
21. yüzyıldaki küresel güç mücadelesini doğru analiz edebilmek için, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD’de ortaya atılan stratejik ve teorik konseptleri anlamak, kanaatimizce büyük önem taşımaktadır. Zira bu dönemde geliştirilen politikalar, Amerika’nın tek kutuplu bir dünya düzeni kurma hedefinin entelektüel ve jeopolitik altyapısını oluşturmuştur.
ABD’nin bu hedef doğrultusunda inşa ettiği küresel mimarinin üç temel kuramsal ve stratejik yapı taşı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra Paul Wolfowitz tarafından kaleme alınan ve daha sonra “Wolfowitz Doktrini” olarak anılan metindir. İkincisi ise Samuel P. Huntington’ın 1993 yılında makale olarak yayımladığı, ardından kitaplaştırdığı “Medeniyetler Çatışması” başlıklı çalışmasıdır. Üçüncü önemli yapı taşı ise, “Büyük Satranç Tahtası / The Grand Chessboard” adlı eseriyle tanınan Zbigniew Brzeziński’nin jeopolitik analizidir.
Bugün dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan krizleri, savaşları ve istikrarsızlıkları; ABD’nin küresel hegemonya mücadelesiyle bağlantılı olarak değerlendirebilmek için, bu üç kuramsal çerçevenin hem ortak noktalarını hem de ayrıştıkları yönleri kavramak elzemdir.
Bir önceki yazımızda Wolfowitz Doktrini’ni mercek altına almıştık. Üç bölümden oluşacak bu makale serisinin ikinci kısmında ise, Samuel Huntington’ın 1993 yılında ortaya koyduğu “Medeniyetler Çatışması” tezini ele alacağız. Serinin üçüncü ve son bölümünde ise, Zbigniew Brzeziński’nin “Büyük Satranç Tahtası” adlı çalışması çerçevesinde ABD’nin küresel stratejisini inceleyeceğiz.
Medeniyetler Çatışması, ABD Dış Politikası ve Wolfowitz Doktrini: Teorik Bir İnceleme
Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezi ve Wolfowitz Doktrini, Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkiler paradigmasının şekillenmesinde kilit rol oynayan iki önemli entelektüel akımdır. Bu makale, Huntington’ın tezinin temel argümanlarını, ABD dış politikasına olan etkilerini ve Wolfowitz Doktrini ile olan örtüşen ve ayrışan yönlerini derinlemesine analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Medeniyetler Çatışması: Kültürel Fay Hatları Üzerinden Yeni Bir Paradigma
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, dünya siyasetinde ideolojik rekabetin yerini alacak yeni bir çatışma dinamiği arayışı doğmuştur. Bu bağlamda, Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimci Samuel P. Huntington, 1993 yılında Foreign Affairs dergisinde yayımladığı “The Clash of Civilizations?” başlıklı makalesi ve ardından 1996’da çıkan “The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order” adlı kitabıyla büyük bir tartışma başlatmıştır (Huntington, 1993; Huntington, 1996).
Huntington’a göre, gelecekteki küresel çatışmalar, ulus devletler veya ideolojiler arasında değil, farklı medeniyetler arasında kültürel ve dini farklılıklar temelinde yaşanacaktır. Temel argümanı, küreselleşmenin insanlarda kimlik arayışını derinleştirmesi ve insanların kendilerini ulus devletlerden ziyade daha geniş kültürel bloklar, yani “medeniyetler” ile özdeşleştirmesi üzerine kuruludur. Huntington, dünyayı temel olarak sekiz ana medeniyete ayırmıştır: Batı, Konfüçyüsçü (Çin), Japon, İslam, Hindu, Ortodoks, Latin Amerika ve olası bir Afrika medeniyeti. Bu ayrım; tarih, dil, din ve gelenek gibi belirgin kültürel unsurlara dayanmaktadır. Tezin en can alıcı noktası, bu medeniyetlerin birbiriyle temas ettiği “fay hatlarında” yoğun ve şiddetli çatışmaların kaçınılmaz olduğu öngörüsüdür. Özellikle Batı ile İslam medeniyeti arasındaki gerilimi ve potansiyel çatışmayı vurgulaması, 11 Eylül saldırıları sonrası yaşanan olaylar ışığında dikkat çekici bulunmuştur.
Medeniyetler Çatışması’nın ABD Dış Politikasına Etkileri: Bir “Biz ve Onlar” Algısı
Huntington’ın tezi, özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından ABD’de geniş yankı bulmuş ve Amerikan dış politikasının şekillenmesinde önemli bir zihinsel çerçeve sunmuştur. Saldırılar sonrası Bush yönetimi tarafından başlatılan “Teröre Karşı Savaş”, çoğu zaman Huntington’ın teorisiyle örtüşen bir “medeniyetler arası çatışma” retoriğini benimsemiştir (Juergensmeyer, 2003). Afganistan ve Irak müdahaleleri, bu retoriğin askeri alandaki somut yansımaları olarak değerlendirilmiştir.
Tezin bazı yorumları, Müslüman toplumların “öteki” olarak algılanmasına ve genelleştirilerek potansiyel bir güvenlik tehdidi olarak etiketlenmesine katkıda bulunmuştur. Bu algı, sadece dış politikada değil, ABD’nin iç güvenlik politikalarında da kendini göstermiş; seyahat yasakları veya belirli etnik gruplara yönelik izleme faaliyetleri gibi uygulamaların temelini oluşturmuştur. Ayrıca, ABD’nin savunma ve istihbarat kurumları, Huntington’ın medeniyetler arası fay hatları analizini stratejik planlamalarına dahil etmiştir (Posen, 2003).
Wolfowitz Doktrini: Tek Kutuplu Dünya Düzenini Koruma Stratejisi
Medeniyetler Çatışması teziyle eş zamanlı olarak, Soğuk Savaş sonrası ABD dış politikasının başka bir temelini oluşturan Wolfowitz Doktrini de önem kazanmıştır. Dönemin Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz tarafından kaleme alınan 1992 tarihli Savunma Planlama Rehberi taslağında ortaya çıkan bu doktrin, ABD’nin tek süper güç konumunu nasıl koruyacağını temel almıştır.
Doktrinin özü, ABD’nin dünya genelindeki tek askeri süper güç konumunu koruması ve kendisine rakip olabilecek potansiyel güç merkezlerinin (örneğin, Rusya, Çin veya Avrupa Birliği gibi) ortaya çıkmasını engellemesiydi (Tyler, 1992; Daalder & Lindsay, 2003). Bu, tek kutuplu bir dünya düzeninin sürdürülmesi için elzem görülmüştür. Doktrinin en radikal ve tartışmalı maddesi, ABD’nin ulusal çıkarlarını tehdit edebilecek durumlara karşı, tehdit henüz somutlaşmadan önleyici askeri müdahaleler yapma hakkını saklı tutmasıydı. Bu ilke, 2003 Irak Savaşı’nın entelektüel zeminini oluşturmuştur. Ayrıca, doktrin demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin yayılmasının, ABD’nin güvenliği için kritik olduğunu savunmuş, “demokrasi ihracı” fikrinin temellerini atmıştır.
Medeniyetler Çatışması ve Wolfowitz Doktrini: Kesişen Yollar ve Keskin Ayrılıklar
Bu iki konsept, Soğuk Savaş sonrası dönemin belirsizliklerine birer yanıt arayışı olsa da, olaylara farklı prizmalardan bakmışlardır:
Örtüşen Yönler:
- Yeni Tehdit Algısı: Her iki konsept de, ABD’nin dünya sahnesindeki rolünün aktif olması gerektiğini ve yeni tehditlerle karşı karşıya olduğunu kabul eder. Huntington kültürel fay hatlarını işaret ederken, Wolfowitz belirli “haydut devletler”i ve kitle imha silahlarını hedef alır.
- ABD’nin Merkezi Rolü: Hem Huntington hem de Wolfowitz, ABD’nin küresel düzenin merkezinde yer alması ve yön verici olması gerektiği konusunda hemfikirdir.
- İslam Dünyasına Bakış: Her ne kadar farklı nedenlerle de olsa, her iki düşünce de İslam dünyasını potansiyel bir istikrarsızlık veya tehdit kaynağı olarak görme eğilimindedir.
Ayrışan Yönler:
- Çatışmanın Kaynağı: En temel fark buradadır. Huntington çatışmanın temelini kültürel, dini ve kimliksel farklılıklara dayandırırken; Wolfowitz Doktrini daha çok askeri güç dengesi, jeopolitik rekabet ve ulus devletlerin eylemleri üzerine odaklanır.
- Strateji ve Hedef: Huntington, Batı medeniyetinin kendi kimliğini koruması ve güçlendirmesi üzerine bir strateji önerir. Wolfowitz ise askeri gücü kullanarak potansiyel tehditleri önleyici bir şekilde ortadan kaldırmayı ve Amerikan değerlerini aktif olarak yaymayı hedefler. Birisi “korunmacı”, diğeri “müdahaleci” bir yaklaşım sergiler.
- Evrensellik Anlayışı: Huntington, Batı medeniyetinin değerlerinin evrensel olmadığını ve diğer medeniyetlerin kendi özgünlüklerini koruyacağını savunur. Wolfowitz Doktrini ise, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi gibi Batı değerlerinin evrenselliğine inanır ve bunların dünya geneline yayılmasını hedefler.
Sonuç
Hem Medeniyetler Çatışması tezi hem de Wolfowitz Doktrini, uluslararası ilişkiler teorisinde ve siyasi tartışmalarda yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Huntington’ın tezi, indirgemecilik ve Batı merkezcilikle suçlanırken; Wolfowitz Doktrini, tek taraflılık, aşırı müdahalecilik ve istikrarsızlık yaratma potansiyeliyle eleştirilmiştir. Özellikle Irak Savaşı’nın sonuçları, Wolfowitz Doktrini’nin pratik geçerliliği üzerine derin soru işaretleri doğurmuştur.
Ancak, günümüz dünyasına baktığımızda, bu iki konseptin izlerini hala birçok alanda görmek mümkündür. Küresel çapta artan milliyetçilik, kimlik politikaları, kültürel kutuplaşmalar ve jeopolitik güç mücadeleleri, her iki doktrinin de farklı açılardan işaret ettiği dinamiklerin ne kadar güncel olduğunu göstermektedir. Bu kavramlar, küresel olayları anlamak için bize farklı pencereler sunsa da, dünya siyasetinin karmaşıklığını tek bir teoriyle açıklamanın mümkün olmadığını da ortaya koymaktadır.
Kaynakça
- Daalder, Ivo H., & Lindsay, James M. (2003). America Unbound: The Bush Revolution in Foreign Policy. Brookings Institution Press. (Wolfowitz Doktrini’ni ve Bush dış politikasını detaylıca ele alır.)
- Huntington, Samuel P. (1993). The Clash of Civilizations?. Foreign Affairs, 72(3), 22-49. (Tezin ilk yayımlandığı makale.)
- Huntington, Samuel P. (1996). The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. Simon & Schuster. (Tezin genişletilmiş hali.)
- Juergensmeyer, Mark. (2003). Terror in the Mind of God: The Global Rise of Religious Violence. University of California Press. (11 Eylül sonrası “Teröre Karşı Savaş” söylemini ve dini çatışma algısını incelemede faydalı olabilir.)
- Posen, Barry R. (2003). Command of the Commons: The Military Foundation of U.S. Hegemony. International Security, 28(1), 5-46. (ABD’nin askeri stratejilerini ve hegemonya arayışlarını analiz eden bir kaynak.)
- Tyler, Patrick. (1992, March 8). U.S. Strategy Plan Calls for Insuring No Rivals Emerge. The New York Times. (Wolfowitz Doktrini taslağının sızdırıldığı ve tartışıldığı ilk haberlerden biri.)