
9 Haziran 1956 tarihinde New York’ta bir mahkeme salonunda gerçekleşen bir evlilik töreni, Amerikan kamu ve kültürel tarihinin en çok tartışılan ve en sık yanlış anlaşılan ikili ilişkilerinden birinin “resmî” başlangıcını temsil eder. Arthur Miller, Amerikan tiyatrosunun ahlaki vicdanı olarak kabul edilen, Pulitzer Ödülü sahibi bir oyun yazarıdır. Marilyn Monroe ise Hollywood’un en parlak yıldızlarından biri; medyanın “Amerika’nın tatlı kızı” olarak ticarileştirdiği, ikonlaşmış bir figürdür.
Bu iki bireyin birlikteliği, yüzeyde entelektüel ciddiyet ile görsel çekicilik, içsel derinlik ile dışsal gösteriş arasındaki zıtlıkların uç bir örneğiymiş gibi görünür. Ancak son on yılda gün yüzüne çıkan arşiv belgeleri, bu ilişkinin yalnızca bir aşk trajedisi olmadığını; aynı zamanda 1950’lerin Amerikan kültürel yapısı içinde şekillenen, karşılıklı tanıma ve yaratıcı iş birliğinin önemli bir örneği olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu makalede, Miller ile Monroe arasındaki ilişki yalnızca romantik bir hikâye olarak değil; sanat, kimlik, cinsiyet dinamikleri ve medya temsilleriyle kesişen tarihsel bir alan olarak ele alınacaktır. Özellikle Miller’ın özel mektupları, Monroe’nun notları ve film setlerinden edinilen gözlemler gibi yeni arşiv materyalleri, bu ilişkinin yaygın anlatıların ötesine geçerek modern feminist teori, performans çalışmaları ve yaratıcı süreçler açısından önemli ışıklar tuttuğunu göstermektedir.
Yaratıcı Bir Birliktelik: The Misfits Üzerine Bir Vaka Çalışması
Arthur Miller’ın Marilyn Monroe için kaleme aldığı The Misfits (1961) filmi, yalnızca Monroe’nun oyunculuk yeteneklerini sergileyen bir yapım olmanın ötesinde; iki sanatçının ortak bir estetik ve duygusal dil geliştirme çabasının somut bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Film, modern Batı mitosunun çözülüşüyle yüzleşen üç kovboy ile boşanmış bir kadın olan Rosalind’in hikâyesini merkezine alır. Rosalind’in filmde “Siz ölüsünüz! Hepiniz ölmüş gibi yaşıyorsunuz!” şeklinde haykırdığı sahne, sadece dramatik bir diyalog değil; aynı zamanda Monroe’nun kendi içsel trajedisini ifade eden bir yas ritüeli olarak yorumlanmıştır (The Misfits, 1961). Filmin sinematografi ekibine ait anılarda, bu sahnenin herhangi bir yönetmen yönlendirmesi olmadan, Monroe’nun içsel bir patlamasıyla doğaçlama biçimde ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Miller, film çekimleri sırasında Monroe’nun duygusal kırılganlıklarına duyarlılıkla yaklaşarak senaryoyu defalarca revize etmiştir. Özellikle “sadakat” temasına odaklanan yan hikâyeyi, Monroe’nun gösterdiği travmatik tepkiler doğrultusunda senaryodan çıkardığı bilinmektedir. Bu tür müdahaleler, yalnızca eşe karşı duyulan kişisel hassasiyetin bir ürünü değil; aynı zamanda sanatı bir tür iyileştirme aracı olarak kullanma çabasının göstergesidir. Sanatın yaşamı taklit etmesi bağlamında The Misfits, hem Miller hem de Monroe için eşsiz bir vaka oluşturur: Miller, çöken evliliğini sanatsal bir metne dönüştürerek sahneye koyarken; Monroe ise kendi duygusal kırılmalarını film karakteri aracılığıyla yeniden deneyimler.
Bu çift yönlü yansıma, sanat ile yaşam arasındaki geçirgenliği ortaya koyar. Film, yalnızca bir anlatı değil; aynı zamanda iki yaralı ruhun, kendi gerçekliklerini sanatsal bir düzleme taşıyarak birbirlerine ulaşma çabasının ifadesi olarak da okunabilir. Dolayısıyla The Misfits, klasik bir “aşk ve ayrılık” anlatısından çok daha fazlasıdır: Kendi içinde taşıdığı metaforlar, performans biçimleri ve yapım sürecine dair kayıtlarla birlikte yaratıcı birlikteligin kırılgan, ama derinlikli bir örneğini sunmaktadır.
Mc Carthy Gölgesinde Bir Aşk
Arthur Miller ile Marilyn Monroe arasındaki ilişkinin çöküşü, yalnızca bireysel ya da duygusal nedenlerle açıklanamayacak kadar çok katmanlıdır. 1950’lerin Amerika Birleşik Devletleri, özellikle Soğuk Savaş yıllarında yaşanan antikomünist paranoya nedeniyle, özel hayatların bile yoğun siyasal baskı altında şekillendiği bir dönemdi. Bu bağlamda, Miller’ın 1956 yılında Temsilciler Meclisi Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (House Un-American Activities Committee – HUAC) tarafından sorgulanması, evliliklerini doğrudan siyasal bir meseleye dönüştürmüştür.
Miller’ın komünist bağlantılı kişi isimlerini açıklamayı reddetmesi, onu entelektüel çevrelerde etik duruşuyla bir kahraman haline getirmiştir. Ancak bu ahlaki tavır, aynı zamanda onu ve ailesini yoğun bir kamusal gözetime ve medyanın acımasız ilgisine maruz bırakmıştır. Monroe, bu sürecin tam ortasında, üçüncü düşüklerinden birini yaşarken; gazeteciler evlerinin kapısında komünizm hakkında sorular sormakta ve onları adeta kuşatma altına almaktaydı (Miller, Timebends, 1987).
Bu gelişmeler, Monroe’nun hâlihazırda mücadele ettiği anksiyete bozukluğu ve kronik uykusuzluk gibi zihinsel sağlık sorunlarını daha da ağırlaştırmıştır. Monroe’nun mektuplarında “görünmez fırtına” olarak tanımladığı bu dönem, yalnızca içsel bir çöküş değil; aynı zamanda dışsal bir baskının, bireysel psikoloji üzerinde nasıl yıkıcı etkiler yarattığının bir örneğidir. Monroe’nun özel korkuları, izlenme paranoyası ve bastırılmış özgüveni, McCarthy dönemi Amerikası’nda bireyin kamusal alanda nasıl parçalandığını da gösterir niteliktedir.
Bu bağlamda, Miller’ın After the Fall adlı oyununda Monroe’nun zihinsel sağlık krizini soğukkanlı ve klinik bir mesafeyle sahneye taşıması, hem sanatsal bir anlatım tercihi hem de kişisel bir duygusal mesafe koyma girişimi olarak okunabilir. Ancak bu dramatik temsil, feminist kuramcılar arasında önemli bir tartışma alanı yaratmıştır. Pek çok feminist eleştirmen, oyunun Monroe’yu psikotik ve kurban konumuna indirgediğini, kadın trajedisini patolojikleştiren geleneksel anlatılara hizmet ettiğini savunmaktadır. Buna karşın, Monroe’nun kendi entelektüel üretimi ve yaratıcı sürece katkıları, bu temsillere karşı geliştirdiği sessiz ama dirençli bir eleştiri biçimi olarak değerlendirilmelidir (Feminist Review, 2022).
Miras ve Kültürel Yeniden İnşa
2019 yılında yayımlanan Arthur and Marilyn: A Reassessment başlıklı biyografi, bu ilişkiyi artık yalnızca “zıt kutupların birleşmesi” olarak değil; iki yaralı sanatçının birbirlerinin içsel kırılmalarını yansıttığı bir “karşılıklı tanışma hikâyesi” olarak yeniden çerçevelenmesi gerektiğini öne sürmektedir (Bennett, 2019). Her iki figür de istikrarsız aile ortamlarında büyümüş, kamusal alanda var olabilmek için çeşitli kimlikler inşa etmek zorunda kalmış bireylerdir. Bu perspektif, ilişkilerinin başarısızlığını kişisel yetersizliklerle açıklamaktan ziyade, onları çevreleyen kültürel koşulların yarattığı yapısal baskılarla ilişkilendirir.
2023 yılında ortaya çıkan bir ses kaydı, Monroe’nun 1961 tarihli bir şiir okumasında Emily Dickinson’ın “I Cannot Live With You” adlı şiirini seslendirirken, sesinin zaman zaman titremesine rağmen performansını sürdürdüğünü belgelemektedir. Bu an, onun yalnızca bir seks sembolü değil; aynı zamanda derin edebi sezgilere ve yorumlama becerisine sahip bir sanatçı olduğunu ortaya koyar. Aynı zamanda bu sahne, Monroe’nun kamusal imajı ile içsel kimliği arasındaki gerilimi somutlaştırması bakımından anlamlıdır.
Aşkın Sınırları ve Sanatın Mirası
Arthur Miller ile Marilyn Monroe arasındaki ilişki, yalnızca bir aşk hikâyesi veya trajedisi olarak değil; modern sanat üretiminin, kimlik inşasının ve kamusal yaşamın sınırlarının bir metaforu olarak değerlendirilmelidir. Aşk, her ne kadar derin bir bağ kurma potansiyeline sahip olsa da; farklı duygusal ihtiyaçlar (Monroe’nun istikrar arzusu ile Miller’ın entelektüel düzen ihtiyacı) ve kurumsal baskılar (Hollywood stüdyo sistemi, siyasal sansür ve medya denetimi) karşısında yetersiz kalabilir. Ancak bu ilişkinin kalıcı mirası, başarısızlıkta değil; kısa da olsa var olan karşılıklı kabul ve yaratıcı bir birliktelikte yatmaktadır.
2023 yılında New York Sinema ve Görsel Sanatlar Müzesi (MoMI) tarafından düzenlenen Marilyn retrospektifinde, Monroe ve Miller’a ait senaryo notları birlikte sergilenmiş, ayrıca mumdan yapılmış yüzleri birlikte eritilmiştir. Bu performatif yerleştirme, onların ilişki kimliklerinin geçici ama yoğun bir biçimde var olduğunu sembolize eder. Miller ve Monroe, birbirlerini gerçekten gördükleri o nadir anlarda, ikonik figürler olmaktan ziyade, yalnızca “iki insan” olarak var olmuşlardır.
Ve belki de bu, hikâyelerinin bugün hâlâ etkili olmasının asıl nedenidir: Çünkü bize aşkı, sanatı ve kimliği sadece semboller ya da mitler üzerinden değil; derin bir insanlık deneyimi çerçevesinde yeniden düşünmeyi öğretmektedir.
Bu soruyu sormadan bitirmeyelim: peki, neden hâlâ bu ilişki bizi bu kadar derinden etkiliyor? Sadece trajik bir şöhretin gölgesinde kalan bir aşk hikâyesi olduğu için mi? Yoksa daha temel, daha evrensel bir korkuya mı temas ediyor: Aşkın, kim olduğumuzla kim olmamız beklendiği arasındaki uçurumu kapatabilecek kadar güçlü olmayabileceği korkusu mu?
Marilyn Monroe istikrarlı duygusal bir liman arıyordu; geçmiş travmalarına karşı bir sığınak. Arthur Miller ise istikrarlı bir düzen arayışındaydı; entelektüel süreklilik, öz disiplin ve yaratıcı kontrol. Ancak her iki arzunun kesiştiği bu durum, içinde bulundukları tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlam tarafından kesintiye uğratıldı. Hollywood’un yapay ışıkları ile Soğuk Savaş dönemi entelektüel suskunluğu arasında, bu iki figürün arzuları birlikte var olamadı.
Sonuç olarak, bu ilişki yalnızca iki insanın değil, aynı zamanda iki farklı dünyanın —görünürlük ve derinlik, gösteri ve düşünce, beden ve zihin— bir araya gelme çabasının trajik sınırlarını gözler önüne seriyor. Ve belki de bu yüzden hikâyeleri hâlâ bizimle: Çünkü bize aşkın değil, dünyanın kırılganlığını hatırlatıyor.
Kaynakca
- Bennett, L. (2019). *Arthur and Marilyn, a Reassessment*. Journal of American Cultural Studies, 45, 112–145.
- Miller, A. (1955). *Personal Letter to Norma Jean*. Arthur Miller Correspondence Collection, University of Connecticut Libraries, Archives & Special Collections.
- Miller, A. (1987). *Timebends: A Life*. Grove Press.
- Museum of the Moving Image (MoMI). (2023). *Marilyn Monroe: The Exhibit*. New York.
- New York Public Library. (n.d.). *After the Fall Manuscript with Annotations*. Manuscripts and Archives Division.
- Spoto, D. (2004). *Arthur Miller: A Private Life*. Harper Perennial.
- 20th Century Fox Archives. (1961). *The Misfits: Screenplay Drafts and Production Notes*.
- BBC Radio 4. (2023). *The Love Story of Marilyn and Arthur*.
- Feminist Review. (2022). “Marilyn Monroe as Proto-Feminist Icon”, Issue 112.
- University of Connecticut Libraries. (2021). *Discovery of the 1957 Handwritten Note in Miller Correspondence*. Press Release.