1 Ekim 2025, Çarşamba
  • Giriş Yap
  • Kayıt Ol
Görüş
  • Dünya
    • Tümü
    • ABD
    • Afrika
    • Asya
    • Avrupa
    • Kuzey Amerika
    • Latin Amerika
    • Orta Doğu
    siyasal siddet

    Siyasal Şiddetin Yeni Yüzü

    Küresel Savaşın Eşiğinde: ABD’nin Çin’e Karşı Savaş Hazırlıkları

    Küresel Savaşın Eşiğinde: ABD’nin Çin’e Karşı Savaş Hazırlıkları

    Dogal Gaz boru hatti Sibirya

    Primakov Üçgeni ve Nükleer Enerjinin Dönüştürücü Gücü

    askeri Tören_CIN

    Barışta Sivil, Savaşta Asker: Çin’in Çınlayan Gülleri

    Finlandiya

    Finlandiya: Neo-Conların Rusya ve Amerika’yı Çatışmaya Sürükleme Planı

    Alaska Zirvesi

    Alaska Zirvesi 2025: Trump-Putin Buluşması, Ukrayna Savaşı ve Avrupa Jeopolitiği l Görüş21

  • Ekonomi
    istanbul üniversitesi

    Neoliberalizm Üniversiteleri Ele Geçirdi: Öğrenciler Müşteri, Akademisyenler Taşeron

    Kredi karti bocrlanmasi

    Türkiye’de Kredi Kartlarının Krize Dönüşen Yükselişi

    Paranın İktidarı: Wall Street’in Altında Ezilen Emek

    Paranın İktidarı: Wall Street’in Altında Ezilen Emek

    Neoliberalizmin Gizli Tarihi: Savaş, İmparatorluk ve Ekonomik Şiddet

    Neoliberalizmin Gizli Tarihi: Savaş, İmparatorluk ve Ekonomik Şiddet

  • Politika
    sibel özbudun

    TARİH, TEORİ, BUGÜN

    Sibel_özbudun

    Grev, İşçi Sınıfının “Savaş Okulu”dur…(*)

    istanbul üniversitesi

    Neoliberalizm Üniversiteleri Ele Geçirdi: Öğrenciler Müşteri, Akademisyenler Taşeron

    think tanks

    Düşünce Kuruluşları (Think Tanks): Tarihsel Gelişim, İşlevleri, Eleştiriler ve Gelecek Perspektifleri

  • Kültür & Sanat
    • Tümü
    • Edebiyat
    • Sinema
    temel demirer

    Üsküdar’dan Öte”nin Şairleri(*)

    sibel özbudun

    Mahpustan Aşka Dair Dizeler[*]

    temel demirer

    Zirvedeki Kürsüdür Sahne(miz)

    hollywood, Sinema, Film

    Hollywood’un Evrimi: Sessiz Filmlerden Dijital Yayına

  • Opinion Internatıonal
    • Tümü
    • Culture
    • Economy
    • Philosophy
    • Politics
    • World
    Dr. Jan Campell

    The 2025 China – Europe on Humanrights

    Dr. Jan Campell

    USA at a Crossroads: Weakness, Ignorance, and Arrogance

    opinion21

    Geopolitical Strategy and China’s Belt and Road Initiative

    Dr. Jan Campell

    Hauptansätze und Strategien Kasachstans in der Shanghaier Organisation für Zusammenarbeit (SOZ)

  • Gorüş TV
    humboldt

    Liyakatsız Bir Devletin Eğitim Reformlarıyla Yeniden Yapılandırılması: Wilhelm von Humboldt (2. Bölüm)

    humboldt

    Humboldt Kardeşler, Akademik Özgürlük ve Eğitim İdeali (1. Bölüm)

    Hüseyin Demirtaş

    Bir Askerin Gözüyle Rusya – Ukrayna Savaşı (2. Bölüm)

    Hüseyin Demirtaş

    Bir Askerin Gözüyle Rusya – Ukrayna Savaşı (1. Bölüm)

  • Görüş Podcast
    Ortadoğu’da Yeni Dönem: İran – İsrail Savaşı

    Ortadoğu’da Yeni Dönem: İran – İsrail Savaşı

    AKIN öztürk

    Uluslararası Hukuk Ne Diyor, Türkiye Ne Yapıyor? Akın Öztürk Örneği

    Kura Çözüldü: Kenan Karabağ’ın Sözlü Tarihle Örülen Romanları

    Kura Çözüldü: Kenan Karabağ’ın Sözlü Tarihle Örülen Romanları

    Kenan_Karabag

    Kenan Karabağ ile Sözlü Tarih ve Maria Suphi’nin İzinde

  • Diğer
    Çin’in Zafer Günü: Yeni Bir Güç Ekseninin İlanı

    Çin’in Zafer Günü: Yeni Bir Güç Ekseninin İlanı

    think tanks

    Düşünce Kuruluşları (Think Tanks): Tarihsel Gelişim, İşlevleri, Eleştiriler ve Gelecek Perspektifleri

    Nebiye - Hilal San

    Sahte Hayaller, Sahte Hayatlar

    aydinlanma

    Anti-Aydınlanma Çağı: Neoliberalizmin Gölgesinde Üniversite ve Toplum (1. Bölüm)

No Result
Tüm Sonuçları Görüntüle
Görüş
  • Dünya
    • Tümü
    • ABD
    • Afrika
    • Asya
    • Avrupa
    • Kuzey Amerika
    • Latin Amerika
    • Orta Doğu
    siyasal siddet

    Siyasal Şiddetin Yeni Yüzü

    Küresel Savaşın Eşiğinde: ABD’nin Çin’e Karşı Savaş Hazırlıkları

    Küresel Savaşın Eşiğinde: ABD’nin Çin’e Karşı Savaş Hazırlıkları

    Dogal Gaz boru hatti Sibirya

    Primakov Üçgeni ve Nükleer Enerjinin Dönüştürücü Gücü

    askeri Tören_CIN

    Barışta Sivil, Savaşta Asker: Çin’in Çınlayan Gülleri

    Finlandiya

    Finlandiya: Neo-Conların Rusya ve Amerika’yı Çatışmaya Sürükleme Planı

    Alaska Zirvesi

    Alaska Zirvesi 2025: Trump-Putin Buluşması, Ukrayna Savaşı ve Avrupa Jeopolitiği l Görüş21

  • Ekonomi
    istanbul üniversitesi

    Neoliberalizm Üniversiteleri Ele Geçirdi: Öğrenciler Müşteri, Akademisyenler Taşeron

    Kredi karti bocrlanmasi

    Türkiye’de Kredi Kartlarının Krize Dönüşen Yükselişi

    Paranın İktidarı: Wall Street’in Altında Ezilen Emek

    Paranın İktidarı: Wall Street’in Altında Ezilen Emek

    Neoliberalizmin Gizli Tarihi: Savaş, İmparatorluk ve Ekonomik Şiddet

    Neoliberalizmin Gizli Tarihi: Savaş, İmparatorluk ve Ekonomik Şiddet

  • Politika
    sibel özbudun

    TARİH, TEORİ, BUGÜN

    Sibel_özbudun

    Grev, İşçi Sınıfının “Savaş Okulu”dur…(*)

    istanbul üniversitesi

    Neoliberalizm Üniversiteleri Ele Geçirdi: Öğrenciler Müşteri, Akademisyenler Taşeron

    think tanks

    Düşünce Kuruluşları (Think Tanks): Tarihsel Gelişim, İşlevleri, Eleştiriler ve Gelecek Perspektifleri

  • Kültür & Sanat
    • Tümü
    • Edebiyat
    • Sinema
    temel demirer

    Üsküdar’dan Öte”nin Şairleri(*)

    sibel özbudun

    Mahpustan Aşka Dair Dizeler[*]

    temel demirer

    Zirvedeki Kürsüdür Sahne(miz)

    hollywood, Sinema, Film

    Hollywood’un Evrimi: Sessiz Filmlerden Dijital Yayına

  • Opinion Internatıonal
    • Tümü
    • Culture
    • Economy
    • Philosophy
    • Politics
    • World
    Dr. Jan Campell

    The 2025 China – Europe on Humanrights

    Dr. Jan Campell

    USA at a Crossroads: Weakness, Ignorance, and Arrogance

    opinion21

    Geopolitical Strategy and China’s Belt and Road Initiative

    Dr. Jan Campell

    Hauptansätze und Strategien Kasachstans in der Shanghaier Organisation für Zusammenarbeit (SOZ)

  • Gorüş TV
    humboldt

    Liyakatsız Bir Devletin Eğitim Reformlarıyla Yeniden Yapılandırılması: Wilhelm von Humboldt (2. Bölüm)

    humboldt

    Humboldt Kardeşler, Akademik Özgürlük ve Eğitim İdeali (1. Bölüm)

    Hüseyin Demirtaş

    Bir Askerin Gözüyle Rusya – Ukrayna Savaşı (2. Bölüm)

    Hüseyin Demirtaş

    Bir Askerin Gözüyle Rusya – Ukrayna Savaşı (1. Bölüm)

  • Görüş Podcast
    Ortadoğu’da Yeni Dönem: İran – İsrail Savaşı

    Ortadoğu’da Yeni Dönem: İran – İsrail Savaşı

    AKIN öztürk

    Uluslararası Hukuk Ne Diyor, Türkiye Ne Yapıyor? Akın Öztürk Örneği

    Kura Çözüldü: Kenan Karabağ’ın Sözlü Tarihle Örülen Romanları

    Kura Çözüldü: Kenan Karabağ’ın Sözlü Tarihle Örülen Romanları

    Kenan_Karabag

    Kenan Karabağ ile Sözlü Tarih ve Maria Suphi’nin İzinde

  • Diğer
    Çin’in Zafer Günü: Yeni Bir Güç Ekseninin İlanı

    Çin’in Zafer Günü: Yeni Bir Güç Ekseninin İlanı

    think tanks

    Düşünce Kuruluşları (Think Tanks): Tarihsel Gelişim, İşlevleri, Eleştiriler ve Gelecek Perspektifleri

    Nebiye - Hilal San

    Sahte Hayaller, Sahte Hayatlar

    aydinlanma

    Anti-Aydınlanma Çağı: Neoliberalizmin Gölgesinde Üniversite ve Toplum (1. Bölüm)

No Result
Tüm Sonuçları Görüntüle
Görüş

TARİH, TEORİ, BUGÜN

Doç. Dr. Sibel Özbudun
1 Ekim 2025
Okuma süresi: 87 dakika
A A
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşPinterest'te PaylaşLinkedin'de PaylaşWhatsApp'ta PaylaşTelegram'da PaylaşE-Mail ile Paylaş
sibel özbudun

“Aslında insanlar sizi hayal kırıklığına uğratmıyor, sadece siz yanlış insanlar üzerinden hayal kuruyorsunuz.”[1]

Kürt meselesi (Filistin ile birlikte) Ortadoğu’nun aslî/ acil sorunudur. Zor yoluyla bastırılıp, “engellenmiş” Kürt (ve Filistin) gerçeği bölgedeki krizin önde gelen, belirleyici unsurlarındandır. Bu bağlamda emperyalist ve sömürgeci politikaların Kürdistan (ve Filistin) meselesini “es” geçmesi mümkün değildir.

İlgili İçerikler

Grev, İşçi Sınıfının “Savaş Okulu”dur…(*)

Neoliberalizm Üniversiteleri Ele Geçirdi: Öğrenciler Müşteri, Akademisyenler Taşeron

Dört parçaya bölünmüş Kürdistan coğrafyasındaki her değişim, sınırların yenilenmesi anlamı taşır; bu nedenle de statükoyu alt üst edecek bir dinamiktir.

Kuzey, dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın yalnızca en büyük bölümü değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik, sosyo-politik, sosyo-kültürel bakımlardan en gelişkin parçasıdır.

Kuzey’in T. “C”den kopması ihtimali, Türk(iye) sermaye devleti ile politikacılarının Cumhuriyet tarihiyle yaşıt kâbusudur.

Bu, T. “C”nin, geleneksel Kürt politikasının çöktüğü bir çıkmazla karşı karşıya olduğu günümüzde, büsbütün geçerlidir…

Kim ne derse desin: Ortadoğu’da Sykes Picot statükosuyla belirlenip biçimlenen yapılanma çöktü. Çünkü güç dengeleri değişmişti ve Kürt gerçeği de bambaşka düzeylere ulaştı; Rojava örneğinde olduğu gibi…

Bunlar böyleyken ve TBMM’de Enver Paşa’nın “Mefkureleri gerçekleştiremeyince, gerçekleri mefkureleştirmeli,” formülünü anımsatan “Komisyon”lar kurulmuşken; Erdoğan Altan imzalı analiz habere göre, MİT’in, ABD ve Fransa heyetleri ile görüşme trafiğini geliştirerek Suriye’deki Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırmayı hedeflediği ve Türkiye’nin görüşmelerde taraflara ilettiği, Şam ve Arap Aşiret güçleri ile birlikte Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim bölgesine saldırı planlarının detayları ortaya çıktı.

“Türkiye’nin özellikle Suriye Kürtleri ve Özerk Yönetime yönelik farklı planlarının olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede MİT’in 7 Eylül’de ABD heyeti ile, 11 Eylül’de de Fransız heyeti ile görüşüp MGK bünyesindeki Güvenlik Konseyi’ne raporlar hazırladığı belirtildi. Edindiğimiz bilgilere göre ABD ve Fransa ile görüşmeler yapan MİT, her iki ülkeye de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırı planlarını iletti.”[2]

Kimileri, “Yeniden başa mı dönüyoruz?” dese de; hayır, aynı yerdeyiz, “Şark Cephesinde Değişen Bir şey yok”…

O hâlde Antonio Gramsci’nin, “Tarih öğretir ama öğrencisi yoktur” vurgusu eşliğinde “eski(meyen)”den başlayalım.

BİRAZ “TARİH”

Tarihte hiçbir gelişme ya da hiçbir süreç rastlantı eseri değildir. Her şey bir nedene yaslanır.

Düşünce ve davranışlar maddi gerçekten doğar, hakikât ile toplumsallaşarak maddi güce dönüşürler ve devrimci praksisle anlam kazanırlar. Ulusal hareketler de bundan muaf değildir.

Ulusal hareket ve mücadele sınıfın değil, doğrudan ulusun sorunu veya sorunlarına endekslidir. Çünkü ulusal sorunun özü, pazar meselesidir.

“PKK sosyalizmden etkilenmiş bir ulusal hareket olarak ve sosyal tabanı Kürt yoksul işçi-köylüsüne dayandığı için klasik ulusal hareketten farklı bir profil ortaya koyar/koyabilir ama bu onun özünü, ideolojik-siyasi çizgisini, yani burjuva-ulusal sınıf dokusunu ortadan kaldırmaz…”[3]

O hâlde Abdullah Öcalan’ın, 180 derecelik, “reddiye çizgisi” diyebileceğimiz inkâr siyasetinin maddi bir temeli olduğu not edilmeli.

Abdullah Öcalan’ın tarihsel güzergâhında her “yeni” dönemece ilişkin söyledikleri, bir önceki dönemin söylemleriyle çelişiyorken; bunu da -tartışmasız- “Tek Adam” dinamiğiyle biçimlendiriyordu.

Bu da elbette her şeyin kendi olmaktan çık(artıl)tığı bir eklektisizmi devreye sokuyordu.

Örneğin Abdullah Öcalan sırtını reel sosyalizme dayayarak, Esad rejiminin şemsiyesi altında, Birleşik Bağımsız Kürdistan hedefini ileri sürdü. Sonra da reel sosyalizm çökünce, dümeni başka limanlara kırdı.

Methiyeler dizilen M-L’in ilkeleri birden devre dışı bırakıldı. Ardından bağımsız Kürdistan hedefinin, çağdışı kalmış ideolojinin etkisinde kalınarak alınmış, bir yanlış karar olduğu ifade edildi.

Sonrasında Mesut Barzani ve Celal Talabani aracılığıyla Turgut Özal ile müzakereye yelken açıldı. Sermayenin has hizmetkârı, ABD’nin adamı Turgut Özal “demokrasi şehidi” ilan edildi.

Söz konusu süreci -çok matah bir şeymiş gibi!- (TKP kökenli) Veysi Sarısözen de “doğru”luyor:

“12. Kongre’nin de vurguladığı gibi PKK ‘reel sosyalizm’ şartlarında, Marksizm-Leninizm’in Stalin ve Mao yorumlarının etkisi altında sosyalizm amaçlı bir ‘ulusal kurtuluş hareketi’ olarak doğdu ve dünya sosyalist sisteminin yıkılışına kadar ‘Büyük Kürdistan’ın sömürgeci devletlerden ayrılarak bir ‘ulus- devlet’ hâline gelmesi için silahlı mücadeleye atıldı…

Kuruluşundan reel sosyalizmin çözülüşüne kadarki dönemde PKK, sosyalist dünya sistemiyle, komünist ve devrimci partilerle, diğer ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma içinde emperyalizme, kapitalist sömürüye ve ‘neo-kolonyalizme’ karşı mücadele eden tüm güçlerin dolaylı ya da doğrudan bir parçasıydı…

1993 yılından itibaren PKK’nin önüne, ‘Kürt sorununu barışçı yoldan çözmenin önündeki engellere karşı mücadele hedefini’ koydu. Silahlı mücadelenin bu engellere karşı sürdüğünü ilan etti. Bu engeller ortadan kalktığında Kürt sorununu barışçı yoldan çözme çizgisini formüle etti. Peş peşine ‘ateşkes’ yoluna gitti. Ve hemen silahlı mücadelenin yanında, Kürt sorununu barışçı yoldan çözme amaçlı ‘legal, parlamenter Kürdistan siyasi örgütlenmesini’ başlattı. Legal medya ağını örgütledi.

12. PKK Kongresi, işte bu ilk adımın doğal bir sonucudur.”[4]

Abdullah Öcalan ‘U’ dönüşü yapıp, rota değişikliği tamamına erdirmek için “Demokrasimizi birlikte kurmalı, geliştirmeliyiz. Cumhuriyetin kuruluş ve korunmasında emeği geçen tüm şehitleri şehitlerimiz bilmek, kurucusunu minnettarlık ve saygıyla anmak, bayrağını gururla selamlamak bunun için esastır…” (Demokratik Cumhuriyetle Birlik İçin Tezler), “PKK, cumhuriyeti parçalayan iddiasından, onu güçlendiren temel olgulardan birisine dönüşecektir…”, “PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi ve demokratik sistemle bütünleştirilmesi temelinde olacaktır. Devletin duyarlılığıyla, yaratıcı çabalarıma güvenerek bu rolü başarıyla oynayacağıma inanıyor ve kararlılığımı vurguluyorum.”, “Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde yetmişlere varan kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki Kürtler ve birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği Türkiye’den sayılırlar.”, “Özce Kürt sorunu, tarih, dil, kültür araştırma ve ön hazırlık okullarıyla yayma ve yine bununla bağlantılı serbest kitap, gazete, radyo, TV benzeri yayım araçlarına özgürlük tanımayla özgün çözümünü yakalamış olacaktır,” (İmralı Savunması.)[5] diyordu.

Kimilerinin “iddia” ettiği gibi, tarih yeni(den) başlamıyor, sadece tecelli ediyordu; Bertrand Russell’ın, “Zamanın önemsizliğini anlamak bilgeliğin kapısıdır,” ifadesindeki üzere…

ABDULLAH ÖCALAN DİYOR Kİ

“Her seçiş vazgeçmedir,” der Jean Paul Sartre, sonuna dek haklıdır ve de “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” da bir seçiş/ vazgeçiştir!

Her ne kadar Mahir Sayın, “12. PKK Kongresi’nin ‘demokratik toplum sosyalizmi’ belirlemesi gerçek özgürlüğe ulaşmanın kesintisiz bir süreç olarak hayat bulabilmesi açısından son derece önemli bir bakış açısı oluşturur. Demokratik toplum yalın hâliyle ele alınmaya kalkışıldığında her sınıfa, millete, topluluğa göre içi doldurulabilecek bir ‘boş gösterge’ oluşturur. Her kesim bu boş göstergenin içini kendi bakış açısından doldurur,”[6] dese de; “Yeniden sosyalizm tartışmasına başlamak açısından bir ‘kaldıraç’ işlevi görebilir,”[7] iyimserliğine açık kapı bırakmayacak kadar net biçimde formüle edilmiştir.

Abdullah Öcalan’ın, Karl Marx’ı ve Marksizm’i eleştirirken, tarihe ve siyasete, sınıf karşıtlığı, sınıf mücadelesi üzerinden değil, “devlet-komün karşıtlığı” üzerinden yaklaşmayı önermesi gibi…

Ya da “İmparatorluk kitabının yazarları (Hardt-Negri) değer teorisini ele alıyorlar, değer ölçülemez diyorlar. Bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Marks’ın değer teorisi yanlış. Aslında Kapital’i de çok iyi inceleyemedim, ama son tahlilde işçi sınıfı ile burjuva sınıfının birleşip pay alma savaşıdır. (…) İşçi sınıfı ile burjuvazi birleşip sonra toplumu sömürüyorlar. Değer teorisinin özü budur. İşçi sınıfının bu eksenli devrimciliği safsatadır,”[8] diyen Abdullah Öcalan’ın, “Marx’ı aştım” ifadesindeki kesinlikte.

Kolay mı, Cengiz Çiçek, “Görüşmelerde Öcalan’ın “Marx’ın yarım bıraktığı eseri tamamlamak istiyorum. 5 yıldır bunun için çalışıyor, hazırlanıyorum. Hatta taslağı kafamda hazır,” dediğini belirtiyor… “Öcalan, Marksizmi resmi bir ideoloji hâline getiren, onu zaman ve mekân dışı bir sabit olarak ele alan dogmatik kalıpları kırmış; tarihsel süreçte ortaya çıkan boşlukları, ezilenler liginin içinde doğan başka birikimler ve yenilenen bilgi evreniyle doldurmaya yönelmiştir,”[9] vurgusunu aktararak ilerleyelim: “AB demokratikleşiyor[10] Türkiye demokratikleşiyor, Kürt hareketi demokratikleşiyor. Bunlar bir sentez oluşturmalı. AB (birlik süreci) ile Avrupa konfederalizmi doğuyor.

Bütün Dünya Türklerini tek devlet bayrağı altında toplayamazsınız. Çünkü hepsi milli devletlerdir. Ancak kendi aralarında demokratik konfederalizm olabilir.

Bunun için ulus devletlerin demokrasiye açık olmaları tek şarttır. Kürtlerin Ortadoğu’da bir konfederasyon olarak birleşerek demokratik bir ulus olmalarına karışmayacak, uzlaşacaksın. Türkiye, İran, Suriye… buna engel olmamalıdır…

Asıl Kürt sorununun çözümü de bu noktada özgür ve kendi kültürel kimliğiyle katıldığı cumhuriyet yurttaşlığıyla başlar. Bu yaklaşımda Kürtçe resmi dil olsun, arkasından federasyon gelsin tehlikesi de yoktur. Bazı şoven milliyetçi yaklaşımlar hep bu demagojiyi dile getirirler. Bunlar gerçek bir demokrasinin ayrı bir devletten de, federasyondan da daha değerli ve haklar getiren bir rejim olduğunu anlamadıklarından, bu safsataları ileri sürmektedirler. Demokrasilerin gücü eşsiz çözüm yeteneğinden ve en geniş koalisyon uzlaşmasını gerçekleştirme özelliğinden ileri gelmektedir. Demokrasi üstün bir rejim olmasa, belki ayrılık veya federasyon tehlikesinden bahsedilebilir. Bir azınlık bunu iddia edebilir. Ama tam demokrasinin her zaman halkları, grupları, hatta sınıfları azami yarar seviyesinde tutan biricik rejim olduğu üstünlüğüyle kanıtlanmıştır. 

Kürtlerin Demokratik Cumhuriyete özgür yurttaşlar olarak kültürel kimlikleriyle katılımlarının önüne geçmek artık her bakımdan zordur.

Demokratik konfederalizm tezimle kesinlikle bir devlet yapılanmasını kastetmiyorum… Ekonomik, kültürel, sosyal ve çevresel, mesleki vb. (örgütlerin) unsurların söylem tarzı, ifade biçimi olarak demokratik şekilde yapılanması ve örgütlenmesidir. Burada yüzlerce birimin bir aradalığını, örgütlülüğünü tartışıyorum. Örneğin kadın örgütlenmesi, çevre birimleri, gençlik hatta köy dernekleri her konudaki yüzlerce örgütlenme ve bunların işbirliği yapması… Burada kastettiğim sivil toplum örgütlerinin birlikteliği ve aktifliğidir. AB süreci de buna uygun bir zemin oluşturmaktadır. AB süreci bu açıdan çok önemlidir…

Devrimci hareketlerin son iki yüz yıllık deneyimlerinin başarısızlığa uğramasının temelinde de ulus-devleti daha devrimci sayıp demokratik konfederalizmi geri bir siyasi biçim olarak görerek tavır alışları yatmaktadır.

Toplumlar ilkel, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist olarak, düz bir çizgide gelişen modeller olarak tasvir edilmiştir. Burada bir nevi kaderci anlayışı söz konusudur.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi, yalnızca devlet kurma hakkı değildir. Lenin bu ilkeyi mahvetti. Lenin ve Stalin’in bunu aşırı bir şekilde devlet kurma ilkesi olarak ele almaları tarihi felaketler getirdi. Kurtuluş için sahte devlet toplulukları yarattı.

Benim dediklerimi CIA alıyor, iyi inceliyor, ama tabii ki kendi çıkarlarına dönüştürerek uyguluyor. Bu durum Lenin-Wilson ilişkilerine benziyor. Lenin’in Rusya’da geliştirdiği ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına karşı Wilson, Wilson ilkeleriyle cevap veriyor. Lenin ile Wilson arasındaki diyalektik ilişki benimle Amerika ya da Bush arasındaki diyalektik ilişkiye benziyor. Lenin’e karşı ABD kazandı. Bakalım bizim diyalektiğimizde kim kazanacak?

İmparatorluk kitabının yazarları (Hardt-Negri) değer teorisini ele alıyorlar, değer ölçülemez diyorlar. Bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Marks’ın değer teorisi yanlış. Aslında Kapital’i de çok iyi inceleyemedim, ama son tahlilde işçi sınıfı ile burjuva sınıfının birleşip pay alma savaşıdır. Roza Lüksemburg Marks’ı eleştiriyor, pre-kapitalist toplum olmadan işçi sınıfı yaşayamaz diyor. Roza’nınki daha doğrudur. İşçi sınıfı ile burjuvazi birleşip sonra toplumu sömürüyorlar. Değer teorisinin özü budur. İşçi sınıfının bu eksenli devrimciliği safsatadır. Neden değer ölçülemez? Şundan ölçülemez: Savunmalarımda açmıştım, ana örneğini vermiştim. Ananın çektiği, harcadığı emek parayla ölçülemez. Ananın yaptığı gibi ücretsiz işçiliği nereye koyacağız? Çocuğu büyütmesi, ona bakması, ev içinde verdiği emek ölçülemez. Genelde insan nasıl büyüdü?

Demokratik konfederalizm dünya çapında solun yeni açılımı olacaktır. Marx ve Lenin’i iki binlerde aşarak bunu yapacağız. İki binlerde demokratik konfederalizmde bunun ideolojik temelleri var. Marx 1848’lerde bir şeyler ortaya koydu. Bunlar iki binlerde aşıldı. Marks’ın değer teorileri bir fecaat.

Bu değer teorisi hakkında benim kuşkularım var. Yeni sol akımı buna yeni yaklaşıyor. Çokluk’un yazarları (Hardt- Negri) , Wallerstein, Bookchin bunları yazıyorlar. Ama bu görüşleri sistematize etmede biz daha ileriyiz, daha pratiğiz. Marx’ın Değer teorisinin kapitalizme karşı bir karşı koyuşu yok. Radikal bir karşı çıkışı yok. İki yüzyıl daha kapitalizmi yaşattı. Bugüne getirdi. Bu değer teorisinde aslında toplumun analizi, çözümü, toplumun dini ve siyasi çözümü yok. Sadece ekonomik tanım var. Bu teori Avrupa merkezli bir teoriydi. Böylelikle Avrupa dışı halkları silahsız bıraktı. Bütün dünya halklarını silahsız bıraktı. Bu konuda ciltler dolusu yazılabilir, ama ben burada kısa geçiyorum. Sanıldığının aksine kapitalizmi güçlendirdi ve kapitalizmi bugünkü çılgın aşamaya getirdi. Sovyet Rusya pratiği ortada. Uzun yıllar kapitalizmi ayakta tuttu. Şimdi de Çin kapitalizmi ayakta tutuyor. Amerika’yı ayakta tutan şimdi ekonomisiyle Çin’dir. Bu durumda dünya halkları kaybediyor.

Marks’ın sosyal bilime katkıları olmuş, ama muazzam da yetersizliği var, topluma anlamlı bir şey getirememiştir. Sonuçta değer teorisi ile işçi sınıfının ücretleri artırıldı…

Temel paradigma devrim-iktidar-sosyalizm olarak öngörülünce, sonuçta devlet kapitalizminden başka bir şeyin oluşmayacağına şaşırmamak gerekir…

Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara dayanır, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır. Devletlerde zorunluluk, demokrasilerde gönüllülük esastır…

Marks’ın politik (devlet) biçimi, Komünist manifesto, özünde halkın önüne politik çizgiyi koyamadı. Lenin de benzer durumda. Devlet oyununa düştüler. Anarşistler, Bookchin, Wallerstein benzeri düşünürler devleti tartışıyorlar, ama net koyamıyorlar. Varmak istedikleri sonuç şudur: Konfederalizm demokrasinin var olma biçimidir. İçinde herkese yer var. Konfederalizm bunların üstteki organizasyonudur. Ulus-devlet, halkları devletleştirme yolu ile uyuşturmadır. Milliyetçiliği geliştirdi. Biri ezen milliyetçilik, diğeri ezilen milliyetçilik, sonuçta dünyayı korkunç milliyetçilik savaşlarına götürdü…

Devleti yıkalım, demokratik konfederalizmi kuralım demiyorum. Devleti yıkıp yerine şunu koyalım dedin mi kaybediyorsun. Lenin buradan kaybetti…

Demokratik konfederalizmin öncülüğünü Avrupa’da bugün burjuvazi yapıyor. Ben ise halkın demokratik konfederalizmi kavramını kullanıyorum. Benim Demokratik konfederalizmim Devlet değildir, milliyete dayanmaz, siyasi sınırları esas almıyor, hangi siyasi kültür, hangi dinden olursa olsun hepsini kapsıyor. Daha önce altı maddelik ilkeleri belirtmiştim. Siyasi içeriği budur. ‘Taban demokrasisi’ kavramını kullanmıştım. Bu kavrama uygun olarak özgür yurttaş meclislerinden yukarıya doğru gelişir. Üstte gevşek bir koordinasyon merkezi olur.

Demokrasi + Devlet: (Bizim için) Tümüyle devletsiz demokrasi demek, kendini mevcut tarihsel dönemde kandırmak ve maceraperest olmak demektir. Doğrusu: Sınırları belirlenmiş ve küçülerek üzerinde uzlaşılmış bir devlet varlığına ihtiyaç vardır. Zaten klasik anlamda bu otoriteye devlet denilemeyeceğini, daha çağdaş ve demokrasiye özde ve biçimde bağlı bir genel toplumsal kurum denilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyoruz. Öte yandan Kürdistan’da demokrasi, halkın hem yerel hem genel anlamda düzenli aralıklarla kendi ekonomik, sosyal, siyasal ihtiyaçları başta olmak üzere, ortak toplumsal ihtiyaçlarına yanıt arayıp bulmakla görevli delegelerini seçmek ve denetlemek anlamına gelir. Demokrasi devleti ilgilendirmez. Demokrasi halkın öz işleridir. Devlet ancak onun demokratik iradesine saygı gösterebilir. Gerekli bir hizmeti söz konusu olursa, onu yerine getirir. Kısacası önümüzdeki dönemde Kürdistan’da iyice tanımlanmış ve üzerinde uzlaşılmış, ‘Demokrasi + genel kamu otoritesi olarak Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleri’ formülü temel bir program maddesi olarak öngörülebilir…

Yeni facialara yol açmamanın en uygun yolu… tutarlı, içtenlikli bir barış ve demokratikleşme reformu ile çözüme cesaret etmedir. Bunun genel formülü de Türkiye somutunda çözümlediğimiz gibi, genel güvenlik ve kamusal alan ortaklığı olarak ’Türkiye devleti + Kürdistan’da demokrasi’ ‘formülünün Ortadoğu çapında genelleştirilmesidir. Somut olarak ‘Ortadoğu’da demokratikleşme + devletlerin demokrasiye duyarlılığı = Kürdistan’a özgürlüktür’. Özgür Kürdistan daha çok demokratik Kürdistan’dır…

Bundan sonra Kürdistan’da üç hukuk geçerli olacaktır: AB Hukuku, Üniter Devlet Hukuku, Demokratik Konfederal Hukuk. Üniter devletler olan Iran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürt halkının konfederal hukukunu tanıdıkça Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak ve bu temelde uzlaşıya gidebilecektir.

Demokratik Konfederalizm, dört parçaya bölünmüş ve dünyanın her tarafına yayılmış olan Kürt halkının demokratik birliğinin ifadesidir. Kürt ulusunun (farklı parçalarda yaşayan Kürtler) kendi içindeki sorunların çözümünde demokratik birlik ilkesini esas alır.

Kapitalist, sosyalist, feodal, sanayileşmeci, endüstriyalist, tüketimci toplum mühendisliğine dayalı benzer şabloncu proje toplum çabalarını kapitalist tekellerin kapsamında görüyorum.

Bu tip toplum özünde yoktur, propagandası vardır. Toplumlar esas olarak politik ve ahlâkidir.

Ekonomik, siyasi, ideolojik ve askeri tekeller toplumun bu temel doğasını (ahlâki ve politik doğasını) kemirerek artı-değer, hatta toplumsal haraç peşinde koşan aygıtlardır. Kendi başlarına bir değerleri yoktur. Devrim bile yeni toplum yaratamaz.”[11]

M-L’in gücünün, tarihin ve kapitalizmin en yetkin, en ileri eleştirisi olmasından kaynaklandığını görmezden gelen “asılsız iddia büyüktür”. Ancak dünyayı değiştirmek isteyenlerin sınıflı sömürücü iktidara karşı anti-kapitalist çizgide ideolojik-politik, eylemli bir mücadele yürütmesi “olmazsa olmaz”ken; sınıfları yok etmeden devleti yok etmek olanaksızdır. “Devleti görmezden gelerek/ yok sayarak toplumun tabandan demokratik örgütlenmesi”ni savunan görüşler ise, Latin Amerika’daki, “Yeni Sol” görüşlere fazlasıyla prim veren bazı hareketlerin (en çarpıcı örneği Meksika’nın Zapatistaları’dır) deneyimlerinde, “ulusal” orduların kuşatması altında hezimete uğradı…

Ayrıca Abdullah Öcalan’ın açıklamasında yer alan “1000 yıllık kardeşlik”, “Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler” değerlendirmeleri yanında; “Marksizm-Leninizm, proletarya ve proletarya devrimler çağı bitmiştir. Silahlı mücadele ve silahlı devrimler çağı artık mazide kalmıştır. Ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin etme, ulusal devletlerini kurma mücadelesi gereksizleşmiştir. Ezilen ve sömürge bir ulusun ulusal devletini kurmak gibi bir hedefi olamaz. Kürtlerin ulusal devletlerini kurmak hedefi de yoktur ve olmamalıdır… Ulus devlet her kötülüğün kaynağıdır. ‘Reel sosyalizm’in etkisi altında ortaya çıkmış bu ilkeler ve hedefler, pratikler çökmüş, yanlışlığı açığa çıkmış, yeni çağın, “demokratik modernite” çağının zorunluluklarına, gereklerine, gereksinmelerine yanıt olmaktan çıkmıştır. Artık tek yöntem barışçıl demokratik yöntem, tek mücadele “radikal demokrasi” mücadelesidir. Görev kapitalizmi, burjuvaziyi, burjuva devletleri devrimlerle yıkmak değil, her kötülüğün kaynağı olan ulus devletleri demokratikleştirmektir. Tek yol ‘modernite’ye (kapitalizme) karşı “demokratik modernite” (demokratikleştirilmiş kapitalizm) uğruna mücadeledir,” türündeki “paradigma”sı, devrim ve sosyalizm mücadelesini ret eden, inkârcı post-Marksist bir söylemdir.

Abdullah Öcalan’ın “Tarihin sonu”, “Elveda devrim!”, “Elveda Marksizm-Leninizm!”, “Elveda proletarya!”, “Yaşasın yeniçağ!” söylemlerini anımsatan “sivil toplum”cu, anarşist, reformist karakterli duruşu “yeni” bir şey değil, Alaine Touraine, Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Michael Hardt, Antonio Negri, Murray Bookchin gibi “yeni sol” (post-marksist, radikal demokrat vb.) ideologlardan ve onların epigonlarından devşirilmiş, eklektik bir nakildir.

Bunlara ek olarak: Abdullah Öcalan, PKK’nın fesih kongresine gönderdiği Devlet Bahçeli’den “devletin en yetkili sesi” diye bahsedip, örgüte “Beni anlamıyorsunuz” diye sitem ettiği “Perspektif” başlıklı yazısında aynen şöyle diyordu: “Fakat artık yeter! 50 yıldır doğru anlaşılmayı bekliyorum. Anlatıyorum, anlatıyorum sonra yine anlatıyorum. PKK’de önderlik gerçeğini anlamamak, PKK’yi anlamamak, özgür Kürt’ü, Kürdistan’ı anlamamak demektir. Gerilikte ısrar etmek demektir… Muazzam bir söylem ve eylem gücüm var. Bunları size sunuyorum, zorla vermeye çalışıyorum, yine almıyorsunuz.”[12] “Tarihi bir dönemi geride bırakıyoruz.”[13]

Bu tür uyarılar Alain Button’un, “Kendi duruşundan emin olan kişilerin etrafındakileri aşağılamak gibi huyları yoktur. Kendini beğenmişlik ve kibrin nedeni derin bir korkudur,”[14] sözlerini anımsatırken; herkesin malumu üzere post-Marksist, “demokratik sosyalist” sol liberal paradigma da yeni değildir.

“Demokratik Toplum” adına “devletle bütünleşme” çağrısı yapılıyor. Böyle bir çağrı Kürt işçi sınıfının ve yoksullarının değil, Kürt ulusal burjuvazisinin çağrısı olabilir ancak.

“Kürt ve Türk ittifakı”nın “yenilenmesi”yle T. “C”nin “Bölgenin en zengin ve güçlü demokratik devleti” hâline geleceği propagandası da bu eğilimin ifadesidir. Bu propaganda ve analizin İmralı çizgisi ile doruk noktasına ulaştığını, şimdi bunu da aşarak “devletle bütünleşme” çağrısında ifadesini bulduğunu görüyoruz. Bu perspektif ve propagandanın aynı zamanda Türk egemen sınıflarının emperyal hedeflerine, neo-Osmanlıcılığın, jeopolitiğine olumlu ve kışkırtıcı seslendiğini görmemek için kör ve sağır olmak gerekir. Böyle bir “ittifak”ın, “Demokratik konfederalizm tezleri”nde ifade edilen “devleti baypas eden taban demokrasisi” fikriyle nasıl bağdaşabileceği ise ayrı bir muamma!

Bunlara birlikte Abdullah Öcalan’ın, “Kaldı ki resmi dil olarak Türkçenin gelişimi ve kabulü doğaldı. Türkler, Türkiye uluslaşmasının kökeniydi. Devletin temel kurucu gücü olarak başka türlü de olunamazdı. Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demesinin de tarihi anlamı budur. En başta Atatürk bunu Osmanlının ‘Etrak-ı bi idrak’ dediği Türkler için söylüyordu. Nasıl ki herkes çok kökenden gelmesine karşın ortak İngilizceyle ben ‘Amerikan ulusundanım’ diyorsa ve hatta İsviçre gibi dört ulusal dilli ve kültürlü bir ‘İsviçre milletindenim’ diyorsa, Türkiye’de de ortak bir ulustan bahsetmenin yadırganacak bir yanı yoktur. Burada ulusal bütünlük tartışılmıyor, tartışılmalıdır.” “Türkiye’yi Misak-ı Milli olarak başta ortak vatan olarak kabul hem Kürtler hem Türkler için bir ulusal yemin olarak kabul edilir,”[15] saptamalarıyla Muharrem İnce’nin, “Kürdçe pedagojiye uygun değildir” sapmasıyla, yine Abdullah Öcalan, “Kürtçe işlevsiz bir dildir,”[16] deyişinde bir fark olabilir mi?[17] Ve bir parantez daha açalım, Öcalan, bu son yaklaşımlarıyla “milliyete dayanmaz, siyasi sınırları esas almıyor, hangi siyasi kültür, hangi dinden olursa olsun hepsini kapsıyor” diye tanımladığı “Demokratik konfederalizm”den de uzaklaşıyor.

Ulaşılan ufukta “Atatürk’ten sonra tek devlet adamı var; Bahçeli’dir,”[18] diyen Abdullah Öcalan, 2013’de Ertuğrul Kürkçü’ye gönderdiği mesajda şöyle diyordu: “Selamlarımı söyleyin. Bilsin ki ben, Mahir Çayan’ın mücadelesini sürdürüyorum…”

Burada duruyoruz. Söylenecek fazla bir şey olmasa da Abdullah Öcalan ile HDP heyetinin devlet yetkilisi gözetiminde 2013- 2015 dönemi görüşmelerini kapsayan tutanağını içeren “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa” başlıklı kitaptan aktarıyoruz:

“Metiner saçmalıyor, ‘Apo sıkıştı diyor. Propaganda ile oyunu karıştırıyor. Kendini düzene satmış, rezil etmiş. AKP’yi on yıldır ayakta tutan benim. Derhâl bu söylemi terk etmesi lazım. Biz AKP”yi çıkartan gücüz.”[19]

“AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim, sabrettim. AKP anlar dedik, AKP darbe ile uğraşırken başını belaya, derde sokmayalım dedik. Onlar darbelerle uğraştılar. 2007-2009 hatta 2011 e kadar seçim hesapları, oy hesapları yaptılar. Ben geri çekildim. Çekilmem AKP’nin istismarı yüzündendi.”[20]

“2001-2004’te biz eylemi tak diye kestik. Hükümet anlamadı. ‘Terör bitti’ dediler. -Altan Tan’a dönerek- Sayın Altan, bilirsin İslâmcıların kırk yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür bile etmedikleri gibi, ikinci Atatürk rolüne soyunup daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar.”[21]

“Ben biraz Tayyip Beye yardımcı olmaya, demokratik bir parti olmalarını sağlamaya çalışıyorum.”[22]

“Mursi ucuz kurtardı. Erdoğan on bir yıldır iktidarda ise bunda bizim de katkımız var. Erdoğan on bir yıldır üstüne yatıyor. Dört ay içinde anlamlı bir müzakere başlamazsa kimse savaşı önleyemez.”[23]

“PKK’nin gücü Erdoğan’ın yaşamasını sağladı. Biz önlemesek çoktan gitmişti. Türkiye’de Hizbullah’ın gelişmesini biz önledik. Beyrut’ta Ortadoğu’da nasıl geliştiyse Türkiye’de de aynısı olacaktı, biz önledik. Türkiye’yi Gladyoya, Ergenekon’a, Özel Harp Dairesine teslim etmeyeceğiz.”[24]

“Basında okuyorum. Mehmet Altan ve benzerleri de bana demokrasiyi öğretiyorlar. -gülerek- İlginç değil mi? Babası, oğlu, torunu hepsi birlikte yazıyor, ‘Erdoğan’ı Türk halkının başına bela eden adam Apo’dur” diyorlar. Dehşete düşüyorum. Onlara söyleyin, Tayyip’i sınırlayan tek adam benim… Sahtekâr Sola da söyleyin, Tayip Beyi de durduran tek şey benim buradaki yoğunlaşmamdır.”[25] (İnsanın aklı karışıyor: Öcalan Erdoğan’ı durduruyor mu, yoksa “Erdoğan on bir yıldır iktidarda ise bunda bizim de katkımız var” mı?)

“PKK”nin içindeki sistematiği ben kurdum. O nedenle kimse başına buyruk olamıyor, kişisel bir şey yapamıyor.”[26]

“Politikacı günün 24 saatini taktik üreterek geçirir. Kimsenin sizden stratejik önderlik beklediği yok. Kitleyi örgütleme, demokratik hamleler için ne yaptınız? Bu dönemde eşbaşkanlar da kendilerini savaş yapanlar konumunda gördü. BDP en çok arabulucu olur. Selahattin Yüksekova’da ‘Umarım bir daha savaş olmaz,’ diyor. Gültan da böyle söylüyor. Siz diyemezsiniz.”[27]

[Konu “Seçim Komisyonu”] “Kim yaptı bu işleri? Sorumlusu kimdir? Bütün sorumlusu kandildir. Kandil’e deyin ki, kim yaptıysa bu işleri onun gözünü oyacağım. Kandil karışmayacak bu işlere. Kandil yazılarında bana çok bağlı gibi görünüyor, ama pratikte öyle davranmıyor. Bu böyle olmaz.”[28]

“Bir de bazı çevreler güya benim başka liderlerin çıkmaması için önlerini kestiğimi iddia ediyorlar. Ben daha önce Selahattin’e de söyledim, -Pervine dönerek- size de söyledim. Bütün yetkilerimi size vermeye hazır olduğumu söyledim. Ama 24 saat taşıyabilmeniz koşuluyla bunu ifade ettim. Bugün de söylüyorum. Taşıyabilen biri çıksın, ben bütün yetkilerimi vermeye hazırım. Şimdi bazıları Selahattin için Apo onu istemiyor diyorlar. Yalan söylüyorlar… PKK dahil hiç kimse benim önderlik tarzımı geliştiremiyorlar. Öcalan’ı doğru anlama hayatidir.”[29]

“Yanlış anlamayın, siz halk çocuklarısınız, dürüstsünüz, ama siyaset yapmak başka bir şeydir. Bu işlerin ne kadar ciddi olduğunu küçüklüğümden beri arkadaşlarıma veremedim. Çocukluğumda köy imamının arkasında namaz kılarken, imam bana ‘Böyle devam edersen uçarsın,’ demişti. Yani tarzımı o gün de görmüştü. Siz de bu eksik.”[30]

“Politika da 24 saat uzun zamandır. Bir ders olarak söylüyorum. Siz bir örgütün başkanısınız. Üyeleriniz tutuklanır, öldürülür, ki geçmişte öyle yapıldı. Sürekli örgütünüzü takipte ve dikkatli olacaksınız. Sürekli kuşkucu olacaksınız. Siz de KCK’de ‘süreç sağlıklı ilerliyor’ diye açıklama yapıyorsunuz. Haydi, siz deneyimsizsiniz, ama Kandil’deki arkadaşlara kızıyorum, kırk yıllık arkadaşlarımdır. Kandil merkezinin bu kadar aptal duruma düşmesini anlayamıyorum.”[31]

“1 Eylül’den itibaren stratejik rolümü oynarım. Şimdiye kadar araçsaldım. Beşir Bey’in enstrüman diye bir sözü vardı. Haydi ben kendimi kullandırttım diyelim, gençler ölmesin diye bunu yaptım. Ama artık rolüm stratejik olacak. O da şudur: Stratejik önderlik demek en az başbakan, cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı demektir. Bunu bana siz dayattınız. Daracık yerde bunları yapmam mucizedir. Halklarımızın hatırı için yaptım. Sizlerin ricası üzerine yaptım. Ben kendim dayatmadım. Emre Bey’in ricası oldu, ‘şuralara bir kaç not yaz dedi,’ ben de kaçmadım. Rolümü oynadım.”[32]

“Bunları sert eleştiriyorum. Cemil Bayık’ı da, diğerlerini de. Onlar beni anlamadılar. Bir anım var anlatacağım. Bir subay, ‘Senin arkadaşların senin çizgini anlamadılar, o yüzden buradasın,’ dedi, hayret ettim. Adam nasıl anlamış hayret ettim.”[33]

“Daha sonra Hakan Bey’le bazı şeyleri aştık. Onunla yaptığımız tartışmalar pek çok şeyi önledi. 17 Aralık darbesi de bu şekilde önlendi. Benim uyarılarım olmasaydı bu darbe zafere ulaşacaktı… KCK tutuklamaları için de darbe demiş uyarmıştım. KCK de bunu yeterince anlamadı, cevap olamadı. Tek bir tedbir alamadı.”[34]

“Ben bunlara, beni, ‘terörist başı’nı hangi merkezlerde tartıştılar, hepsini anlatacağım. Tüm bunları korkudan yapmadım. Türkiye’nin iyiliği için yaptım.”[35]

Sırrı Süreya Önder, “Başkanım, AGOS Gazetesini getirdim, bir okumanızı istiyoruz, Ermenilerle ilgili…”[36] Öcalan Agos’u okur ve konuşur: “Besê (Besê Hozat) tam bir yoldaşlık örneği sergilemiş ve doğru anlamıştır bizi. Bizi yanlış anlayan AGOS ve çevresidir. Ragıp Zarakolu ve Ayşe Güneysu’ya bunu söyleyin. ‘Öcalan sizden daha çok sizin tarihinizi biliyor,’ deyin. Ermenilerin elebaşları kapitalizmin ilişki tarzına alet oldular. Kapitalizmin uç beyliğine oynamakla tarihleri baş aşağı gitti. Ermeniler, Süryanîler tüm suçu Türk e ve Kürt e yüklüyorlar. Ama kendi yanlışlarını saymıyorlar. Ermeniler kapitalizmle ilişkilerini çözemediler, çözemedikleri için de tarihi katliama uğradılar.’

‘Bu emperyalist güçlerin müdahaleleri çok eskilere dayanır. Batı Hıristiyan dünyası, Haçlılardan beri Anadolu ve Doğu Akdeniz’den çıkışlarını Türk- Kürt ittifakına bağlar. Malazgirt savaşında Türk -Kürt ittifakı ile dönemin Amerika’sı sayılan büyük emperyalist gücü Bizans yenilgiye uğratılır. Ermeniler o dönemde imparatorluğun uç beyliğidir. Alpaslan ile Mervaniler Silvan’da bir araya geliyorlar, anlaşıyorlar ve savaş böyle kazanılıyor. Malazgirt savaşı bir Kürt-Türk antiemperyalist savaşıdır… İkinci büyük ittifak Yavuz dönemindedir. Bu ittifak Alevî tecridiyle gider. Tanzimat döneminde Süryanîler, Ermeniler ve Rumları seçerler.

Ermeniler şunu bilmeli. Neden daha önce Ermeniler en önemli proto burjuva kesimdir? O zaman neden bir Ermeni soykırımı yoktur? Soykırım 18. Yüzyılın ikinci yarısında başlar, 1914’te devam eder. 1914’te Erzurum’da bir Ermeni kongresi yapılır. İttihatçılar bunlara, ‘Ruslarla ortak hareket etmeyin’ diye yalvarırlar. ‘Siz ulus devlet kuracağınıza biz kurarız’ derler…’ Biz soykırımı inkâr etmiyoruz. Ama Ermeniler de Kapitalist modernitenin hizmetkârlığını yapmışlardır.”[37]

“İslâm kirletildi, bugün Türkiye de had safhadadır. İslâmın özü adalet, hukuk ve tasavvuftur. -Altan Tan’a dönerek- Kirlenmeyi önleyin. Sizi nasıl markaja aldılar biliyorsun. Kürtler dindardır. İlk dönemlerde namaz kılıyordum. Otuz üç sure ezberlemiştim. Köyün imamı Müslüm hoca ‘Sen böyle gidersen uçarsın’ diyordu. Kimse kusura bakmasın, ben İslâm’a sol jargonla bakamam. Kürt halkının da dini inancı kuvvetlidir. 1969’da Necip Fazıl Kısakürek’in gizli bir toplantısına gittim.”[38]

“Anadolu İslâmlaştıktan sonra, bin yıllık bir Hıristiyan öfkesi var. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler Anadolu’da hak iddia ederler. Laiklik, milliyetçilik kisvesinde elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar.”[39]

“Söyle Altan’a, bu demokratiklik vurgusunu anlat. Bu gerçekleri bilerek ve katkı sunarak yapmalı bunu. Babasının hatırasını unutmaması gerekiyor. Ajanlarla yan yana durmamalı. İslâm ile iki yüzlülerini birbirinden ayırmak için rol oynayacaktı. Hâlen de bunu yapabilir. İslâm zulme karşı çıkmaktır. Ben de Müslümanım, sağduyulu bir Müslümanım. İslâma aykırı biri değilim, İslâmı kültürel bir olgu olarak ele alıyorum. Bizimki kültürel İslâmdır. İhsan Eliaçık ve anti kapitalistler doğru okuyorlar. Ortadoğu insanının kültürel yapısı, geleneği ve kültürü içinde İslâm’ın özü açığa çıkarılmalıdır. Yapay İslâm oluşturulamaz. Altan’a söyle, ben İslâmi renge karşı değilim.”[40]

“Mitolojiyi bilmeyen, felsefeyi de, dini de, siyaseti de bilmez. Mitoloji’nin dilini, dinini, diline çeviren de Urfa, Kudüs ve Mekke’dir. Sosyalizm eğer olacaksa Batının oryantalist materyalizmi üzerinde olmaz. Sosyalizmi İslâmın göbeğinde aramak gerekir. Baba İshak, Sultan Sencer örnekler incelenirse onların hepsi sosyalizm ile ilgilidir… O özendikleri Avrupa’nın tarihi bin yıllıktır. Sosyalizmin Allahı da Ortadoğu’dadır. İslâmın ana gövdesi toplumsallıktır. Bizim tarihimizi inkâr eden bu anlayışı ben yıkmaya çalışınca anlamıyorlar. Oysa Erbakan ve AKP bile kendi iktidarlarını bu tarih üzerinden sağladılar. Şunu demek istiyorum. Sosyalizmin beşbin- onbin yıllık özü de bizde mevcuttur. Avrupa taklitçiliği ile ne sosyalizme gidilebilir ne de kadın özgürleşebilir.”[41]

“Abdullah Öcalan’ın Selahattin Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ çıkışına tepki gösterdiği bilinir. Bunu görüşmelerinin birinde de ‘Bizim işimiz birisinin başkan olmasını engellemek değil ki, çok yanlış bulmuştum, bulduğumu da Sırrı’ya da söylemiştim. O da yanlış yapmıştı,’ diye ifade etti.

23 Şubat 2013 tarihli görüşme notlarında Abdullah Öcalan, ‘Biz Tayyip beyin başkanlığını destekleriz. Biz temelde AKP ile bir başkanlık ittifakına girebiliriz,’ demişti.”[42]

Burada sadece din konusunda Karl Marx’dan bir şeyleri nakletmekle yetineceğiz:

“Din eleştirisi tüm eleştirilerin başlangıcıdır.”

“Toplumun temeli din ve ahlâk değil, emek ve doğadır.”

“Din, insan aklının anlayamadığı olaylarla baş etmedeki acizliğidir.”

“Din bugün dünyada olan hiçbir şeyi açıklayamaz. Aslında onun rolü açıklama değil aksine sadece kitleleri hayaller ile avutmak ve yaralarına boş vaat merhemi sürmektir.”

“Dinin hayali çiçekleri insanın zincirlerini süslüyor. İnsan çiçekleri de, zincirleri de atmalı.”

“Dine karşı savaşım, manevi kokusu din olan bu dünyaya karşı da dolaylı olarak savaşımdır.”

“Devlet dinle ilgilenmemelidir; dinsel kurumlar devlete bağlı olmamalıdır. Herkes istediği dini savunmakta ya da dinsiz, yani genelde her sosyalist gibi ateist olduğunu açıklamakta özgür olmalıdır.”

“İnsanların aldatıcı mutluluğu olarak dinin kaldırılması, onların gerçek mutluluklarını talep etmektir.”

“İnsanların mutluluğunun ilk şartı dinin ortadan kaldırılmasıdır.”[43]

Dahası da var. Lakin “Nesneleri doğru yansıtmayan bir aynaya ayna demek güçtür,”[44] vurgusuyla soralım: Bu kadarı bile Mahir Sayın ve benzerlerinin “iddiaları”nı boşa çıkarmıyor mu?

M-L’E İTİRAZ!

“Marksizmin sınıf merkezli tarih tezine karşılık, Öcalan’ın geliştirdiği devlet ve komün diyalektiği, özgürlükçü sosyalist paradigmanın tarihsel, ideolojik ve toplumsal temelini oluşturur,”[45] türünden M-L’e itiraz(lar)ını ayan beyan ifade edenlere asıl sorulması gereken, neden tartışmanın burjuvazi ile değil de M-L tarihle yapıldığıdır. (Onlara göre reel sosyalizm, kapitalist vahşetten daha mı “kötü”dür acaba? Her neyse!)

“Tarih (…) bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir,”[46] diyen Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu “demokratik toplum” varsayımı, sınıfın, sınıflar mücadelesinin reddi ile sınıflar arası çelişkinin siyasi yansıması olan sınıflar mücadelesinin devlet-komün çelişkisiyle ikame edilmesidir ve irrasyonel bir tespittir.

Malum: Sınıf savaşının reddiyesi veya önemsizleştiğinden söz edildiğinde, tek yöntem “müzakere”dir, “uzlaşma”dır. Sınıf savaşları gerçeğinin gölgelenip, buharlaştırılırması, uzlaşmacı “çözüm”lerin önünü açar.

Abdullah Öcalan’ın Karl Marx’a ekonomi alanında yönelttiği i) “Marksist ekonomi-politik fena hâlde burjuva ekonomidir.” ii) “İşçi sınıfı ile burjuvazi birleşip sonra toplumu sömürüyorlar. Değer teorisinin özü budur. Neden değer ölçülemez? Şundan ölçülemez: Savunmalarımda açmıştım, ana örneğini vermiştim. Ananın çektiği, harcadığı emek parayla ölçülemez.” “İşçi sınıfı ile burjuva sınıfının birleşip maaş alma savaşıdır.” iii) “Marksistler proleterlerin yeniden fethedilmiş köle olduğunu görmemişlerdir. “Özgür işçi” safsatasına bizzat düşmüşlerdir.” “İşçi sınıfının bu eksenli devrimciliği safsatadır,” türünde “eleştiri”lerinin de (tartışmaya değecek!) bir karşılığı yoktur.

Dikkatinizi çekiyor mu; Abdullah Öcalan’ın “fantastik”/ eklektik “iddiaları” üretimden hiç bahsetmez. Bunun nedeni işçi sınıfının devrimci rolünün reddiyesiyle kurgulanan “toplum” biçimine içkindir.

Yani ulus-devletçi burjuva-proletarya birlikteliğinin dışında komün!

İşte “demokratik sosyalizm” perdesinin arkasında saklanılmaya çalışılan gerçeklik bu.

Oysa bilinir ki M-L “komün” düşüncesini asla yadsımaz, tam tersine, onları sosyalist iktidarı tabana yayma ve uzun erimde devleti sönümlendirmenin araçları olarak görür. 1917 Ekim’inin Sovyetleri pratiği buna örnektir. Bir başka deyişle, komünler M-L için sınıf mücadelesinin araçlarıdır. “Ancak proletaryanın içinde bulunduğu çelişkilerin yoğunlaşması, toplumun büyük çoğunluğunun proleterleştiği bir evrede “komün” inşalarını proletaryadan doğru geliştirmeyen herhangi bir “sosyalizm” anlayışı da ayakta kalamayacağı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.”[47]

Ayrıca bir de “Klasik Marksist anlayışta devlet, esasen egemen sınıfın çıkarlarını örgütleyen bir baskı aygıtı olarak tanımlanır,”[48] biçiminde gündeme getirilen “devlet” meselesi var.

Efendilik ve kölelik olmadan var olması mümkün olmayan, özgürlükleri kısıtlayıp toplumu sınırlayarak boyun eğdiren devlet, zorbalığın somut hâlidir. Bunun için M-L’de devletin kökü işbölümüne ve bunun yarattığı yabancılaşmaya dayanır. Yani ücretli kölelik varlığını devlete borçludur. Devletsiz var olamaz. Karl Marx, ‘Fransa’da İç Savaş’ta, Paris Komünü’nü devletin kendisine, toplumun bu doğaüstü yaratığına karşı yapılmış bir devrim olarak değerlendirir.[49]

Çünkü “Devlet sınıf egemenliğinin bir organıdır ve bir sınıfın bir başka sınıf tarafından ezilmesinin organıdır.”

“Devlet ezelden beri var olan bir şey değildir. Onsuz yapabilen, devlet ve devlet iktidarı hakkında hiçbir fikri olmayan toplumlar olmuştur. Ekonomik gelişmenin, toplumun sınıflara bölünmesiyle zorunlu olarak bağlı olan belirli bir aşamasında, bu bölünme yüzünden devlet bir zorunluluk hâline gelmiştir.”

“Marx’a göre, eğer sınıflar arası uzlaşma olanaklı olsaydı devlet ne ortaya çıkabilir, ne de ayakta kalabilirdi… Marx’a göre, devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir ‘düzen’in kurulmasıdır.”

“Antik devletle feodal devlet, kölelerle serflerin sömürülmesi organı oldular; ama yalnızca onlar değil, modern temsili devlet de, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aletidir.”

“Komünist Manifesto, tarihin genel bir özetini sunarak, bizi, devlete sınıf egemenliğinin organı olarak bakmaya zorlar.”

 “Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine; devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduklarını kanıtlar.”

“Devlet var oldukça, özgürlük yoktur. Özgürlük olacağı zaman, devlet olmayacaktır.”[50]

“Devletin ortaya çıkması toplumun sınıflara bölünmesiyle oldu, sınıflı toplum güçlendikçe devlet de güçlendi.”

“Devletin olduğu her toplumda her zaman, yöneten, emreden, egemen olan bir grup insan hep var oldu ve bunlar egemenliklerini kaybetmemek için her zaman fiziksel baskı aygıtına, her dönemin teknik düzeyine denk düşen şiddet uygulama aygıtına sahip oldular.”[51]

“Devlet erki, işçi sınıfını ezmek için varolan bir kamu erki, bir sınıf egemenliği mekanizmasıdır. Sınıf mücadelesinde bir ilerlemeyi gösteren her devrimden sonra, devlet iktidarının salt baskıcı karakteri gittikçe daha açık ortaya çıkar.”[52]

“Devlet, sözcüğün tam anlamıyla, halktan ayrı, silahlı insan müfrezeleri tarafından yığınlar üzerine uygulanan buyurganlık demektir.”[53]

“Modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.”[54]

“Devlet, demokratik cumhuriyette de -en az monarşide olduğu kadar- bir sınıfın başka bir sınıfı ezme aracından başka bir şey değildir. Devlet, en iyi hâlde, sınıf egemenliği için mücadele eden proletaryanın miras aldığı ve zafere ulaştıktan sonra, tıpkı Komün’ün yaptığı gibi, en iyi yanlarını olabildiğince hızlı bir şekilde budamak zorunda kalacağı bir kötülüktür. Yeni, özgür bir toplumda yetişmiş kuşak ise devlet denen bu hurdayı tümüyle bir kenara atacaktır.”[55]

Devlet konusunda “Dişe dokunur bir analizi yok,” “Marx da sonradan bu eksik analizinin farkına vardı. Kapitali yazma sürecinde üçüncü kitap devlet üzerine olacaktı, ömrü yetmedi,” diyenlere hatırlatalım: M-L, sınıf mücadeleleri zemininde inşa hâlindeki bir devrimci praksisin son biçimini vereceği teoridir.

“Marksizmin gerçekten boşluk bıraktığı ya da güncellenmeyi gerektiren eksiklerini tamamlama iddiasıyla ortaya çıkan her girişim elbette artniyetli düşmanca bir tutum olarak görülemez. Bunlardan sadece, o teoriyi inşa edip emperyalizm çağına taşıyanların sahip oldukları muazzam entelektüel birikim ve olağanüstü zekâlara hakaret anlamına gelen bir sığlık ve haddini bilmezlik içinde olmamaları beklenir. ‘Eksiklerini tamamlama hatta aşma’ iddiasıyla ortaya çıktıkları o teoriyi onun-bunun ağzına düşürecek şekilde ucuzlatıp ayağa düşürmemeleri istenir. Ne var ki Marksizm’in künhüne vakıf olmak şurada dursun onu düpedüz tahrif ederek ‘Marksizm’in geçersizliğini ispatlayıp aşma’ iddialarına aynı ‘hoşgörü’ ve ‘anlayış’ gösterilemez.

‘Marksizmin geçersizliğini ispatlama’ ya da onu ‘aşma’ girişimlerinin tarihi, -dediğimiz gibi- Marksizmin tarihi kadar eskidir. Bunların ezici bir çoğunluğu kurucu önderlerimiz ve onların mirasçısı yoldaşlarımız tarafından yerin dibine sokulup tarihin çöplüğüne fırlatılmış, bazılarını da hayat ıskartaya çıkarmıştır. Fakat bu girişimlerin arkası hiç kesilmemiştir. Özellikle de Marksist hareketin içinden vurulduğu, bu arada proletarya hareketinin de ağır darbeler yiyip geriye çekildiği koşullarda bu girişimler adeta patlama yapar. Bernsteincılık ve II. Enternasyonal oportünizminin 1848 Devrimleri ve 1871 Paris Komünü’nün yenilgisi sonrasında boy vermesi, Rusya’da 1905 Devrimi’nin yenilgisi ardından yükselen tasfiyecilik ortamında taraftar bulan ve ‘Marksizmle dini kaynaştırma’ iddiasıyla ortaya çıkan Tanrı-Kur’culuk, 1968 sonrası atağa kalkan post-Marksizm ve onun 1980 sonrası çeşitlenip sahneye çıkan ardılları… buna örnek verilebilecek kesitlerdir.

Marksizm’e saldırarak dikkat çekip popülerlik kazanma modası 1989 çöküşü sonrası adeta patlama yaptı. Andıklarımız dışında kenarda kıyıda kalmış ne kadar fantastik tez, teori, proje varsa kıymete bindi (aile çevresi dışında neredeyse unutulmaya yüz tutmuş Bookchin’in keşfedilmesi de bu dönemdedir). Yükseliş döneminde (1990’lar) ‘tarihin sonu’nu ilan edecek kadar kendinden geçen neo-liberal birikim modelinin duvara toslayıp pullarının dökülmesiyle (2008 sonrası) bu dalga da hız kesti. ‘Marksizmi itibarsızlaştırarak aşma’ girişimleri tamamen son bulmamakla birlikte inişe geçti. Hatta geçmişte tu kaka edilen Marksizm ve onun kimi temel tezleri yeniden popülerlik kazandı. Örneğin ‘radikal demokrasi’ fantezisi başta olmak üzere neredeyse bütün post-Marksist zırvalıklar tarafından ‘geçmişte kaldığı’ iddia edilen sınıflar ve sınıf mücadelesi gerçeği -bazılarının kafalarına hayat tarafından vurularak- yeniden görülüp kabul edilir oldu. Öyle ki, Marksizmin kapitalizm çözümlemelerinin yetkinliği emperyalist burjuvazinin temsilcileri tarafından bile teslim edildi.

Gel gör ki, bugün Türkiye’de tam tersi bir gelişmeye tanık oluyoruz: Marksizm’e saldırıp onu karalayarak kendine geçerlilik kazandırmaya çalışan bir ‘aşkın teori’ ve ‘teorisyenlik’ iddiasıyla karşı karşıyayız. Engels’in Dühring için yaptığı tespitteki gibi ‘karmakarışık bir kafa’nın entelektüel derinlik ve genişlikten yoksun, dahası bilimin, felsefenin, sosyolojinin, ekonomi-politiğin, antropolojinin… temel bulgu ve tezlerini dahi umursamayan bir ‘rahatlıkla’ ileri sürdüğü bir bulamaç ‘XXI. Yüzyılın Manifestosu’, ‘insanlığın yolunu aydınlatan kurtuluş reçetesi’ vs. olarak karşımıza çıkarılıyor.”[56]

Buna, yani post-Marksist hezeyanlara “Evet” dememizi hiçkimse, hiçbir “gerekçe”yle isteyemez bizden!

Evet; belki “Birilerine göre: Kapital artık geçmişte kaldı. Teknolojinin-dijitalleşmenin yaygınlaştığı ‘dijital kapitalizm’ çağındayız… Yapay zekâya bağlı ‘bilişsel kapitalizm’ inşa zamanlarındayız… Böyle bir dönemde ‘sanayi kapitalizmine’ geçiş dönemini analiz eden Kapital’in hükmü yok!

Sormak lazım o vakit! Hükmü olmasaydı şayet… Kapitalizmin yıkıcı doğasının ürettiği her sorunda başvuru kaynağı olur muydu? Hükmü olmasaydı hâlâ sayısız baskısı yapılır mıydı? 2008 yılındaki küresel ekonomik kriz sonrasında Kapital’in en çok okunanlar listesinde zirveye oturması tesadüf olabilir mi?

Teknolojideki büyük ilerleme… Emek üretkenliğindeki devasa artış… Ve daha pek çok gelişmeye rağmen kapitalizm refah yerine toplumsal eşitsizlik getirdi. Bir tarafta olağanüstü bir servet; diğer tarafta ise yoksulluk, sefalet!

İşte bunun ‘gizini’ çözmeye çalışanlar, bütünlüklü cevap arayanlar dönüp dönüp bakıyor Kapital’e; kapitalizmin kendisini de çöküşe götürecek ‘felaketlere’ doğru yol alacağını ortaya koyan Marx, ‘Ne demiş’ diye…

Marx, Kapital’de, sebep-sonuç ilişkisindeki sürekliliği açığa çıkarıp, geleceği isabetle tahmin etmiştir. Bugün, ‘küreselleşme’, ‘finansallaşma’ gibi kavramlarla yeni bir kapitalist biçimle karşı karşıyaymışız gibi üretilen tezler Kapital için önceden ortaya konulmuş olağan bir sonuç.

Günümüzde dünya ekonomisinin büyüklüğü 110 trilyon dolar! Ülkelerin borçlarının toplamı yaklaşık üç katı: 325 trilyon dolar. Bu tablodan yola çıkıp, ‘Parasallaşmaya bak artık yeni bir dönemdeyiz’ denilerek ortaya konan eğilimler, Kapital’de kapitalizmin hareket yasaları temelinde keskin bir öngörüyle ele alınıyor…

Kapitalizmde üretim ihtiyaca göre değildir. Hiçbir patron, sermayedar, ‘Acaba kaç arabaya, kaç gömleğe ihtiyaç var?’ diye sorup ona göre üretim yapmaz. Aksine üretim kâr içindir! Kârın açığa çıkması için üretilenin piyasada değiş tokuşa girmesi gerekir. Örneğin metal, kauçuk, plastik, cam ve sair emek ile buluştuğu fabrikadan araba olarak çıkar, piyasada paraya dönüşür. Sermayedarın derdi piyasada değiştirilecek, kâr edilecek bir meta üretmektir. Yapılan şey meta üretiminden başka bir şey değildir…

Meta üretimine dayalı bu sistem, üretim sürecinde emeği de metalaştırıyordu. Kanlı canlı insanı insan olmaktan çıkarıp, ‘emek gücü’ yoksa hiçbir önemi olmayan bir varlığa dönüştürüyordu. Marx Kapital’de, bu işleyişte, ‘Kimse çalışmak zorunda değil’ denilerek ‘Her şeyin gönüllülük temelinde gerçekleştiği’ propagandasının yalandan ibaret olduğunu somut şekilde ortaya koyuyordu: üretim araçlarına sahip olanlar ile sadece emek gücüne sahip olanların değiş tokuşunun gönüllülük değil zorunluluk olduğunu…

Canlı emek artı değer üretirken, üretim araçlarının değer üretmediğini de ortaya koydu, Marx. Yani makinelerin, teçhizatın, ham madde ve ara malların, tezgahların yeni üretilen metaya fazladan hiçbir değer katmadığını anlattı. Makineleşmeyle birlikte katlanan üretimde değeri makinenin yarattığı yanılgısını sonlandırdı…

Aynı şey teknoloji için de geçerlidir. Teknoloji sömürülmez, sömürüyü artırır. Acımasız kapitalist rekabet içinde teknolojinin üretimde her geçen gün çok daha yoğun kullanılacağını, bir yasa içinde anlatır Marx; buna rağmen ‘İşçi yok olacak’ demez. Makineleşme gördüğünde, bilgisayar kullanımı yaygınlaştığında, dijitalleşme geliştiğinde, her yeni ilerlemede ‘İşçi yok olacak’ diye yaygara koparanların okumaları, anlamaları gereken yer, tam da burasıdır…

Tekelleşmiş dijital platformların gücüne atfen, karşımızda yeni sürüm bir tez var: “Kapitalizm yerini tekno-feodalizme bıraktı!”

“O anlam, ‘Artı değer oranını artırmak’, Kapital’de anlatıldığı gibi! Ama öze bakmak yerine hâlâ görüntü ile uğraşılıyor, görüntü üzerinden analizler yapılıyor. ‘Küreselleşme ve piyasalar her şeyi düzenleyecek’ iddiasının yerini, “Yapay zekâ ve teknoloji her şeyi hâlledecek” iddiasına bırakması da özden uzaklaşarak analiz yapmanın sonucu.

Evet, bir yanda öğrenen makineler, yapay zekâ, tüm dünyayı saran internet ağları, gündelik yaşamımızın her anını kuşatan dijital kayıtlar vs var… Diğer yanda savaşlar, soykırımlar, kronik işsizlik, uzun çalışma saatleri, sözüm ona bilgi çağında ‘düz dünya’ ‘teorisyenleri’… Özetle: Akıl yürüten makineler, aklını yitiren insanlık!

Marx ne demişti ta 1850 yılında… ‘Bütün keşiflerimiz ve ilerlememiz, maddi güçleri entelektüel bir yaşamla doldururken (Bakınız makineler bile öğrenme aşamasına geçmişken, y.n) insan yaşamını maddi bir güçle aptallaştırmaktan başka sonuç vermiyor. Kapital’e bakarsanız neden böyle olduğunu görürsünüz; üretimin parçalanmasını, üretime yabancılaşmanın sonuçlarını vs.

Yapay zekâda yaşananlar da anlatılanların aktüel kanıtı! Yapay zekâyı üretenler yazılım emekçileri. Onu üretenler onun üzerindeki kontrollerini, sömürü sürecinde kaybettikleri için teknoloji karşımıza egemen sınıfın denetleme, gözetleme, baskı ve sömürüyü artırma aracı olarak çıkıyor.

Kapitalizmin hareket yasalarını anlamadan onu dönüştüremezsiniz; kapitalizmin iç mekanizmalarını anlamak onu yıkmanın pusulasıdır da! Kapital’in yayımlanması ile birlikte sadece kapitalist toplumun hareket yasaları açığa çıkartılmadı; sadece onun doğayı, insanı, insanlığı talan eden sömürücü özü teşhir edilmedi… Aynı zamanda sömürüsüz bir dünya mücadelesi bilime dönüştürüldü.”[57]

Tamamlıyoruz: Abdullah Öcalan’ın M-L’e dönük eleştiri, M-L’in aşılması, demokratik sosyalizm, komün-devlet ve sınıf mücadelelerine dönük tezleri ile sosyalizmin geçersizliği ve sosyalist teorinin geliştirilmesi yolundaki iddiaları eleştiriye fazlasıyla muhtaç olup, keskin bir ideolojik-siyasi tartışmayı gerektirmektedir…

İTİRAZA, ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL

Immanuel Kant’ın, “Aydınlanmış olan, gölgelerden korkmaz”; Søren Kierkegaard’ın, “Aldanmanın iki yolu vardır. Biri doğru olmayana inanmak, diğeri ise doğruyu kabul etmeyi reddetmektir”; Bertolt Brecht’in, “Belli boyutlara ulaştığında ahmaklık görünmez olur”; Gautama Buddha’nın, “Üç şey uzun süre gizli kalamaz güneş, ay ve gerçek,” sözlerindeki üzere M-L’in fuzuli “eleştiri”sine kalkışma, kızgın bir demiri çıplak elle tutmayı göze almaktır.

Öyleyse; “Öcalan sadece Öcalan değildir.”[58] “Öcalan’a özsel yaklaşılmalı.”[59] “Zihniyet devrimi yaşanmadan toplumsal devrim yaşanamaz.”[60]

“PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın beklenen çağrısı felsefi, politik ve sosyal bir yeni yüzyıl manifestosu olma özelliği taşıyor.”[61]

“Öcalan’ın mesajları, derin bir cesaret ve bilgelikle şekillenen bir liderlik anlayışını yansıtıyor… Bu liderlik anlayışı, ‘ne yenme ne de yenilme’ ilkesine dayanıyor.”[62]

“Abdullah Öcalan’ın paradigma değişimi, kimi çevrelerce tarihsel çizgiden bir sapma, ideolojik bir kopuş olarak değerlendirilmiş olsa da; daha yakından bakıldığında bu yönelim, eleştirel bir aşmayı ifade eder. Marksizm’in, ulus-devletin ve modernitenin temel kabullerine yöneltilen eleştiriler, reddiyeci bir kopuştan ziyade dönüştürücü bir yeniden yorum çabasıdır.”[63]

“Geliştirdiği özgürlük ideolojisi, ortaya çıkardığı mücadeleci insan ve toplum hakikatiyle bir farklılık yaratmış ve bunu bütünlüklü bir XXI. yüzyıl sosyalizmi düzeyine taşımıştır. Bizim nazarımızda sosyalizm ve sosyalistlik, bu özgün ve demokratik var oluşun toplum ile insan somutunda yaşam bulmasıdır. Özgürlük inancı ve bilincinin varlık kazanmasıdır.”[64]

“Sayın Öcalan, modernizmin bilimcilik, dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik putlarını kırdı ve kırmaya devam ediyor. Bu yüzden de günümüz Nemrutlarının hedefinde… Gerçek şu ki Sayın Abdullah Öcalan tüm bu kesimlerin putlarını kırdığı için hedef hâline getiriliyor,”[65] türünden kocaman laflara, abartılara, mistifikasyonlara hatırlatalım: İfade edilen (Abdullah Öcalan da dahil) görüşleri eleştirip, karşı çıkmak “Nemrut”luk olmadığı gibi, bunu iddia etmek, tartışmadan kaçarak muarızı “düşman” ilan etme kolaycılığıdır. Bir şeyler dediğinizde itiraza, eleştiriye tahammül etmeyi ve abartılarınızın gerçek olmadığının ifade edilmesine tahammül etmeyi öğreneceksiniz!

Örneğin Behrooz Shojai-Kamal Soleimani’nin, “Öcalan’ın projesi ne demokratik ne de konfederal… Proje, görünüşte ulus-devlet modelini aşmayı hedeflese de, aslında Türk, Fars ve Arap devletlerinin kolonyal yapılarına herhangi bir meydan okuma sunmamakta, hatta Kürtlere yönelik asimilasyon ve soykırımları meşrulaştırmaktadır”…[66]

Hüseyin Yeter’in, “Öcalan’ın PKK’nin feshi ve silahları bırakma çağrısı tasfiyeci ve reformisttir… ‘Demokratik toplum’ ve ‘demokratik uzlaşı’ kavramları gerçekçi değil”…[67]

İsmail Beşikci’nin, “Abdullah Öcalan’ın üzerinde durduğu önemli konu da Türkiyelileşmedir. Türkiyelileşme Türkleşme demektir. Öcalan ikisini farklı olduğunu söylemektedir… Gelinen bu aşamada Abdullah Öcalan, Kürd toplumunu Türk devletiyle bütünleşebilme için Kürd olan bütün değerlerden vazgeçtiğini söylemektedir. Kürdlerin kolektif haklarını hatta Kültürel haklarını reddetmektedir…

Türk, Arap, Fars, devletlerinin dokunulmazlığı yanında Öcalan, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması konusuna da çok kayıtsızdır… Öcalan’ın ırkçı politikaları eleştirmemesi, anayasayı, kurumları meşru sayması, Kürdlerin önünü kesen, anadilde kesinkes talep etmeyen projesinin ulusal kurtuluşçu bir proje olmadığını gösterir. Ama, devletin yapıp ettiği her şeyi unuttuğu, devletle daha çok bütünleşme aradığı için bu projeler kişisel özgürlüğünü sağlayabilir.”[68]

“Öcalan’ın mesajını iki noktada değerlendirmek gerekir. Birincisi PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi. İkincisi ise Kürd meselesine yaklaşım biçimi. Genel olarak sömürge toplumların özgürlüğü için, silah dahil her türlü araca başvurması da meşrudur. Bu durum BM kararlarında da mevcuttur… Türk siyasal sisteminin asıl hedefi PKK’nin silah bırakması değil YPG’nin silah bırakmasıdır. Asıl hedef PKK aracılığıyla YPG’yi silahsızlandırarak Rojava Kürdistan’ındaki mevcut kazanımı tasfiye etmek oradaki Kürdleri köleliğe mahkûm etmektir,”[69] görüşlerini “Nemrutluk” ilan edip ötekileştirmek yerine, ciddiye alıp yanıtlayacaksınız!

Veya Karl Marx’ın, “Hiçbir şey mutlak ya da kutsal değildir”; John Locke’nin, “İkna etmek bir şeydir, emretmek ise başka bir şey; biri tartışmalarla kabul ettirilir, diğeri cezalarla,” uyarılarını “es” geçmeden, Ayşe Hür’e yönelik düşünce ve davranışların kabul edilemez olduğunu kavrayacaksınız!

Yani “Yeni Yaşam gazetesi ve yazarı Zana Kanireş’in, Ayşe Hür gibi alternatif bir tarihçiyi azgın faşist/ ırkçı/ milliyetçilerle aynı tabloda göstermeye çalışması… Hür’ün Sayın Öcalan’a ve Kürt hareketine dair bağlamından kopuk, seçmeci ve indirgemeci yorumları bu şiddetin güncel tezahürlerindendir,”[70] biçimindeki maruzatlara sarılmayacaksınız.

Malum üzere: Fırat Bulut adlı şahıs X’teki bir sohbet odasında PKK’nin 102 kişilik bir ölüm listesi olduğunu açıkladı. Açıklamasına göre Fırat Bulut listeyi görmüştü ve “Bu 102 kişilik liste PKK’ye muhalif Kürtlerden oluşuyordu. PKK’li bir kadro listeyi Bulut’a göstermişti. Listedeki herkesin adresleri belirlenmişti ve PKK istediği an harekete geçip bu kişileri yok edecekti. Bulut, PKK’nin bu kararına duyduğu saygı çerçevesinde bu listeyi açıklamayacağını da ekledi.

Zana Kanireş[71] imzası ile Yeni Yaşam Gazetesi bir yazı yayınladı ve Necat Zanyar gibi Kürt aydınlarını ve Ayşe Hür’ü hedef tahtasına koydu. Bu kişileri hain olarak niteledi.

5 Mart 2025 tarihinde PKK’nin Avrupa’da yayın yapan TV’si Medya Haber’e katılan Mustafa Karasu aslında PKK’yi eleştiren herkesi tehdit etmişti Karasu “her kim “PKK ne kazandırdı, mücadelesine ne sonuç aldı?” derse kendi basitliğini gösterir. Biz böyle söyleyenlere her türlü cevabı verebiliriz. Böyle söyleyenlerin ağzını kapatırız.” demişti.

Ağzını kapatmak nedir? Elbette ki sesini kısmaktır.[72]

Bu kabullenilemez!

Tıpkı Almanya’da, Komünist Parti’ye saldırılması gibi. İddiaya göre saldırının sebebi, partinin internet sitesinde PKK ve Rojava’daki özerklik projesine yönelik eleştirel içerikler yayınlanması idi![73]

Demek ki José Saramago’nun, “Belki, insanlar sadece sözlerden yorulmuştur,”[74] ifadesiyle, “demokrasi”den çokça söz etmek yetmiyor(muş)!

Her neyse…

“İddia” odur ki, “Demokratik sosyalizm” paradigması, kapitalist üretim ilişkilerine dokunmayan bir özgürlükçü demokrasi anlayışı dillendirir.

Ancak Karl Marx’ın, “Baylar! Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin bir başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür”; ya da V. İ. Lenin’in, “Demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olmasıyla aynı şey değildir. Demokrasi azınlığın çoğunluğa tabi olmasını tanıyan bir devlettir, yani bir sınıfın başka bir sınıfa, toplumun bir kesiminin diğer bir kesimine karşı sistematik güç kullanmasını sağlayan bir örgütlenmedir,”[75] saptamaları karşısında suskundur.

Bu nedenle de -er ya da geç- “eleştirdiği”yle bütünleşme ya da etkisizleşmesi kaçınılmazdır. Yani demokratik sosyalizm vurgusu parlamenter zemine ricatın ifadesidir.

Gerçek bir alternatif için, yalnızca siyasal biçimlerin değil, üretim tarzının ve mülkiyet biçimlerinin de kökten dönüşümü ve bunun iktidar düzeyindeki örgütlenmesi olan devletin sönümsüzleştirilerek, etkisizleştirilmesi şarttır.

Abdullah Öcalan’ın, “Demokratik uzlaşma temel yöntemdir,” ifadesi Mahatma Gandi’nin “sivil itaatsizlik”inin de gerisindeyken; onun reel sosyalizme ilişkin eleştirilerinde öne sürdüğü “gerekçe”leri benimsemek de imkânsızdır.

Yani örgütün gerilemesini reel sosyalizmin çöküşüne bağlamak da isabetli bir tespit değildir. Çünkü Sovyet sistemi 1990’larda çöktüğünde PKK, askeri ve siyasi eylemleriyle yükseliş aşamasındaydı.

Kaldı ki Sovyet sistemi çökmüş olsa da, Marksizm yenilmemiştir.

Aksine, XXI. yüzyıldaki toplumsal mücadelelerde, zaman-mekânın sürekli değişen koşullarında, Marksist düşünce yeni paradigma ve ivmeyle devrimci mirasını sürdürmektedir.

“ULUSAL SOL” FELAKETİ

Che Guevara’nın, “Nerede ezilen bir halk varsa, oralıyım,” fikrine yabancı “Ulusal Sol” felakete gelince…

Kimse inkâra kalkışmasın: Coğrafyamızda Kemalist paradigmadan etkilenip, bu çerçevede biçimlenmiş bir “ulusal sol” yığınak söz konusudur.

Bugün hâlâ Kemalizm damarından beslenen; inatla o yoldan yürüyenler, coğrafyamızdaki “düzen(sizliğ)i değiştirmek” yerine restore etmeyi hedeflerken; Kemalizm’le ideolojik bağını koparamayan bir muhalefetin, kapitalist sistemin meşruluk çerçevesi dışına çıkması mümkün değildir.

“Neden” mi?

“Tek dil, tek millet, tek bayrak” dayatmaları üzerinden cumhuriyetin resmî tarihi, inkâr ve imha üzerine kurgulanmıştır da ondan.

Örneğin “UKKTH bugün emperyalizmin ve sermayenin belirleyiciliğinde bir ilke hâlindedir. Temel Marksist Leninist ilkelerden bir tanesi olmadığı için bugün emperyalizmin yayılmacılığı ve bir dizi ulusal devletin parçalanması adına gündeme getirilen UKKTH olgusu ‘devrimin kendi kaderini tayin hakkı’nın önüne konularak büyük bir yanlış yapılmaktadır,”[76] diyemeyeceğimiz gibi; Kürtlere “Neden silah bırakıyorsunuz? Savaşın!” deme hakkımız yoktur.

Marksist-Leninistler bu iki sapmaya da karşı çıkarlar. Kaldı ki ulusal meselenin başlı başına bir sorun olmadığını iddia etmek, Marksist- Leninist anlayışı başından reddetmektir.

Mustafa Suphi’nin mirasçısı komünistler kayıtsız şartsız UKKTH’i savunmakta tereddüt etmezler, etmemelidirler de. Varoluşlarını “Misak-ı Millî” sınırlarıyla belirlemeye kalkışmak da halkların eşit-kardeşliğine karşı çıkmaktan başka anlam taşımaz.

Eklemeden geçmeyelim: “Cumhuriyet tarihi boyunca özellikle Kürt halkına yönelik hem kültürel hegemonya hem de baskı aygıtları bir arada kullanılmış; yalnızca asimilasyon değil, zorla göç ettirme, dili yasaklama, kimliği yok sayma gibi uygulamalarla birlikte onlarca katliam gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla bu gerçekliği hâlâ görmezden gelen bir anlayış, sol değildir. Bu anlayış, ulusalcılığa sığınmış, sınıf mücadelesinde yenilgiyi kabullenmiş, Marksizm’den yüz çevirmiş ve kendine alan açmak isteyen Türk ulusalcılığının sol varyantıdır.

Kürtlerin siyasal alandaki kazanımlarının ‘emperyalizmin oyuncağı’ olarak lanse edilmesi ise düpedüz sömürgeci refleksin sol içinde kendini yeniden üretmesidir. Bu yaklaşım, Lenin’in ve diğer devrimci önderlerin açıkça dile getirdiği ‘kendi kaderini tayin hakkı’nın inkârıdır. Bir kadim halkın kültürel, dilsel ve siyasal mücadelesini emperyalist projelere indirgemek, onu kriminalize etmek; ezen ulus sosyalistlerinin en klasik hamlesidir. Bu, düpedüz sol şovenizmdir.”[77]

Bakın bu konuda yıllar önce TKP kurmaylarından Hikmet Kıvılcımlı neler demişti:

“Kemalizm’in bugünkü Kürdistan’da bir tek tezi var: Asimilasyon ve imha siyaseti. Bu tez, bütün Kürdistan’da ne kadar şiddetle uygulanırsa, var olan bir milletin canlılığı, 20. yüzyılda sessiz sedasız pek kolay mahvedilemeyeceğine göre o kadar şiddetle tepkisini doğuracak: Kemalizm’in teziyle doğru orantılı olarak Kürt halkını baştanbaşa saran bir anti-tez büyüyecektir. Bu anti-tez, Türk burjuvazisinin siyasi ve ekonomik baskı cephesine karşı, bütün Kürt halkının müştereken mukadderatını temsil eden biricik Kürtlük cephesidir. Bu bakımdan Kemalizm, Almanya’da Bonapartizm’in oynadığı rolü oynayacak. Kürdistan bir tarla ise, onun üstünden geçen Kemalist terör bir silindir olacak ve ekinleri evvela ezecek, fakat sonra toprağa yeni kökler saldırarak büsbütün kuvvetlendirecektir.

Türk burjuvazisi, Kürdistan’ı layıkıyla soyabilmek için orada iyi kötü bir aydın tabakası yaratmaya mecburdur. Yeni harfleri kullanışı, ister istemez Kürt halkı içinde okur-yazarların sayısını artırıyor. Bu akım, bir tarafta Kürt halkına görüş ufku daha genişçe yeni müttefikler hazırlarken, öte tarafta Türk burjuvazisinin dayatmak istediği Türk kültürüne karşı bir tepki uyandırıyor ve Kemalizmin ‘Vahşi Kürt’ diye fakir Kürt halkına reva gördüğü ‘aşağı kast’ muamelesine derinleşen ve bilenen bir kin büyütüyor.”[78]

“SİLAH BIRAKMA” SONRASI

1978’de kurulan PKK’nın 2025 Mayıs’ında, 47 yıl sonra tasfiyesi, önemli bir olaydır. Kürt sorununu şiddetle inkâr eden resmi politikalara itirazın doğurduğu yarım yüzyıllık silahlı bir Kürt örgütü, “silah bırakıp”, tarihe intikal ediyor.

PKK 22 Kasım 1978’de, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Fis köyünde, Seyfettin Zoğurlu’nun evinde kuruldu.

Toplantıda Abdullah Öcalan dahil 22 kişi vardı. Oradakilerin hepsi PKK kurucusu oldular. Abdullah Öcalan, oybirliğiyle, başkanlığa getirildi.

Bu 22 kişilik kadronun 10’u, zaman içinde ve değişik tarihlerde, hain ajan olarak suçlanıp öldürüldüler. 7’si hain ajan damgası yedi, canını kurtarıp PKK den kaçtılar.

2’si, 1982’de, Diyarbakır zindanında işkenceyi protesto eylemlerinde öldü. 3’ü de hâlen PKK de görev başında.

PKK’nin ortaya çıkışı o dönem coğrafyada yükselen M-L ideolojiden etkilenmişti. Örgütlenişini de -ilk tüzüğünde belirtildiği gibi- Leninist biçimde gerçekleştirmişti.

İlk önder kadrolarının hemen hepsi 68 kuşağı örgütlerinde aktifti. Yani kadroları genel olarak dünyadaki 68 kuşağı hareketinden etkilenmişti.

Sosyalizmle ideolojik ilişkilenişleri örgütün adında, (o dönemki) bayrağında, tüzüğünde ve (ilk) stratejik yöneliminde görülmekteydi. Hâkim ulus devletine karşı anti-sömürgeci mücadele ekseninde birleşme çağrısıyla müsemmaydı.

Kuruluşu ve kendini ilk ortaya koyuşu, bugünkü gerçekliğinden elbette çok farklıydı. Teorik düzlemde M-L savunusu yaparken, stratejik olarak Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan hedefi koyan PKK, esas mücadele biçimini silahlı mücadele, esas örgütlenme biçimini de illegal örgütlenme olarak belirlemişti.

SSCB’deki oto-likidasyonun ardından M-L, sosyalizmin ve bağımsızlık hedefinin askıya alınması devreye sokuldu. Böylece PKK kurucu çizgisinden vazgeçip, silahlı-silahsız, legal-illegal bütün mücadelesini “diyalog”, “çözüm”, “açılım”cı uzlaşma çizgisine çeken bir harekete dönüştürdü.

Hatırlanacağı üzere Abdullah Öcalan, Haziran 1988’de Mehmet Ali Birand’a röportajında, Türkiye ile diyalog kurmak amacında olduğunu, toprak koparmak istemediklerini, Kürtlerin eşit muamele görmelerini sağlamak istediklerini söylemişti.

Malum üzere PKK ulusal kurtuluş hareketi olarak ortaya çıktı; 1978-1990 arasındaki dönemde esas alınan sömürgecilik söylemi ile “Uzun Süreli Halk Savaşı” stratejisi ve buna uygun olarak gerçekleştirilen eylemler, bunun göstergesidir.

1990’lardan sonra ise örgüt edindiği halk tabanı ile kitlesel ayaklanma (Serhildan) deneyimleriyle bir ayaklanma hareketine dönüştü.

Abdullah Öcalan da hem ulusal kurtuluş, hem isyan söylemini kullandı. Bunu Öcalan’ın PKK’nin fesih kongresine gönderdiği son mesajında da görmek mümkün. Aynı zamanda örgütün bir “özgürlük hareketi” olduğunu da sıklıkla dile getirdi, hâlen de getiriyor. 

Ulusal kurtuluş hareketleri, özellikle XX. yüzyıl boyunca anti-emperyalist mücadelelerin temel eksenini oluşturmuş ve çoğu zaman sosyalist ideolojilerle yakın bağlar kurmuştu. Komünist partiler, ezilen halkların özgürlüğü ve kendi kaderini tayin hakkı üzerinden bu hareketlere destek olmuş; bazı örneklerde ise doğrudan bu mücadelelerin öncüsü hâline gelmişti.

M-L, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını aslî bir ilke olarak tanımlar; V. İ. Lenin söz konusu hakkın devrimci süreçlerle buluşması gerektiğinin altını çizer.

Bu çerçevede XX. yüzyıl boyunca birçok komünist hareket, ulusal kurtuluş mücadeleleriyle organik ilişkiler kurmuş, sosyalist devrimi hedefleyen silahlı hareketler ortaya çıkmıştı.

Vietnam’da Ho Chi Minh’in liderliğinde, Komünist Parti önderliğinde yürütülen savaş, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) bağımsızlık mücadelesi, Güney Afrika’da ANC ile Güney Afrika Komünist Partisi’nin ittifakı, bu sürecin bilinen örnekleridir. Bu tür mücadeleler, emperyalist kuşatmaya karşı hem ulusal hem sınıfsal özgürlük hedefini bir arada ele almıştı.

1978’de coğrafyamızdaki siyasal boşluk ortamında kurulan PKK, net olarak Marksist-Leninist bir çizgi benimsenmişti. Kürt halkının ulusal özgürlüğünü, coğrafyamızdaki devrimle birleşik bir mücadele içinde gerçekleştirmeyi hedefliyordu.

1984’te silahlı mücadeleye başlamasıyla birlikte PKK, Kürt meselesinin bölgesel ve uluslararası hâline gelmesinde başat rol oynadı.

1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve İmralı süreci ile birlikte, PKK’nin ideolojik çizgisinde dönüşüm süreci başladı. Bu değişim, sadece ideolojik düzeyde değil, PKK’nin örgütsel yapısına ve saha pratiklerine de yansıdı.

1989-1991 sürecinde reel sosyalizmin çöküşü PKK’yi etkiledi. PKK, M-L’den uzaklaşıp, “Bağımsız Birleşik Devrimci Kürdistan” programından koparak “yeni” yönelimine yelken açtı. Abdullah Öcalan’nın tutsak düşmesinden sonraysa “İmralı çizgisi”nde ifadesini bulan köklü bir dönüşüm geçirdi.

Söz konusu dönüşüm, devrimci-demokratik ulusal kurtuluşçu çizgiden ulusalcı sosyal reformist çizgiye geçişte somutlanıyordu. Abdullah Öcalan bunu, “reel sosyalizmin” etkisinden kurtulma, “demokratik modernite” çizgisine geçiş olarak tanımladı. Geçmiş devrimci paradigmasının sorumluluğunu “Reel sosyalizm”e bağladı… 

Sonrası da bir çorap söküğü gibi geldi. Ve 5-7 Mayıs 2025’te toplanan 12. Kongre’de PKK, örgütsel yapısını feshettiğini ilan etti. Bu karar, ilk bakışta radikal bir kopuş gibi görünse de, arka planı ve etkileri açısından birçok soru işareti barındırmaktaydı.

Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın ardından PKK, 1 Mart 2025’deki açıklamayla Abdullah Öcalan’ın çağrısına uyacaklarını ve ateşkes ilan ettiklerini açıkladı.

PKK Yürütme Komitesi, Abdullah Öcalan’ın “İmralı’daki durumun değişmesinin beklendiği” vurgusuyla, “Çok açık ki özgürlüksüz ve demokrasisiz barış olmaz,” diyen açıklamasında, “Çözmeye çalıştığımız sorunların zorluğunu bildiğimiz için, acele etmemeye ve süreci bozan taraf olmamaya çalışıyoruz,”[79] diye ekledi:

“Bu çerçevede, Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın hayata geçmesinin önünü açmak için, bugünden geçerli olmak üzere ateşkes ilan ediyoruz. Üzerine saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır. Bundan öte silah bırakma gibi hususların pratikleşmesini ancak Önder Apo’nun pratik öncülüğü gerçekleştirebilir.”[80]

Konuya ilişkin olarak Sabri Ok, “Önder Apo olmadan kim kongreyi toplayabilir, kim PKK’yi feshetme kararını verebilir, Önder Apo olmadan kim Önder Apo adına yemin eden gerillalara silah bırak diyebilir? Türk devleti eğer isterse bunun yol-yöntemleri de var. Önder Apo özgür olmalı ve çalışmalarını da özgür bir şekilde yürütmelidir”…[81]

Murat Karayılan, saflarında hâlâ ikna olmayanlar olduğunu ifade etti. Süreci Öcalan yönetmedikçe sorunun çözülemeyeceğini dile getirdi ve “devlet içindeki aklıselim sahipleri”ni “gerekenleri yapmaya” çağırıp, “Bu savaşta kimse, ‘ben yendim, kazandım’ diyerek ucuz bir zafer yaratamaz. 41 yıldır savaş söz konusudur ve taraflar birbirlerini yok edememiştir. Ne biz devlet güçlerini Kürdistan’dan çıkartabildik, ne de onlar bizi örgüt olarak tasfiye edebildiler ve mevziilerimizi elimizden alabildiler. Yani sonuç patadır ve bunu kabul etmeleri gerekir”…[82]

Mustafa Karasu, “Aslında verilen sözler var. Hem Bahçeli’nin sözü hem İmralı’da verilen sözler var. Bunlar yerine getirilmiyor. Bu durum karşısında ne olacak? Biz yine de soğukkanlılıkla yaklaşıyoruz. Önderlik (Öcalan) soğukkanlı ve sabırlı yaklaşıyor. Ama bunun da bir sınırı var. Bir halkın partisine, önderine, örgütüne böyle yaklaşılmaz. Bu gayri ciddi bir yaklaşımdır. Hiçbir sözün değeri yoktur. Kendileri ‘Hızlansın, çabuk sonuç alalım’ diyordu. O zaman nerede? Başından beri Türk devletinin yaklaşımlarından dolayı kuşkularımız vardı ama bu adım atmama kuşkuları daha da arttırmıştır”…[83]

“Belki biraz daha beklenir, sürece bakılır. Ama eğer yine adım atılmaz, verilen sözler yerine getirilmezse, biz de böyle bekleyemeyiz. Hareketimiz de bekleyemez. O zaman farklı değerlendireceğiz. Bu yaklaşımın ne anlama geldiğini daha açık ve net ortaya koyacağız”…[84]

“Süreç ‘tıkandı’ değerlendirmelerine yol açan bir durum var. Bunu yaratan da iktidarın yaklaşımıdır. Kesinlikle bizim yaklaşımımız değil”…[85]

Duran Kalkan, “Hiçbir adım atmadan, hiçbir değişim yapmadan bunu istiyorlar… Uygulama AKP’nin elinde ve hiçbir gelişme görmüyoruz.”[86] “Bu son değil, yeni bir başlangıç”…[87]

Cemil Bayık, “Silahsızlanma koşulları yok… Silahsızlanmak, ölüme hazırlanmak anlamına gelir. Biz henüz ölmedik. Türk devleti Kürtleri yok etmek istiyor. Biz bu politikaya karşı duracağız. Kayıtsız şartsız silah bırakmak, Türk devletine gelip bizi yok etmesi için bir davet olur”…[88] “Süreç bozulursa yeniden silaha sarılmayacağız… Eğer silahlı mücadeleyi ortaya çıkaran altyapıyı ortadan kaldırmazsanız, PKK silah bırakır ama yarın başkası silahlanır”…[89]

Besê Hozat, “Çözüm niyeti olan, silahlı mücadeleyi durdurduktan sonra hemen PKK’ye özgü özel bir yasa çıkartırdı. Biz gerekeni yaptık, Türk devleti adım atmalıdır”…[90]

Keskin Bayındır, sürecin ilerleyebilmesi için öncelikle Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğünün gerekli olduğunu söyledi…[91]

Silah bırakan PKK’li grubun sözcülerinden Tekin Muş, “Adım atılmaması durumunda bunun dışında gündemimizde ikinci grubun gelip silahlarını imhası yok”…

Nedim Seven, “Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanmaz ise, demokratik siyasetin önü açılmaz ve yeni kriz noktaları oluşur,”[92] biçiminde farklı ton ve kalibrelerde açıklamalar yaptılar.

Tüm bunlar ışığında PKK’nin fesih kararına rağmen, -Rojava’yı da eklersek!- bu hamurun daha çok su kaldıracağı kesindir.

ROJAVA

TEV-DEM Yürütme Kurulu üyesi Aldar Xelil’in, “Rojava Devrimi’nin temel özelliği demokratik bir devrim olmasıdır. Yine demokratik bir Suriye’yi ve demokratik bir toplum kurmayı hedeflemesidir. Tabi bunun gelişebilmesi için de kendi meclislerini ve kurumlarını oluşturarak kendi kendisini yönetmesi gerekiyor,”[93] diye tanımladığı Rojava’daki ulusal inşa konusunda Raul Zibechi, “Kuzey Suriye Kürtlerinin mücadelesinin, Zapatista Hareketi ile etkileşim olduğunu söylemek artık sıradan hâle geldi. Bununla beraber, son yıllarda Rojava bölgesinde gerçekleşen gelişmelerin yanı sıra Abdullah Öcalan’ın düşüncesi birçok Latin Amerika toplumsal hareketinin yaptıklarıyla aynı doğrultuda,”[94] tespitini dillendiriyor.

“Yeni sol”cu Komutan yardımcısı Marcos ile EZLN’ye ilişkin eleştirel değerlendirmelerimiz yıllar öncesinden malumun ilamıydı; netti:[95] Biz bir ulusal inşa girişiminden söz ediyor ve ezilen ulusun bu çıkışını desteklemekte tereddüt etmiyorduk. Ancak bunun “XXI. Yüzyıl Devrimi” olduğu “iddiaları”nı onaylamıyorduk.

“Rojava bir Önderlik devrimdir.”[96] “Devrim mücadelesinin yanı sıra ortaya çıkarılan demokratik sistem, kısa sürede dünya insanlığı için cazibe merkezi olmaya başladı. Bu cazibe merkezinin oluşturulmasında öncü rolü oynayan Kürtler, demokratik bir gelecek inşa ediyor,”[97] diye sunulan ulusal inşa girişimi Kobanê’de başlatılmıştı.

Rojava yerel konseyinden Hediye Yusuf’un, “toplumsal sözleşme” olarak adlandırılacak federal yapı ve anayasa çalışmaları yapmalarındaki amacın bağımsız bir devlet kurmak olmadığını, Suriye bayrağıyla beraber dalgalanacak yeni bir bayrak olacağını[98] ifade ettiği girişim hakkında; TEV-DEM Yürütme Kurulu Üyesi ve ‘Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistemi Kurucu Meclisi Örgütleme Faaliyeti Komitesi’ üyesi Ferhad Dêrik, sorunların tek çözümünün demokratik federal sistem olduğu vurgusunun altını ısrarla çiziyordu.[99]

Ayrıca Kurucu Meclis toplantısı delegasyonları, “Rojava ve Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistemi Belge Metni” Kürtler, Araplar ya da Süryanîlere ait bir proje olmadığını, bu projenin Suriye’nin birlik ve merkezi olmayan bir yönetim sisteminin projesi olduğu vurgusuyla[100] ekliyorlardı: “Bu sistem Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve birliğini korumaktadır.”[101]

Öte yandan ‘Hewal’ başyazarı Burhan Heci Süleyman da Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun Kürtlerin geleceği açısından son derece önemli olduğunu belirterek, “Her bir Kürdün bulunduğu yerde Rojava’da ilan edilen federasyona destek vermesi gerekir,”[102] notunu düşüyordu.

Ulaşılan koordinatlarda PYD Başkanlık Konseyi üyesi Salih Müslim’in, Abdullah Öcalan’ın “paradigmalarına” göre hareket ettiklerini ve başarılı olduklarını, bundan sonra da buna devam edeceklerini belirterek, “Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini bilmiyoruz ama halkların yararına bir şeyler söyleyeceğine eminiz. Kürt halkı ne denilirse denilsin buna uyacaktır,”[103] sözlerinin altını çizerek, Rojava’yı zorlu günlerin beklediğine işaret edelim.

“Nasıl” mı?

“Bilince çıkarmadığımız şey hayatta kader olarak karşımıza çıkar,”[104] sözü eşliğinde yanıtı Çetin Çeko’ya bırakalım: “ABD’nin Suriye politikasında son dönemde yaşanan kadro değişiklikleri, Washington’un bölgede tutarlı ve sürdürülebilir bir strateji geliştirmekte zorlandığını bir kez daha ortaya koymaktadır.

ABD’nin Suriye politikası, uzun süredir Washington içindeki kurumlar arasındaki çatışmalar, Trump faktörü ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle zikzaklı bir seyir izlemeye devam ediyor. Son olarak ABD’nin İstanbul Konsolosluğu bünyesinde faaliyet gösteren Suriye Bölgesel Platformu’nda (SRP) üç üst düzey yetkilinin görevden alınarak yerlerine yeni diplomatların atanması, Washington’un Suriye politikasındaki istikrarsızlık ve belirsizliklere ilişkin kuşkuları daha da artırıyor.

Söz konusu değişikliğin, Donald Trump tarafından Ankara’ya atanan ABD Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi olan Tom Barrack ile SRP yöneticileri arasında özellikle Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) yaklaşım ve Şam hükümetiyle entegrasyon konularında yaşanan anlaşmazlıklardan kaynaklandığı öne sürülmektedir.”[105]

DEM VE DİĞERLERİ

Paul Ricoeur’un, “Düşleyen birinin yanında muhakkak yorumlayan birisi bulunur,” saptamasıyla müsemma HEP’ten HADEP’e, oradan da DEM’e uzanan gelenek, Kürdistan özgürlük hareketinin yansıması konumundadır.

HADEP’den itibaren küçük burjuva anlayış adım adım partinin merkezine doğru ilerledi. Politik anlayışı değiştirme çalışmasını yürütmeye açıktan başladı. Bu anlayış doğası gereği devlet iktidarıyla çatışma yerine işbirliğini esas alarak mücadelenin ağır ve sert karakterini değiştirme hedefini öne çıkarıyordu. En basitinden iki dönem kuralı herkese uygulanmadı.

Nihayetinde Abdullah Öcalan’ın yakalandığı günlerde köşesindeki yazısında “İsyan bitti. Öcalan bitti. PKK bitti,” diyen Cengiz Çandar, Diyarbakır’dan milletvekili oluverdi.

Madımak Katliamı’nı, “Olayların tetiği Aziz Nesin’in provokasyonu ile çekiliyor,” diye açıklayan; Doğu Perinçek’in TİİKP’inde Merkez Komite Üyesi olan; 1980’de İran Molla Rejimi hayranı Humeyniciliğe soyunan; 80’li yılların ikinci yarısından itibaren dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas ile içli dışlı olan; ANAP’lı Mesut Yılmaz Dışişleri Bakanı iken “Resmi Görevli” pozisyonunda ve ; ABD’nin en güvendiği kişi Turgut Özal’ın danışmanı; Irak işgalinde milyonlarca kadına, erkeğe tecavüz eden ABD’nin yanında saf bağlayan; AKP/FETÖ iktidarının mimarlarından Graham Fuller’in özel dostu olmakla övünen; ‘Yeni Şafak’ta yazarlık yapandır o![106]

Ve en önemlisi DEM’den Diyarbakır milletvekilliği -açıklanamayan!- bir muammadır!

Devamla, “Biz devletle bu yolu yürüyoruz,”[107] diyen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın (aralarında Tuncer Bakırhan ile yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk bulunan 6 kişinin) Beştepe’ye kabul edilmediği, sadece Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder’in kabul edildiği de malumumuzdur…

Burada bir parantez açalım: Sırrı Süreyya Önder’in yoğun bakımda olduğu hastanenin ziyaretçi profili çok dikkat çekiciydi. Zira bir siyasetçinin hastaneye kaldırılıp da bu denli yoğun bir ilgiye mazhar olması, enderdir.

Bir de Sırrı Süreyya Önder’in dostlukları.

Örneğin yakın dostlarından biri, Yavuz Bingöl. Hani Diyarbakır HDP il binası önünde devletin örgütlediği “Diyarbakır Anneleri” eyleminin destekçisi, AKP’nin taşeronu ve “Buluşamasak da her hafta görüntülü konuşurduk” diyen…

Aynı şeyleri Yılmaz Erdoğan da ifade ediyor, can dostu olduğunu söylüyor.

AKP sözcüsü Ömer Çelik, “Sırrı Süreyya dostumuzdur, meclis mesaisinden sonra dışarıda buluşur dost sohbetleri yapardık,” diyor.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum da, “Kadim dostum” diye bahsediyor kendisinden.

Volkan Konak’ın ölümü ardından T24’te bir yazı kaleme alan Sırrı Süreya Önder, Türk(iye) toplumunun sağcısına, solcusuna, dincisine, demokratına, komünistine, Kürtçüsüne, Türkçüsüne “namaz kılma kılavuzu” ve kılınırken de hangi “duaların” okunması gerektiğini salık vermişti.

‘Bir Cumhuriyet Şarkısı’ filminin senaryosunu yazıp, Özgür Özel’e emanet etmişti Sırrı Süreyya Önder. Bunu ne zaman öğreniyoruz? Öldükten sonra.

Neden gizli yaptı? Özgür Özel de bunu 4 Mayıs 2025’de duyurdu. (4 Mayıs 1937 Dersim Soykırımı’nın başladığı gündü.)

Bir konuşmasında da, “Biz HDP’yi (Halkların Demokratik Partisi) neden kurduk biliyor musunuz? Kürd milliyetçiliğinin önüne geçmek için kurduk,” demişti.

Öte yandan 26 Ağustos 2014’deki görüşmede Sırrı Süreyya Önder, raporu okuduktan sonra Abdullah Öcalan “Siyaseti doğru, dikkatli ve ciddi yapmalısınız. Emeğinize saygı duymalısınız, yoksa kasıp kavrulursunuz. Buna dikkat etmelisiniz. Sırrı, sen yedi yıl cezaevinde kaldın, kendi emeğine sahip çıkmalısın. Kaldı ki sen bir yetimsin,” diyor.

Abdullah Öcalan’ın sözleri üzerine Sırrı Süreyya Önder söz alarak, “Olur mu Başkanım? Siz söylediniz ya, benim babam sizsiniz, ben kendimi yetim saymıyorum,” ifadelerini kullanıyor.

Ayrıca 11 Ocak 2014 Tarihinde HDP heyeti ile Abdullah Öcalan arasında İmralı’da yapılan görüşmede Abdullah Öcalan, “Leyla’ya deyin ki, Öcalan’la görüşme işi ciddidir. Barzani bile yan üründür. Bizim görüşmelerimiz olmasaydı bugünkü pozisyonlarında olmazlardı. Örgüt işleyişine bağlı kalacak. Bunu kendisiyle konuşun. Bütün hünerlerini Sırrı Bey gibi, Pervin hanım gibi ortaya koyacak. Biz siyasi bir hareketiz. Siyasetle oynarsa canıyla öder. Oyun değildir bu. Danışmanla gelme işi olmaz. Ancak Sırrı beyle gelirse görüşürüz. Kendisine söyleyin, Sırrı Bey bizim fahri Başkanımızdır. O olmazsa olmaz”

Sırrı Süreyya Önder’in bir PKK geçmişi yok, bir bağı olmamış. Soldan gelen biriydi. Nasıl oluyor da bu konumda olabiliyordu?

Devam edelim: “Müzakere(ler)”den sıkça söz edildiği 2025’den kısa bir süre önce DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın, Ömer Öcalan ile görüşmede, gündemi değerlendirdiğini belirterek, “Kesinlikle orada yeni bir süreç olmadığını, kendisiyle bu konuda bir görüşme olmadığını çok net çizgilerle belirlemiş,” deyip; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den “tehdit dilini” bırakmasını da isteyerek, “Bizim elimiz hep müzakere etmek için açıkta bulunuyor ama bize yumruğu gösterenler karşısında kendimizi savunuruz,”[108] dediğini bildirmişti.

Ardından da 28 Kasım 2015’de, “Bu devlet hiçbir zaman hepimizin devleti olamadı. Devleti ele geçiren herkes kendi malı, mülkü gibi kullandı. Hepimizin olsun diye çok uğraştık, uğraşıyoruz da. Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil devletsizlik,” diyen Selahattin Demirtaş yıllar sonra da, “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan… Allah hepsine uzun ve sağlıklı ömür versin ama hayatlarının son dönemecinde Orta Doğu barışı, tarihi Kürt-Türk barışı için inisiyatif almış bu üç liderin başarılı olabilmeleri için ben elimden gelenin fazlasını yapacağım,” diyor.

Ayrıca QAD-Barış Araştırmaları Derneği’nin web sitesi “QAD-Barış Meydanı”nda Selahattin Demirtaş’ın “Korkma! Barış” başlıklı yazısında şunlar da kayıtlı:

“Öcalan ve Bahçeli, bu cesareti ortaya koyarken büyük risk almaktan da çekinmiyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu iradenin arkasında durarak risk alıyor ve çözüme öncülük etmekten geri durmuyor…

Kürtler kendi ayrı devletlerini kuramadılar, Türkiye’nin her yerine yerleştiler, Türkiye’ye entegre oldular. Devlet de Kürtleri eritemedi. O hâlde Kürtlerin devlet talebini, devletin de bölünme korkusunu ortadan kaldıracak yeni paradigmanın en açık kavramsal içeriğini ortaya koyalım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de devletidir,”[109] diyor.

Bu kadar da değil: “Görünen o ki, Orta Doğu’ya emperyal müdahaleler, kendilerince sonuç alıncaya kadar durmayacak. Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir beraber olacağız; olası risklere, saldırılara, provokasyonlara karşı gerektiğinde Edirne’den Hakkâri’ye kadar 86 milyon bir halk ordusuna dönüşeceğiz; ortak vatanımızı canımız pahasına savunacağız.”[110] “Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin devletidir. Bu anlamda Cumhuriyeti demokratikleştirme görevi de hepimizindir,”[111] diyor!

Açıkça belirtilmeli: DEM, Kürt meselesinin çözümünü yanlış adreste arıyor. Girişimleri, AKP-MHP iktidarını kalıcılaştırma aracına dönüşüyor.

Rûdaw TV’ye konuşan DEM Parti Milletvekili, -malum- gazeteci ve yazar Cengiz Çandar bile, halkın çözüm sürecine güçlü destek verdiğini, ancak süreç hakkında bilgisizlik nedeniyle güvenin zayıf olduğunu belirtmeden edemiyor![112]

Burada net biçimde ifade edelim: Kimsenin “barış”a, “ateşkes”e, “müzakere”ye, “diyalog”a karşı çıktığı yok. Bizim itiraz ettiğimiz kapalı kapılar ardındaki ikiyüzlü pazarlıklardır. Her şey herkesin bilgisi dahilinde, açık olmalıdır. Bu yolda “Sürekli ikiyüzlülükle azap çekmektense, içtenlikten dolayı hor görülmek daha iyidir,” diye uyarır hepimizi Lucius Seneca…

Ha bir de “ABD emperyalizmi saldırganlıktan suçludur; onun cinayetleri akıl almazdır ve tüm dünyaya yayılmıştır. Baylar, bunu hepimiz biliyoruz!” “Kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin, dünyayı kapsayan bir sistem olduğu ve dünya çapında büyük bir cepheleşmeyle ezilmesi gerektiğini hesaba katmalıyız. Bu mücadelenin stratejik hedefi emperyalizmin imhası olmalıdır,”[113] gerçeğine “sırtını dönüp”; “İsrail gibi bölgede etkili ve belirleyici güçlerle açık, doğrudan ve stratejik ilişkiler kurulmalıdır. Bu ilişkiler yalnızca görüşme düzeyinde kalmamalı; gerekirse savunma, güvenlik, teknoloji ve karşılıklı çıkar ekseninde askeri anlaşmaları da içermelidir,”[114] deyip, Max Stirner’in, “Kişilik zedelenirse, dünya ele geçse neye yarar?” uyarısını görmezden gelen “milliyetçi körlük” var!

“İyi de ne” mi?

“Sınıf mücadelesi devam etmektedir. Değişen şey mücadelenin biçimidir,”[115] gerçeğinden hareketle, ABD, İsrail vd.’lerinin Kürtler için bir “seçenek” olmadığı kanısındayız.

Kürt dinamiği öz gücüne güvenip/ dayanarak bağımsız politik çizgide amacına yönelmekle yükümlüdür. Bu tarihsel/ ulusal görevidir. Kürt burjuvazisinin böylesi bir misyonu üstlenmesi mümkün gözükmemektedir. Avantajlar ile dezavantajların ya da imkânlar ile tehditlerin iç içe geçtiği güzergâhta öz gücüne güvenerek savaşmak devrimci görevidir.

En önemlisi de, “… ‘Ilımlılık’ da sömürgecilik ajanlarının kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar veya herhangi bir biçimde ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman ılımlı değildir.”[116]

Hem vaat edilen nedir ki?!

Mümtaz’er Türköne, aynen şöyle yanıtlıyor: “Devlet Bahçeli için bugün işin ana damarı çözüm süreci. (…) Bahçeli şu anda Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu bir projeyi yürütüyor. Bakın bunu ilk defa ifade ediyorum ama inandığım bir şey. Çözüm süreci dediğimiz şey Türklerin ve Kürtlerin tek millet olduğu bir projedir.”

“Evet. Bir ulus devletin tek ulusunun olduğu bir projeyi yürütüyor. Yani aslında 100 yıllık ulus devleti biz yeniden inşa ediyoruz bugün. Kürtlerin Kürt olarak var olabilecekleri, Türklerin de Kürtlerin Kürt olarak var olduklarını kabul ettikleri bir ulus devlet.”

“Bunun mimarı olarak öne çıkan isim Bahçeli ama şüphesiz bu, Bahçeli’nin tek başına kotardığı bir proje değil. Türkiye’nin bölgenin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bu sonucu çıkarmış olan bir akıl devrede, bir inisiyatif devrede. Ve Bahçeli de buna bütün varlığıyla destek veriyor. Bu projenin karşı tarafında da aynı amaca hizmet eden bir Abdullah Öcalan faktörü var. Yani proje tek taraflı bir proje değil. Öcalan’ın 27 Şubat tarihli açıklaması da bunu teyit ediyor.”[117]

“İyi de nasıl olacak”?

Aynı ülkenin “vatandaşısınız” deniyor! Peki, hepimiz eşit miyiz? Türklerle Kürtler eşit mi?

Madem eşit yurttaşlık hedefleniyor, Kürtler neden sürekli Türk toplumunu ve devleti ikna etmekle yükümlü? Bölünme endişesi taşıyan devletin Kürtleri ikna etmek için adımlar atması gerekmez mi?

“Eşit yurttaşlık” dediğiniz şeyi tam olarak nerede görebiliriz? Televizyonda mı, mahkeme salonlarında mı, cezaevindeki siyasetçilerin koğuşunda mı?

Ne kadar eşitiz biz Kürtlerle? Türkler Türkçe konuşuyor, Kürtler Kürtçe.

Eşit değiliz, anayasada da eşit değiliz.

Peki, nerede eşitiz?

Askere giderken eşitiz… Vergi verirken eşitiz…

Devlete karşı “yükümlülüklerimizde” eşitiz. Devletten aldıklarımızda niye eşit değiliz?

“Soru(n) ne” diye soranlar: Tabloya baktığınızda sorunun tek nedeni eşitsizlik.

Eşit oluruz, soru(n) hâllolur!

Mesele yaşanmıştan dersler çıkararak “soru(n)” denileni devrimci tarzda hâlletmekte…

“Nasıl” mı?

Mao Zedung, “Yükseldikçe bilginiz azalır,” derken; bu önermeyi kendi deneyiminden çıkarmıştı. Yani fazla yükseldiğini hissedip, yeniden devrim başlatmıştı. Hem de en üst noktasında olduğu partiye karşı!

“Bombalayın o karargâhları,” deyip; halka, gençliğe -ölümüne az kala- “Yeniden çıkacağım dağlara” sözüyle seslenmişti.

Karargâh bombalayarak ve dağa çıkarak yapılan felsefe ile Mao Zedung sosyalizmin hayati soru(n)larına işaret etmişti.

Sosyalizm de kimin kazanacağı belli değildir; burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele kıyasıya sürerken; aslî tehlike hep partinin üst katından, içinden gelir (SSCB bunu kanıtlanmadı mı?)

İş bu nedenle yeniden, ısrarla, “Devrimin güncelliği” vurgusuyla yeniden devrim yapmayı sürdürmeli, “kendi karargâhları”mızı bombalayıp, dağlara çıkılması “olmazsa olmaz”dır.

Sık hatırlamalı, hatırlatmalıyız bunu! Tarihten dersler çıkarılmasının çok daha fazla önemli olduğu bugünlerde…

Bir de Turgut Uyar’ın, ‘Yokuş Yol’a dizelerini…

“güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan

dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar

dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan

Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş-Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar

sen bir yaz güzelisin yaprakların ekşi suda yıkanırsan

portakal incinir tütün utanır incirler kanar

bir yolda el ele gideriz o yolda bir gün usanırsan

padişahlar ve Muşlar kanar darülbedayiler kanar

Muş-Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki

orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen

benim içimde çok beklemiş çok eski bir yer kanar.”[118]

22 Eylül 2025 16:29:09, Muğla

N O T L A R

[1] Michel de Montaigne.

[2] “Kürt Statüsünü Yok Etme İddiası”, 20 Eylül 2025… https://www.birgun.net/haber/kurt-statusunu-yok-etme-iddiasi-655058

[3] “Marksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla Sosyalizm Geliştirilmez- 1”, 9 Temmuz 2025… https://gazetepatika23.com/marksist-teori-pratigin-reddiyesi-ve-siniflar-mucadelesinin-bittigi-safsatasiyla-sosyalizm-gelistirilmez-1-168562.html

[4] Veysi Sarısözen, “Değişim ve Dönüşüm Sürecine Bir Bakış, Özgür Politika”, 30 Mayıs 2025… https://www.ozgurpolitika.com/haberi-degisim-ve-donusum-surecine-bir-bakis-201025

[5] Alıntılar için “Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Cumhuriyet’i Kimin Cumhuriyetidir? başlıklı kitaba bakılabilir: Halil Gündoğan, “Kürt Sorununda Yeni Evre ve Çözümünde Yeni Rota”, 30 Mayıs 2025… https://www.avrupademokrat8.com/kurt-sorununda-yeni-evre-ve-cozumunde-yeni-rota-halil-gundogan/

[6] Ömer Güngör, “Mahir Sayın: Yeni Çıkış Sosyalistler Açısından Sağlam Bir Başlangıç Noktası”, 23 Mayıs 2025… https://gasteavrupa.org/2025/05/23/mahir-sayin-yeni-cikis-sosyalistler-acisindan-saglam-bir-baslangic-noktasi/

[7] Hülya Osmanağaoğlu, “Proletarya Komün Sosyalizm”, 29 Haziran 2025… https://umutgazetesi45.org/arsivler/135210

[8] Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm Manifestosu, 2004.

[9] Cengiz Çiçek, “Sosyalizmin Yeni Ufuk Arayışı”, 11 Haziran 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/sosyalizmin-yeni-ufuk-arayisi/

[10] Gerçek farklı: İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Higgins, en güçlü üyelerinden bazıları Gazze’deki soykırım karşısında sessiz kalırken (aslında onlar suç ortağıdır) gerçekten bir Avrupa Birliği olup olamayacağını soruyor.

Onun vurguladığı nokta çok önemli: “Avrupa Birliği’nin tutkalı büyük ölçüde ortak değerlerdi. Peki soykırıma destek, bir Avrupa değeri midir? Soykırıma karşı çıkanlar, birlik içinde Gazze soykırımını destekleyen ve kolaylaştıranlarla bir ortaklık hissedebilir mi?

“Avrupa Birliği’nin en güçlü üyelerinden bazıları, insanlara insan, insan yapımı, gerçekten acımasız bir eziyet olan bir deri bir kemik kalmış çocukları izleyip de sessiz kalmaya karar verirken, Avrupa Birliği’nin bir daha herhangi bir anlamda birlik olmayı olağanüstü derecede zor bulacağına inanıyorum.” (https://x.com/tparsi/status/1968327306629226793)

[11] Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm Manifestosu, 2004; aktaran: “Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm Manifestosu”… https://sosyalistbirlik.com/?p=3967

[12] Halil Gündoğan, “Öcalan’ın ‘Anlaşılamayan Apo Gerçekliği’ Söylemi”, 4 Temmuz 2025… https://halilgundogan.blogspot.com/2025/07/ocalann-anlaslamayan-apo-gercekligi.html

[13] “Öcalan’ın PKK Kongresine İlettiği Görüşleri Sızdırıldı”, 3 Haziran 2025… https://www.birgun.net/haber/ocalanin-pkk-kongresine-ilettigi-gorusleri-sizdirildi-628117

[14] Alain Button, Statü Endişesi, çev: Ahu Sıla Bayer, Sel Yay., s. s.31.

[15] https://drive.google.com/file/d/195TlEpd8kSe_HGD3toGmfltLgHEKJHmH/view Aktaran: Halil Gündoğan, “… ‘Çözüm Süreci’, ‘Türklerle Kürtlerin Tek Millet Olduğu Yeni Bir Ulus Devlet İnşası’ Projesi midir?”, 27 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat8.com/cozum-sureci-turklerle-kurtlerin-tek-millet-oldugu-yeni-bir-ulus-devlet-insasi-projesi-midir-halil-gundogan/

[16] Dîlan @d_lndrsm, 6 Haziran 2025.

[17] Geçerken aktaralım: “Belki bazılarına acayip gelebilir, ama açmakta yarar vardır. Kürt kadınlarının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk ve çok kabadır. Fizikleri biraz böyledir, ruhları donuktur. Fikir düzeyi hiç yoktur.” (Abdullah Öcalan, Nasıl Yaşamalı, 1-Weşanên Serxwebûn 2008, s.91.)

[18] Aytunç Erkin, “İmralı’daki Görüşmede Komisyon ve ‘Dış Güçler’…”, 2 Ağustos 2025… https://www.nefes.com.tr/yazarlar/aytunc-erkin/imralidaki-gorusmede-komisyon-ve-dis-gucler-52357

[19] Abdullah Öcalan, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, Weşanen Mezopotamya, 2016, s.17.

[20] Yage, s.17.

[21] Yage, s.19.

[22] Yage, s.107.

[23] Yage, s.181.

[24] Yage, s.184.

[25] Yage, s.316-317.

[26] Yage, s.239.

[27] Yage, s.243.

[28] Yage, s.276.

[29] Yage, s.332.

[30] Yage, s.343.

[31] Yage, s.75.

[32] Yage, s.127.

[33] Yage, s.184.

[34] Yage, s.220-221.

[35] Yage, s.238.

[36] Yage, s.224.

[37] Yage, s.265- 266.

[38] Yage, s.20.

[39] Yage, s.21.

[40] Yage, s.237.

[41] Abdullah Öcalan, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa, Weşanen Mezopotamya, 2016, s.301.

[42] “Siyaseti Sallayacak Bomba Kulis”, 14 Eylül 2025… https://halktv.com.tr/gundem/siyaseti-sallayacak-bomba-kulis-ocalan-partisi-geliyor-genel-baskani-bile-belli-971588h

[43] “Tanrı düşüncesi, yaşayanın yerine ölüyü koyduğu ve hep köleciliğin (en kötü, çaresiz köleciliğin) düşüncesi olduğu için ‘sosyal duyguları’ daima uyutmuş ve köreltmiştir. Tanrı düşüncesi hiçbir zaman ‘bireyi toplumla bağlamamış’, tersine tanrısallığa inanç sayesinde daima ezilen sınıfları ezenlere zincirlemiştir.”

“İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir.” (V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.)

[44] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yayın, 2013.

[45] Tayip Temel, “Sınıf Değil, Komün ve Devlet Çelişkisi: Öcalan’ın Marksizme Eleştirileri”, 5 Temmuz 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/sinif-degil-komun-ve-devlet-celiskisi-ocalanin-marksizme-elestirileri/

[46] “Marksist Teori-Pratiğin Reddiyesi ve Sınıflar Mücadelesinin Bittiği Safsatasıyla Sosyalizm Geliştirilmez-2”, 10 Eylül 2025… https://gazetepatika23.com/marksist-teori-pratigin-reddiyesi-ve-siniflar-mucadelesinin-bittigi-safsatasiyla-sosyalizm-gelistirilmez-2-170601.html

[47] Merkan Aksoydan, “A. Öcalan’ın Marx’ı ya da Gerçek Marx”, 7 Temmuz 2025… https://sendika.org/2025/07/a-ocalanin-marxi-ya-da-gercek-marx-729047

[48] Sinan Cudi, “Devlet, Sol ve Demokratik Modernite Arayışı Üzerine”, Yeni Yaşam, 22 Mayıs 2025, s.9.

[49] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.

[50] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[51] V. İ. Lenin, Devlet Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Kitap, 2015.

[52] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yayın, 2013.

[53] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Anarşizm, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2014.

[54] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.

[55] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[56] H. Selim Açan, “Marksizmi ‘Aşmak’/ Sosyalizmi Sulandırmak”, 21 Ağustos 2025… https://sendika.org/2025/08/marksizmi-asmak-sosyalizmi-sulandirmak-h-selim-acan-alinteri-731779

[57] Bülent Falakaoğlu, “Yapay Zekâ Çağında Das Kapital de Neymiş mi!”, 14 Eylül 2025… https://www.evrensel.net/yazi/97693/yapay-zekâ-caginda-das-kapital-de-neymis-mi?

[58] Haydar Ergül, “Öcalan Sadece Öcalan Değildir”, Yeni Yaşam, 10 Şubat 2025, s.3.

[59] Diren Yurtsever, “Haydar Ergül: Öcalan’a Özsel Yaklaşılmalı”, Yeni Yaşam, 3 Mart 2025, s.5.

[60] Ali Adalı, “Zihniyet Devrimi Yaşanmadan Toplumsal Devrim Yaşanamaz”, Yeni Yaşam, 10 Şubat 2025, s.10.

[61] Nezahat Doğan, “Cengiz Çiçek: Yeni Bir Çağın Manifestosu, Yeni Yaşam, 3 Mart 2025, s.9.

[62] Fırat Can, “Ortak İyiliğe Adanmış Cesaret”, Yeni Yaşam, 10 Şubat 2025, s.6.

[63] Mehmet Kaya, “Abdullah Öcalan’ın Paradigması I: İdeolojik Değişim ve Kriz”, Yeni Yaşam, 17 Haziran 2025, s.10.

[64] “Nasrullah Kuran: Sosyalizm Adına Süreklilik Yaratan Örgüt, PKK Olmuştur”, 18 Eylül 2025… https://anf-news.com/guncel/nasrullah-kuran-sosyalizm-adina-sureklilik-yaratan-orgut-pkk-olmustur-217071

[65] Ferhat Akıncı, “Modernizmin Put Kırıcılığı”, Yeni Yaşam, 16 Haziran 2025, s.9.

[66] Behrooz Shojai-Kamal Soleimani, Kürtlüğün Devletsizlik Paradoksu: Öcalan’ın Konfederalizmi ve Türkiyeleşme Stratejileri, Doz Yay. 2025.

[67] “Sosyalist Yazar Hüseyin Yeter’in Katılımıyla Zürih’te ‘Süreç’ Paneli”, 6 Mayıs 2025… https://www.avrupademokrat8.com/sosyalist-yazar-huseyin-yeterin-katilimiyla-zurihte-surec-paneli/

[68] İsmail Beşikçi, “Kürdlerin Devletsizlik Paradoksu”, 14 Ağustos 2025… https://www.rupelanu.org/kurdlerin-devletsizlik-paradoksu-1734yy.htm

[69] İsmail Beşikci, 7 Mart 2025… https://ismailbesikci.org/yazilar/kurdistan-demokrat-partisi-sorular

[70] Mehmet Kaya, “Ayşe Hür’ün Eleştirilerine Eleştirel Bir Yanıt”, 24 Haziran 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/spin-tarihcilik-epistemik-siddet-ve-feminist-sessizlik-ayse-hurun-elestirilerine-elestirel-bir-yanit/

[71] “Süreç ilerledikçe birbirine karşıt gibi görünen eğilimlerin nasıl birbirini besleyen bir madalyonun iki yüzü oldukları ortaya çıktı. Yılmaz Özdil ile Nejat Zanyar, Ayşe Hür’le Ümit Özdağ, savaş baronlarının ‘Sözcü’sü bir anda farklı argümanlarla aynı hizada buluştu

Kürt’ten çok Kürt kesilen hanfendi!

Efendim Öcalan cezaevinde olduğu için yıllardır eleştirilerini dile getirmiyormuş. Ahlâki gerekçeyle!

Sayın Hür, siz zaten yıllardır Öcalan’ı eleştiriyordunuz.” (Zana Kanîreş, “Judenrat Zanyarlar, ‘Hür’ ‘Devletçi’ler ve Faşizmin ‘Sözcü’leri”, Yeni Yaşam, 20 Haziran 2025, s.20.)

[72] “PKK’nin 102 Kişili Ölüm Listesi; Necat Zanyar ile Ayşe Hür’e Tehdit”, 21 Haziran 2025… https://darkamazi.site/archives/1034170

[73] “Partinin konuyla ilgili açıklamasından öne çıkanlar:

– Parti’nin (KP) Temel Okulu’nun açık okuma grubuna beş ya da altı kişilik bir grubun fiziksel saldırısı gerçekleşti. Onlara göre, kendi güçsüzlüğümüz nedeniyle bu tür eleştirileri yapmaya hakkımız yoktu; bu eleştiriler, bu mücadelelerde hayatını kaybedenlere saygısızlıktı.

– Saldırganlar bıçakla tehditte bulundu ve okuma grubuna katılanların bazı eşyalarını geçici olarak gasp etti.

– Aynı zamanda KP’nin sorumlu kişilerine ait isim ve telefon numaraları talep edildi; bu talep, katılımcılar tarafından kararlılıkla reddedildi.

– Sözlü tehditler savruldu: ‘Eğer bu yayınları bir hafta içinde kaldırmazsanız, kan akar.’

– Yaklaşık üç hafta önce Köln’de yapılan bir etkinlikten sonra aynı grup, yine benzer gerekçelerle tehditlerde bulunmuş ve yayınların kaldırılmaması durumunda ‘sorun çıkacağı’ uyarısını dile getirmişti.” (Salim Diyap “Almanya’da, Komünist Parti’ye Saldırı Olmuş”, 8 Haziran 2025.)

[74] José Saramago, Görmek, çev: Aykut Derman, Can Yay., 2008.

[75] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[76] Kamil Tekerek, “Kürt Meselesi Üzerine 4: ‘Yeni Çözüm Süreci’ ve Devrimci Tavır”, 23 Ağustos 2025… https://yurtsever.org.tr/2025/kurt-meselesi-uzerine-4-yeni-cozum-sureci-ve-devrimci-tavir-551338/

[77] Fidel Ferit, “Sol Kemalizm ve 21. Yüzyılda Onun Savunucusu Olarak TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan”, 4 Haziran 2025… https://rojnameyanewroz3.com/sol-kemalizm-ve-21-yuzyilda-onun-savunucusu-olarak-tkp-genel-sekreteri-kemal-okuyan/

[78] Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), Yol Yay., 1979.

[79] “PKK’den Silah Bırakmaya Dair Açıklama”, 28 Nisan 2025… https://www.yenidenatilim.com/haber/pkk-den-silah-birakmaya-dair-aciklama

[80] “PKK: Önder Apo’nun Çağrısına Uyacağız, Ateşkes İlan Ediyoruz!”, 1 Mart 2025… https://www.avrupademokrat5.com/pkk-onder-aponun-cagrisina-uyacagiz-ateskes-ilan-ediyoruz/

[81] “Sabri Ok: Önder Apo Olmadan Kim PKK’yi Feshetme Kararı Verebilir?”, 30 Mart 2025… https://yeniyasamgazetesi9.com/sabri-ok-onder-apo-olmadan-kim-pkkyi-feshetme-karari-verebilir/

[82] “Murat Karayılan: Özgürlük ‘Şart’ Değil İhtiyaç”, Yeni Yaşam, 19 Mart 2025, s.5.

[83] “Karasu’dan ‘Süreç’ Açıklaması: Saldırılar Durmalı, Öcalan Kongreyi Yönlendirmeli”, 7 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat7.com/karasudan-surec-aciklamasi-saldirilar-durmali-ocalan-kongreyi-yonlendirmeli/

[84] “PKK’li Karasu: Verilen Sözler Yerine Getirilmezse, Biz Bekleyemeyiz”, 6 Nisan 2025… https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/060420253

[85] “Karasu: Önder Apo’nun Sürece Aktif Katılımı Hâlen Gerçekleşmedi, İyimserlik Yaratacak Adımlar Yok”, 3 Temmuz 2025… https://www.avrupademokrat8.com/ocalan-ile-gorusen-karasu-onder-aponun-surece-aktif-katilimi-hâlen-gerceklesmedi-iyimserlik-yaratacak-adimlar-yok/

[86] “Duran Kalkan: Uygulama AKP’nin Elinde ve Hiçbir Gelişme Görmüyoruz”, 29 Mayıs 2025… https://www.birgun.net/haber/duran-kalkan-uygulama-akp-nin-elinde-ve-hicbir-gelisme-gormuyoruz-626795

[87] “PKK Kongresinin Detayları: Son Değil, Yeni Bir Başlangıç!”, 12 Mayıs 2025… https://mezopotamyaajansi43.com/tum-haberler/content/view/275737

[88] “Cemil Bayık: Kayıtsız Şartsız Silah Bırakmak, Türk Devletine Gelip Bizi Yok Etmesi İçin Bir Davet Olur”, 16 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat8.com/cemil-bayik-kayitsiz-sartsiz-silah-birakmak-turk-devletine-gelip-bizi-yok-etmesi-icin-bir-davet-olur/

[89] “Bayık: Süreç Bozulursa Yeniden Silaha Sarılmayacağız”, Nerina Azad, 19 Temmuz 2025… https://nerinaazad2.com/tr/article/bayik-surec-bozulursa-yeniden-silaha-sarilmayacagiz

[90] “Besê Hozat: Biz Gerekeni Yaptık, Türk Devleti Adım Atmalıdır”, 25 Haziran 2025… https://www.avrupademokrat9.com/bese-hozat-biz-gerekeni-yaptik-turk-devleti-adim-atmalidir/

[91] Müjdat Can, “Keskin Bayındır: Önce Öcalan’a Özgürlük”, Yeni Yaşam, 6 Mart 2025, s.6.

[92] “Öcalan Serbest Kalmazsa Yeni Krizler Oluşur”, 15 Temmuz 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/teror-orgutu-pkk-den-tehdit-gibi-aciklama-ocalan-serbest-kalmazsa-yeni-krizler-olusur-2418426

[93] “Xelil: Devrimimiz Devam Ediyor”, Gündem, 19 Temmuz 2016, s.12.

[94] Raul Zibechi, “Öcalan’ın Sesi Latin Amerika’da Yankılanıyor”… http://deng24.com/ocalanin-sesi-latin-amerikada-yankilaniyor-raul-zibechi/

[95] Bkz: i) Fikret Başkaya, Temel Demirer, Sibel Özbudun, Dünyanın Balkonundaki İsyancılar/ Zapatistalar, ‘YDD’, Enternasyonalizm, Öteki Yay., 1996… ii) Latin Amerika: İsyan Hep Vardı!, Sibel Özbudun (Der.), Kaldıraç Yay., Ocak 2010… iii) Latin Amerika’da İsyanın Tarihi, Hazırlayan: Sibel Özbudun, Ütopya Yay., 2008… iv) Latin Amerika’daki Gelişmeler, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yay., 2007… v) Dünyayı Isıtan Latin Ateşi, Sibel Özbudun (Der.)Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Yay., 2006… vi) Latin Amerika Yerlileri: Tek Bir Hayır, Yüzlerce Evet, Sibel Özbudun (Der.), Anahtar Kitaplar Yay., 2006… vii) Latin Amerika Başkaldırıyor, Sibel Özbudun (Der.), Ütopya Yay., 2005… viii) Mayaların Dönüşü, Sibel Özbudun (Der.), Anahtar Kitaplar Yay., 1998… ix) İspanya’daki II. Kıtalararası Buluşma İçin “YDD”Ye Karşı Tezler – II. Kıtalararası Buluşma İçin Ekolojik Kıyamet Tezleri, Özgür Üniversite Yay., 1996…

[96] Hüseyin Ali, “Rojava Devrimi 20 Yıldır Gerçekleşen Bir Devrimdir”, Gündem, 19 Temmuz 2016, s.5.

[97] Umut Şerzan, “Rojava’da Adım Adım Üçüncü Çizgi”, Gündem, 19 Temmuz 2016, s.14.

[98] “PYD İçin Tarih Verildi: 3 Ay İçerisinde…”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2016, s.7.

[99] “Dêrik: Tekçilik Değil Çoğulculuk Var”, Gündem, 2 Mayıs 2016, s.13.

[100] “Delegeler: Bu Suriye Projesidir”, Gündem, 18 Mart 2016, s.12.

[101] “Sıra Halkların Toplumsal Sözleşmesi’nde”, Gündem, 19 Mart 2016, s.17.

[102] “Rojava Federasyonu Tüm Kürtlerin Kazanımıdır”, Gündem, 12 Mayıs 2016, s.12.

[103] “Heyet Üçüncü Kez İmralı Yolcusu”, Birgün, 27 Şubat 2025, s.7.

[104] Carl Gustav Jung, Gölgeyle Buluşma, çev: Özgür Ertana, TİMAŞ Yay., 2022, s.5.

[105] Çetin Çeko: Washington’un Suriye’den Sorumlu Diplomatları Değiştirmesi, Rojava Kürdistan Siyasetinde Değişimin de Habercisi mi?”, 20 Eylül 2025… https://nupel.tv/cetin-ceko-washingtonun-suriyeden-sorumlu-diplomatlari-degistirmesi-rojava-kurdistan-siyasetinde-degisimin-de-habercisi-mi/

[106] Aktaran: Ulaş Pehlivan, Muzaffer Türkmen, “Cengiz Çandar Gerçekte Kimdir?”, 17 Eylül 2025… https://www.facebook.com/photo?fbid=10225392795801836&set=a.10210304458202826

[107] “Hatimoğulları: Biz Herhangi Bir Partiyle Yürümüyoruz, Devletle Bu Yolu Yürüyoruz”, 16 Temmuz 2025… https://www.avrupademokrat8.com/hatimogullari-biz-herhangi-bir-partiyle-yurumuyoruz-devletle-bu-yolu-yuruyoruz/

[108] “Bakırhan: Öcalan Ortada Yeni Bir Sürecin Olmadığını, Bunun Kendisiyle Konuşulmadığını Söylemiş”, 29 Ekim 2024… https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/291020244

[109] “Demirtaş’tan Hem Öcalan’a Hem Bahçeli’ye Övgüler”, 13 Mart 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/demirtastan-hem-ocalana-hem-bahceliye-ovguler-risk-almaktan-2309095

[110] “Demirtaş’tan Türkiye’deki Sürece İlişkin 4 Maddelik Öneri”, 17 Haziran 2025… https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/170620257

[111] “Selahattin Demirtaş: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin de Devletidir”, 13 Mart 2025… https://bianet.org/haber/selahattin-demirtas-turkiye-cumhuriyeti-devleti-kurtlerin-de-devletidir-305398

[112] “Cengiz Çandar: Çözüm Sürecine Destek Yüksek Ama Güven Düşük”, 17 Eylül 2025… https://www.welgmedya.com/cengiz-candar-cozum-surecine-destek-yuksek-ama-guven-dusuk-demirtas-in-ozgurlugu-kritik/30719/

[113] Ernesto Che Guevara, İki…Üç… Vietnam: Emperyalizme Karşı Savaş, çev: Neslihan Bilge, İleri Yay., 2019.

[114] Ronî Riha, “Kürtler Geç Kaldı…”, Ağustos 2025… https://nupel.tv/roni-riha-kurtler-gec-kaldi/

[115] V. İ. Lenin, Proletarya Kültürü, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 1976.

[116] Ernesto Che Guevara, Politik Yazılar, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 2005, s.60.

[117] Cansu Çamlıbel, “Mümtaz’er Türköne: Erdoğan Çözüm Sürecini Tırpanlayacak, Bahçeli de Bunun Üzerine Erken Seçime Götürecek; Çünkü Hukuka Dönmeden Sürecin Başarı Şansı Yok”, 21 Nisan 2025… https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/mumtaz-er-turkone-erdogan-cozum-surecini-tirpanlayacak-bahceli-de-bunun-uzerine-erken-secime-goturecek-cunku-hukuka-donmeden-surecin-basari-sansi-yok,49556

[118] Turgut Uyar, Divan, Bilgi Yayınevi, 1970.

İlgili İçerikler

think tanks
Genel

Düşünce Kuruluşları (Think Tanks): Tarihsel Gelişim, İşlevleri, Eleştiriler ve Gelecek Perspektifleri

Görüş Redaksiyon

Düşünce kuruluşları (think tanks), modern politika yapım süreçlerinin en önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Bu kurumlar, bir yandan akademik bilgi...

Sibel_özbudun
Politika

Hapishaneler”i Biliyoruz! peki ya “Tımarhaneler”i?(*)

Doç. Dr. Sibel Özbudun

“Bilgi, öngörü ve bakım kurumları, örneğin tıp, siyasi iktidarı desteklemeye yardımcı olur. Psikiyatriyle ilgili kimi vakalarda bu, skandala varacak ölçüde...

temel demirer

Empyerlist Zorbalığın Trump’lı Aşaması

Sibel_özbudun

“Fabrika Kızları” Kafa Tutuyor… Osmanlı’dan Günümüze Kadın İşçi Eylemlerine Bir Bakış

devlet ve millet / Hüseyin Demirtas

Masumiyetin İnfazı Yazı Dizisi Bölüm-2

İçeriden Çökertme: Kılıçdaroğlu’na Yönelik Muhalif Maskeli Medya Saldırılarının Verilerle Analizi

İçeriden Çökertme: Kılıçdaroğlu’na Yönelik Muhalif Maskeli Medya Saldırılarının Verilerle Analizi

temel demirer

Kapitalist Bunalımın İkizleri = Irkçılık + Faşizm

sibel özbudun

Taksim Elbet – Bir Gün – Geri Kazanılacak!(*)

Son Makaleler

sibel özbudun
Politika

TARİH, TEORİ, BUGÜN

Doç. Dr. Sibel Özbudun

“Aslında insanlar sizi hayal kırıklığına uğratmıyor, sadece siz yanlış insanlar üzerinden hayal kuruyorsunuz.” Kürt meselesi (Filistin ile birlikte) Ortadoğu’nun aslî/...

Turan Altuner

Yoksulluk, Kriz ve Vesayet: Arjantin’de “Anarko – Kapitalist” Kabus

siyasal siddet

Siyasal Şiddetin Yeni Yüzü

küresel siddet

Küresel Şiddet: Siyasi Kargaşa, Kurumsal Başarısızlıklar ve Toplumsal Yüzleşme

KATEGORİLER

  • Dünya
  • Ekonomi
  • Politika
  • Kültür & Sanat
  • Opinion Internatıonal
  • Podcast
  • Gorüş TV
  • Diğer

SAYFALAR

  • Ansayfa
  • Gizlilik Politikası
  • Görüş Hakkında
  • Görüş’te Yazmak | Become an Opinionmaker
  • Künye
  • Yayın ilkelerimiz
  • İletişim | info@gorus21.com

BİZİ TAKİP EDİN

gorus-stickyl-ogo-dark

HAKKIMIZDA

21. yüzyılın disiplinlerarası, uluslararası, farklı görüşlerin yer aldığı yayın organı

© 2025 Görüş Tüm Hakları Saklıdır.

Hoş Geldiniz!

Hesabınıza aşağıdan giriş yapın

Şifrenizi mi unuttunuz? Kayıt Ol

Yeni Hesap Oluşturun!

Kayıt olmak için aşağıdaki formları doldurun

Tüm alanlar zorunludur. Giriş Yap

Retrieve your password

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş Yap
No Result
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Dünya
  • Ekonomi
  • Politika
  • Kültür & Sanat
  • Opinion Internatıonal
  • Gorüş TV
  • Görüş Podcast
  • Diğer
  • Giriş Yap
  • Kayıt Ol

© 2024 Görüş Tüm Hakları Saklıdır.

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek çerezlerin kullanılmasına izin vermiş olursunuz.