
Uluslararası ilişkilerde çok kutuplu bir düzene geçişin sancıları yaşanırken, Batı’nın düşüşü ve yeni güç merkezlerinin yükselişi konuşulurken, rahatsız edici bir söylem giderek daha fazla ilgi çekiyor. Bu, ulusların değil, ideolojik grupların ve kurumsal ağların, tek bir amaca, yani Rusya’nın parçalanmasına adanmış olduğu bir hikâye. Finli ekonomist Tuomas Malinen ile Neutrality Studies’te Pascal Lattaz’ın yaptığı bu söyleşiyi Gorus21.com okuyucuları için özetledik. Söyleşi, Ukrayna’da devam eden savaşın, Finlandiya’nın jeopolitik sahnedeki dramatik dönüşümüne nasıl tezahür ettiğini ortaya koyuyor.
Neo-muhafazakâr / Neoconların Planı: Rusya’yı Parçalama
Bir dönem CIA’de çalışmış bir operatifin net bir şekilde dile getirdiği temel tez, neo-muhafazakârlar ve “derin devletin” 2025’teki planının Rusya’yı parçalamak olduğudur. Bu, yeni veya münferit bir fikir değil. Yıllardır siyasal çevrelerde tartışılan bir hedef; ancak içeriden gelen birinin bunu bu kadar açık bir şekilde dile getirmesi, ona ürkütücü bir inandırıcılık sağlıyor. Malinen, Cambridge’deki küçük bir konferansta, bu operatifin tereddütsüzce “Rusya’yı parçalamamız gerekiyor” dediği anı anlatıyor. Bu açıklama ve konferansta yapılan sonraki konuşmalar, ikinci, en az onun kadar rahatsız edici bir sonuca yol açtı: Bu grup için Ukrayna’daki savaşın bir bitiş noktası yok; onlar “sürekli bir savaş” arzuluyorlar.
Finlandiya’nın Stratejik Değişimi
Eski bir CIA operatifinin yorumları, son gelişmelere —özellikle de Finlandiya’nın tarafsız bir devletten cephe hattında yer alan bir NATO üyesine dönüşmesine— yeni bir bakış açısı sunuyor. Onlarca yıl boyunca Finlandiya’nın dış politikası, dev komşusu Sovyetler Birliği ile hassas bir dengeyi korumayı amaçlayan ve “Paasikivi-Kekkonen hattı” olarak bilinen stratejiyle tanımlanmıştı. Başkan Urho Kekkonen tarafından savunulan bu politika, Batı’da “Finlandiyalaşma” adıyla anılmış, zaman zaman alay konusu edilmişti; ancak kırk yılı aşkın bir süre boyunca Finlandiya’nın egemenliğini ve refahını başarıyla korumuştu.
Ancak Malinen’in işaret ettiği gibi, bu politika tamamen terk edildi. Ona göre, Başkan Alexander Stubb göreve gelir gelmez, Rusya ile savaş hâlinde olan Ukrayna ile 1944’ten bu yana ilk kez bir savunma anlaşması imzalayarak tarihi bir kırılmaya imza attı. Malinen, bu hamlenin Finlandiya’yı geleneksel diplomatik çizgisinden köklü bir kopuşa sürüklediğini ve ülkeyi açıkça agresif bir rotaya soktuğunu vurguluyor. Finlandiya’nın hızla militarize olduğu da göz ardı edilemez: Ülkenin doğusunda askeri uçaklar, genişletilmiş havaalanları ve yeni tesisler inşa edilmekte; tüm bunlar olası bir çatışmaya yönelik geniş ölçekli hazırlıkların işareti olarak görülüyor.
Bu tablo, tarihsel olarak pragmatizmi ve ihtiyatlılığıyla bilinen bir ülkenin neden böylesine kışkırtıcı bir politika izlediği sorusunu gündeme getiriyor. Malinen’in öne sürdüğü açıklamaya göre, Başkan Stubb ve diğer Avrupalı liderler güç pozisyonundan değil, çok daha geniş ve karanlık bir planın “kuklaları” olarak hareket ediyorlar. Bu bakış açısı, Helsinki’deki karar vericilerin bilinçsizce değil, aksine güçlü, ulusötesi bir “savaş için Avrupa koalisyonu” tarafından dikte edilen bir senaryoyu izlediklerini ileri sürüyor.
Stubb’un Donald Trump ile yaptığı üst düzey görüşme de dikkat çekici. Trump’ın onu tanımıyormuş gibi davranması, bu buluşmanın aslında yalnızca sembolik bir nitelik taşıdığı ve perde arkasında farklı gündemlerin işlediği izlenimini güçlendiriyor. Öte yandan Stubb’un konuşmalarında Finlandiya’nın 1944’te imzaladığı barış anlaşmasına atıfta bulunması, ayrı bir çelişki barındırıyor. Çünkü bu hatırlatma, kendisinin ve Avrupalı liderlerin bugün izlediği, savaşı sürdürmeye odaklı stratejilerle taban tabana zıt bir “teslimiyet”i işaret ediyor. Bu durum, sözlerinin hem manidar hem de ironik bir anlam kazanmasına yol açıyor.
Yıpratma Stratejisi ve Batı Söyleminin Çöküşü
Malinen’e göre Ukrayna’daki savaşın stratejik doğası, Batı medyası ve kamuoyu tarafından köklü biçimde yanlış anlaşılıyor. O, Rusya’nın ilerleyişindeki görece yavaşlığın bir zayıflık değil, bilinçli ve etkili bir yıpratma stratejisi olduğunu savunuyor. Rusya, hızlı ve ani bir manevra savaşı kazanmayı hedeflemiyor; bunun yerine, rakibinin insan gücünü ve kaynaklarını tüketmeye dayalı “kuvvet odaklı” bir yaklaşım izliyor. Bu, yalnızca ordular arasında değil, aynı zamanda ekonomiler arasında yürütülen bir savaş ve Malinen’e göre bu noktada Rusya önemli bir avantaja sahip.
Bu taktiksel gerçeklik, Rus ordusunu “kötü donanımlı ve yetersiz” olarak resmeden hâkim Batı medyası söylemiyle tam bir çelişki içinde. Malinen, Batı anlatısındaki bu çarpıcı tutarsızlığa dikkat çekiyor: Rusya, bir yandan “zayıf” olarak sunulurken, diğer yandan “yarın Portekiz’e kadar ilerleyebilecek” kadar büyük bir tehdit olarak gösteriliyor. Bu ikilemin, çatışmanın gerçek doğasını perdelemek ve yürütülen vekâlet savaşını meşrulaştırmak için bilinçli bir şekilde üretilmiş bir söylem olduğunu ileri sürüyor.
Malinen’e göre Rus ordusu son yıllarda “son derece etkili” bir yapıya kavuştu ve Batılı liderler ile kamuoyu, bu zorlu askeri gücü tehlikeli bir biçimde hafife alıyor.
Çok Kutuplu Bir Dünya ve Değişen İttifaklar
Söyleşide Malinen, küresel düzeni hızla dönüştüren daha geniş jeopolitik yeniden yapılanmalara da değiniyor. Bir zamanlar yalnızca bir çıkar “evliliği” olarak görülen Rusya ile Çin arasındaki işbirliği, bugün güçlü bir blok hâline geldi. Bu gelişme, Hindistan’ın da içinde yer aldığı “Küresel Güney” ülkelerinin kendi bağımsızlıklarını savunmaları ve bir tarafa hizalanmak yerine kendi ulusal çıkarlarını öncelemeleri yönündeki daha büyük bir trendin parçası olarak değerlendiriliyor. Malinen, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Donald Trump’ın telefon görüşmesi taleplerini reddettiği yönündeki iddiaları, bu yeni gerçekliğin ve söz konusu ülkelerin artan stratejik özerkliğinin güçlü bir göstergesi olarak yorumluyor.
Batı merkezli ittifaklardan uzaklaşma, sömürgeci ve saygısız olarak algılanan politikalara verilen doğrudan bir tepki niteliğinde. ABD’nin müttefiklerine baskı yapmak için gümrük tarifelerini bir araç olarak kullanması ve son yönetimlerin genel anlamda sergilediği “tek taraflılık”, Hindistan gibi ülkeleri alternatif güç merkezlerine yakınlaştırdı. Böylece, net bir dost-düşman çizgisine sahip eski dünya düzeni giderek parçalanıyor ve yerini çok daha karmaşık, çok katmanlı bir ittifaklar ağının aldığı yeni bir jeopolitik manzara şekilleniyor.
Trump İkilemi ve Gücün Sınırları
Söyleşi, Donald Trump’ın ve “derin devletin” karmaşık konumuna da değiniyor. Malinen, Anchorage’da gerçekleşen yakın tarihli Trump-Putin görüşmesine dair son derece çarpıcı, ancak spekülatif bir teori ortaya atıyor. Ona göre bu görüşmede, Putin kırmızı çizgilerini net biçimde dile getirmiş ve müzakere edilmiş bir barış sağlanamadığı takdirde “Ukrayna’yı tamamen dize getirecek” bir planını açıkca ortaya koymuş olabilir. Malinen, bu bağlamda gizli bir anlaşmaya varıldığını öne sürüyor: Trump, “derin devleti” ve askeri-endüstriyel kompleksi alt edemeyeceğini fark ederek, Rusya’nın kendi başaramadığını yapmasına —yani savaşı zorla bitirmesine— zımnen izin vermiş olabilir.
Bu hipotez, Trump’ın gücünün mutlak olmadığı varsayımına dayanıyor. Trump her ne kadar başkan olsa da, CIA ve Pentagon gibi kendi gündemleri ve finansman kaynakları olan güçlü kurumsal yapılara bağımlı. Malinen, kapalı kapılar ardında düzenlenen bir konferansta Ukrayna’daki yolsuzlukları ve yıkıcı kayıpları teyit eden “gerçek bir barış yanlısı” figür, Ukraynalı milletvekili Artem Dmytruk örneğini veriyor. Ona göre Dmytruk, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskyy’e uygulanabilir bir alternatif olarak ortaya çıkabilecek nitelikte. Ancak Zelenskyy iktidarda kaldığı sürece barışın imkânsız olduğunu savunuyor; çünkü Zelenskyy, bir teslimiyetin siyasi ve kişisel sonuçlarından ölümüne korkar hâlde.
Sonuç olarak söyleşi, Batı’da çok az kişinin gerçekten farkında olduğu ideolojik bir savaşın yönlendirdiği, uçurumun kenarında duran bir dünyanın kasvetli bir tablosunu çiziyor. Bu tablo, köklü diplomatik ilkelerin terk edildiğini, “sürekli savaş” fikrinin bir komplo teorisi değil, açıkça dillendirilmiş bir hedef hâline geldiğini gösteriyor. Ayrıca, eski dünya düzeninin onu korumaya çalışan güçler tarafından sistematik biçimde parçalandığını ileri sürüyor.
Malinen’in mesajı net: mevcut gidişat son derece tehlikeli ve stratejide köklü bir değişim ile çatışmanın ardındaki gerçek nedenlerle yüzleşmeye istekli olunmadığı sürece, Avrupa ve dünya için sonuçlar felaket olabilir.
Tuomas Malinen Kimdir?

Tuomas Malinen, GnS Economics’in Kurucusu, CEO’su ve Baş Ekonomistidir. GnS Economics, dünya ekonomisinin risklerini öngörme ve analiz etme konusunda uzmanlaşmış bir makroekonomik danışmanlık şirketidir. Malinen, 2012’den bu yana GnS’in küçük analiz ve tahmin çalışmalarına liderlik etmektedir. Ayrıca Helsinki Üniversitesi’nde Ekonomi alanında Doçent olarak görev yapmaktadır. Malinen, akademide 10 yıl boyunca ekonomik krizler ve 15 yıl boyunca ekonomik büyüme üzerine çalışmalar yapmıştır. İş döngüleri, merkez bankaları, ekonomik büyüme, ekonomik krizler, para birlikleri ve gelir eşitsizliği konularında uzmanlaşmıştır. Malinen, siyasi liderler ve varlık yöneticileri tarafından düzenli olarak danışılan bir isimdir ve uluslararası finans medyası tarafından sıkça röportaj yapılmaktadır.