güçlerinin öldürülmesi de dahil olmak üzere, askeri bir operasyon başlatması için açıkça veya zımnen teşvik etti. Ancak Rusya Gürcü saldırısını durdurmak ve geri püskürtmek için müdahale ettiğinde, talihsiz Saakaşvili Washington tarafından fiilen yüz üstü bırakıldı.
2013-14 Ukrayna ihtilafları sırasında, Obama yönetimi, Kiev’deki meşru cumhurbaşkanının devrilmesini coşkuyla destekledi. Ancak daha sonra Normandiya sürecine katılmaktan ve Minsk Anlaşmalarını imzalamaktan kaçınarak krizin yönetimini Berlin ve Paris’e devretmeyi tercih etti. 2019’da Başkan Donald Trump, Maduro hükümeti olağanüstü direncini gösterdiğinde, Venezuela’daki Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaidó’ya Başkan Nicolas’a karşı yürüttüğü mücadelede tam destek sözü verdi. Juan Guaido çok kısa bir sürede Washington’un siyasi radarından neredeyse tamamen kayboldu.
Bu yılın başlarında Biden yönetimi, Afganistan’daki Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin Taliban’ın ilerlemesine karşı direnişinde omuz omuza verme konusundaki kararlılığını ifade etmişti. Ancak bıçak kemiğe dayandığında, ABD yerel müttefiklerini kolayca terk etti, askeri personelini ivedilikle tahliye etti ve Başkan Ghani’yi Birleşik Arap Emirlikleri’ne siyasi sığınma talebinde bulunmak üzere terk etti.
Washington, ortaklarına, müşterilerine ve hatta müttefiklerine artık onu güvenilir bir güvenlik sağlayıcısı olarak göremeyecekleri sonucuna varmaları için tekrar tekrar nedenler veriyor. ABD, Tayvan adası için bir istisna yapar mı? Elbette Tayvan adasının ABD için Afganistan, Venezuela, Ukrayna ve Gürcistan’ın toplamından daha önemli olduğu söylenebilir. Ancak Tayvan adasını desteklemenin bedeli, ABD için diğer birçok kriz durumunda ödeyeceği bedelden çok daha yüksek olabilir. Washington, mevcut tüm askeri gücünü Pekin’e karşı seferber etse bile, ABD’nin Tayvan adası konusunda Çin’e karşı kaybetme şansı da çok yüksek. Yine de şu anda böyle bir seferberlik görmüyoruz. Görünüşe göre Biden yönetimi, Tayvan sorunu konusunda Pekin ile gerçek bir hesaplaşmaya hazır değil.
ABD Tayvan adası konusunda tam destek sağlamazsa, Tayvan adası kendi kaderini tayin ve bağımsızlık gibi boş hayallerinden vazgeçerek anakara ile bir tür uzlaşma aramak zorunda kalacak. Bu, yalnızca Doğu Asya’daki değil, Moskova dahil her yerdeki politikacılar için çok açık. Bu nedenle, Sergey Lavrov’un Çin’in yanında saf tutmak için nedenleri var. Kremlin’deki varsayım, Sam Amca’nın Orta Krallık’a askeri olarak meydan okumaya cesaret edemeyeceği yönünde. Bu kez değil.

Andrey Kortunov, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin genel müdürüdür.
Bu makale Global Times’da yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş