
Öjenik: Yüzyılın Kabusu Geri Döndü
Bugün dünya yalnızca finansal krizler ve jeopolitik çatışmalarla sarsılmıyor; aynı zamanda geçmişin en karanlık hayaletlerinden biri, yeni teknolojik silahlarla donanmış olarak geri dönüyor: öjenik. İnsanlık onurunu ve eşitliği temelden reddeden bu ırkçı ideoloji, sessizce siyasi arenaya sızarken faşizm rüzgârlarıyla kendine yeni bir kulvar açıyor.
Peki, 21. yüzyıl neden “bilimsel ırkçılık” adı altında tehditlerin, baskıların ve zorlayıcı yaptırımların gölgesinde “biyolojik eşitsizliğin” yeniden canlandığı bir zemine dönüştü? Bu trajik geri dönüşün mimarı kim?
Bu makalede, neoliberalizmin toplumsal dokuyu nasıl parçaladığını, modern faşizmin bu boşluğu nasıl doldurduğunu ve genetik teknolojinin (özellikle CRISPR) öjenik ideolojiye nasıl hizmet ettiğini mercek altına almaya çalışacağız. Aynı zamanda bu metin, yalnızca bir tarih dersi değil; demokrasinin ve insan onurunun geleceği için verilmesi gereken acil bir uyarıdır.
Öjenik İdeolojinin Gölgesi: Kapatılmamış Tarihi Bir Hesap
Öjenik, kelime anlamıyla “iyi doğum” demektir, ancak pratikte insan değerinin biyolojik olarak eşitsiz olduğu inancına dayanan baskıcı (coercive) ve ırkcı bir ideolojidir. Geçen yüzyılın bilimsel konsensüsü tarafından tamamen çürütülmüş olmasına rağmen, bu fikirler bugün yeniden gün yüzüne cıkıyor.
Yararlandıgımız kaynaklar, öjenik ideolojinin bir “geri dönüş” yaşadığını ve bunun artık kapalı bir tarih faslı olmadığını açıkça belirtiyor. Bu canlanma, özellikle siyasi aşırı sağ gruplar arasında kendine yeni bir kulvar buluyor ve CRISPR gibi ucuz, hassas gen düzenleme teknolojileriyle destekleniyor.
Temel Kavram: Biyolojik Eşitsizlik
Öjenik düşüncenin temelinde, “biyolojinin kader olduğu” ve insan değerinin genetik miras tarafından belirlendiği inancı yatar. Bu bakış açısı, kaçınılmaz olarak bazı grupların doğuştan diğerlerinden daha “değerli” veya “üstün” olduğu varsayımına dayanır. Tarih, bu “değer sistemi”nin daima insan hakları ihlallerini ve faşizmi meşrulaştırdığını kanıtlamıştır. Alman faşizminin en karanlık döneminde olduğu gibi, insanları “lebensunwert” (yaşamaya değmez) ilan ederek; etnik, dinsel, fiziksel ya da zihinsel engelli ve belirli hastalıklara sahip kişileri sistematik biçimde dışlamak, ayrıştırmak ve yok etmek, insanlık tarihinin en aşağılık ideolojik yaklaşımlarından biri olmuştur.
Günümüzde bu fikirler iki kritik kanaldan yeniden gündeme taşınmaktadır:
Ekonomik Kanal (Piyasa Öjeniği): Zenginlerin, çocuklarına genetik avantajlar satın alarak biyolojik eşitsizliği piyasa dinamikleri üzerinden daha da derinleştirmesi.
Siyasi Kanal (Faşist Rönesans): Ulusal kimliği yeniden tanımlamak ve göçmen karşıtı, yabancı düşmanı politikaları meşrulaştırmak için “bilimsel ırkçılığı” bir silah olarak kullanan aşırı sağ–faşist hareketler.
Bu iki kanal, son otuz yılda küresel ölçekte uygulanan neoliberal politikaların neden olduğu derin sosyal kırılmalar ve artan küresel eşitsizlikler tarafından doğrudan beslenmektedir.
Neoliberalizmin Hazırladığı Zemin: Piyasa Radikalizmi ve Eşitsizliğin Yükselişi
Neoliberalizmin Öjenik Düşünceye Etkileri: Sosyal Güvenlik Ağlarının Parçalanması ve Bireyselleşme
Neoliberalizm, 1970’lerden itibaren küresel ekonomiye egemen olan ve piyasayı her şeyin üstüne koyan radikal bir ekonomik ideolojidir. Uygulanan vahsi noeliberal ekonominin çökmesi, toplumsal ve siyasi çöküşün bir öncüsüdür. Neoliberalizm, tam da bu çöküşe giden yolu döşemiştir.
Neoliberalizm, devleti küçültmeyi, sosyal harcamaları kesmeyi ve bireyi sadece bir piyasa aktörü olarak görmeyi hedefler. Bu, sosyal güvenlik ağlarını parçalayarak, başarısızlığı tamamen bireyin sorumluluğuna yükleyen bir kültürü besledi. Yoksulluk ve başarısızlık, artık toplumsal veya sistemsel bir sorun değil, bireysel yetersizliğin kanıtı sayıldı. Bu mantık, öjenik düşünce için zihinsel bir geçit oluşturur: Eğer başarısızlık toplumsal değil, bireyin kendisindeyse, bunun nedeni biyolojik midir?
Küresel Eşitsizliğin Dramatik Derinleşmesi ve Yeni Bir Biyolojik Ayrımcılık Dili
Neoliberalizm, servet transferi politikaları (zenginlere vergi indirimleri, finansal deregülasyonlar) yoluyla küresel eşitsizliği tarihin en yüksek seviyelerine çıkardı. Bu, Piyasa Öjeniğinin doğuşu için hayati önem taşıyor.
Yoksullar ve zenginler arasındaki uçurum o kadar açıldı ki, zenginlik artık sadece ekonomik fırsatlara değil, aynı zamanda biyolojik fırsatlara da erişim anlamına gelmeye başladı. Zenginler, genetik teknolojiyi kullanarak çocukları için üstün sağlık, zeka ve hatta fiziksel özellikler “satın alabilecek” bir konuma geldiler. Bu ise ekonomik borç krizinden başlayıp toplumu biyolojik tabakalara ayıran bir sistem yaratmak üzere.
Neoliberalizm altında, insanlar “başarılı” ve “başarısız”, “rekabetçi” ve “yararsız” olarak ikiye ayrıldı. Bu ekonomik ayrımcılık dili, hızla biyolojik bir dile çevrildi. Eğer pazar, en güçlü olanın hayatta kaldığı vahşi bir doğal seçilim alanıysa, bu biyolojik determinizmin siyasi alana sızması kaçınılmazdır.
Böylece neoliberalizmin yarattığı sosyal güvensizlik ve ekonomik hayal kırıklığı, halkları daha radikal, kolay açıklamalar sunan ideolojilere, yani modern faşizme iten bir toplumsal huzursuzluk ortamı yarattı.
Faşizmin Yükselişi ve Öjenik Söylemin Silahlanması
Modern faşizm ve aşırı sağ hareketler, neoliberalizmin ardında bıraktığı boşluğu doldurmak için öjenik retoriği ideolojik bir silah olarak kullanmaktadır. Onlar için öjenik, sadece biyolojik bir teori değil, ulusal kimliği yeniden saflaştırma ve koruma amaçlı siyasal bir projedir.
Ulusal Kimliğin Biyolojik Olarak Yeniden Tanımlanması
Modern aşırı sağ, karmaşık sosyoekonomik sorunları (göç, işsizlik, kültürel değişim) basit biyolojik tehditlere indirger. „Bilimsel ırkçılık“ ise bu hareketlerin yabancı düşmanlığını ve ırkçılığını meşrulaştırması için bilimsel bir kılıf sağlar. Göçmenler, ulusal “gen havuzunu” kirleten veya zayıflatan bir “biyolojik tehdit” olarak resmedilir.
Bu retorik, faşizmin tarihteki yükselişindeki temel unsurlardan biridir. Ekonomik kriz dönemlerinde, dışarıdan gelen bir düşman (göçmenler, azınlıklar) yaratarak halkı “Bayrak Etrafında Toplanma” (Rally Around the Flag) ruhuyla birleştirme ihtiyacı, hükümetlerin dikkatleri gerçek ekonomik sorunlardan (örneğin Euro Bölgesi borç krizi) saptırması için hayati önem taşır.
Demokrasinin Otoriterleşmesi ve İfade özgürlügünün Kısıtlanması
Otoriterleşmenin ekonomik çöküşle el ele gittiği durumlarda ve Hükümetler, iflasın eşiğine geldikçe, iktidarlar muhalefeti susturmak ve halkı kontrol etmek için baskıcı politikalara yönelirler.
Nefret Söylemi, Yanlış Bayrak Operasyonları ve Yeni Faşizm
Nefret Söylemi Yasaları: Elbette nefret söylemlerinin hukuki bir yaptırımı olmalıdır. Ancak özellikle Batı ülkelerinde bu kavram, giderek kapsamı belirsiz suçlamalarla hükümetlerin muhalif sesleri susturmak için kullandığı bir politik araca dönüşmektedir. Sözde “son derece liberal” olan İngiltere’de dahi, siyasi eleştiriler nedeniyle hapis cezalarının veriliyor olması, ifade özgürlüğünün temelden kısıtlandığını göstermektedir.
Yanlış Bayrak Operasyonları: Hükümetler, toplumları bir savaş psikolojisine sokmak amacıyla potansiyel olarak “yanlış bayrak operasyonlarına” başvurabilmektedir. Bu durum, Herman Göring’in ünlü sözünü doğrular niteliktedir: “Halkı savaş istemeye ikna etmek her zaman kolaydır… Tek yapmanız gereken, ülkenin saldırı altında olduğunu söylemek ve barış yanlılarını vatansever olmamakla suçlamaktır.”
Son dönemde Almanya, Polonya ve Baltık ülkelerinde bu tür girişimlerin yoğunlaştığı görülmektedir. Özellikle basında, “Rusya’nın insansız hava araçlarıyla NATO ülkelerinin hava sahasını ihlal ettiği” yönündeki haberler sürekli gündeme taşınmaktadır. Ancak Rus uçaklarının veya dronlarının bu ülkelerin hava sahasını ihlal ettiğine dair somut kanıt bulunmamaktadır. Buradaki temel amaç, kamuoyunu Rusya’ya karşı bir savaşa psikolojik olarak hazırlamaktır. Yani tam da Göring’in sözlerinde ifade ettiği gibi, halkı tehdit algısıyla yönlendirmek ve savaş karşıtlarını “vatansever olmamakla” suçlamak.
Avrupa ülkelerinde medyada artan bu “Ruslar hava sahamızı ihlal etti” propagandası, halkı savaşa ikna etme girişiminin açık bir göstergesidir. Bunun ne ölçüde başarılı olacağını ise zaman gösterecektir.
Tüm bu otoriterleşme ve militarizm süreçlerinin en tehlikeli yönü, 21. yüzyıl faşizminin altyapısını oluşturmasıdır. Öjenik ise bu yapının ideolojik meşruiyet zeminini kurmakta; bilim, siyasi amaçlar uğruna çarpıtılmaktadır.
Teknolojinin Karanlık Eli: CRISPR ve Piyasa Öjeniği
Öjenik ideolojinin 21. yüzyıldaki en tehlikeli gücü, biyoteknolojideki ilerlemelerdir. CRISPR gibi devrim niteliğindeki gen düzenleme araçları, öjenik uygulamaların maliyetini düşürmekte ve hassasiyetini artırmaktadır. CRISPR, genetikçilere ve tıp araştırmacılarına hücrelerdeki karmaşık biyolojik süreçleri, DNA dizilerini ve genleri inceleme, değiştirme, yeni genetik yapılar oluşturma ve doğal sistemleri yeniden üretme olanağı sağlayan özel bir teknolojidir. Bugün bu tür hizmetleri ticari olarak sunan şirketler dahi mevcuttur.
CRISPR: Teknolojik Bir Yükümlülük
CRISPR-Cas9, genetik kodu nokta atışı yaparak düzenleyebilen bir teknolojidir. Teorik olarak hastalıkları tedavi etme potansiyeli taşısa da, etik denetim mekanizmaları olmazsa öjenik uygulamalar için de “ideal” bir araç hâline gelebilir.
Piyasa Öjeniği: Bu teknolojik ilerleme, neoliberalizmin yarattığı küresel eşitsizlikle birleştiğinde, “piyasa öjeniği” adı verilen yeni bir olguyu doğurmaktadır. Devletin zorlamasına gerek kalmadan, zengin aileler çocukları için genetik avantajlar “satın alabilmekte” ve böylece biyolojik eşitsizlik piyasa mekanizmaları üzerinden derinleşmektedir.
Biyolojik Stratifikasyon: Bu süreçte biyolojik eşitsizlik yalnızca sosyal bir sınıf meselesi olmaktan çıkmakta, doğrudan genetik bir katmanlaşmaya dönüşmektedir. Zenginler genetik olarak “geliştirilmiş” (gene-edited) çocuklara sahip olurken, yoksullar bu teknolojilere erişememektedir. Bu da, toplumda biyolojik temelli iki farklı insan sınıfı yaratma potansiyelini taşımaktadır.
Bilimin Çarpıtılması ve Siyasi Silah Olarak Kullanımı
Makalemizin merkezinde yer alan temel sorun, öjenik ideolojinin varsayımıdır: Biyoloji kaderdir ve insan değerini belirler. Bu inanç, günümüzde siyasi hareketler tarafından sistematik biçimde ideolojik bir silaha dönüştürülmektedir.
Sahte Bilim: Aşırı sağ gruplar, biyolojik eşitsizlik iddialarını meşrulaştırmak için bilimsel olarak çürütülmüş ırksal teorileri yeniden canlandırma çabası içindedir. Bu eğilim, küresel çatışmaların rasyonel gerekçelerden ziyade ideolojik önyargılar üzerinden yönetilmesi tehlikesini beraberinde getirmektedir.
Bilimsel Irkçılık, Baskıcı Politikalar ve Küresel Çıkmaz
Bilimsel ırkçılık retoriği, bir yandan faşizmin yabancı düşmanlığını beslerken, diğer yandan genetik mühendislikteki hızlı ilerlemeler — özellikle CRISPR gibi teknolojiler — bu retoriği somut ve uygulanabilir bir biyolojik ayrımcılık aracıyla güçlendirme potansiyeli taşımaktadır. Modern biyoteknoloji, sağlık ve tarım alanında devrimci çözümler sunarken, aynı zamanda “biyolojik farklılık” üzerinden yeni bir toplumsal hiyerarşi inşa edilmesi riskini de beraberinde getirmektedir.
Baskıcı Politikalar ve Küresel Çıkmaz: Neoliberalizmin ekonomik olarak parçaladığı, faşizmin ideolojik olarak kutuplaştırdığı bir dünyada, öjenik düşüncenin yeniden canlanması yalnızca marjinal bir tehdit değildir; potansiyel olarak baskıcı politikaların öncüsü konumundadır. Bu durum, tarihsel örneklerden beslenen yeni bir küresel çıkmaz yaratmaktadır: Bir yandan bilimsel ilerleme vaatleri, diğer yandan otoriter politikalarla birleşerek toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmektedir.
Baskıcı Politikaların Riski: Tarih boyunca öjenik, kısırlaştırma programları ve zorunlu evlilik yasakları gibi devlet destekli uygulamalar aracılığıyla insan haklarını ağır biçimde ihlal etmiştir. Günümüzde ise bu zorlayıcı yöntemler, siyasi aşırı sağın yükselişi ve dijital kimlik sistemleri gibi gözetim araçlarıyla yeni boyutlara taşınabilir.
Devlet Müdahalesi: Eğer biyolojik eşitsizlik ideolojisi siyasi kararların temelini oluşturursa, hükümetler “ulusal sağlık” veya “ekonomik verimlilik” gerekçesiyle üreme politikalarını kontrol etmeye yönelebilir. Bu, toplumsal fayda algısı altında biyolojik tabakalaşmayı kurumsallaştıracaktır.
Gözetim ve Dijital Baskı: Dijital kimlik sistemleri ve artan teknolojik gözetim, otoriter rejimlerin “istenmeyen” bireyleri veya grupları tespit etme ve potansiyel olarak izole etme yeteneğini güçlendirmektedir. Bu durum, öjenik uygulamaların devlet eliyle hayata geçirilebileceği bir ortam yaratmaktadır.
Toplumsal Psikoloji ve Kutuplaşma: Bilimsel ırkçılık, sadece devlet politikalarını değil, aynı zamanda toplumun kendi içinde farklı gruplara yönelik algısını da dönüştürmektedir. Böylece toplumsal kutuplaşma derinleşir ve bireyler “biyolojik değerlerine” göre sınıflandırılabilir.
Küresel Çıkmaz ve BRICS’in Yükselişi
ABD merkezli dış politikanın ve başarısız yaptırım stratejilerinin dünyayı giderek ikiye böldüğü görülmektedir. Bu bölünme yalnızca ekonomik (BRICS) değil, aynı zamanda etik ve ideolojik bir nitelik taşımaktadır.
Batı’da neoliberalizmin yarattığı küresel eşitsizlikler ve faşist eğilimler güçlenirken, BRICS bloğunun yükselişi Batı’nın ekonomik ve etik modeline bir alternatif sunmaktadır. Ancak bu alternatifin, Batı’nın hatalarından ders çıkarıp çıkarmayacağı veya kendi otoriterleşme biçimlerini geliştirip geliştirmeyeceği kritik bir soru olarak karşımızda durmaktadır. BRICS’in yükselişi, yalnızca ekonomik rekabet bağlamında değil, aynı zamanda biyoteknoloji, gözetim ve insan hakları konularında da küresel bir ideolojik çatışmayı tetikleme potansiyeline sahiptir.
Sonuç olarak: İkilemler ve Gelecek Senaryoları
Sonuç: Öjenik İdeolojinin 21. Yüzyıldaki Tehlikeleri
Öjenik ideolojinin 21. yüzyılda geri dönüşü, yalnızca bir biyoloji tartışması olmanın ötesinde, neoliberalizmin ekonomik başarısızlığı ile modern faşizmin yükselişi arasındaki tehlikeli bir ideolojik köprüyü temsil etmektedir. Küresel kriz ortamında, liderlerin kısa vadeli ve akıl dışı politikaları—yaptırımlar, savaş çığırtkanlığı ve ekonomik şoklar—bu uyanışı besleyerek insan değerini yeniden tanımlama potansiyeli taşımaktadır.
Demokrasinin ve insan haklarının geleceği, bilimsel iddiaların siyasi amaçlarla çarpıtılmasına karşı koyma yeteneğimizle doğrudan ilişkilidir. Öjenik düşünceyi besleyen küresel eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, yalnızca etik bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal istikrar ve barışın güvence altına alınması açısından hayati öneme sahiptir.
Finansal ve jeopolitik krizlerin etkileriyle ilgili olarak daha önce yayınladıgmız bir söyleşinin derlemesinde,Martin Armstrong’un uyarısı oldukça nettir: “Ekonomi çöktüğünde savaş tırmanır.” Bu tırmanış, sadece kinetik bir şiddet artışı değil, aynı zamanda biyolojik eşitsizliğin kurumsallaşması ve toplumsal tabakalaşmanın genetik düzeye taşınması şeklinde de tezahür edebilir.
Bu bağlamda, 21. yüzyılda demokrasiyi, ifade özgürlüğünü ve insan onurunu korumak, öjenik ideoloji ile bilimsel ırkçılığın otoriterleşmeyle kurduğu karanlık ittifaka karşı mücadele etmek anlamına gelmektedir. Küresel eşitsizliklerin, neoliberal politikaların ve modern faşizmin yükselişinin birlikte yarattığı bu risk, yalnızca etik ve politik bir uyarı değil; aynı zamanda insanlığın geleceğini belirleyecek bir sınavdır.
Sonuç olarak, bilim ve teknoloji, insanlık için hem fırsat hem de tehlike barındırmaktadır. CRISPR ve diğer biyoteknolojik araçlar, etik, şeffaf ve kapsayıcı bir çerçevede kullanıldığında toplumsal eşitsizlikleri azaltabilir. Ancak aynı teknolojiler, kontrolsüz ve ideolojik amaçlarla kullanıldığında, biyolojik eşitsizlik ve otoriterleşmenin temeli haline gelebilir. Bu nedenle küresel iş birliği, demokratik denetim mekanizmaları ve etik standartlar, 21. yüzyılın öjenik tehditlerine karşı en güçlü savunmamızdır.
Bugünün dünyasında biyoteknoloji, eşitsizlikleri azaltma veya onları kalıcı hale getirme kapasitesine sahiptir. Eğer bilimsel ırkçılık ve öjenik düşünceler, baskıcı politikalarla birleşirse, insanlık kendisini yeni bir “biyopolitik diktatörlük” tehlikesiyle karşı karşıya bulabilir. Ancak bu teknolojiler, şeffaflık, etik kurallar ve küresel iş birliği ile yönlendirilirse, insan haklarına dayalı daha adil bir gelecek mümkün olabilir.
İkilem nettir: CRISPR gibi teknolojiler özgürleştirici bir araç mı olacak, yoksa yeni bir baskı çağının biyolojik temelini mi oluşturacaktır? Bu sorunun cevabı, yalnızca bilim insanlarının değil, aynı zamanda toplumların ve uluslararası aktörlerin alacağı kararlarla şekillenecektir.
Kaynaklar:
Biological categories and border controls: the revival of eugenics in anti‐immigration rhetoric: https://www.emerald.com/ijssp/article-abstract/18/5-6/35/157326/Biological-categories-and-border-controls-the?redirectedFrom=PDF
How to Understand the Resurgence of Eugenics: https://daily.jstor.org/how-to-understand-the-resurgence-of-eugenics/
The 21st Century Resurgence of Eugenics: https://www.youtube.com/watch?v=u4UZE_W6k3Q
The British Academy Summer Showcase: The 21st Century Resurgence of Eugenics: https://www.thebritishacademy.ac.uk/podcasts/the-21st-century-resurgence-of-eugenics/
The revival of eugenics in American popular culture: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/9033174/