
Türkiye doğu ile batının buluşma noktası olabilir, ancak artık Batı ve Orta Asya’nın gelişimini belirlemek için birbiriyle yarışan iki karşıt jeoekonomik gündemi bir arada idare etmeyi daha fazla sürdüremez. Ankara seçim yapmak zorunda, hem de gecikmeden.
Matthew Ehret
İki farklı gelecek vizyonu Batı Asya’yı birbirine karşıt iki kader arasında çekiştiriyor.
40 yıl önce Zbigniew Brzezinski tarafından ortaya konan kurallara dayalı düzenin taraftarları, sonu gelmeyen savaşları beslemek üzere nüfusları bölen distopik modellerini sürdürmeye çalışırken, Çin’in sürekli gelişen Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) tarafından daha iyimser bir işbirliği programı başlatılıyor.
Birçok ülke bu yeni paradigmaya coşkulu bir destekle katılırken, diğerleri kendilerini tehlikeli bir şekilde bu iki dünyanın arasında kalmış buldular.
Türkiye büyük güçlere gizlice kur yapıyor
Bu kararsız milletlerin başında, 15 Temmuz 2016’da liderine sert bir uyarı alarmı verilen Türkiye Cumhuriyeti geliyor. Bu tarihte, Rus istihbaratı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sürgündeki İslamcı lider Fethullah Gülen’in takipçileri tarafından darbe girişiminden kıl payı kurtulabilmesi için gereken üstünlüğü sağladı.
Darbenin zamanlaması birçok spekülasyona konu olduysa da, Erdoğan’ın Putin’e yazdığı özür mektubunun kamuoyuna açıklanmasından sadece iki hafta sonra gerçekleşmesi tesadüf değildi. Söz konusu özür, Türkiye’nin Kasım 2015’te Suriye hava sahasında uçan bir Rus savaş uçağını düşürme, bir askeri öldürme kararına ve NATO’nun toplu güvenlik anlaşmasını neredeyse etkinleştirilmesine atıfta bulunuyordu.
Yıllarca hem Irak’ta, hem de Çınar Kerestesi Operasyonu aracılığıyla Suriye’de IŞİD’e silah ve lojistik destek sağlamada etkili olan Erdoğan’ın şahsen o topraklar ile ilgili oldukça farklı özlemleri varken Levant’taki batı çıkarları için kullanılmaktan yorulmuş olması mümkündür.
Durum ne olursa olsun, o vahim günden beri, Türkiye’nin Batı Asya’daki bir aktör olarak davranışı, çeşitli düzeylerde daha düzelmiş (tamamen günahlarından arınmış olmasa da) bir karakter kazandı. Bu olumlu davranış değişikliklerinin başında Ankara’nın Suriye’nin büyük bir bölümünü askerden arındırmak için Tahran ve Moskova ile Astana sürecine katılması yer alıyor. Türkiye daha sonra Rus S400 orta-uzun menzilli füze savunma sistemlerini satın aldı ve yakın zamanda Rusya ile ortak denizaltı, jet motorları ve savaş gemileri üretme planlarını geliştirirken, aynı zamanda Rosatom tarafından inşa edilen bir nükleer reaktörün inşasını hızlandırdı.
Bununla birlikte, huylu huyundan vazgeçmiyor ve Türkiye, Suriye’nin İdlib vilayetinde teröristlerle dolu Özgür Suriye Ordusu ve El Kaide kolu Heyet Tahrir El Şam‘a sürekli destek sağlayarak ikili oynarken yakalandı. Türkiye’nin şu anda ülkenin kuzeyindeki bu ve diğer militan gruplara koruma sağlayan toplam 60 askeri üssü ve gözlem noktası var.
Orta koridor seçeneği
Ekonomik düzeyde, Türkiye’nin Yeni İpek Yolu üzerinde Avrupa ve Asya arasında bir geçit olma hırsı, Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ne katılma konusunda verdiği önceki taahhütlerini bir yana bırakarak Doğu ile daha karmaşık ilişkiler kurma konusundaki kararlılığını da gösteriyor.
Türkiye’nin 7500 km’lik Trans-Hazar Doğu-Batı Orta Koridoru, Çin’i Avrupa’ya bağlayan Kuşak ve Yol Girişimi’nin kuzey koridoruna paralel uzanan iddialı bir projedir.

Kasım 2019’da faaliyete geçen bu koridor, aktif kuzey koridorundan yaklaşık 2000 km’lik mesafeyi kısaltma avantajına sahip ve Çin ile Avrupa arasında elverişli bir rota sağlıyor. Güzergâhın kendisi, malları Çin’in kuzeydoğusundaki Lianyungang Limanı’ndan Sincan üzerinden Kazakistan, Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye’ye ve kara ve deniz yolları üzerinden Avrupa’ya taşıyor. Erdoğan daha önce “Orta Koridorun Kuşak ve Yol Girişimi’nin kalbinde yer aldığını” belirtmiş ve “Orta Koridoru BRI’ye Kuşak ve Yol Girişimi’ne entegre etme” çağrısında bulunmuştur.
Orta Koridor kapsamındaki diğer projeler arasında, Karadeniz ve Marmara Denizleri arasında 45 kilometrelik bir bağlantı olacak (Boğaz üzerindeki trafiği azaltacak) 20 milyar dolarlık İstanbul Kanalı ile Marmara denizaltı demiryolu, Avrasya Tüneli ve üçüncü İstanbul Köprüsü yer alıyor.
Çin’in artan katılımı olmadan, bu projelerin sadece gerçekleşmesi başarısız olmakla kalmayacak, aynı zamanda Orta Koridor’un kendisi de unutulup gidecek. Çin’in Türkiye ile ticareti 2002’de 2 milyar dolardan 2020’de 26 milyar dolara yükseldi, 1.000’den fazla Çinli şirketin ülke çapında yatırım projeleri var ve Çin konsorsiyumları Türkiye’nin üçüncü büyük limanında yüzde 65 hisseye sahip.
Ankara’nın seçeneklerinin kısıtlanması
Bu projeler, hem Türkiye’deki iç güçlerin hem de dış güçlerin mücadelesi ile karşılaştı. İki büyük Türk muhalefet partisi, yurtiçinde ve yurtdışındaki potansiyel yatırımcıları korkutmak için bir taktik olarak Kanal İstanbul’u iptal etmekle tehdit ettiler. Ve uluslararası düzeyde, Türkiye ekonomisine karşı sayısız düzeyde mali savaş başlatıldı.
Kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu ‘yüksek riskli’ ülke seviyesin indirdi ve ABD ve AB tarafından yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bu eylemler, uluslararası yatırımcıların Türk devlet tahvillerinden çekilmesine (2009’da tüm tahvillerin dörtte biri yabancı yatırımcıların elindeydi, bugün yüzde 4’ün altına düştü) ve ülkenin altyapı inşa etmek için hayati öneme sahip verimli kredilerden mahrum kalmasına neden oldu. Bu saldırılar aynı zamanda en büyük Türk bankalarının mega projeye herhangi bir fon sağlamayacaklarını açıklamalarıyla da sonuçlanmıştır.
Çin’in Türkiye’ye yaptığı yatırımlar önemli ölçüde artmasına rağmen, batılı Doğrudan Yabancı Yatırımları (DYY) 2009’da 12.18 milyar dolardan 2021’de sadece 6.67 milyar dolara indi.
Türkiye Uygur Konusundaki Tavrını Yumuşatıyor
Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde olduğu gibi, Erdoğan’ın mali alanda Çin ile işbirliği yapmaya müthiş ihtiyaç duyması, Erdoğan’ın Uygur aşırılık yanlılarına verdiği destekte bir politika değişikliği ile sonuçlandı. 13 milyon Çinli Uygur’dan 50.000’i Türkiye’de yaşıyor ve bunların çoğu, Çin’i parçalamayı amaçlayan CIA tarafından finanse edilen daha büyük bir operasyonun parçası.
Türkiye yıllar boyunca, Suriye ve Irak’ta IŞİD ile birlikte savaşarak tecrübe kazanan Doğu Türkmenistan İslami Hareketi gibi terörist gruplara sığınak sağlamıştır. ABD Ulusal Demokrasi Vakfı tarafından finanse edilen Almanya merkezli Dünya Uygur Kongresi’ne bağlı ajanlar da Türkiye’de bereketli bir ortam buldular.
2009 yılında Erdoğan Sincan’da yaşayan Müslümanlar üzerinde soykırım uyguladığı için Çin’i kamuoyunda kınadı (bu Batı ülkeleri için bir zorunluluk haline gelmeden çok önce). Türkiye’deki 2016 başarısız darbesinden sonra işler değişmeye başladı. 2017 yılında bir açıklama yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu , “Türkiye’de Çin’i hedef alan veya Çin’e karşı olan hiçbir faaliyete kesinlikle izin vermeyeceğiz. Ayrıca, Çin’i hedef alan haberleri kaldırmak için önlem alacağız,” dedi.
Türkiye’nin İdlib’deki radikal İslami grupları korumasıyla pek çok paralellik var, ancak Ankara’nın Çin karşıtı radikal Uygur grupları koruması daha aşamalı oldu. Bununla birlikte, Erdoğan’ın son zamanlarda attığı önemli adımlar, Çin ile 2017’de imzalanan iade anlaşması (henüz Ankara tarafından olmasa da Pekin tarafından onaylandı), Uygur aşırılık yanlısı gruplara yönelik artan baskı ve 19 Eylül 2021’de Dünya Uygur Kongresi başkanı Dolkun İsa’ya Türkiye’ye giriş yasağının yeniden yürürlüğe koyulması kararı da dahil olmak üzere iyi niyet gösterdi.
Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru (INSTC) Ankara’yı Devredışı Bırakabilir mi?
Türkiye, yalnızca Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nde rol oynamaya ve Pekin’den gerekli uzun vadeli kredi bağlamaya istekli olmakla kalmıyor – ki bu olmadan geleceği Avrupa Birliği’nin çok azalan servetine bağlı olacak – Ankara aynı zamanda büyüyen Uluslararası Kuzey Güney Ulaştırma Koridorunu (INSTC) da planlarına katıyor.
Bir düzine ülkeye uzanan çok modlu bir koridor olan INSTC, 2002 yılında Rusya, Hindistan ve İran tarafından başlatıldı ve Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi tarafından yeniden canlandırıldı. Son yıllarda, projenin üyeleri Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkiye, Ukrayna, Suriye, Beyaz Rusya, Umman ve Bulgaristan’ı da kapsayacak şekilde arttı.
Türkiye projeye üye olmakla birlikte, mega projenin doğrudan ülkenin sınırlarından geçeceğinin garantisi yok. Erdoğan burada da Rusya ve müttefikleriyle iyi ilişkiler içinde olmaya istekli.

Orta Koridor cazibesini kaybediyor
Şimdiye kadar, Türkiye’nin sıfır toplamlı düşünme şeklini kıramaması, Çin’in malları Avrupa ve Kuzey Afrika’ya taşımak zorunda olduğu tek olası seçeneğin Türkiye’nin Orta Koridoru olacağı yanılgısına yol açtı.
Bu algı, uzun yıllar boyunca, IŞİD’in hakim olduğu Suriye ve Irak bölgesindeki savaşla (ve İran’ın göreli tecridi ile) desteklendi ve bu, rakip hiçbir kalkınma koridorunun etkinleştirilemeyeceğini garanti ediyor gibi göründü.
Ancak İran’ın Mart ayında Çin ile imzaladığı 25 yıllık Kapsamlı Stratejik Ortaklığının bir parçası olarak Kuşak ve Yol Girişimi’ne girmesi ve Eylül ayında Şanghay İşbirliği Örgütü’nde (SCO) tam üyeliğe yükselmesi, Orta Koridor’a alternatif çekici bir doğu-batı rotası sağladı.

Çin’i İran, Irak ve Suriye yoluyla, Suriye’nin Lazkiye limanı üzerinden Akdeniz’e bağlayan Yeni İpek Yolu’nun bu potansiyel kolu, yalnızca savaşın yıktığı Batı Asya uluslarını yeniden inşa etmek için değil, aynı zamanda onlarca yıllık batı manipülasyonundan sonra dayanıklı bir istikrar alanı yaratmak için de eşsiz bir fırsat sunuyor.
Bu yeni rotanın bir ek cazibesi de Ürdün, Mısır, Lübnan ve diğer Arap devletlerini, Avrasya’yı umutsuzca gerçek bir kalkınmaya ihtiyaç duyan Afrika kıtasına bağlayan yeni bir stratejik dinamiğe dahil etmektir. Bu makalenin yayınlanması itibariyle, 40 Sahra altı Afrika ülkesi Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne imza attı .
Bu yeni koridorun ilk umut ışığı, İran’daki sınır şehri Selemçe’yi Irak’taki Basra’ya bağlayan 30 km’lik kısa ama oyunun kurallarını değiştiren bir demiryolu hattında belirdi. İran’ın yarı özel Mostazan Vakfı tarafının sağladığı 150 milyon dolarlık maliyet ile bu yıl çalışmalara başlandı.
Bu tarihi bağlantının çok daha fazla genişlemesini öngören İran’ın Irak büyükelçisi, şunları söyledi : “Irak, İran’ın demiryolları aracılığıyla Çin’e bağlanabilir ve bölgedeki stratejik önemini artırabilir… bu çok büyük bir değişim olacak ve İran’ın demiryolları Irak’a, Suriye’ye ve Akdeniz’e bağlanacak.”
Büyükelçi Mescidi burada Kasım 2018’de İran, Irak ve Suriye arasında, İran’daki Basra Körfezi’nden başlayıp Irak’ı üzerinden Lazkiye Limanı’na uzanacak olan 1570 km’lik bir demiryolu ve karayolu inşa etmek için varılan geçici anlaşmaya atıfta bulunuyordu.
İran’ın savaşın ve yaptırımların yıktığı Suriye’deki inşaat odaklı yatırımları şimdiden son derece arttı ve önümüzdeki 12 ay içinde iki ülke arasındaki tahmini ticareti 1 milyar dolar daha yükseltti.
Irak-İran demiryolunu şekillendiren yüksek gelişme dinamiğine işaret eden Irak Başbakanı, Mayıs 2021’de “İran ile Basra ve Selemçe arasında bir demiryolu inşa etmek için yapılan müzakereler son aşamalarına ulaştı ve enerji ve ulaşım hatları konusunda Ürdün ve Mısır ile 15 anlaşma ve mutabakat zaptı imzaladık” dedi.
Gerçekten de hem Mısır hem de Ürdün, kalıcı barışa giden tek çözüm olan Yeni İpek Yolu için yüzlerini doğuya dönmüş durumdalar. Mısır, Ürdün ve Irak üçlüsü, üç ulusun elektrik şebekelerini birbirine bağlamak ve aynı zamanda Basra’dan Ürdün’deki Akabe’ye ve ardından Mısır’a daha büyük bir uzantıya sahip olacak bir boru hattı inşa etmek için tasarlanmış bir 2017 enerji anlaşmasıyla bu İpek Yolu güzergahı için zemin hazırlamaya başladı.

Irak ve Yeni İpek Yolu
Aralık 2020’de Irak ve Mısır, eski Irak Başbakanı Adil Abdul Mehdi ve Çinli mevkidaşı tarafından Eylül 2019’da daha önce etkinleştirilen benzer bir program çerçevesinde yeniden yapılanma için önemli bir petrol anlaşması üzerinde anlaştılar. İkinci proje, Mehdi Mayıs 2020’de istifa ettiğinde ciddi şekilde yavaşlatıldı ve Başbakan Mustafa el-Kazımi Çin ile ilişkilerini onarmaya başlasa da, Irak henüz selefinin ulaştığı işbirliği düzeyine geri dönmedi.
Bugüne kadar, Irak’ın yeniden inşası konusunda samimi bir ilgi gösteren ve buna gerçek kaynakları yatırmaya istekli olan tek büyük güç Çin olmuştur.
ABD’nin ülkeyi vahşice işgali ve bu işgal için boşa harcadığı trilyonlarca dolara rağmen, orada ABD doları ile tek bir enerji projesi inşa edilmedi. Aslında 2003’ten sonra inşa edilen tek santral, Irak’ın elektriğinin yüzde 20’sini sağlayan Wassit’teki Çin yapımı 2450 mW’lık termik santral oldu. Irak, hayati altyapısını stratejik olarak hedef alan yıllarca süren batı bombardımanından sonra temel ihtiyaçlarını karşılamak için en az 19 GW elektriğe ihtiyaç duyuyor.
Irak’ta bugün hala yerli üretim yok denecek kadar az, ülke ihtiyaçlarının yüzde 97’si yurt dışından karşılanıyor ve tamamı petrolden elde edilen gelirle ödeniyor. Bu korkunç durum tersine çevrilecekse, Çin’in inşaat karşılığında petrol planı tamamen tekrar devreye sokulmalıdır.
Bu planın özü, 1.5 milyar dolarlık eşiğe ulaşılana kadar Çin’e indirimli Irak petrolünün satışını biriktirecek özel bir fonu kapsıyor. Çin devlet bankaları, bu gerçekleştiğinde fona 8.5 milyar dolar daha ekleyerek, yollar, demiryolu, su arıtma ve enerji şebekelerinin yanı sıra okullar ve sağlık gibi kapsamlı bir yeniden yapılanma programında kullanılmak üzere miktarı 10 milyar dolara tamamlamayı kabul ettiler.
Batılı ekonomik modellerin, vatandaşlarına fayda sağlayan uzun vadeli yatırımlar olmadan, hiçbir üretim kapasitesi veya emek gücünde bir artış yaratmadan hammadde çıkarımını önceleyerek ulusları az gelişmiş durumda tutma eğiliminde oluşu karşısında, bunun yerine tam kapsamlı ekonomileri yaratma konusuna odaklanan Çin modeli tamamen farklıdır. İlk sistem sıfır toplamlı ve kapalı bir sistemken, ikinci model kazan-kazan ve açıktır.
Türkiye sıfır toplamlı jeopolitiğin modası geçmiş mantığından kurtulmanın bir yolunu bulabilirse, tüm Batı ve Orta Asya’yı parlak bir gelecek bekleyecektir.
İran-Irak-Suriye İpek Yolu koridorunun başarısından veya onun Afrika uzantılarından Orta Koridorun herhangi bir şekilde zarar göreceğine inanmak için hiçbir sebep yok. İşbirliği ilişkilerinin, büyük ölçekli altyapının ve tam kapsamlı ekonomik ağların geliştirilmesinin teşvik edilmesi, bu bölgelerde son yıllarda yaşanan azgelişmişliği ve durgunluğu dengeleyecek zenginlik yaratılabilir.

Matthew Ehret, bir gazeteci, Moskova Amerikan Üniversitesi Kıdemli Üyesi ve Tactical Talk’un Kuşak ve Yol Girişimi uzmanıdır. Los Angeles Review of Books: China Channel, Strategic Culture ve Oriental Review dahil olmak üzere birçok siyasi/kültürel web sitesinde düzenli olarak yazarlık yapmaktadır.
Bu makale The Cradle’da yayınlanan İngilizce orijinalinden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş