
Ray Dalio’nun Youtube’da yayınlandığı “Değişen Dünya Düzenini Anlamanın Kılavuzu” başlıklı videosunun Türkçe metninin ikinci bölümü.
500 Yıllık Büyük Döngüler
Tipik döngüyü üç aşamaya bölerek anlatacağım. Yükseliş, zirve ve düşüş.
Yükseliş
Hem içeride hem de dışarıda yükselen başarılı yeni düzenler, tipik olarak dört şeyi yapan güçlü devrimci liderler tarafından başlatılır.
Birincisi, muhalefetten daha fazla destek alarak güç kazanırlar. İkincisi, muhalefeti dönüştürerek, zayıflatarak veya ortadan kaldırarak güçlerini pekiştirirler, böylece karşılarında engel kalmaz. Üçüncüsü, ülkenin iyi işlemesini sağlayan sistemler ve kurumlar kurarlar. Dördüncüsü, haleflerini iyi seçerler veya bunu sürdüren sistemler yaratırlar, çünkü büyük bir imparatorluğun birkaç nesil boyunca birçok büyük lidere ihtiyacı olacaktır.
Savaşı kazandıktan kısa bir süre sonra bu aşamada, liderlik açıkça baskın olduğu ve geniş bir desteğe sahip olduğu için kimse onunla savaşmak istemediğinden genel olarak bir barış ve artan refah dönemi olur. Bu aşamada ülke içindeki liderler, ülkenin zenginliğini ve gücünü artırmak için mükemmel bir sistem tasarlamak zorundadır. Her şeyden önce, güçlü olmak için sadece bilgi ve becerileri öğretmekle kalmayıp aynı zamanda güçlü bir karakter, nezaket ve iş ahlakı öğreten güçlü bir eğitime sahip olmaları gerekir. Bunlar genellikle ailede, okullarda ve dini kurumlarda öğretilir. Bu, kurallara ve yasalara sağlıklı bir saygı, toplum içinde düzen, düşük yolsuzluk sağlar ve ortak bir amaç etrafında birleşmelerini ve birlikte iyi çalışmalarını sağlar. Bunu yaparken, temel ürünler üretmekten giderek daha fazla yeni teknolojiler geliştirmeye ve icat etmeye geçerler.
Örneğin Hollandalılar, Habsburg imparatorluğuna karşı ayaklanarak onu yendiler ve mükemmel bir eğitim aldılar. O kadar yaratıcı oldular ki, dünyadaki tüm büyük icatların dörtte birini buldular. Bunlardan en önemlisi, büyük zenginlikler toplamak için dünyayı dolaşabilen gemilerin icadı ve bu seferleri finanse etmek için bugün bildiğimiz şekliyle kapitalizmin icadıydı. Önde gelen tüm imparatorluklar gibi onlar da dünyanın en iyi fikirlerine açık olarak düşüncelerini geliştirdiler. Sonuç olarak, ülkedeki insanlar dünya pazarlarında daha üretken ve daha rekabetçi hale geldi, bu da artan ekonomik çıktılarında ve dünya ticaretindeki artan payında kendini gösterdi.
ABD ve Çin, hem ekonomik çıktıları hem de dünya ticaretindeki payları açısından kabaca karşılaştırılabilir olduğundan, bunun bugün gerçekleştiğini görebilirsiniz.
Ülkeler daha küresel çapta ticaret yaptıkça, ticaret yollarını ve dış çıkarlarını saldırılara karşı korumak zorundadır. Bu nedenle büyük bir askeri güç geliştirirler. Doğru yapılırsa, bu erdemli döngü, eğitim, altyapı ve araştırma ve geliştirme yatırımlarını finanse etmek üzere kullanılabilecek güçlü bir gelir büyümesine yol açar. Ayrıca, servet kazanma veya alma yeteneğine sahip olanları teşvik etmek ve güçlendirmek için sistemler geliştirmelidirler. Tüm bu örneklerde, en başarılı imparatorluklar, üretken girişimciler geliştirmek için kapitalist bir yaklaşım kullandı. Çin Komünist Partisi tarafından yönetilen Çin bile bu kapitalist yaklaşımın bir biçimini kullandı.
Kendisine bunun hakkında sorulan Deng Şiaoping, “Fareleri yakaladığı sürece, kedinin beyaz ya da siyah olması önemli değildir” dedi. Ve “zengin olmak muhteşem” diye ekledi.

Bunu iyi yapabilmek için sermaye piyasalarını geliştirmeleri gerekir. En önemlisi, borç verme, tahvil ve hisse senedi piyasalarıdır. Bunlar, insanların tasarruflarını yatırımlara dönüştürmelerine, buluş ve geliştirmeyi finanse etmelerine ve harika şeyler yapanların başarılarını paylaşmalarına olanak tanır. Hollandalılar, muazzam zenginlik ve güç üreten sistemin ayrılmaz parçaları olan, halka açık ilk şirketi, Dutch East India Company’yi ve bunu finanse eden ilk borsayı yarattı. Doğal bir sonuç olarak, en büyük imparatorluklar, dünyanın sermayesini çekmek ve dağıtmak için dünyanın önde gelen finans merkezlerini geliştirdiler. Hollandalılar ilerideyken Amsterdam dünyanın finans merkeziydi, İngilizler zirvedeyken Londra, şimdi New York, ve Çin de finans merkezlerini hızla geliştiriyor.
En önemlisi, kapitalistler, hükümetler ve ordu birlikte çalışmalıdır. Hollandalılar sadece birlikte iyi çalışmakla kalmadı, aynı zamanda bir oldular. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’ne hükümet tarafından bir ticaret tekeli verildi ve şirket, servet yapmak ve almak için küresel pazarlara çıkmak için resmi olarak onaylanmış kendi ordusuna sahipti.
İngilizler, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’yle onları izledi ve hükümet, ticari ve askeri operasyonlarında benzer bir eşgüdüm sağladı. ABD Askeri Sanayi Kompleksi, bugünkü Çin sisteminin yaptığıyla aynı şekilde davrandı. Ülke en büyük uluslararası ticaret imparatorluğu haline geldiğinden, işlemleri kendi para birimi ile ödenebilir, bu da onu tercih edilen küresel alışveriş aracı yapar ve para birimleri çok yaygın olarak kabul edildiğinden ve sıklıkla kullanıldığından, dünyanın dört bir yanındaki insanlar bu para birimi ile tasarruf etmek istediğinden, onu tercih edilen servet saklama ve koruma aracı haline getirir ve böylece dünyanın önde gelen rezerv para birimi olur. Hollandalılar dünya ticaretini yönetirken, gulden dünyanın ana rezerv para birimiydi. İngilizlerin öncülük ettiği zaman pounddu. Ve ABD’nin liderliğinden beri dolar da böyle. Doğal olarak, Çin’in para birimi giderek artan bir şekilde rezerv para birimi olarak kullanılıyor. Rezerv para birimine sahip olmak, imparatorluğun diğer ülkelerden daha fazla borçlanmasını sağlar. Bu çok büyük avantajdır. Düşünün. Dünyanın her yerindeki insanlar tasarruf etmeye ve dolayısıyla para birimlerini imparatorluğa geri vermeye hevesli. Rezerv para birimi olmayan ülkeler bu avantaja sahip değildir. Ve imparatorluğun kendi parası bittiğinde, 1971’deki Amerika Birleşik Devletleri’ni hatırlayın, her zaman daha fazlasını basabilirler. İmparatorluğun rezerv para biriminin sağladığı fahiş ayrıcalık, borçlanmanın artmasına ve bir finansal balonun başlamasına neden olur.
Bir rezerv para biriminin borçlanma gücüyle desteklenen, karşılıklı olarak birbirini destekleyen mali, siyasi ve askeri güçlere yol açan bu neden-sonuç ilişkileri dizisi, tarihin kaydedilmeye başlanmasından bu yana birlikte yürümüştür. Dünyanın en güçlüsü haline gelen tüm imparatorluklar zirveye kadar bu yolu izlemiştir.
Zirve aşamadayken, bu güçlerin çoğu devam eder, düşüşlerinin tohumları ise başarılarının meyvelerinde gömülüdür. Kural olarak, bu zengin ve güçlü ülkelerdeki insanlar daha fazla kazandıkça, bu onları diğer ülkelerde daha az paraya çalışmak isteyen insanlara kıyasla daha pahalı ve daha az rekabetçi hale getirir. Aynı zamanda, diğer ülkelerdeki insanlar doğal olarak lider gücün yöntem ve teknolojilerini kopyalar, bu da lider gücün rekabet gücünü daha da azaltır.
Örneğin, İngiliz gemi yapımcılarının, Hollandalı gemi yapımcılarından daha ucuz işçileri vardı. Bu nedenle, daha ucuz İngiliz işçiler tarafından inşa edilen daha iyi gemiler tasarlamak üzere Hollandalı tasarımcıları tuttular ve bu da onları daha rekabetçi hale getirdi ve bu İngilizlerin yükselmesine ve Hollandalıların düşmesine neden oldu. Ayrıca, insanlar zenginleştikçe daha az çalışma eğilimi gösterirler. Daha fazla boş zamanın tadını çıkarırlar, hayatta daha ince ve daha az üretken şeylerin peşinden giderler ve en uç noktada çöküşe geçerler. Zirveye yükselme sırasında değer, zenginlik ve güç elde etmek için savaşmak zorunda kalanlardan, onu miras alanlara kadar nesilden nesile değişir. Savaşmaya daha az heveslidirler, lükse batmış durumdadırlar ve kolay yaşama alışkındırlar, bu da onları zorluklara karşı daha savunmasız hale getirir. Hollanda imparatorluğunun altın çağı ve İngiliz imparatorluğunun Viktorya dönemi, bunun gibi çok yüksek refah dönemleriydi.
İnsanlar başarmaya alıştıkça, iyi zamanların devam edeceğine giderek daha fazla inanır ve bunu sürdürmek için borç para alırlar, bu da finansal balonlara dönüşür. Doğal olarak, finansal kazançlar eşit değildir. Yani servet uçurumları büyür. Zengin insanlar güçlerine güç katmak için daha fazla olan kaynaklarını kullandıkları için servet uçurumları kendi kendini pekiştirir. Örneğin, çocuklarına daha iyi eğitim gibi daha büyük ayrıcalıklar sağlarlar ve siyasi sistemi kendi çıkarları doğrultusunda etkilerler. Bu, zengin “varlıklılar” ile fakir “varlıksızlar” arasında değer, siyaset ve fırsatlardaki eşitsizliklerin büyümesine neden olur. Daha az varlıklı olanlar sistemin adaletsiz olduğunu düşünürler, bu yüzden kırgınlıklar büyür. Ancak çoğu insanın yaşam standartları yükselmeye devam ettiği sürece, eşitsizlikler çatışmaya dönüşmez.
Dünyanın rezerv para birimine sahip olmak, kaçınılmaz olarak aşırı borçlanmaya yol açar ve ülkenin yabancı borç verenlere karşı borçlarlarının artmasına katkıda bulunur. Bu, kısa vadede harcama gücünü artırırken, ülkenin finansal sağlığını zayıflatır ve uzun vadede para birimini zayıflatır. Başka bir deyişle, borçlanma ve harcama güçlü olduğunda, imparatorluk çok güçlü görünür, ancak maliyesi aslında zayıflar. Borçlanma, hem iç tüketimi hem de imparatorluğu sürdürmek için gereken uluslararası askeri çatışmaları finanse ederek ülkenin gücünün temellerine aşırı yük bindirir.
Kaçınılmaz olarak, imparatorluğu sürdürmenin ve savunmanın maliyeti, getirdiği gelirden daha büyük hale gelir. Böylece bir imparatorluğa sahip olmak kârsız hale gelir. Örneğin, Hollanda imparatorluğu dünya çapında aşırı derecede genişlemişti ve topraklarını ve ticaret yollarını korumak için İngiliz ve diğer Avrupa güçleriyle giderek daha pahalı hale gelen bir savaştan diğer savaşa giriyordu. Başta Almanya olmak üzere rakipleri güçlendikçe, Britanya imparatorluğu da benzer şekilde devasa, bürokratik hale gelerek rekabet avantajını kaybetti, bu da daha pahalı bir silahlanma yarışına ve dünya savaşına yol açtı.
ABD, 11 Eylül’den bu yana dış savaşlar ve sonuçları için yaklaşık sekiz trilyon dolar ve diğer askeri operasyonlar ve 70 ülkedeki askeri üsleri desteklemek için trilyonlarca daha fazla harcadı ve hala Çin ile Çin’in etrafındaki bölgede askeri rekabetini desteklemek için yeterince harcama yapmıyor. Bu döngüde, zengin ülkeler sonunda daha fazla tasarruf sağlayan fakir ülkelerden borçlanarak daha derin borca batarlar. Bu, zenginlik ve güç değişiminin ilk işaretlerinden biridir. Bu, 1980’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde Çin’inkinin 40 katı kişi başına gelire sahipken başladı ve dolar dünyanın rezerv para birimi olduğu için dolarla tasarruf etmek isteyen Çinlilerden borç almaya başladı. Benzer şekilde, İngilizler çok daha fakir kolonilerinden çok borç aldı ve Hollandalılar da aynısını zirvedeyken yaptı.
İmparatorluğun kendisine borç verecek yeni birileri kalmayınca, onların paralarını elinde tutanlar satın almak, biriktirmek, ödünç vermek ve yatırım yapmak yerine satıp çıkmaya başlar ve imparatorluğun gücü düşmeye başlar.
Düşüş
Düşüş, iç çatışmalarla veya maliyetli dış savaşlarla veya her ikisiyle birlikte iç ekonomik zayıflıktan kaynaklanır. Genellikle, düşüş önce yavaş yavaş ve sonra aniden olur. Borçlar çok büyüdüğünde ve ekonomik bir gerileme olduğunda ve imparatorluk borçlarını ödemek için gerekli parayı artık ödünç alamadığında, mali balon patlar. Bu, büyük iç sıkıntılar yaratır ve ülkeyi borçlarını ödememek veya çok fazla yeni para basmak arasında seçim yapmaya zorlar. Ülkeler her zaman çok fazla miktarda yeni para basmayı seçer. İlk başta, az az ve sonunda büyük miktarda. Bu para birimini devalüe eder ve enflasyonu yükseltir. Hollandalılar için bu, mali aşırılıkların ve Dördüncü İngiliz-Hollanda Savaşı’nın bedelini ödemenin yol açtığı mali krizdi. Benzer şekilde, İngilizler için, mali aşırılıklarını ve iki dünya savaşından kaynaklanan borçlarını ödemekti. Ve ABD için bu, merkez bankasının her seferinde daha güçlü önlemlerle devreye girmesiyle doksanlardan bu yana borç, finans, patlama ve çöküş döngüleri oldu.
Hükümet kendini finanse etmekte sorun yaşadığında, kötü ekonomik koşullar olduğunda ve çoğu insan için yaşam standartları düştüğünde ve büyük servet, değerler ve siyasi uçurumları olduğunda, zenginler ile yoksullar ve farklı etnik, dini ve ırksal gruplar gruplar arasındaki iç çatışmalar büyük ölçüde artar. Bu, sol veya sağ popülizm olarak ortaya çıkan siyasi aşırılığa yol açar. Solcular serveti yeniden dağıtmaya, sağdakiler ise serveti zenginlerin elinde tutmaya çalışır. Genel olarak böyle zamanlarda, zenginlerin vergileri yükselir ve zenginler servetlerinin ve refahlarının ellerinden alınacağından korktuklarında kendilerini daha güvende hissettikleri yerlere, varlıklara ve para birimlerine yönelirler. Bu kaçışlar imparatorluğun vergi gelirlerini azaltır ve bu da bir klasik kendini güçlendiren, hortumlama işlemi haline gelir. Servet kaçışı iyice kötüye gittiğinde hükümetler bunu yasaklar. Paralarını çıkartmak isteyenler paniklemeye başlar. Bu yorucu koşullar üretkenliği baltalar, ekonomik pastayı küçülür ve daralan kaynakların nasıl paylaşılacağı konusunda daha fazla çatışmaya neden olur. Her iki kanattan da popülist liderler ortaya çıkar ve kontrolü ele alıp düzeni yerine getirme sözü verir. Demokrasinin en çok çok zorlandığı zaman budur, çünkü anarşiyi kontrol etmekte başarısız olur ve bu an, kaosa düzen getirecek güçlü bir popülist lidere geçişin en muhtemel olduğu zamandır. Ülke içindeki çatışma tırmandıkça, zenginliği yeniden dağıtmak ve gerekli büyük değişiklikleri dayatmak yönünde bir tür devrime veya iç savaşa yol açar. Bu barışçıl olabilir ve mevcut düzeni sürdürebilir, ancak daha sıklıkla şiddetlidir ve düzeni değiştirir.
Örneğin, zenginliği yeniden bölüştürmeye yönelik Roosevelt devrimi nispeten barışçıldı ve mevcut iç düzeni korurken, Fransız devrimi, Rus devrimi ve Çin devrimi çok daha şiddetliydi ve yeni iç düzenlere yol açtılar. Bu iç çatışma, imparatorluğu, bu iç zayıflığı gören, meydan okumaya daha yatkın olan yükselen dış rakiplere karşı zayıf ve savunmasız hale getirir. Bu, özellikle rakipler kıyaslanabilir bir ordu kurduysa, büyük bir uluslararası çatışma riskini artırır. Kendini ve imparatorluğunu rakiplerine karşı savunmak, büyük askeri harcamalar gerektirir, bu da iç ekonomik koşullar kötüleştiğinde ve imparatorluğun en zayıf olduğu zamanda olur.
Uluslararası anlaşmazlıkları barışçıl bir şekilde karara bağlamak için geçerli bir sistem olmadığından, bu çatışmalar genelde güç denemesi yoluyla çözülür. Daha cüretkar meydan okumalar oldukça, lider olan imparatorluk, savaşmak veya geri çekilmek gibi zor bir seçimle karşı karşıya kalır. Savaşmak ve kaybetmek en kötü sonuçtur, ancak ilerlemeyi rakibe bıraktığı ve hangi tarafta olacağını düşünen ülkelere imparatorluğun zayıf olduğunu gösterdiği için, geri çekilmek de kötüdür.
Kötü ekonomik koşullar, zenginlik ve güç için daha fazla savaşmaya neden olur ve bu da kaçınılmaz olarak bir tür savaşa yol açar. Savaşlar çok maliyetlidir. Aynı zamanda, yeni düzenleri dünyadaki zenginlik ve gücün yeni gerçekliklerine göre yeniden düzenleyen tektonik kaymaları üretirler. Çökmekte olan imparatorluğun rezerv para birimini ve borcunu elinde bulunduranlar inançlarını kaybedip onları sattıklarında, bu, imparatorluğun büyük döngüsünün sonu anlamına gelir. 1700’den beri var olan kabaca 750 para biriminin şu anda %20’sinden daha azı mevcut ve hepsi devalüe edildi. Hollandalılar için bu, Dördüncü İngiliz-Hollanda Savaşı’ndaki yenilgilerinden sonra, savaş sırasında biriktirdikleri büyük borçları geri ödeyemedikleri zaman oldu. Bu, Amsterdam bankasından bir kaçışa ve yüksek miktarda para basımını zorlayan umutsuz bir satışa yol açtı, bu da para birimini ve imparatorluğu değersizleştirdi. İngilizler için bu, zaferlerine rağmen, savaş çabalarını finanse etmek için ödünç aldıkları büyük borçları geri ödeyemedikleri II. Dünya Savaşı’ndan sonra oldu. Bu, İngiliz Sterlini’nde bir dizi para basımına, devalüasyonlara ve satışlara yol açarken, ABD ve dolarının egemen hale gelmesi ve yeni bir dünya düzeni yaratmasına neden oldu.
Bu kayıt yapıldığı sırada Amerika Birleşik Devletleri henüz bu noktaya ulaşmamıştı. Büyük borcu olmasına, kazandığından fazlasını harcamasına ve bu açığı daha fazla borçlanma ve büyük miktarlarda yeni para basma yoluyla finanse etmesine rağmen, büyük dolar satışları ve dolar borçlanması henüz başlamadı. Ve tüm klasik nedenlerle ortaya çıkan büyük iç ve dış çatışmalar olsa da, henüz savaşa neden olacak çizgiyi aşmadılar.
Sonunda, şiddetli olsun ya da olmasın bu çatışmalardan, bir araya gelerek kaybedenlerin borçlarını ve siyasi sistemlerini yeniden yapılandıran ve yeni dünya düzenini kuran yeni galipler ortaya çıkıyor. Sonra eski döngü ve imparatorluk biter ve yenisi başlar ve her şeyi baştan yaparlar.
Tipik büyük döngünün nasıl gerçekleştiğinin bir resmini çizmeniz için sizi çok fazla ayrıntıya boğdum. Tabii ki, hepsi tam olarak bu şekilde ortaya çıkmaz, ancak çoğu büyük ölçüde böyle çıkar, öyle ki yükseliş ve düşüş hikayeleri temelde aynı kalır ve değişen tek şey karakterlerin giydiği kıyafetler ve kullandıkları teknolojilerdir. Peki, nereye gidiyoruz?
Gelecek
Çoğu imparatorluk parlak bir dönem geçirir ve kaçınılmaz olarak çöker. Bir düşüşü tersine çevirmek zordur çünkü bu çoktan yapılmış birçok şeyi geri almayı gerektirir, ancak bu mümkündür. Bu göstergelere bakarak, bir imparatorluğun büyük döngünün hangi aşamasında olduğunu, ne kadar sağlıklı olduğunu ve durumunun iyileşip iyileşmediğini görmek oldukça kolaydır, bu da kaç yılı kaldığını tahmin etmeye yardımcı olabilir. Yine de, bu tahminler kesin değildir ve sorumluların yaşam belirtilerine dikkat edip iyileştirmeleri durumunda, döngü uzayabilir. Örneğin, bir kişinin 60 yaşında olduğunu, ne kadar formda olduğunu, sigara içip içmediğini ve birkaç temel yaşamsal belirtiyi bilmek, kişinin ömrünü tahmin etmemizi sağlayabilir. Bunu imparatorluklar ve onların yaşamsal işaretleri ile de yapabiliriz. Kesin olmayacaktır, ancak genel olarak belirleyici olacak ve uzun ömürlülüğü artırmak için atılacak adımlar konusunda net bir yön sağlayacaktır.
Çoğu zaman, bir ulusun en büyük savaşı, başarıyı sürdürmek için gereken zor kararları alıp alamayacağı konusunda kendisine karşı verdiği savaştır. Yapmamız gerekenler ise sadece iki şeyle özetlenebilir: Harcadığımızdan fazlasını kazanmak ve birbirimize iyi davranmak. Bahsettiğim diğer tüm şeyler – güçlü eğitim, yaratıcılık, rekabetçi olmak ve diğerleri – sadece bu iki şeye ulaşmanın yollarıdır. Bunları yapıp yapmadığımızı ölçmek kolaydır. Bu yüzden formda kalmak isteyen insanlar gibi, programa başlayalım ve hayati değerlerimizi iyileştirelim. Bunu bireysel ve toplu olarak yapalım.
Dünyanın nasıl işlediğine dair bu resmi ve onunla iyi başa çıkmak için birkaç ilkeyi paylaşmaktaki amacım, nerede olduğumuzu ve karşılaştığımız zorlukları anlamanıza ve bu zamanlarda iyi yol almak için gereken akıllıca kararları vermenize yardımcı olmaktır. Tartışacak daha çok şey olduğundan ve zamanımız kalmadığından, daha fazlasını Değişen Dünya Düzeniyle Başa Çıkmanın İlkeleri adlı kitabımdan öğrenebilirsiniz. Ve bu sohbete Economicprinciples.org‘da ve sosyal medyada devam etmeyi dört gözle bekliyorum.
Teşekkürler ve evrimin gücü sizinle olsun.
Ray Dalio, 1949 yılında New York, Amerika Birleşik Devletleri’nde doğan bir yatırımcı, hedge fon yöneticisi ve hayırseverdir. Ray Dalio, dünyanın en büyük hedge fonu olan Bridgewater Associates şirketinin sahibidir. Ocak 2018’de dünyanın en zengin 100 kişisi sıralamasına girmiştir. How the Economic Machine Works; A Template for Understanding What is Happening Now , Principles: Life & Work, Principles for Navigating Big Debt Crises ve The Changing World Order: Why Nations Succeed and Fail kitaplarının yazarıdır.
Bu metin Ray Dalio’nun YouTube sayfasında paylaştığı İngilizce videonun metninden Türkçeye çevrilmiştir.
Çeviren: Irmak Gümüşbaş