
Yusuf Atılgan’ın, “Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu.” “Ya insanlar? Onların yaşamında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile…”[2] diye betimlediği tablo -dört yanımızı kuşatmışlığıyla- hâlâ yerli yerinde.
Tam bu koordinatlarda sanatın yazma eylemi cephesi, yazarlık praksisi kurtuluş için müthiş değerli. Tabii Jean Paul Sartre’ın, “Yazar kurumsallaşmayı reddetmeli; Paul Valery’nin, “Yazmak, geleceği görmektir,” vurgularını “es” geçmeden, yaygın narsizme prim vermeden![3]
Bir de Jean-Luc Godard’ın, “Biz diyoruz ki sanat, devrimci sanattır. Sanat hareket hissidir ve hareket bir Yunan vazosunda bulunmaz. Belirli hareketler ancak belirli durumlar içerisinde var olurlar. Yani devrimci sanat uçsuz bucaksız bir mekândır; sadece tek bir biçimi yoktur,” uyarısını unutmadan ve teslim olup, boyun eğmeden![4]
Böyle bir duruş post-modernlerin Orhan Pamuk’u[5] ve benzerlerine rağmen “olmazsa olmaz”dır;[6]
Tarafı olmayan bir yazın olamaz. “Olur” diyenler ise yalan söylüyorlar
Bir an kendini “Üç yasak rengi seviyorum/ ve yasak bir alfabeyle yazıyorum/ şiirlerimi Anarşist çiçekler kokluyorum/ Devlet sınırları ihlâl eden kuşlara/ Yardım ve yataklık ediyorum/ Umudun propagandacısıyım/ Bütün sözcükleri örgütlüyorum,” diye tanımlayan Mehmed Uzun’un, “Eğer bir ülkede insan hakları ayaklar altındaysa, düşünce ve ifade özgürlüğü yoksa, bundan artık hepimiz sorumluyuz,” uyarısını anımsayın!
Örneğin tiyatrodan edebiyata, edebiyattan da şiire uzanan yelpazede cesur, atak, entelektüel, iyi yazardı Pınar Kür, kalemini hep ezilenler ile kadından yanaydı.
O, sadece bir edebiyatçı değildi. Bir dönemin, bir duruşun, bir başkaldırının adıydı. Coğrafyamızın toplumsal cinsiyet rollerine saplanmış söylemlerine karşı çıkan bir edebiyat neferiydi.
Kolay mı?
1976’da yayınlanan ‘Yarın Yarın’, 1979’da yayınlanan ‘ Asılacak Kadın’, 1986 tarihli ‘Bitmeyen Aşk’ romanları “müstehcenlik” ve “halkın ar duygularını incittiği” gerekçeleriyle mahkemelerce toplatılır! İki yıl süren mahkeme sonucunda yazar ve romanları aklanır!
O bir duruştur; Tıpkı masada değil, sokakta yazan, devrimciliği, öykücülüğü, gazeteciliği, kendi zamanında görünmeyen sıra dışılığıyla Suat Derviş gibi…
O, hem çok üretken hem de İstanbul ruhunu çok geniş yelpazeye yayılan konularla ele alan gerçek bir üslup sahibiydi.
Metinlerini masada yazmayan, sokakta, mahallede, insanların ilişkilerinin içinde kuran bir yazardı… Bu yüzden toplumun gerçek yüzü de hayatın akan nehrindeki dinamizm de kitaplarına yansıyor.
Kendi deyimiyle “realist” bir yazardır. Asıl yazınsal kimliği toplumcu gerçekçiliğidir onun.
Tıpkı “Görecek günler var daha/ Aldırma gönül aldırma/ Aldırma gönül aldırma/ Gönül aldırma” vurgusuyla şunları ekleyen Sabahattin Ali gibi:[7]
“İnsanların en zayıf tarafları; sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir.”
“İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir…”[8]
Ve ‘Hakkâri’de Bir Mevsim, ‘Bir Gemide’ ve ‘Çığlık’ gibi eserleriyle hafızalara kazınan Ferit Edgü…[9] “Her şeyin en modernini, en yenisini, avantgardı, çok iyi biliyordu.”[10]
Feridun Andaç, “1950 Kuşağı’nın taşıyıcı kimliği” derken; Metin Celal ise “Az sözcükle çok şey söyleme ustalığı ile filozof yanı vardı,” diye eklemişti.
Yoksulluk, varoluş mücadelesi ve yabancılaşma temalarını işleyen Ferit Edgü gibi yazarlar için “Onlar hiç ölmez ki” demek yanlış olmaz. Çünkü Bitmeyen, bitmeyecek bir öykünün yazarıdır O.
Yaşamın özgürlüğünün öykücüsü Ferit Edgü yaşam gerçeğini dönüştürüp yeniden üretmeye yönelik gerçekliği ifade ederken; yaşamı sorgulayarak derinleştiren yazardı.
Sonra da, “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey…” sözüyle müsemma Oktay Akbal…
Emin Özdemir, “Oktay Akbal’ın öykülerinde, şiirselliğin o ipeksi sesini duymuşumdur hep. Romanları, denemeleri, günceleri, köşe yazılarında da böyledir bu. Doğallığın sınırlarını zorlamadan, cilalayıp verniklemeye başvurmadan aydınlık, ferah bir söylem yaratıyor,”[11] ifadesiyle Çehov’un ardılı olduğuna dikkat çekmişti.
Ve nihayet nefes darlığı, kalp yetmezliği gibi sağlık sorunları ile boğuşurken kaleme aldığı 23 Mart 2014 tarihli son yazısı ‘Huzur’da,“Hep iyiye güzele doğru yazılar yazıp içimi dökerim. Olanca içtenlikli aydınlığımla” demişti.[12]
* * * * *
“Sen içinde başkaldırma kurduyla doğmuşsun. Başka türlü yapamazsın”…[13]
“Gözleri kocaman çocuklar için değer. Mücadeleye değer. Bir hayat pahasına da olsa; değer…”
“Çocuklara, nefes alan canlılara karşı sevgiyi öğretin”…
“Yalnız atları, denizi sevmeyi marifet değil, uçan kuşu, petekteki arıyı, dünyada ne var ne yoksa, taşı toprağı, esen yeli, kayan yıldızları, her şeyi, her şeyi taa iliklerine, taa yüreğinin köküne kadar seveceksin. Dünyayı okşamaya doyamayacaksın”…
“İnsanlık, unutmayalım ki, bizim demokrasimizin adını çoktan koydu. Buna örtülü faşizm diyorlar. Ha, bir de Asya Tipi Demokrasi, diyorlar. Böylesi bir demokrasiyi dünyaya yutturmak, ahmakça bir ham hayalden başka bir şey değildir”…[14]
“Denizde balık bitmez sandılar. Denizde balık da biter, su da biter. Bakmazsan, su gibi harcarsan toprak da biter, hava da biter. Dünyada sersebil harcarsan bitmeyecek şey yok. Dünyada her şey biter. Akıl bitince dünyada her şey biter”…
“Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hâle nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş”…[15]
“İnsan olmadıktan sonra güzel göz, güzel kaş, sırım gibi boy herkeste var. İnsan dediğin yüreğiyle, inceliğiyle insan olmalı”…
Bazı geceler de gökyüzünü yıldızlarla döşeli bulurduk. O zaman sevincimize sınır yoktu. Ve bizler umutla doluyduk. Sıkıntılardan, acılardan sonra, gelecek güzel günlerin, daha güzel olacağına inanıyorduk,”[16] diyen Yaşar Kemal usta Abdi İpekçi’nin, “Edebiyatta ne yapmak istedin, bundan sonra ne yapmak istiyorsun?” sorusuna şu yanıtı vermişti:
“17-18 yaşlarımda bende sol düşünce belirmeye başlamıştı. Sanatım onunla tay gitti, yani paralel. Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine; halk ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Benim sanatım, içinden çıktığım sınıfın yani proletaryanın çıkarlarının emrindedir. Ben etle kemik nasıl biri birinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.”[17]
Raymond Williams’ın, “Ne zaman çağdaş bir romancı örneği vermem istense, aklıma ilk gelen isim Yaşar Kemal olmuştur”…
John Berger’in, “Yaşar Kemal çağdaş dünyanın en büyük anlatıcılarından biridir. Onu okumak yaşamın kendisini anlamaktır. O, korkusuz bir kahraman gibi yazıyor”…
Elia Kazan’ın, “Yaşar Kemal Homeros’tan bu yana gelen en eski geleneksel anlatıcıdır. Başka bir sesi olmayan halkın sesidir”…
Robert Kanters’in, “Yitirdiğimiz anlatım geleneğini ne mutlu ki Yaşar Kemal bulmuş. Tarihi ve politikayı altüst ederek yirmi beş otuz yüzyıl sonra Yunanlı ozan (Homeros) susmuş ve söz sırası Truvalı ozana (Yaşar Kemal) geçmiş,” diye tanımladıkları O,[18] anlatı sanatının evreni sayılır ve şunları der: “Dili her zaman diyalogdan öte, yenemeyeceği güç olmayan büyülü bir güç saydım. Dil benim için sonsuz gücü olan, büyük bir evrendir. Dilin gelişerek insanlığı, evrenimizi yenileyeceğine, geliştireceğine, güzelleştireceğine, evrenler kurup evrenler yıkacağına inanıyorum.”
Ayrıca dilin yaratıcı emek isteyen yönüne de şöyle değinir:
“Çukurova toprağı benim kendi ülkem olduğu kadar da benim romanlarım için yarattığım bir ülkedir. Romanlardaki insanları, otları, böcekleri, çiçekleri, atları, kuşları ne biçim yarattımsa, Çukurova’nın dilini yeniden yoğurarak nasıl bir yazı, roman diline çevirmişsem, kendi Çukurova’mı da öylesine yarattım.”
Yaşar Kemal, romanlarını yönelttiği konularla, yaratıcı diliyle, bize özgü verilerle düşündüklerini eyleme geçirmiştir. Yaşadığı bölgenin doğayla baş başa, toprakla tırnak tırnağa savaşan insanını; masalları, deyişleri, halk söylemlerini birbiriyle kaynaştırarak anlatmıştır.
Toros Dağlarının göğe eren doruklarını, Çukurova’nın verimli topraklarını, kerpiç duvarlı evleri, zamanın taş yığınına çevirdiği Anavarza Kalesi’ni, yarattığı dilin çarpıcı betimleriyle canlandırmıştır gözümüzde. Söylemini oluşturan sözcüklerin, ay aydınlık geceleri yansıtırken de, o gecelerin “kurşun geçirmez karanlığını” betimlerken de özenle seçildiği görülür.
Onu, romanlarının bir söylem mimarı kılan, bir söz büyücüsü olmasıdır.[19]
* * * * *
“Bence asıl ölmek, istenilmeyen bir dünyada yaşamaktır,” diyen Orhan Kemal için yazmak şuydu: [20]
“Beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler. Ben devamlı bir yerlere giderim. Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum. Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez sabahın dördünde kalkarım yataktan. Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım. Sonra sokağa çıkarım. İkbal’e uğrar kahvemi içerim. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek. Ve halkın değişimini algılamak. Eskimemek için. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir. Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu arada halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler.”
Gerçekten de “Yargıcı değil gözlemcidir Orhan Kemal. Söylev verip yargılamaz, göz önüne serip tepki bekler. Bu yüzden romanlarıyla hikâyeleri bir bütün oluştururlar,” tespitiyle önemli bir gerçeğin altını çizen Tomris Uyar sonuna dek haklıdır.
Orhan Kemal’in, eserlerinde bu yaşanmışlıklardan beslendiği açıktır. Çukurova’daki tarım işçilerinin, toprak ağalarının ve büyük şehirlerdeki gecekondu mahallelerinin dünyasını, bire bir tanıklıklarıyla yansıtır. Ancak onu diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliklerden biri, kadın karakterleri yaratmadaki ustalığıdır. O yıllardan bugüne uzanan kadın sorunlarını büyük bir gerçekçilikle ele alır ve bunu bir toplumsal mesele olarak işler.
Yazarın oğlu Işık Öğütçü, İngiltere’de bir davet sırasında Kıbrıslı bir kadın yazarın Orhan Kemal için “cinsiyetsiz yazar” tanımlamasını yaptığını anlatmıştı. Ona göre Orhan Kemal’in kadın karakterleri öylesine sahicidir ki, eğer kitabın kapağındaki yazar adını kapatırsanız, bunları yazanın bir kadın olduğunu sanabilirsiniz.
Orhan Kemal’in eserleri, yıllar geçse de toplumsal gerçekliği, insan ruhunun derinliklerini ve kadınların bitmek bilmeyen mücadelesini öylesine sahici bir dille anlatır ki, okuyan herkes kendi hayatından bir parça bulur.[21]
Örneğin Orhan Kemal Fakir Baykurt’a göre, “Eleştirmenlere göre en göz alıcı romanı Murtaza’dır. Balkanlar’dan göçüp gelmiş bir fabrika bekçisinin acı gülünç portresidir bu. Kendine ve sınıfına yabancılaşmış Murtaza, fabrika sahibinden muhasebeciye kadar herkesi amiri bilir ve sıkı disiplin içinde, ‘ciğer paresi’ evladına bile acımadan görevini yapar. Beyni militer, İslâm ahlâk anlayışı dolu, anlaşılmaz bir görev sever.[22] Beklediği fabrikanın işçisi olan öz kızının ölümüne yol açar. Amirim dediği patronlar zor gününde tanımaz bile. Acı gerçeği zamanında göremez ne yazık. Bu aşırı görev sever, acı gülünç tip, belki bu türden davranışlarıyla ‘Murtazacılık’ diye, bilincini bulamamış bir işçi tipinin karakteristiğini sergiler. İnsan romanı okuyup bitirdiği zaman o zavallının acısından uzun süre kurtulamaz.
İşçilerimiz sadece bunu değil, onun birbirinden güzel bütün öykülerini, romanlarını okuyarak Murtazalaşmaktan ve hep Murtaza kalmaktan kendilerini kurtarmalıdır.
‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanı gıpta edilecek kadar güzel bir romandır. Proleterleşemeyen topraksız köylünün durumunu bu kadar aydınlık bir gerçekçilik ile veren romanımız azdır.”
Tarık Dursun K.’ya göre ise “Orhan Kemal, ‘küçük insan’ların, kenar kıyı semtlerin ve mahallelerin, oralarda cendereye alınmış gibi sıkışık yaşayanların dünyalarını yaza yaza bitirememiştir. Bitirememiştir, çünkü o çevrelerde yaşayan insanların toplamı yazarın sağlığında bitmemiş, yaşam koşulları değişiklik göstermemiş ve serüven yürüyüp gitmiştir. Sonra, daha çok ‘50’li yıllar ve onu izleyen yıllarda toplumun alt kesimlerinde bir dönüşüm başlatılmış ve çoğunluğu oluşturan o kesim insanı iç ve dış göçler aracılığında kendi kabuğunu kırıp çıkmış ve ardından da üreticilik aşamasına girmeden doğrudan, tüketici yapılmıştır. Bir sınıf, evrim gereği oluşturulacakken önlenmiş, iki arada bir derede, sınıfsız bırakılmıştır. Yitip götürülen, işte bu evcilleştirilmiş sınıfın insanıdır, yani küçük hikâyemizin ve romanımızın altın çağını yaşadığı evrelerin kahramanları küçük insanlar. Damar kurumuş, kurutulmuştur.”
Bunların yanında Orhan Kemal’in eserlerinde Ermeni Soykırımı’nın ekonomik boyutu sıklıkla konu edilir. Özellikle de Çukurova’daki “hızla zenginleşme” hikâyeleri… Bu eserlerin başını çeken, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet Türkiye’sine Adana’yı, Adanalıları anlatan 1963 tarihli ‘Kanlı Topraklar’[23] romanıdır; ancak sadece kendi ifadesiyle “Müslüman Türklerin” yaşadıkları üzerinden…
“(…) geniş Çukurova toprakları ta Ayaş’a Payas’a kadar yer yer sahipsiz topraklar hâlindeydi. Köylü bir tek karışını bile boş bırakmıyor, ekiyor biçiyordu ama, bu ekilen biçilen, ürünleri satış edilen tarlalar çoğu zaman tapusuzdur! Tapu kayıtlarına göre, yıllarca önce tehcire tabi tutulup memleketten çıkarılmış Ermenilere aittir.”
Yazdıklarımın tümüne eklenecek en önemli şey de Orhan Kemal, halkı eleştirenlere karşı: “Bizler aydınlar olarak bu halka ne verdik ki onlardan ne istiyoruz? Bizler ödevlerimizi yerine getirdik mi sahiden?”[24] sorusunu hatırlatmasıdır hepimize.
Evet yazarlık bu işte…[25]

Yazar, aktivist. 1954, Kale Mahallesi / Çorum doğumlu. Baba adı Kemal, anne adı Necla’dır. Eserlerinin çoğu Sibel Özbudun ve diğer yazarlarla birlikte kaleme aldığı kolektif çalışmalardır. Kitapları dışında kendisi hakkında yeterli bilgi bulunamayan Temel Demirer, kendisini şöyle anlatır:
“Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve “şık” olmadığına inanan biri olarak çok düşündüm… Ne yazacağımı kestiremedim. Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna karar kıldım… “İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değil” diyen(lerden); dünyaya aşağıdan bakan(lardan); kendi kuşağımla müthiş bir serüveni yaşayan(lardan); yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan) ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur ve şans addeden(lerden); sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz diyen(lerden); bir afet-i devrana aşık olan(lardan); hâlâ “tek yol devrim” gerçeğine bağlı olan(lardan) ve nihayet “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek!” diyen(lerin) safındaki sıradan, vasıfsız, herhangi biriyim… Ve nihayet halen “sakıncalı” dedikleri(nden) ve GBT’lerindeyse sabıkalıyım.”
N O T L A R
[1] Ruhi Su.
[2] Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Bilgi Yay., 1974, s.125.
[3] Cezmi Ancil, “Edebiyat ve Narsizm”, Güney Dergisi, No:114 Ekim-Kasım-Aralık 2025, s.9-10.
[4] RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in, Kızılcık Şerbeti dizisi hakkında kamuoyundan gelen şikâyetlerin değerlendirildiğini ve gerekli işlemlerin başlatıldığını duyurması üzerine, dizinin yapımcısı Gold Film’in açıklamasında, “Başta aile kurumu olmak üzere Türk toplumunun değerlerine karşı olan hassasiyeti her zaman göz önünde bulundurmaktayız,” (“Kızılcık Şerbeti’nin Senaristi Merve Göntem Gözaltına Alındı”, 15 Eylül 2025… https://www.welgmedya.com/kizilcik-serbeti-nin-senaristi-merve-gontem-gozaltina-alindi/30703/) ifadelerini kullanması utanç verici pragmatizmdir.
[5] Amerikan PBS televizyonun “Charlie Roze Show” programında, “Demokrasinin din devletine dönüşeceğinden mi korkuluyor?” sorusunu, “Hayır böyle söylüyorlar ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum,” (Hürriyet, 30 Aralık 2009) yanıtını veren Orhan Pamuk, flasflas.com’un haberine göre, “24 Haziran 2018 seçim günü Cihangir’de oy kullanmaya gittiğinde, öne geçmek için izin istedi, bir kadın yurttaş ise buna karşı çıktı, bunun ardından ünlü yazar kızarak, seçmen kağıdını yere atıp, oy kullanmadan okuldan ayrıldı.” (Orhan Pamuk, Sandıkta Öne Geçmek İstedi, İzin Verilmeyince Seçmen Kâğıdını Yere Attı”, Sözcü Gazetesi, 30 Haziran 2018… https://www.sozcu.com.tr/orhan-pamuk-sandikta-one-gecmek-istedi-izin-verilmeyince-secmen-kagidini-yere-atti-wp2495656)
[6] Karl Marx’ın dünya edebiyatına ilgisini biliyoruz. William Shakespeare’i neredeyse ezbere bildiğini, Heinrich Heine’nin şiirlerini bildiğini, aile içinde kızlarının ve yakınlarının anlattıklarından edebiyata olan ilgisini biliyoruz. Karl Marx’ın edebiyat ilgisi sadece bir gençlik hevesi olarak kalmamış, hep sürmüş. Marksizmin teorisyeni olarak yazdıklarında da görülüyor bu. Bir siyasi parti manifestosu olan Komünist Manifesto’ya -ki herhalde en şiirsel siyasi metinlerden biridir. Bir siyasi parti manifestosu olan Komünist Manifesto’ya –ki herhalde en şiirsel siyasi metinlerden biridir, ben kendi payıma okur olarak şiirsellikte henüz onun üstüne çıkan bir siyasi metin görmedim– “Avrupa’da bir heyula kol geziyor” diye başlaması. (Neslihan Ünsal, “Selahattin Özpalabıyıklar: Marx Edebiyattan Hiç Kopmamış”, Birgün Pazar, 24 Ağustos 2025, s.14.)
[7] Bkz: Temel Demirer, “Kanatlarından Vurulan Göklerdeki Kartal: Sabahattin Ali”, Kaldıraç Dergisi, No:240, Temmuz 2021… ii) Temel Demirer, “Dik Duran Nikbinlik: Sabahattin Ali”, Arasöz Dergisi, Nisan 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/07/dik-duran-nikbinlik-sabahattin-ali.html iii) Temel Demirer, “Öykü(müz) Deyince veya Sait Faik ile Sabahattin Ali”, Sanat ve Hayat Dergisi, No:46/3, İlkbahar 2016… iv) Temel Demirer, “Hatırlayın; Unutturmayın Onları!”, Rojnameya Newroz, Yıl:6, No:217, 4 Ağustos 2012…
[8] Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, Varlık Yay., 1966.
[9] Temel Demirer, “Hakkâri’deki Paris’li: Ferit Edgü”, Kaldıraç Dergisi, No:203, Haziran 2018…
[10] Nazlı Eray, “Türk Aydınlığı İçin Büyük Kayıp: Edgü”, Birgün, 24 Temmuz 2024, s.13.
[11] Aktaran: Gülçin Gülan, “Akbal 101 Yaşında!”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2024, s.11.
[12] Öner Yağcı, “Namuslu Gazeteciyle Gerçek Edebiyatçının Bütünleşmesi: Oktay Akbal”, Cumhuriyet Kitap, No: 1783, 18 Nisan 2024, s.6-8.
[13] Yaşar Kemal, İnce Memed, Toros Yay., 1983.
[14] Yaşar Kemal, Ustadır Arı, Adam Yay., 1999.
[15] Yaşar Kemal, Baldaki Tuz, Tekin Yay., 1978.
[16] Yaşar Kemal, Sarı Sıcak, Toros Yay., 1987.
[17] Abdi İpekçi’nin 1971 yılında Yaşar Kemal ile Edebiyat ve Politika üzerine yaptığı röportajından.
[18] Bkz: i) Temel Demirer, “Halkın -Başkaldıran- Arzuhâlcisi: Yaşar Kemal”, Güney Dergisi, No:88, Nisan Mayıs Haziran 2019… ii) Temel Demirer, “Çukurovalı, Kürt, TİP’li ve Yazar: Yaşar Kemal”, Esmer Dergisi, No:65/1, Ekim 2010… iii) Temel Demirer, “Yazar(lık) ya da İki Kemal”, Güney Dergisi, No:99, Ocak-Şubat-Mart 2022… iv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Daima Yaşayacaktır, İsmiyle Müsemma Yaşar Kemal”, 1 Mart 2015… https://temeldemirer.blogspot.com/2015/03/daima-yasayacaktir-ismiyle-musemma.html v) Temel Demirer, “Yazmak Eylemi ile Sözün Gücü”, Görüş21, Temmuz 2025… https://temeldemirer.blogspot.com/2025/09/yazmak-eylemi-ile-sozun-gucu.html
[19] Adnan Binyazar, “Dilsel Aydınlık”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2025, s.12.
[20] Bkz: i) Temel Demirer, “Tarihe ‘İnsanî Boyut’ Katan Yazar: Orhan Kemal”, Esmer Dergisi, No:64/1, Eylül 2010… ii) Temel Demirer, “Eğilip Bükülmeyen Bir Yaşam: Orhan Kemal”, Rojnameya Newroz, Yıl:8, No:260, 30 Kasım 2014… iii) Temel Demirer, “Orhan Kemal: Ustadır, Yeri Ayrıdır, Mühimdir”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:6, No:22, Ocak Şubat Mart 2017… iv) v) Temel Demirer, “Bizim Yazarımız: Orhan Kemal”, Görüş21, Eylül 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/10/bizim-yazarimiz-orhan-kemal_31.html vi) Temel Demirer, “Eğilip Bükülmeyen Bir Yaşam: Orhan Kemal”, Rojnameya Newroz, Yıl:8, No:260, 30 Kasım 2014…vii) Temel Demirer, “Yazar(lar) Deyince…”, Çoban Ateşi, Yıl:2, No:73, 25 Aralık 2008; Çoban Ateşi, Yıl:2, No:74, 1 Ocak 2008… viii) Temel Demirer, “Giden(ler)in Ardından”, Damar Dergisi, No:156, Mart 2004… ix) Temel Demirer, “Dik Durup Diklenen Edebiyat(cılar)ın Önemi”, Güney Dergisi, No:34, No:109, Temmuz Ağustos Eylül 2024…
[21] Banu Özkan Tozluyurt, “Zamana Direnen Bir Eser: Orhan Kemal’in El Kızı”, Birgün Pazar, 22 Haziran 2025, s.8.
[22] “Senin vazifen ne?”
“Benim adım Murtaza!”
“Adını sormadım. Vazifen?”
“Murtaza demek vazife demek, vazife demek Murtaza demektir!”
“Murtaza bence, elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya
başlamış bir toplum, belki de bir dünyada, ayakları üzerinde yürüyen,başkalarını da böyle yürümeye zorlayan, kendi kendine inanmış bir kişidir…İçinde yaşadığı toplumla her an zıtlaşan, bitmez tükenmez çelişmelere düşen bir adam için toplum kalın çizgiyle kabaca ikiye ayrılmıştır; varlıklılar, yoksullar..” (Orhan Kemal, Murtaza, Cem Yay., 1975.)
[23] Orhan Kemal, Kanlı Topraklar, Remzi Kitapevi Yay., 1963.
[24] Mazlum Vesek, “Orhan Kemal Söyleşisi: Halkın Olmadığı Yerde Ne Olabilir ki?”, BirGün Pazar, 18 Mayıs 2025, s.14.
[25] Yazmak eylemi için bkz: i) Temel Demirer, “Edebiyatın Bugününden Geleceğe…”, Damar Dergisi, No:161, Ağustos 2004; ii) Temel Demirer, “Yazmak, Yaşamak Eylemidir (ya da 17 Nokta)”, Damar Dergisi, No:188, Kasım 2006; iii) Temel Demirer, “Yazmak, Yaşamak ve Hesaplaşmaktır!”, Yeni Kapı, Yıl:1, Özel Sayı, Nisan 2007; iv) Temel Demirer, “Yazma Eyleminin Anlamına Notlar”, Çoban Ateşi, Yıl:1, No:34, 29 Kasım 2007; v) Temel Demirer, “Hangi Barış? Kimin Edebiyatı?”, Deliler Teknesi Dergisi, No:9, Mayıs-Haziran 2008; Temel Demirer, “… Yazmak’ Babında Bir Dosta”, Rojnameye Newroz, Yıl:4, No:122, 25 Şubat 2010; vi) Temel Demirer, “İnsan(lık)ı Yazmak Hâl(ler)i”, Kaldıraç Dergisi, No: 234, Ocak 2021; vii) Temel Demirer, “… ‘Yazmak’tan Anladığım”, Görüş21, Nisan 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/04/yazmaktan-anladigim.html ; viii) Temel Demirer, “Yazmak Eyleminin Yazarları”, Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No: 55, Nisan-Mayıs-Haziran 2025; ix) Temel Demirer, “Yıka Yıka Yaratarak Yazmak”, Rojameya Newroz, Ağustos 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/10/yika-yika-yaratarak-yazmak.html ; x) Temel Demirer, “Yazmak Serüvenine Bir Bakış”, Newroz, Şubat 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/03/yazmak-seruvenine-bir-bakis.html ; xi) Temel Demirer, “Yazmak-Nihai Kertede- Eylemdir”, Güney Dergisi, N:62, Ekim-Kasım-Aralık 2012; xii) Temel Demirer, “Sorumluluğuyla Yazmak ve “Ödül(lendirilmek)” Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:220, Kasım 2019; xiii) Temel Demirer, “Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak!”, Rojnameya Newroz, Aralık 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/post-modern-soylencelere-inat-yazmak.html ; xiv) Temel Demirer, “Satırlarda Akan Yaşamın Bilgeliği”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:6, No: 23, Mayıs-Haziran 2017; xv) Temel Demirer, “Yazmayı Yazmak Yapan”, Patika Dergisi, No:89, Nisan-Mayıs-Haziran 2015; xvi) Temel Demirer, “Bir Yaratıcılık Hâli: Yazmak”, Ümüş Eylül Dergisi, No:12, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014; xvii) Temel Demirer, “Hayallerimizi Emziren Yazmak Eylemi”, Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No:93, Temmuz Ağustos Eylül 2020; xviii) Temel Demirer, “Yazmak Eylemine Mündemiç Notlar”, Kaldıraç Dergis, No:192, Temmuz 2017; xix) Temel Demirer, “Yazdığınız Yaşam ya da Safsatadır!”, Kaldıraç Dergisi, No:210, Ocak 2019; xx) Temel Demirer, “Yazar(lar)ın Eylemidir Yazmak”, Kaldıraç Dergisi, No: 258, Ocak 2023; xxi) Temel Demirer, “Hakikinin Sahteye Galebe Çalması İçin Hatırlayın!”, Kaldıraç, No:125, Ekim 2011…







































