

Bu derleme, Haziran 2025’te Neutrality Studies tarafından Büyükelçi Chas Freeman ile yapılan bir röportaja dayanmaktadır. Derlemede yer alan görüşler, Freeman’ın analizlerini yansıtmakta olup, karmaşık jeopolitik dinamiklerin kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sunmak amacıyla Görüş21.com okurları için hazırlanmıştır.”
Chas Freeman’ın Neutrality Studies ile gerçekleştirdiği bu kritik söyleşide, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve Suudi Arabistan Büyükelçisi Chas Freeman, Rusya-Ukrayna savaşındaki yükselen saldırılara dair sarsıcı bir analiz sundu. Freeman’ın değerlendirmeleri, yalnızca müzakere sürecinin kırılgan doğasına değil, daha da önemlisi Ukrayna’nın Rusya’nın nükleer bombardıman kuvvetlerine yönelik gerçekleştirdiği insansız hava aracı (İHA) saldırısının doğrudan nükleer caydırıcılık kurallarını tehlikeye atmasına odaklanıyor. Bu makale, Freeman’ın tespitlerini derleyerek vekâlet savaşının yükselen risklerini, nükleer caydırıcılığın stratejik önemini ve Avrupa güvenliği ile uluslararası diplomasideki geniş çaplı etkilerini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Nükleer Caydırıcılık: Aşılan Kırmızı Çizgi
Tarihsel olarak ABD ve Rusya (eski SSCB), geleneksel savaş zamanlarında bile nükleer caydırıcılık kuvvetlerine yönelik saldırıdan kaçınma ilkesine bağlı kalmışlardır. Bu ilke, karşılıklı mutlak yok oluş mantığına dayanarak Soğuk Savaş’tan bu yana küresel nükleer istikrarın temel taşlarından biri olmuştur. Bu tür stratejik kuvetlere yönelik konvansiyonel bir saldırı, nükleer ilk saldırı olarak değerlendirilir ve buna nükleer yanıt verilmesini meşrulaştırabilir.
Freeman’a göre, Ukrayna’nın İngiliz istihbaratı MI6’nın desteğiyle Rusya’nın nükleer kapasiteli bombardıman uçaklarını hedef alarak gerçekleştirdiği son drone saldırısı, bu yerleşik normu açıkça ihlal etmektedir. Bu saldırı yalnızca caydırıcılığın hassas dengesini tehdit etmekle kalmamakta, aynı zamanda genel stratejik dengeyi de istikrarsızlaştırma riski taşımaktadır.
Saldırının daha da kışkırtıcı olan yönü ise, drone’ların sivil araçlara—acilabilir tavanlı kamyonlara—gizlenerek fırlatılmasıdır. Bu yöntem, geleneksel izleme sistemlerini aşmakta ve benzer taktiklerin ABD gibi diğer nükleer güçlere karşı da kullanılabileceği ihtimalini doğurmaktadır. Freeman’a göre, bu emsal küresel güvensizlik ortamını dramatik biçimde artırmaktadır.
Ukrayna, Birleşik Krallık ve NATO: Stratejik Silah Anlaşmaları Dışında Hareket Etmek
Freeman’ın altını çizdiği önemli bir nokta: Ukrayna ve Birleşik Krallık, Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri’ne (SALT) taraf değildir. Bu durum, onları büyük güçlerin nükleer caydırıcılık altyapısını hedef almaktan hukuken engel olan protokollere bağlı kilmamaktadir. Bu eylemler, hukuki açıdan gri bir alanda bulunsa da, stratejik açıdan son derece tahrik edicidir.
Ayrıca Freeman, bu gelişmenin Peloponez Savaşı’ndan bilinen tarihsel bir dersi hatırlattığını ifade etmektedir: İttifaklar tehlikeli olabilir. Küçük müttefik devletler provokatif eylemlerde bulunarak daha büyük müttefiklerini istemedikleri savaşlara çekebilirler. Bu örnekte ABD ve daha geniş NATO ittifakı, Ukrayna ve İngiltere’nin eylemleri nedeniyle istemeden daha derin bir tırmanmanın içine çekilebilir.
Müzakereler mi, İllüzyon mu?
Medya, Ukrayna ile Rusya arasında İstanbul’da yapılan görüşmeleri “müzakereler” olarak lanse etse de Freeman’a göre bunlar gerçek anlamda diplomatik müzakereler değil, yalnızca prosedürel görüşmelerdir. Taraflar, uzlaştırılamaz pozisyonlarını özetleyen muhtıraları değiş tokuş etmiş ve bir çözüm yönünde ilerleme sağlanmamıştır.
Yine de Freeman, bu tür görüşmelerin sınırlı da olsa devam etmesinin faydalı olduğunu belirtmektedir. Stratejik bombardıman filosuna yapılan saldırıya rağmen Rusya’nın müzakerelere katılmış olması, hesaplı bir itidal göstergesidir. Freeman’a göre bu, Putin’in “soğukkanlı ve stratejik” karakterinin bir yansımasıdır—tepkisel değil, hesaplıdır.
Ancak İstanbul görüşmelerinden çıkarılacak temel sonuç nettir: Bu savaş, henüz masada çözülebilecek bir noktada değildir. Çatışmanın şartları, hâlâ sahada belirlenecektir.
İngiltere’nin Rolü: Tarihsel Süreklilikler ve Gizli Operasyonlar
Freeman, İngiltere’nin Ukrayna’daki gizli operasyonlara katılımını daha geniş tarihsel bir bağlamda değerlendirmektedir. Napolyon Savaşları sırasında İspanyol gerillalarına ve II. Dünya Savaşı’nda direniş hareketlerine verdiği destekten günümüze kadar İngiltere’nin, geleneksel olmayan savaş yöntemlerine verdiği tarihsel önemin altını çizmektedir. Freeman’a göre son drone saldırısı, İngiliz istihbaratının karakteristik taktiklerini taşımaktadır: hassas, yıkıcı ve inkâr edilebilirlik içeren bir operasyon.
Bu müdahale önemli bir soruyu gündeme getirmektedir: İngiltere bu tür riskli operasyonları bağımsız biçimde mi yürütüyor? Yoksa bir, diplomatik çözümü engelleyerek vekâlet savaşını uzatma amacı mı taşıyor?
ABD’nin Arabulucu Rolü: Gerçek mi, Kurgu mu?
Freeman, ABD’nin tarafsız bir arabulucu olarak sunulmasına şüpheyle yaklaşmaktadır. Donald Trump gibi bazı isimler Ukrayna’da barış istediklerini söylese de, Freeman’a göre bu figürlerin Rusya’nın stratejik kaygılarını anlama kapasitesi son derece yetersizdir. Rusya’nın, kendi güvenlik çıkarlarını tanıyan ve Batı tehdidine karşı tamponlar içeren yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi talebi, Batılı siyasi söylemlerde sürekli göz ardı edilmektedir.
Freeman ayrıca Trump döneminde özellikle belirginleşen bir başka sorunu da vurgulamaktadır: ABD dış politikasında kurumsal tutarlılığın olmaması. Geçici aktörler ya da siyasi liyakate dayanmayan atamalar yoluyla yürütülen diplomasinin, kalıcı barışı sağlayacak anlaşmalar üretmesi pek olası değildir. Bu tutarsızlık yalnızca Ukrayna’da değil, İsrail-Filistin, İran ve Tayvan gibi diğer kriz alanlarında da kendini göstermektedir.
Nükleer Tabunun Aşınması
Freeman’ın belki de en ürkütücü uyarısı, “nükleer alerji” olarak adlandırdığı tabunun aşınmakta olduğudur. On yıllar boyunca Hiroşima ve Nagazaki’nin dehşeti, nükleer silahların son çare olarak görülmesini sağlamıştı. Ancak son dönemde ABD ve İngiltere’deki bazı siyasi figürlerin Gazze gibi çatışmalarda nükleer silah kullanma ihtimaline değinmeleri, bu tarihsel kısıtlamanın aşındığını göstermektedir.
Bu söylemlerin, nükleer altyapıya yönelik örtülü saldırıların normalleşmesiyle birleşmesi, küresel çapta nükleer çatışma eşiğinin aşağı çekildiğine işaret etmektedir. Freeman’a göre bu yalnızca sorumsuzluk değil, varoluşsal düzeyde bir pervasızlıktır.
Jeopolitik Çıkmaz, Diplomatik Çöküş ve Batı’nın Ahlaki İflası
Günümüz uluslararası ilişkilerinde yaşanan çalkantılar, yalnızca devletlerin askeri hamlelerinden değil, aynı zamanda diplomatik çürümeden ve ahlaki çöküşten kaynaklanmaktadır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel siyasetteki rolü, giderek artan şekilde eleştirilmekte ve meşruiyetini yitirmektedir. Bu durumu anlamak için, gerek Washington’un dış politika söylemlerinde gerekse sahadaki uygulamalarında ortaya çıkan çelişkileri dikkatle incelemek gerekiyor.
Trump Dönemi ve Diplomatik Saygısızlık
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın dış politika üslubu, sadece müttefikler değil, düşman olarak görülen aktörlerle yapılan temaslarda dahi ciddiyet ve saygıdan uzak bir şekilde yürütülüyordu. Trump’ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yapılması planlanan telefon görüşmeleri bile, Pekin’in ilgisizliğiyle karşılanmıştı. Trump’ın kullandığı aşağılayıcı ve şiddet içeren söylemler, onunla herhangi bir diplomatik oturum gerçekleştirmeyi neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.
Bu tür görüşmelerde görev almış deneyimli diplomatlar, geçmişte akıl sağlığı yerinde olmayan liderlerle dahi temas kurduklarını ancak Trump gibi öngörülemez biriyle görüşmenin çok daha tedirgin edici olduğunu belirtiyorlar. Diplomasi, bu tip liderlerle yürütülmeye çalışıldığında, sonuç almak bir yana, krizi daha da derinleştirme riski taşır.
Zirve Diplomatisi: Sorunların Çözümü mü, Sahne Gösterisi mi?
Uluslararası ilişkilerde karmaşık sorunların çözümü, genellikle teknik düzeyde uzman görüşmeleriyle başlar ve liderlerin onayıyla tamamlanır. Ancak ABD’nin günümüzdeki yaklaşımı, bu süreci tersine çevirmekte, doğrudan liderler düzeyinde çözüm arayışına girilmektedir. Bu yöntem, çoğu zaman sonuçsuz kalmakta, hatta sorunları daha da karmaşık hâle getirmektedir.
Ukrayna krizi bunun açık bir örneğidir. ABD hem Ukrayna ile birlikte savaşa taraf olmuş, hem de barış görüşmelerinde arabuluculuk yapma iddiasındadır. Oysa taraf olan bir aktörün aynı zamanda arabulucu olabilmesi uluslararası hukuk ve diplomatik gelenek açısından mümkün değildir. Bu çelişki, ABD’nin kendi meşruiyetini baltalamakta ve güvenilirliğini sorgulatmaktadır.
ABD’nin Çifte Standartlı Dış Politikası
ABD’nin Ukrayna’daki durumu kadar çelişkili bir diğer örnek ise İsrail-Filistin meselesinde görülmektedir. ABD, İsrail ile tam ittifak hâlindeyken, aynı zamanda Gazze’deki insani yardımlar veya rehinelerin serbest bırakılması gibi konularda arabulucu olma rolünü de üstlenmeye çalışmaktadır. Ancak bu tür ikili roller, diplomasiyi yalnızca propaganda aracına dönüştürmekte ve sahada herhangi bir çözüm üretememektedir.
Avrupa ise bu süreçte bağımsız bir diplomatik inisiyatif ortaya koyamamaktadır. Savaş tutkusu hâlâ baskın bir eğilimdir ancak Avrupa’nın bu savaşı yürütecek ne askeri kapasitesi ne de stratejik netliği vardır. Ancak son dönemde Fransa, Almanya, İspanya ve İngiltere’nin Filistin’i tanımaya yönelik adımları, ABD etkisinden kısmi bir kopuşu ve Avrupa’nın bağımsız dış politika üretme çabalarını göstermektedir.
Tayvan ve Çin: Savaş Senaryoları
ABD’nin dış politikada Çin’e yönelmek istediği açık. Tayvan konusunda ise Washington’un izlediği yol giderek daha provokatif bir hâl almakta. ABD, Tayvan’da resmi diplomatik ilişki kurmayacağına dair verdiği sözleri fiilen çiğnemekte, adada yüzlerce asker bulundurarak Çin için bir “tetikleyici” oluşturmakta ve askeri mühimmat depolayarak savaşa zemin hazırlamaktadır.
Bu durum, sadece Tayvan’ın değil, tüm Asya-Pasifik’in istikrarını tehdit etmektedir. ABD ile Çin arasında Tayvan üzerinden çıkacak olası bir savaş, her iki tarafın donanmasının ve hava gücünün üçte ikisini kaybetmesine yol açabilir. Bu ise sadece bölgesel değil, küresel bir felaket demektir.
Gazze Soykırımı ve ABD’nin Ortaklığı
Gazze’de yaşanan insanlık dışı saldırılar, dünya kamuoyu tarafından bir soykırım olarak tanımlanırken, ABD bu sürecin hem siyasi hem askeri ortağı konumundadır. İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan operasyonları, ABD’nin açık desteğiyle yürütülmekte; bu durum hem Amerika’nın imajını hem de Batı’nın evrensel değerlerini zedelemektedir.
Bazı Batılı Yahudi toplulukları dahi artık İsrail ile özdeşleştirilmekten kaçınmakta, siyonizmin sorumsuz ve acımasız eylemlerinden uzaklaşmaya çalışmaktadır. Bu ise uluslararası düzeyde ciddi bir ahlaki kırılmaya işaret etmektedir.
Kurallar Temelli Düzenin Çöküşü
Biden yönetiminin sıkça vurguladığı “kurallara dayalı uluslararası düzen”, pratikte tek taraflı kurallar koyan, güce dayalı bir hegemonyaya dönüşmüş durumdadır. Artık hiçbir kılıf altında gizlenmeyen bu “güç haklıdır” anlayışı, küresel Güney’de ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış, Batı’nın ahlaki liderlik iddiasını çökertmiştir.
Diplomasi ise artık sorun çözme aracı değil, sadece algı yönetimi için kullanılan bir “süs” olarak işlev görmektedir. Avrupa’nın buna karşı bir refleks geliştirmesi ve bağımsız inisiyatifler alması, geleceğin barışı açısından tek umut ışığı olabilir.
Batı Toplumlarında Yapısal Kriz
Sonuçta yalnızca dış politika değil, Batı’nın iç yapısı da ciddi bir kriz içindedir. Servet eşitsizliği, bürokratik sınıfın ayrıcalıkları ve finansallaşmış kapitalizm; hem sol hem sağ çevrelerde büyük öfkeye yol açmaktadır. Sol, eşitsizlik ve kurumsal yozlaşma üzerinde dururken; sağ ise hükümetin beceriksizliği ve elitlerin yozlaşmışlığı üzerinden siyaset üretmektedir. Her iki taraf da mevcut sistemin sürdürülemez olduğunu düşünmektedir.
Sonuç: Stratejik Yeniden Kalibrasyon Zamanı
Büyükelçi Freeman’ın analizleri, Ukrayna savaşına dair Batı’daki iyimser anlatılara karşı gerçekçi ve uyarıcı bir karşı anlatı sunmaktadır. Mevcut gelişmelerin barışa yönelik adımlar olarak değil, daha derin bir çıkmaza ve nükleer normların çöküşüne işaret ettiğini belirtmektedir.
Freeman, hem Batı’nın hem de Doğu’nun—özellikle de Avrupa’nın—barış ve istikrar için gerçekçi, egemen stratejiler geliştirmesi gerektiğini savunmaktadır. Parçalanmış bir ABD yönetiminin ya da içgüdüsel liderlerin barış inşa edeceğini ummak gerçekçi değildir.
Dünya, artık yalnızca diplomasiye geri dönme değil, aynı zamanda diplomasiyi stratejik istikrar ve karşılıklı tanıma ilkeleri etrafında yeniden inşa etme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Aksi hâlde, sonuçlar Ukrayna’nın sınırlarını aşarak nükleer felaket olasılığına kadar uzanabilir.