
Tarihin En Kötü Lider Kadrosu ve Yeni Savaşın Eşiği
Dünyaca ünlü finansal analist ve küresel ekonomik modelleme uzmanı Martin Armstrong, günümüzün küresel kriz ortamını analiz ederken, alışılmışın dışına çıkan ve sert eleştiriler içeren görüşler ortaya koyuyor. Armstrong’a göre, dünyanın karşı karşıya olduğu mevcut jeopolitik ve ekonomik tehlikeler, basit bir tesadüften çok, yetersiz ve stratejiden yoksun bir liderler kadrosunun eseri. 50 yıllık jeopolitika tercübesi ve hükümetlerle çalışma tecrübesine dayanarak, mevcut dünya liderlerini hayatında gördüğü en niteliksiz ve kötü bir grup olarak nitelendiriyor.
İngiltere’den Fransa’ya, Almanya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar, politikacıların ekonomik çöküşü bir küresel savaş tırmanışına dönüştürme eğilimi, Armstrong’un en büyük endişe kaynağını oluşturuyor. Ona göre, savaş, insanlar mutlu ve zengin olduğunda değil, ekonomi çöktüğünde ortaya çıkar. İçinde bulunduğumuz dönem, COVID-19 politikaları, iklim hedefleri ve başarısız yaptırım stratejilerinin birleşimiyle tetiklenmiş, tam da böyle bir ekonomik gerileme dönemidir.
Armstrong’un perspektifinden; ABD dış politikasının hatalarını, Avrupa ekonomisinin yapısal çöküşünü, neo-con’ların gerçeklikten kopuk savaş mantığını ve krizin hızlandırdığı otoriterleşme eğilimlerini Martin Armstron’un „Dialog Works“ Kanalinda yaptıgı söylesiyi baz alarak Görüs21.com okuyuculari icin derledik. Armstrong’un analizi, küresel sistemin kırılma noktalarını ve dünya ekonomisinin geleceğini anlamak için kritik öneme sahiptir.
Neo-Conlarlın Savaş Yanılgısı ve Kağıttan Kaplan İllüzyonu
Armstrong’un eleştirilerinin merkezinde, ABD ve Avrupa’daki neo-con çevrelerin Rusya’ya karşı beslediği tehlikeli bir yanılsama yer alıyor. Bu gruplar, Rusya’nın bir “kağıttan kaplan” olduğu inancıyla hareket ediyor ve NATO’nun 3.4 milyon askeri gücünün (Rusya’nın 1.5 milyonuna kıyasla) kolay bir zafer getireceğini iddia ediyorlar. Armstrong, bu düşüncenin gerçeklikten tamamen kopuk olduğunu vurguluyor:
“Gerçekten de Rusya’ya rahatça girip, Putin’in diz çökerek hayatı için yalvaracağını düşünüyorlar… Bu, bırakın gerçekçi olmayı, hayal bile edilemez bir senaryodur.”.
Bu neo-con mantık, sadece günümüz stratejilerinde değil, tarihte de defalarca başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Armstrong, Saddam Hüseyin’in devrilmesi gibi eylemlerde neo-con’ların “B – Planlı” stratejisine sahip olmamalarını eleştiriyor: “Saddam’dan kurtulmamız lazım. Sonra ne olacak? Oraya gelince düşünürüz diyorlar. Oysa strateji, sonucu öngörmeyi gerektirir”.
Vietnam Savaşı’na Amerika’yı sürükleyen neo-con figürlerden Robert McNamara’nın ölümünden önce bir belgeselde yaptığı itiraf, bu stratejik zafiyetin en acı kanıtıdır. McNamara, Rusya’nın dahil olduğu sanıldığı için savaşa girildiğini, oysa bunun sadece bir iç savaş olduğunu itiraf etmiş ve 58.000 Amerikalının boş yere öldüğünü söylemiştir. Armstrong, neo-con’ların bu tür önyargıları nedeniyle “hiçbir zaman haklı çıkmadıklarını” belirtiyor.
Yaptırım Stratejisinin İflası ve Küresel Bölünme
Neo-con dış politikasının bir diğer köşe taşı olan ekonomik yaptırımlar ise Armstrong’a göre tamamen beyhude cabalardır.
“Bu, bir halkı cezalandırıp ayaklanmaya zorlayarak hükümeti devirme fikridir. Kurgusal bir film için iyi bir senaryo olabilir ama ben bunun tek bir kez bile işe yaradığını görmedim”.
Tarihsel veriler de bu görüşü desteklemektedir:
- Küba Yaptırımları: 1960’ta uygulandı, hala yürürlükte ama başarısız.
- İran Yaptırımları: 1979’da uygulandı, hala yürürlükte yine başarısız.
Ancak Rusya’ya uygulanan son yaptırımlar, sadece başarısız olmakla kalmayıp, dünya ekonomisini ikiye bölerek geri tepti. ABD’nin Çin’i de tehdit etmesi, bu bölünmeyi hızlandırdı ve BRICS bloğunun, yani Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika’nın başını çektiği yeni bir ekonomik gücün doğmasına neden oldu. Bu, ABD’nin küresel hegemonyasını sarsan ve ABD Dış Politikası için en büyük stratejik hatalardan biri olarak kaydedilen bir gelişmedir.
Bu küresel çatışmalar nedeniyle sermaye, güvenli limanlara kaçıyor. Tarihte, Roma İmparatorluğu’nun 3. Yüzyıl krizi sırasında olduğu gibi, insanlar paralarını gömerek saklamışlardır; zira ne hükümete ne de bankalara güven kalmamıştır. Günümüzde bu eğilim, merkez bankalarının altın rezervlerini hızla artırmasıyla görülüyor. Bunun nedeni, bir savaş durumunda ABD’nin elllerinde borç tahvili tutanlara ödeme yapmayacağı korkusudur.
Avrupa Ekonomisinin Yapısal Çöküşü: Euro’nun Kusurlu Mimarisi
Armstrong, Avrupa ekonomisinin çöküşünün, savaşa doğru tırmanışın temel nedeni olduğunu savunuyor. Bu çöküş, üç ana faktörün birleşimiyle hızlanmıştır: COVID-19 politikaları, iddialı iklim değişikliği hedefleri ve Rusya’ya uygulanan aptalca yaptırımlar.
Euro Borç Konsolidasyonu Sorunu
Armstrong’a göre Euro’nun en büyük ve en kritik yapısal kusuru, borcun konsolide edilmemiş olmasıdır. 1998’de Euro hayata gecirilirken yetkilileri uyarmasına rağmen, bu hayati reform yapılmadı.
- ABD ile Fark: ABD’de, bir eyalet (örneğin Kaliforniya) iflas etse bile, bu durum doğrudan Federal Rezerv’e (Fed) veya ABD hazine tahvillerine yönelmesine yolacmaz. Bankaların rezervi federal borçtur ve sistem ayrışmıştır.
- Avrupa’daki Risk: Avrupa’da ise durum tam tersidir. Eğer Fransa borcunu ödeyemez duruma düşerse (default), piyasa oyuncuları 2010 Yunanistan krizinde olduğu gibi, en çok Fransız borcu tutan bankaları hedef alacak ve shortlayacaktır (Short pozisyon ve short’lamak terimleri yatırım dünyasında çok sık duyulan kavramlardır. Bu terimler düşüş beklentisi olan yatırım varlıkları üzerinde uygulanan bir stratejiyi ifade eder). Bu, bankacılık sistemini ve emeklilik fonlarını doğrudan riske atar. Konsolidasyonun olmaması, tek bir ülkenin iflasının tüm Euro Bölgesi’nde hızla bulaşma (contagion) yaratması anlamına gelir.
Bu durum, Euro sisteminin asla uzun vadede sürdürülebilir olmayacağı yönündeki uyarımı haklı çıkarmıştır. Üstelik Euro’nun kurulması, eski Almanya Şansölyesi Helmut Kohl’un itirafıyla, halkın iradesine karşı, oylama yapılmadan zorla kabul ettirilmiştir.
Ekonomik Savaş ve IMF İhtimali
Almanya ekonomisi, bu politikaların etkisiyle en az %3, muhtemelen %5’e yakın küçülmüştür. İş imkanları azalırken, göçmen akınının artması toplumsal huzursuzluğu tetiklemiştir.
Bu çöküşün doruk noktası ise İngiltere ve Fransa maliye bakanlarının, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) yardım talep edebileceklerini kabul etmeleridir. Armstrong’a göre bu, büyük bir kırmızı bayrak (red flag) sinyalidir: Bu, artık yeni borç satmakta zorlanabilecekleri anlamına gelir. Hükümetler, halkın gözü önünde ekonomik olarak iflas etme eşiğine geldiğinde, dikkatleri dağıtmak için hızla savaşa tırmanma yolunu seçerler. (Not: Borç satışı, bir kişinin ve kurumun ödeyemediği borcun banka ya da alacaklı tarafından başka bir şirkete devredilmesidir. Böylece borcu artık yeni şirket tahsil etmeye çalışır. Banka sorunlu borçtan kurtulurken, bu şirket de borcu tahsil ederek kazanç sağlamaya çalışır.)
Otoriterleşme ve Düşünce Suçları Çağı
Ekonomik ve siyasi krizler derinleştikçe, hükümetler hayatta kalma eşiğinde daha otoriter hale gelirler. Armstrong, bu eğilimin Batı demokrasilerinde bile ifade özgürlüğünü hızla yok ettiğini gösteren çarpıcı örnekler veriyor.
Nefret Söylemi Yasaları ve Hapis Cezaları
Nefret söylemi (hate speech) kavramı, hükümetlerin muhalefeti susturmak için kullandığı muğlak bir araca dönüşmüştür. Armstrong bu durumu, kanıt olmadan insanları düşünceleri nedeniyle cezalandırmaya benzemektedir:
“Sanki ‘seni hapse atıyorum çünkü eşini öldürmek istediğini biliyorum’ demek gibi. Yapmadın ama ben istediğini biliyorum. Geldiğimiz nokta, düşünce suçlarıdır (thought crimes)”.
Kanada’da bile nefret söylemi için maksimum ceza ömür boyu hapistir ve bir şey yapmak zorunda değilsiniz, sadece bir şey söylemiş olmanız yeterlidir.
Dijital Kimlik ve Tam Gözetim Tehlikesi
Bu otoriterleşme eğilimi, teknolojik gözetimle birleşiyor. İngiltere’nin telefonlara zorunlu dijital kimlikler (digital ID) yerleştirme planları, her kelimenin ve hareketin gözetlenebileceği bir tam gözetim (surveillance) sisteminin önünü açmaktadır.
Armstrong, aldıgı hukuk eğitimine dayanarak mahkemede asla şaka yapılmaması gerektiğini hatırlatır; çünkü sarkazm veya şaka, kayıt altına alındığında ciddiye alınabilir. Dijital kimlik çağında, yanlış anlaşılan bir espri veya sosyal medya yorumu bile, bireyi 22 ay hapse sürükleyebilecek bir ‘suç’ olarak kaydedilebilir. Bu, hukukun üstünlüğünün tamamen ortadan kalktığı bir ortamdır.
Jeopolitik Hata Zinciri ve Dünya Savaşı Tehdidi
Armstrong’un bilgisayar modelleri, dünyanın karşı karşıya olduğu küresel savaşın, İkinci Dünya Savaşı’ndaki gibi iki cepheli bir çatışma olmadığını, var olan tüm bölgesel anlaşmazlıkları kapsayan, her şeyi kapsayan bir tırmanış olduğunu gösteriyor. Ekonomik gerileme, dünya üzerindeki her anlaşmazlığın yeniden yükselmesine neden olmuştur.
Orta Doğu’daki Stratejik Hata
En büyük jeopolitik hatalardan biri, İsrail Başbakanı Netenyahu tarafından yapılmıştır. Netenyahu’nun Katar’a yönelik “akıl dışı” saldırısı, normalde düşman olan Şii (İran) ve Sünni (Suudi Arabistan, BAE) ülkeleri aynı safta buluşturmuştur. Armstrong, bu durumun uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve Orta Doğu’da düşmanları birleştiren aptalca bir hamle olduğunu belirtiyor.
Savaşın Kaçınılmazlığı ve 2032 Uyarısı
Armstrong, Avrupa’nın ekonomik çöküşünü gizlemek için savaş istediği konusunda uyarıyor. Bu, liderlerin başarısızlıklarını halkın gözünden kaçırmak için “Bayrak Etrafında Toplanma” (Rally Around the Flag) etkisi yaratma çabalarıdır. Almanya’da yaşayan 60 yaşındaki bir arkadaşına bile askere çağrı gelmesi, bu tırmanışın ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.
Armstrong’un bilgisayar modeli, bu otoriterleşme eğiliminin 2032 yılına kadar artmaya devam edeceği konusunda uyarıyor. Ancak bu durumun, sonunda halkın isyan etmesine ve “Yeter artık!” demesine yol açacağını öngörüyor. Bu, Bastille Günü’nde olduğu gibi, insanların hapishanelere girip nefret suçu veya diğer siyasi nedenlerle hapsedilenleri serbest bırakmasına benzer bir halk ayaklanmasıyla sonuçlanabilir.
SONUÇ: Güven Kaybı ve Demokrasinin Geleceği
Martin Armstrong’un analizi, küresel krizin basit bir resesyon değil, sistemik bir güven ve strateji krizinin sonucu olduğunu gösteriyor. ABD dış politikasındaki neo-con akıl tutulması, Euro Bölgesi’nin yapısal borç sorunları ve dünya liderlerinin yetersizliği, dünya ekonomisini ve siyasetini tehlikeli bir tırmanış döngüsüne sokmuştur.
Hükümetler, ekonomik sıkıntıların eşiğinde otoriterleşerek ve temel özgürlükleri (ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü) kısıtlayarak ayakta kalmaya çalışmaktadırlar. Dijital kimlik ve nefret söylemi yasaları gibi araçlar, demokrasinin son kalıntılarını tehdit eden düşünce suçları çağına kapı aralamaktadır.
Armstrong’un en önemli çıkarımı, küresel istikrarsızlığın sadece mevcut anlaşmazlıklarla sınırlı kalmayıp, ekonomik çöküş nedeniyle var olan tüm anlaşmazlıkları kapsayacak bir genişleme eğilimi göstermesidir. Bu durum, merkez bankalarının altın biriktirmesi ve sermayenin küresel olarak kaçışıyla somutlaşmaktadır.
2032 uyarısıyla gelen bu isyan döngüsünden çıkış yolu, mevcut siyasi yapıların derinlemesine sorgulanmasından ve kitlelerin otoriterliğe karşı çıkışından geçecektir. Aksi takdirde, demokrasi kisvesi altındaki bu kukla yönetimler, dünyayı geri dönüşü olmayan bir çatışma ve yıkım döngüsüne sürükleyecektir.