
Pekin’de bir sabah, 12.000 askerin kusursuz bir şekilde hareketsiz duruşuyla ve yoğun beklentilerle doluydu. Hipersonik füzeler, askeri güç dengelerini yeniden şekillendirebilecek yeteneklere işaret ederek Eylül güneşi altında parlıyordu. Geçit töreni alanının hemen ötesinde ise 26 dünya lideri izliyordu; bazıları hayranlıkla, bazıları ise soğukkanlılıkla.
Bu yalnızca bir güç gösterisi değildi. Küresel ittifaklarda gerçek zamanlı olarak yaşanan tektonik bir kaymaydı. 3 Eylül’de tanık olunan şey, sadece bir anma töreni de değildi. O geçit töreni, Çin’in 21. yüzyıl vizyonuna dair şimdiye kadarki en net mesajlardan biriydi.
Görüş’ün bu makalesinde, sıradışı bir zafer günü kutlamasının Çin’in küresel güç dengelerini ve oluşmakta olan “yeni dünya düzeni”nin kurallarını nasıl yeniden tanımlamaya çalıştığını ele alacağız. Gelişkin silah sistemleri, özenle seçilmiş tarihsel referanslar ve ortaya çıkan yeni bir uluslar koalisyonu, yüzyıllardır süregelen Batı egemenliğine meydan okumak üzere bir araya geliyordu. Askerî analistler, hipersonik füze gösterilerini potansiyel bir “oyun değiştirici” olarak değerlendiriyor. Vladimir Putin ve Kim Jong-un gibi liderlerin varlığı ise bu yeni güç eksenine dair güçlü sinyaller veriyordu. Makalenin ilerleyen bölümlerinde, Pekin’de yalnızca bir günde yaşananların küresel oyun kurallarını nasıl değiştirmiş olabileceğini tartışmaya çalışacağız.
Askerî Donanım ve Taktiksel Dönüşüm
12.000 askerin kusursuz bir senkronizasyonla yürümesi tüm dünyanın dikkatini çekti. Ancak asıl dikkat çeken, geçit töreninde sergilenen askeri teçhizattı: Özellikle hipersonik füzeler. Uzmanlar, Çin’in bu alandaki ilerlemesini uzun süredir takip ediyordu; fakat bu füzelerin açıkça gösterilmesi güçlü bir mesajdı.
Hipersonik füzeler, Mach 5’in (sesten beş kat daha hızlı) üzerinde hızlarda seyahat edebiliyor ve mevcut füze savunma sistemlerince neredeyse imkânsız biçimde durdurulabiliyor. En önemlisi, bunlar yalnızca prototip değildi; operasyonel sistemlerdi. Bu da Çin’in sadece geliştirme aşamasını değil, aynı zamanda konuşlandırma safhasına geçtiğini gösteriyordu.
Bu durum, özellikle Güney Çin Denizi gibi reaksiyon sürelerinin kritik olduğu bölgelerde, ABD savunma sistemlerine doğrudan bir meydan okumaydı. Hipersoniklerin menzili ve manevra kabiliyeti, Pasifik genelindeki hedeflere minimum uyarı süresiyle saldırabilme kapasitesi sağlıyordu. Böylece bölgedeki olası çatışmalarda tüm hesaplar değişiyordu.
Geçit töreninde ayrıca yönlendirilmiş enerji sistemleri – lazer silahları – sergilendi. Lazerler yeni olmasa da, tanıtılan modellerin ölçeği ve karmaşıklığı dikkat çekiciydi. Bunlar artık bilim kurgu unsurları değildi; dronları, füzeleri, hatta uyduları etkisiz hale getirebilecek pratik silahlardı. Hipersoniklerle birlikte düşünüldüğünde, bu sistemler Çin’in ABD ile arasındaki farkı ciddi ölçüde kapatan çok katmanlı bir savunma ve saldırı yeteneğini gözler önüne seriyordu.
Çin’in bakış açısından bu gösteri, basit bir “yetişme” çabasından ibaret değildi. Sergilenenlerin zamanlaması ve ölçeği, daha iddialı bir mesaj içeriyordu. Bu tablo, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Kızıl Meydan’da yaptığı güç gösterilerini kasıtlı biçimde hatırlatıyordu. Ancak o dönemde Sovyetler tank ve füze hacmini öne çıkarırken, bugün Çin hız, hassasiyet ve lazerlerin sessiz vızıltısıyla sahneye çıkıyordu.
Peki, bu gösterinin ne kadarı gerçekti, ne kadarı tiyatroydu? Askeri analistler, sistemlerin operasyonel olduğunu teyit ediyor. Fakat geçit törenleri yalnızca gerçeklikle değil, algı yönetimiyle de ilgilidir. Çin bu silahları sergileyerek hem müttefiklerine hem de rakiplerine net bir mesaj veriyordu: “Biz buradayız, çok gelişmişiz ve geri adım atmayacağız.” Bu mesajın Washington’da net biçimde duyulduğu da kesindi. Pentagon raporları uzun süredir Çin’in askeri yükselişi konusunda uyarıyordu, ancak bu gücün Pekin sokaklarında somutlaşması endişeleri daha da artırdı.
ABD, uçak gemisi grupları ve gizli teknolojiler gibi bazı alanlarda hâlâ üstünlüğünü korusa da, fark hızla kapanıyordu. Tayvan Boğazı gibi kısa mesafeli ve yüksek riskli bölgelerde bu gelişmeler belirleyici olabilirdi.
Tüm bunlar, yeni bir bipolar askeri rekabet çağının başladığına işaret ediyor. Ancak Çin, Soğuk Savaş’ın kurallarını kopyalamak yerine yeniden yazmaya çalışıyor. Gemilere ve uçaklara karşı doğrudan mücadele yerine, Amerikan savunmasının zayıf noktalarını hedef alan asimetrik yeteneklere yatırım yapıyor: füze kalkanlarını aşmak için hipersonikler, uyduları etkisiz hale getirmek için lazerler, iletişimi kesmek için siber araçlar. Bu, kuralları henüz tam yazılmamış, farklı bir silahlanma yarışı.
Geçit töreninde sergilenen her sistem, Çin’in küresel düzende yalnızca bir katılımcı değil, aynı zamanda kurucu ve şekillendirici bir güç olduğunu ortaya koyuyordu.
Yeni Bir Güç Ekseni ve Jeopolitik Esneklik
Geçit töreni alanından bakıldığında iki yüz özellikle dikkat çekiyordu: Vladimir Putin ve Kim Jong-un. Onların varlığı, sadece törensel değil, aynı zamanda jeopolitik bir gösteriydi. Her ikisi de ağır Batı yaptırımlarıyla karşı karşıyaydı ve şimdi Pekin’in spot ışıkları altında en ön sırada yer alıyorlardı. Bu kesinlikle bir tesadüf değildi. Putin, Ukrayna’ya yönelik saldırısı sonrası gelen Avrupa yaptırımlarının gölgesinde bulunuyordu. Kim Jong-un ise kısa süre önce bir kıtalararası balistik füze denemesi gerçekleştirmişti. Ve şimdi, Xi Jinping’in yanında gülümseyerek oturuyorlardı. Bazı analistler bu durumu “kargaşa ekseni” olarak adlandırıyordu. Bu kavramın anlamını kavramak zor olsa da, işaret ettiği şey açıktı.
Bu “eksen”, Batı hegemonyasına karşı ortak bir direnç etrafında şekilleniyordu. Ancak meseleye daha yakından bakıldığında tablo çok daha incelikliydi. Putin, Rusya’yı izole etme çabalarına karşı Çin’in ekonomik desteğine ihtiyaç duyuyordu. Kim Jong-un, nükleer emelleri için yeni bir süper gücün korumasını arıyordu. Xi Jinping ise alternatif bir dünya düzeninin lideri olarak meşruiyet kazanıyordu. Kısacası, herkes bu denklemde bir şeyler elde ediyordu.
Bazı liderlerin yokluğu da dikkat çekiciydi. Örneğin hiçbir Japon temsilci törende yer almamıştı.
Ayrıca bu sahne sadece askeri ittifaklarla ilgili değildi. Etkinliğe İran, Myanmar ve Belarus’tan da liderler katılmıştı. Onların bu ittifaktaki motivasyonları çoğunlukla ekonomik hayatta kalmaydı. İran, yaptırımları aşabilmek için Çin’in yatırımlarına güveniyordu. Myanmar cuntası, Pekin’in siyasi desteğine muhtaçtı. Bu tablo, “yaptırımlarla köşeye sıkıştırılmış, dışlanmış ve stratejik izolasyona itilmeye çalışılan ülkelerin” bir koalisyonunu andırıyordu. Çin ise onlara masada bir sandalye sunuyordu.
Bu yeni eksen, NATO gibi karşılıklı savunma anlaşmalarına dayanmıyordu. İlişkiler tamamen farklıydı . Çıkarların örtüştüğü anlarda – örneğin Güney Çin Denizi’nde ABD etkisine karşı koymak veya BM yaptırımlarını engellemek gibi durumlarda – birlikte hareket edeceklerdi.
Xi, bu yeni ittifakı, İkinci Dünya Savaşı’nın anti-faşist koalisyonunun doğal bir mirasçısı olarak sunuyordu. Bu anlatı, hakli olarak Çin’in bu yükselişini seksen yıl önce başlayan mücadelenin zirvesi olarak tanımlıyordu.
Sonuç olarak bu askeri geçit töreni, tüm dünyaya Batı’nın son yüzyıllarda kurdugu küresel hegemonya’ya karşı artık güvenilir bir alternatifin bulunduğu mesajını veriyordu.
Tarihsel Söylem ve Teknolojik Üstünlük
Çin’in Zafer Günü anmalarında kullandığı söylem, rastlantısal değil, dikkatle inşa edilmiş bir söylem stratejisiydi. Bu söylem, Çin’i yalnızca İkinci Dünya Savaşı’na katılan bir ülke olarak değil, aynı zamanda hakli olarak faşizme karşı kazanılan zaferin merkezî aktörlerinden biri olarak konumlandırıyordu. Özellikle Batılı tarihçilerin Çin’in rolünü çoğu zaman tali planda bırakmaları düşünüldüğünde, bu vurgu oldukça önemli ve kritik bir ideolojik işleve sahipti.
Çin Komünist Partisi (ÇKP), bu tarihsel referans içerisinde, ulusu “aşağılanma yüzyılı”ndan kurtaran, Japon saldırganlığına karşı direnişi örgütleyen ve günümüzde modern tehditlere karşı küresel bir koruyucu kalkan rolünü üstlenen bir kurtarıcıydı. Böylece buy söylem, ÇKP’nin merkezinde yer aldığı ulusal yeniden doğuş hikâyesi ile birleşti ve güçlü bir ideolojik çerçeveye dönüştü.
Bu tanımlama, içeride toplumsal bütünleşmeyi güçlendiren bir ideolojik altyapı işlevi görürken, dışarıya dönük olarak da Çin’i ekonomik ve askeri kapasitesi sayesinde bir cazibe merkezi haline getiriyordu. Dolayısıyla geçit törenlerinde verilen mesaj, hem iç hem de dış hedef kitlelere yöneltilmiş, kısa, öz ve son derece koordineli bir stratejik iletişimdi.
Teknolojik Üstünlük ve Çift Kullanımlı Kapasiteler
Geçit töreninde sergilenen modern silah sistemleri, yalnızca askeri gücün bir vitrini değildi; aynı zamanda Çin’in ekonomik ve teknolojik geleceğinin de bir projeksiyonuydu. Sergilenen sistemler, özellikle çift kullanımlı (dual use) teknolojiler üzerindeki stratejik yoğunlaşmaya işaret ediyordu.
Örneğin:
- Hipersonik füzelerin ardındaki yapay zekâ algoritmaları, yalnızca savaş alanında değil, lojistik yönetimi ve otonom araç teknolojilerinde de devrim yaratabilecek potansiyele sahipti.
- Isıya dayanıklı yüzeyler ve kaplama teknolojileri, balistik dayanıklılığın ötesinde, yenilenebilir enerji depolama sistemlerinde dönüştürücü bir rol oynayabilirdi.
Bu durum, Çin’in yalnızca daha gelişmiş silah sistemleri üretmeye değil, aynı zamanda gelecek yüzyılı şekillendirecek temel teknolojilerde küresel üstünlük sağlamaya odaklandığını gösteriyordu.
Askeri-Sivil Füzyonun Stratejik Etkisi
Çin’in teknoloji geliştirme yaklaşımı, Batı’nın çoğu ülkesinden farklı olarak, askeri ve sivil alanları birbirine entegre eden bir yapıya sahipti. Askeri-sivil füzyon politikaları sayesinde, geliştirilen bir algoritma hem savaş alanı verileri hem de fabrika robotik sistemleri üzerinde eğitilebilmekteydi.
Bu tür uzun vadeli koordinasyon, Batı’da ciddi endişeler yaratmaktaydı. Geçit töreninin verdiği örtülü mesaj da tam olarak buydu:
“Yalnızca gelişmiş silahlara sahip değiliz! Aynı zamanda bu teknolojilerin sivil kullanımını, gelişimini ve küresel ölçekte yayılımını da kontrol ediyoruz.”
Jeopolitik Gerilimler ve Küresel Tepkiler
Japonya ve Hindistan liderlerinin geçit törenine katılmaması, bölgedeki süregelen gerilimlerin göreceli olarak yumusak bir tonla da olsa açık bir göstergesiydi. Japonya Savunma Bakanlığı, tören sırasında sergilenen hipersonik füzeleri gerçek zamanlı olarak takip ediyordu. Bu, pasif bir kaygı değil, doğrudan bir hazırlık sürecine işaret ediyordu. Japonya son beş yılda askeri harcamalarını %56 oranında artırdı; bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en keskin artıştı. Dolayısıyla söz konusu gelişme, kesinlikle tesadüfi değildi.
Jeopolitik Gerilimler ve Küresel Yanıtlar
Japonya ve Hindistan liderlerinin geçit törenine katılmaması, bölgedeki süregelen bazi jeopolitik gerilimlerin açık bir göstergesiydi. Japonya Savunma Bakanlığı, tören sırasında sergilenen hipersonik füzeleri gerçek zamanlı olarak takip ediyordu. Bu durum, yalnızca pasif bir endişe değil, aktif bir hazırlık sürecine işaret ediyordu. Nitekim Japonya, son beş yılda askeri harcamalarını %56 oranında artırmıştı; bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en keskin artıştı. Dolayısıyla söz konusu gelişme, elbette tesadüf değildi.
Pekin’deki zafer törenlerine, Kuşak ve Yol Girişimi’ne (KYG) katılan 15’ten fazla ülke resmi delegasyonlarıyla iştirak etti. Bu durum, Çin ekonomisinin altyapı kredileri ve ticaret anlaşmaları aracılığıyla doğal bir diplomatik kaldıraç işlevi gördüğünü ortaya koyuyordu. Çin, bazı ülkeler tarafından askeri tehdit olarak algılanırken, diğerleri için ise adeta son çare bir “sığınaktı”. Örneğin Zambiya’nın dış borcunun %60’ı Çinli alacaklılara aitti; bu ekonomik ilişki, doğal olarak diplomatik desteğe dönüşüyordu.
Çin modeli, küresel yönetişim anlayışını da yeniden şekillendiriyordu. Batılı aktörlerin tepkileri ise dağınık ve parçalı bir görünüm sergiliyordu. ABD ve Avrupa Birliği, Çin’in sistemik etkisine karşı koymakta giderek zorlanıyordu. Çin, rakipleri açısından bile vazgeçilmez hale gelirken, asimetrik karşılıklı bağımlılık yaratmakta ustalaşmıştı. Almanya’nın otomobil endüstrisi Çin bataryalarına bağımlıyken, ABD’nin yenilenebilir enerji sektörü Çin güneş panellerine güveniyordu. Hipersonik füzeler üzerinden verilen askeri alarm dikkat çekse de, asıl tehdit daha yavaş ve daha sessiz ilerliyordu: küresel tedarik zincirlerinin ve uluslararası kurumların adım adım yeniden yapılandırılması.
Zafer Günü geçit töreni, Çin’in askeri gücünü, tarihsel söylemlerini ve ekonomik nüfuzunu bir arada kullanarak küresel düzeni yeniden şekillendirme vizyonunu sergiliyordu. Bu, entegre ve koordineli bir yaklaşımın göstergesiydi. Eğer bu yörünge devam ederse, askeri, ekonomik ve hatta etik kuralların giderek Pekin’in öncelikleri tarafından belirlendiği bir dünyaya doğru ilerleniyor olacaktı.
Ancak bu entegrasyon aynı zamanda bir kırılganlık da barındırıyordu. Çin’in küresel tedarik zincirlerine bağımlılığı çift yönlüydü ve borç diplomasisi üzerindeki hoşnutsuzluk giderek artıyordu. Nihai olarak güç, en gelişmiş silahlara sahip olmakta değil, dünyanın hangi düzen vizyonunu benimseyeceği noktasında yatıyordu. Bu alanda savaş hâlâ kazanılmış değil.
Kaynaklar:
China Flaunts New Hypersonic Missile for Critical Strikes: https://www.newsweek.com/china-flaunts-new-hypersonic-missile-2124892
Global Times: China’s V-Day commemorations showcase resolve, commitment to safeguarding peace: https://laotiantimes.com/2025/09/03/global-times-chinas-v-day-commemorations-showcase-resolve-commitment-to-safeguarding-peace/
Belt and Road Portal: https://eng.yidaiyilu.gov.cn/
Debunking the Myth of ‘Debt-trap Diplomacy: https://www.chathamhouse.org/2020/08/debunking-myth-debt-trap-diplomacy
Securing a free and open world: A US-EU blueprint to counter China and Russia: https://www.atlanticcouncil.org/in-depth-research-reports/report/securing-a-free-and-open-world-a-us-eu-blueprint-to-counter-china-and-russia/
Wasted opportunity: European leadership has fumbled a historic trade moment, missing the chance for joint action with China: https://www.atlanticcouncil.org/in-depth-research-reports/report/securing-a-free-and-open-world-a-us-eu-blueprint-to-counter-china-and-russia/