– TA: Son olarak küresel çapta bazı yeni arayışlar ve girişimler var: Bernie Sanders’in, Ece Temelkuran’ın, Ertuğrul Kürkçü’nün, Noam Chomksy’nin ve eski Yunanistan Maliye Bakanı Yannis Varufakis’in başını çektiği ‘International Progressive/ İlerici Enternasyonal’ (İE) diye adlandırılan bir girişim var. Bu girişimi nasıl buluyorsunuz? Başarı şansı nedir?
Bernie Sanders’in kendisine “sosyalist”im diyen bir sosyal-demokrat ya da Noam Chomksy’nin de anarşist veya Yannis Varufakis’in bir AB’ci olduğunu biliyoruz; tıpkı Ece Temelkuran’ın ve Ertuğrul Kürkçü’nün de onlardan farklı olduğu gibi…
Öncelikle sınıf hareketine yaslanmamış, böylesine ciddi ideolojik farklılıkların bir “think-tank”ın ötesinde işleve sahip olabileceği kanısında değilim.
Konsey üyesi Noam Chomsky’nin Karl Marx’ın, “Sınıf savaşımının, arzulanamaz ‘kaba’ bir fenomen olarak bir kenara itildiği yerde, sosyalizm için, ‘gerçek insanlık aşkı’ ve ‘adalet’ hakkında boş laf salatasından başka hiçbir temel kalmaz,” uyarısındaki tüm eleştirileri hak eden İE’in açılış zirvesindeki konuşması da buna örnek teşkil ediyor:
“Bu tarihi anda karşımızda olan temel krizlere dönersek, bunların hepsi enternasyonal ve iki enternasyonal yapı bunlara karşılık vermek için kuruluyor. Bunlardan biri bugün yola çıkıyor: İlerici Enternasyonal. Diğeri ise Trump’ın Beyaz Saray’ında şekillenmeye başlayan ve dünyanın en gerici devletlerini içeren bir Gerici Enternasyonal.
Olağanüstü bir zamanda bir araya geliyoruz. İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş, hem felaketlere gebe hem de daha iyi bir geleceğe dair umutların ışığını taşıyan bir anda. İlerici Enternasyonal’in, tarihin hangi yöne doğru akacağını belirlemede önemli bir rolü olacak…
İnsanlık tarihinin bu benzersiz zamanlarında yüzleştiğimiz krizler elbette enternasyonal. Çevre felaketi, nükleer savaş ve pandemi sınır tanımıyor. Fark etmesi daha zor olsa da, bu durum, dünyayı gözetleyip Kıyamet Günü Saati’nin ibrelerini gece yarısına doğru ilerleten şeytanların üçüncüsü için de geçerli: demokrasinin gerilemesi. Bu vebanın enternasyonal yapısı, kökenini araştırdığımızda belirginleşiyor.
Koşullar değişse de bazı ortak kökler var. Kötülüklerin çoğunun kökeni 40 yıl önce dünya halklarına vurulmuş neo-liberal saldırıya uzanıyor…
Bu iki enternasyonal yapı dünyanın büyük bir kısmını kapsıyor. Biri devletler seviyesinde, diğeri ise halk hareketleri. Her biri, geniş toplumsal güçlerin temsilcisi ve pandemiden sonra ortaya çıkacak resme dair çok farklı beklentileri var. Bu güçlerden biri; uzun zamandır faydasını bir hayli gördükleri neo-liberal küresel sistemin daha yoğun gözetim ve denetim içeren, çok daha şiddetli bir versiyonunu inatla inşa etmeye çalışıyor. Diğeri ise adalet ve barış dolu bir dünya isterken, enerji ve kaynakların küçük bir azınlığın talepleri yerine insan ihtiyaçlarına yönlendirilmesinden yana. Bu, birçok karmaşık boyuta ve ilişkilere sahip olan bir çeşit küresel sınıf mücadelesi.
İnsan deneyinin kaderinin bu mücadelenin sonucuna bağlı olduğunu söylersek hiç de abartmış olmayız.”[83]
Dikkat edin ezen/ezileni aşamayan bir “halkçılık”, neo-liberalizmi eleştirirken; kapitalizmi (ücretli köleliği) tasfiyeden söz etmemektedir.
Soru(n) ne Trump, ne de neo-liberalizmdir. Mesele sürdürülemez kapitalizm küresel ücretli kölelik sisteminin yıkılması ya da devrimin güncelliğinin enternasyonal ölçekte hayata geçirilmesidir.
Burada sözü Sibel Özbudun’a bırakıyorum:
“Biz sosyalistler, devrimciler, komünistler için ‘Enternasyonal’, dünya ülkelerinin sosyalist/ komünist partilerin bir araya gelerek görüş alışverişinde bulundukları, ortak eğilimler saptadıkları, bağlayıcı kararlar aldıkları uluslararası bir platform, bir örgütlenmedir. Biçimlenişi, işleyişi, örgütsel yapısı, katılım esasları belirli yazılı kurallara bağlıdır. İşlevi ‘istişare’ ile sınırlandırılamaz.
Bugün oluşturulduğu söz edilense, bir ‘Enternasyonal’den çok, bir ‘think tank’i andırıyor. Farklı ülkelerden isim yapmış, birbirlerine referans olan ‘sol’ aydınların fikir teatisinde bulunabileceği bir mekân… Kim(ler)in hangi kritere göre seçildiğini anlayamadım; katılımcıları kim(ler)in seçtiğini de… Kurulmasında bir zarar yok, elbette, ama nasıl bir işlevsellik gösterebileceği, meçhul. Keşke sosyalist tarih açısından özgül bir anlamı olan ‘Enternasyonal’ adını kullanmayıp, başka bir isim benimseselerdi…
Diğer, bildiğimiz anlamda bir ‘Enternasyonal’ mümkün, tabii ki. Gerekli de… ‘Tek ülkede kapitalizm’ mümkün olmadığı, kapitalizm yeryüzü ölçeğinde sürekli olarak genleşme, talan edilmedik bir köşe-bucak, sömürülmedik tek bir insan, ‘kaynağa dönüştürülmedik’ tek bir doğa olayı bırakmama eğilimindeki bir sistem olduğu ölçüde, ona karşı mücadele de uluslararası, ya da küresel olmak zorunda. Ama bunun için ortada hedefte ortaklaşmış, kurumsallaşmış yapıların olması gerek.
‘İşçi kitlesi önündeki engeller her ne olursa olsun, yeni bir Enternasyonal yaratacaktır. Yaşasın bütün ülkelerin burjuvazisinin şovenizmine ve vatanseverliğine karşı işçilerin uluslararası kardeşliği! Yaşasın oportünizmden kurtulmuş Proleter Enternasyonal…’[84] derken V. İ. Lenin bir eksikliğe işaret ediyordu.
Sanıyorum çağımızın da eksiği bu: kapitalizme karşı mücadele ve yerine emek-eksenli, doğayla barışık, eşitlikçi, özgürlükçü bir sistemi, yani sosyalizmi kurma iradesine sahip, kalıcı, siyasal örgütlenmeler…”[85]
– TA: Bildiğiniz gibi solun tarihi 1., 2., 3., enternasyonallerden bağımsız düşünülemez. Enternasyonal örgütlenmeler, yapılar oluşturmak açısından küçümsenemeyecek bir tarihsel tecrübelere sahip. ‘Progressive International/ ilerici Enternasyonal’ bu geleneğin bir devamı olabilir mi?
Keşke olabilse; ama olamaz!
“Neden” mi?
Bir I., II. ve III. Enternasyonal’in üzerinde yükseldiği sınıf mücadelesi zeminine ve temsil ettiği hakikâte; bir İE’ye bakın!
Fazla söze ne hacet?
“Eli temiz kalmış tek emperyalist ulus yoktu.” “Kapitalizmin en büyük savurganlığı da savaştır.” “Emperyalizm savaşa yol açar. Ne var ki, savaş da hiç bir şeyi kesin olarak çözemez,” diyor Leo Huberman gibi…
Veya “Günümüzün tepetaklak olmuş, tersine dünyasında evrensel barışı en çok gözeten ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satan ülkelerdir; en itibarlı bankalar en çok uyuşturucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenlerdir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir en kısa zamanda en çok insanı öldürenler, en az işle en çok parayı kazananlar (kapitalizmin altın kuralları) ve doğayı en ucuza en fazla yok edenler dokunulmazlık ve kutlamayı hak ederler,” satırlarında Eduardo Galeano’nun işaret ettiği üzere…
Kolay mı? Militarist harcamalar artarak devam ediyor. 2019 yılında yeni bir rekor kırıldı, silahlanma için 1 trilyon 917 milyar dolar harcandı.
‘Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 27 Nisan 2020’de yayınladığı raporda militarist harcamaların beş yıldır düzenli bir artış gösterdiği belirtiliyor. Rapordaki verilere göre 2019, 2010’dan sonra en büyük askeri harcamaların yapıldığı yıl olma özelliğine sahip. 2019’un bir başka özelliği ise 1988’dan bu yana kayıt altına alınmış en yüksek harcamaların yapıldığı yıl olmasıdır.
Raporda, dünyadaki militarist harcamalar toplamının yüzde 62’sinin beş ülke (sırasıyla ABD, Çin, Hindistan, Rusya ve Suudi Arabistan) tarafından yapıldığı kaydediliyor. SIPRI, ilk kez en yüksek askeri bütçeye sahip üç ülke arasına Asya’dan iki devletin girmiş olduğunu raporluyor.
ABD’nin silahlanma harcamaları 2019 yılında önceki 2018 yılına göre yüzde 5.3 artarak 732 milyar dolara çıkmış durumda.[86]
2019’da sadece Almanya’dan üçüncü dünya ülkelerine yapılan silah ihracatında elde edilen kâr 3.5 milyar Avro ve bunun 817 milyon tutarındaki dörtte birlik kısmını yalnız savaş araçları oluşturuyor. Silah satışları durdurulmuyor çünkü silah sanayi için ölüm, kazançlı bir alışverişin vazgeçilmez parçasıydı.[87]
Görülüyor ki sürdürülemez kapitalist kâbusun elinde, topyekûn yok olma tehlikesiyle yüz yüzeyiz hâlâ!
Böylesine yakıcı bir tabloda enternasyonal ihtiyacı daha da büyürken; komünist enternasyonal söylemi bugün her zamankinden daha da acil gündem maddesidir; yeni(den) baharını yaşamaktadır.
Hele, hele yerküre, küresel ve sınırsız köy olmak yolunda bir kavimler göçü yaşıyor ve BM’ye göre göçmen sayısı 2019’da 272 milyona ulaşırken ve Covid-19 küresel salgınıyla dünya daha da küçülmüşken…
V. İ. Lenin’in, “Sermayenin egemenliği enternasyonaldir. Bu nedenle tüm ülkelerin işçilerinin kurtuluş mücadelesi de ancak, işçilerin uluslararası sermayeye karşı ortak mücadelesi olduğunda başarılı olabilir,”[88] saptaması bir kez daha güncellenmişken…
Bilindiği gibi Enternasyonal nitelikte bir işçi örgütünün gerekliliği Batı Avrupa’da XIX. yüzyıl boyunca biçimlenmekte olan sosyalist işçi hareketi içinde Karl Marx’tan önce de dile getirilmekteydi. Örneğin, Fransız lonca örgütlerinin modern işçi sınıfı sendikalarına dönüşmekte olduğu 1840’larda biçimlenen devrimci sosyalist işçi hareketinin öncülerinden biri, Flora Tristan 1843’te kaleme aldığı İşçilerin Birliği başlıklı kitabında uluslararası bir işçi örgütüne olan gereksinimi vurgulamaktaydı.[89]
Ancak Enternasyonalizm’in işçi sınıfının stratejisi ve değeri olarak Proletarya Enternasyonalizmi versiyonunu kuramsal düzlemde formüle edip onu I. Enternasyonal biçimiyle hayata geçirenler, Karl Marx ile Friedrich Engels olmuştur.
Karl Marx ile Friedrich Engels, düşünsel gelişimlerinin oldukça erken bir aşamasında, 1848’de kaleme aldıkları Komünist Manifesto’da şunları yazıyorlardı: Tüm üretim araçlarını hızla geliştirerek ve ulaşımı, iletişimi sonsuz kolaylaştırarak burjuvazi, en barbar ulusları da uygarlığa çekiyor. Ürettiği mallara koyduğu ucuz fiyatlar, tüm Çin Seddini temelden yıkacak, barbarların en inatçı yabancı düşmanlıklarını teslime zorlayacak ağır toplardır. Burjuvazi, tüm ulusları, eğer yerle bir olmak istemiyorlarsa burjuva üretim tarzına uymaya zorluyor; uygarlık diye kendi uygarlığını ithal etmeye, yani burjuva olmaya zorluyor onları. Tek kelimeyle, kendi istediği gibi bir dünya yaratıyor kendine.”[90]
Karl Marx ve Friedrich Engels için işçi sınıfının uluslararası birliğine olan gereksinimin aslî gerekçesi, bağrında geliştiği kapitalist sistemin, ortaya çıkışı itibariyle “küresel” nitelikli oluşudur. Sanayileşme aracılığıyla üretimin ölçeğini tarihte misli gelişmemiş ölçüde arttıran kapitalizm, bu nedenledir ki ancak ulusal sınırları aşarak, yani (hem hammaddeleri aldığı hem de mamulleri sattığı) pazarı uluslararasılaştırarak var olabilir. Kapitalizm bağrında onun “mezar kazıcısı” olarak biçimlenen işçi sınıfı ise, bu nedenle “vatansız”dır:
“Komünistlere ayrıca vatanı, milliyeti ortadan kaldırmak isteme suçu yüklendi.
İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin, alınması da mümkün değil. Proletarya, önce siyasal iktidarı ele geçirmek, kendini ulusal sınıf düzeyine getirmek, kendini ulus yapmak durumunda olduğu için, kendisi de ulusaldır hâlâ, ama asla burjuva anlamda değil.
Halkların ulus olarak ayrışmaları ve karşıtlıkları, daha burjuvazinin, ticaret özgürlüğünün, dünya pazarının, sanayi üretimindeki tek biçimliliğin ve ona uyan yaşam koşullarının gelişmesiyle zaten giderek yok olmakta.
Proletaryanın egemenliği bunu daha da yok edecektir. Birleşik eylem, hiç değilse uygar ülkeler arasında olmak üzere, proletaryanın kurtuluşu için en önde gelen koşullardandır.
Bir bireyin bir başka bireyi sömürmesi ortadan kalktığı ölçüde, bir ulusun da ötekini sömürmesi ortadan kalkacaktır.
Ulusun kendi içindeki sınıfların karşıtlığıyla birlikte ulusların birbirlerine karşı düşmanca tutumları da düşer.”[91]
İşçilerin iki nedenden dolayı “vatanı yoktur.” Öncelikle, bir burjuva mamûlatı olarak “vatan”ın oluşumunda fikirleri alınmış değildir.
Ancak Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre “enternasyonal” karakteri, işçi sınıflarının “ulusal” düzlemde hareket etmesini engellememelidir. Manifesto’larında “her ülkenin proletaryası(nın) önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak durumunda” oluşundan bahisle, burjuvaziye karşı mücadelenin karakterinin ilk elde “ulusal” olduğunu vurgularlar. Proleter devrimi, yani sosyalist devrim, ilk elde “ulusal sınırlar dâhilinde” gerçekleşebilecek bir kazanımdır. Her ülkenin proletaryası, öncelikle kendi ülkesinde siyasal iktidarı ele geçirmek, kendini ulusal sınıf düzeyine getirmek, kendini ulus kılmak durumunda olduğu için, burjuva anlamında olmamakla birlikte, “ulusal”dır. Ne ki bu ulusallık, sonunda proletaryayı “insanlık”la bitiştirecek bir enternasyonalizm içerisinde erimeye mahkûmdur; çünkü, “proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok, kazanacakları ise bir dünya var”dır[92]…
Karl Marx ile Friedrich Engels’in proletarya enternasyonalizmi Manşfesto’nun o evrensel çağrısında bedenlenir: Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!
Bunun yanında, sömürge halkların sömürgeci metropole karşı başkaldırısını desteklemek, Karl Marx ve Friedrich Engels için proletarya enternasyonalizminin vazgeçilmez bir bileşeniydi. Friedrich Engels, Çin’de 1856’da patlak veren Afyon Savaşı’nı “Olanca önyargısına, budalalığına, öğrenilmiş cehaletine ve mektepli barbarlığına karşın, Çin ulusallığını savunmaya yönelik bir halk savaşı” olarak niteliyor; Cezayir’de Fransa’ya karşı ulusal direnişi yöneten Abdül Kadir’in cesaretini selamlıyordu.[93] Ve Karl Marx’a göre, “Siyah tenli emek damgalandığı sürece beyaz tenli emek özgür olamaz”dı[94]
Şu hâlde V. İ Lenin’de olgunlaşacak olan “anti-emperyalizm” fikrinin kökenini Marx ile Engels’e dek sürmek, mümkündür.[95] Michael Löwy, başlangıçta ulusalcılık-karşıtı, kozmopolit bir enternasyonalizm kavrayışına sahip olan Karl Marx ile Friedrich Engels’in, 1850’lerden itibaren çok farklı bir yöneliş benimsediklerini kaydetmektedir:
“Marx böylelikle Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı kuramına temel oluşturacak iki kavramı formüle etmişti: i) Başka bir ulusa tahakküm eden bir ulus özgür olamaz (Engels bir halkın bir başkasını yönetmesini ‘talihsizlik’ olarak niteliyordu); ii) Ezilen ulusun kurtuluşu hâkim ulus içerisindeki sosyalist devrim için önkoşuldur.”[96]
Şimdi burada durup sormalıyım: İE, böylesine sınıf eksenli anti-emperyalist mücadeleyle; özellikle de yönetici konumundaki AB’ci Yannis Varufakis ile ilişkilendirilebilir mi?
TA: Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Dik durup, diklenmenin; bedeli ne olursa olsun; itaatten daha iyi bir öğretmen olduğundan şüphe duymuyorum.
Soru(n)lar, onları yaratanların mantık(sızlığ)ıyla çözümlememizin mümkün olmadığından ve yeni çözüm(ler) için korkuyu bilmez bir çocukluğa muhtaç olduğumuzdan eminim.
Emperyalist/ kapitalist vahşet karşısında, örgütlenmiş çocuksu bir cürete ihtiyacımız varken; buna “delilik” diyenler olabilir. Ancak, “Sadece aklı başında olanlar, deli olduklarını kabul ederler!” diyen Charlie Chaplin’i anımsamanız bile yeterlidir…
B. B. King’in, “Herkes cennete gitmek istiyor, ama kimse bunun için ölmek istemiyor,” diye tarif ettiği edilgen beklentilerin bataklığına dalmadan; korkuyu bilen, korkuyu yenen, yani uçurumu gören ama ona gururla bakanlardan olmaya gayret etmeliyiz; Lucius Annaeus Seneca’nın, “Başkaları için yaşamayan kendi için de yaşayamaz,” uyarısı eşliğinde…
Malum: Görmek isteyenler için yeterince ışık, istemeyenler için yeterince karanlık varken; tavrımız bir tercihtir; o kadar…
“İyi de ne olacak” mı?
“Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar,” diyen Charlie Chaplin’e hâlâ, ısrarla inananlardanım…
Ve bizden sonra gelenlerin, benzer bedelleri ödemeksizin, emeklerimizin meyvesini yiyeceğini, şimdiden görür gibiyim…
Kim inkâr edebilir: “Yaşamı gerçekten anlayan bizler için sayıların hiç önemi yoktur.” “Dünyayı yerinden oynatan insan benliğidir” “Emek harcadığın şeyden sonsuza dek sorumlu olursun,” diyen Antoine de Saint-Exupéry’yi?
Nihayetinde Ahmed Arif’in, “Ömrümüz çelimsiz, kısa./ Çabamız korkunç ama,” dizeleriyle tamamlıyorum diyeceklerimi; John Lennon’ın, ‘Imagıne/ Hayal Et’ini terennüm ederek:
“Cennetin olmadığını hayal et
Eğer denersen bu kolay
Altımızda cehennem yok
Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var
Bütün insanların
bugün için yaşadığını hayal et
Hiç ülke olmadığını hayal et
Bunu yapmak zor değil
Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok
Ve din de yok
Bütün insanların
Barış içinde yaşadığını hayal et
Mülkiyetin olmadığını hayal et
Yapabilir misin merak ediyorum
Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok
İnsanların kardeş olduğunu
Bütün insanların
Dünyayı paylaştığını hayal et
Bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin
Ama tek ben değilim
Umarım bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek vücut olarak yaşar.”
TA: Temel bey diye hitap ederek başladığımız bu röportaji, cok tesekkür ederim Temel yakın tarihimize ısık tutan bu kapsamli röportajınız için diyerek bitirelim.

Turan Altuner, uluslararası ağırlıklı iktisat, uluslararası işletme yönetimi, kültürlerarası iletişim, kültür antropolojisi ve endüstri işletmeciliği okudu. İşletmeci, danışman ve kültürlerarası iletişim koçu olarak çalıştı. İlgi alanları ekonomi, uluslararası ilişkiler ve kültürlerarası iletişimdir.
N O T L A R
[1] Hüsnü Arkan, Hiçe Doğru, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2013.
[2] Gamze Akdemir, “Selim İleri: ‘Bizde Bir Midyeleşme Var!’…”, Cumhuriyet Pazar, 13 Eylül 2020, s.6.
[3] Rahmi Öğdül, “Mekânların En Kötüsü”, Birgün, 25 Eylül 2020, s.14.
[4] Nikos Kazancakis, Zorba, çev: Ahmet Angın, Can Yay., 2000.
[5] Nikos Kazancakis, Günaha Son Çağrı, çev: Ender Gürol, Can Yay., 2003.
[6] Nikos Kazancakis, Zorba, çev: Ahmet Angın, Can Yay., 2000.
[7] Nikos Kazancakis, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa çev: Tuğrul Tanyol, Can Yay., 1982.
[8] Nikos Kazancakis, Zorba, çev: Ahmet Angın, Can Yay., 2000.
[9] Nikos Kazancakis, Allahın Garibi, çev: Ender Gürol, İz Yay., 2008.
[10] Nikos Kazancakis, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa çev: Tuğrul Tanyol, Can Yay., 1982.
[11] Nikos Kazancakis, Allahın Garibi, çev: Ender Gürol, İz Yay., 2008.
[12] Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine Denemeler, çev: Nurdan Soysal, Say Yay., 2014.
[13] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2006.
[14] Frank Furedi, Korku Kültürü, çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay., 2002.
[15] Şehriban Kıraç, “Sencer Binyıldız: En Büyük Endişe Korona”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2020, s.11.
[16] Eric J. Hobsbawm, Yeni Yüzyılın Eşiğinde, çev: İbrahim Yıldız, Yordam Kitap, 2018.
[17] Eric J. Hobsbawm, Tarih Üzerine, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2009, s.32.
[18] Johann Wolfgang von Goethe, Goethe Der ki, çev: Gürsel Aytaç, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.: 534, 2’inci baskı, 1986, s.335.
[19] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 1, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2012, s.167.
[20] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, çev: Tomris Uyar-Cemal Süreya, Can Çocuk Yay., 2015
[21] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2006.
[22] José Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, çev: Emrah İmre, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
[23] Søren Kierkegaard, Aforizmalar, çev: Nur Beier, Pinhan Yay., 2013.
[24] Paulo Coelho, Aldatmak, çev: Emrah İmre, Can Yay., 2014.
[25] Bora Küçükyazıcı, “Z Kuşağı Hakkında Söylenmeyen Gerçekler”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2020, s.2.
[26] William Shakespeare, Hamlet, Çev: Sabahattin Eyüpoğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2008
[27] “Yandaşın Örneği Nazi Almanyası!”, 28 Ağustos 2020… https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yandasin-ornegi-nazi-almanyasi-1761670
[28] Hannah Arendt, Siyasette Yalan, çev: İmge Oranlı, Sel Yay., s.15.
[29] Eduardo Galeano, Biz Hayır Diyoruz, çev: Bülent Kale, Metis Yay., 2008.
[30] Henri Lefebvre, Marksizm, çev: Vedat Günyol, Alan Yay., 1990, s.35.
[31] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, çev:Haldun Bayrı, Metis Yay., 2000.
[32] Yaşar Kemal, İnce Memed, 4. Cilt, Yapı Kredi Yay., 2015.
[33] Jean Baudrillard, Siyah Anlar, çev: Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Yay., 1999.
[34] Etienne de la Boétie, Gönüllü Kölelik Üzerine Söylev, çev: Ayşe Meral, Alfa Yay., 2015.
[35] Henri Lefebvre, Marksizm, çev: Vedat Günyol, Alan Yay., 1990, s.39.
[36] Karl Marx’tan aktaran: August H. Nimtz, Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels, çev: Can Saday, Yordam Kitap, 2012.
[37] Temel Demirer-Marie Claire Lavabre-Pierre Nahon-Sibel Özbudun-Yves Pages-Henri Rey, Sokakta ve Duvarda 1968, Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, 1998… Temel Demirer, “Anti-Emperyalist Mücadele Tarihi(miz): Gerçek ve Yalan(lar)!”, Kaldıraç, No:142, Nisan 2013… Temel Demirer, “68 Başkaldırısı ve Öğrenci Hareketi”, Kaldıraç, No:182, Eylül 2016…
[38] “Atilla Keskin ile Söyleşi: Yoldaşlarımızın İsyankâr Ruhunu Söylemeden Denizleri Savunmak, Onlara Yapılmış Bir Kötülüktür”, 6 Mayıs 2020… http://odakdergisi.com/uc-fidanin-yoldasi-atilla-keskin-ile-soylesi-yoldaslarimizin-isyankar-ruhunu-soylemeden-denizleri-savunmak-onlara-yapilmis-bir-kotuluktur/
[39] Şükran Soner, “68 Kuşağının Öyküsü”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2019, s.12.
[40] Dilan Esen, “Bora Gezmiş: Türkiye’nin Geleceğini Katlettiler”, Birgün, 6 Mayıs 2019, s.7.
[41] Emre Ünsallı, “HDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü: Seni Yakaladığımı Söyle ki…”, Aktüel, No:143, 10 Aralık 2013… http://www.aktuel.com.tr/gundem/2013/12/10/seni775-yakaladigimi-soyle-ki775-i775krami775ye-alayim
[42] Soner Yalçın, “68 Kuşağını İyi Tanıyor musunuz?”, Hürriyet, 11 Aralık 2010… http://www.hurriyet.com.tr/68-kusagini-iyi-taniyor-musunuz-16512571
[43] H. Selim Açan, “Deniz(ler)’de Cisimleşen”, 6 Mayıs 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/05/06/denizlerde-cisimlesen
[44] Eylül Deniz Yaşar, “Oruçoğlu Anlattı: Sadelik, Mülkten Uzak Durma, Dayanışma…”, 18 Mayıs 2020… http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/97116
[45] ayşe düzkan, “en sekmez lüverin namlusundan fırlayanlar…”, 20 Mayıs 2020… https://sendika63.org/2020/05/en-sekmez-luverin-namlusundan-firlayanlar-ayse-duzkan-arti-gercek-587848/
[46] Muzaffer Ayhan Kara, “78’in Edebiyatına İlişkin Notlar”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2008, s.9.
[47] Celalettin Can, “78’liler Gerçeği…”, Özgürlükçü Demokrasi, 27 Ağustos 2017, s.10.
[48] 12 Eylül askeri darbesi sırasında idam edilen, 35 yılda mezarı bulunamayan Veysel Güney’in anısını yaşatmak için yakınları tarafından, doğduğu Malatya’nın Hekimhan ilçesinde sembolik olarak yaptırılan anıt mezar nedeniyle dava açıldı. (İklim Öngel, “Ağbaba: Mezar İddianamesine Milletvekili de Girmiş”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2016, s.7.)
[49] Akın Bodur, “29 Yıldır Aranan Mezar”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2010, s.6.
[50] Julius Fuçik, Darağacından Notlar, çev: Celal Üster, Yordam Kitap, 2015, s.28.
[51] yage, s.18.
[52] yage, s.132.
[53] yage, s.151.
[54] yage, s.77.
[55] yage, s.35.
[56] Yücel Özdemir, “Erdal Eren Bizim İçin de Bir Semboldü”, Evrensel, 13 Aralık 2014, s.11.
[57] Temel Demirer, Solan Fotoğraflarda Biten ve Başlayan, Sorun Yay., 1993
[58] Edward Said, Kış Ruhu, çev: Tuncay Birkan, Metis Yay., 2’inci baskı, 2006, s.28.
[59] Eduardo Galeano, Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2011.
[60] Özel Yetkili Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “12 Eylül Yargılaması”na ikinci müdahillik talebi için 29 Haziran 2012’de yapılan ve mahkeme tarafından reddedilen başvuru’dan… Temel Demirer, “12 Eylül Sürgün(lük)ü Deyince”… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/07/12-eylul-surgun-luk-deyince1.html#.X5qHaIgzZPY
[61] Feridun Andaç, Paris Bir Yalnızlıktır, Eksik Parça Yayınevi, 2020.
[62] Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm, çev: Doğan Görsev, Yordam Kitap, 2007, s.140.
[63] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 1, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2012.
[64] Franz Kafka, Milena’ya Mektuplar, çev: Esen Tezel, Can Yay., 2009.
[65] Benedictus de Spinoza, Ethica, çev: Çiğdem Dürüşken, Alfa Yay., 2014.
[66] Zygmunt Bauman, Bireyselleşmiş Toplum, çev: Yavuz Alogan, Ayrıntı Yay., 2005.
[67] Henri Lefebvre, Modern Dünyada Gündelik Hayat, çev: Işın Gürbüz, Metis Yay. 2011, s.158.
[68] Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, çev: Ferda Keskin – Nilgün Tutal, Ayrıntı Yay., 2002.
[69] Henri Lefebvre, Gündelik Hayatın Eleştirisi 1, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2012, s.98.
[70] yage, s.74.
[71] yage, s.76.
[72] Henri Lefebvre, Marx’ın Sosyolojisi, çev: Selahattin Hilav, Sorun Yay., 1996.
[73] Henri Lefebvre, Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm, çev: Doğan Görsev, Yordam Kitap, 2007, s.36.
[74] Friedrich Nietzsche, Her Şey Dökülmüş müydü Kelimelere?, çev: Gökhan Doğru, Zeplin Yay., 2015.
[75] Henri Lefebvre, Diyalektik Materyalizm, çev: Barış Yıldırım, Sel Yay, 2006, s.92.
[76] Friedrich Nietzsche, Ecce Homo, Kişi Nasıl Kendisi Olur?, çev: İsmet Zeki Eyüboğlu, Say Yay., 2016.
[77] Emil Ludwig, Napoleon, çev: Atakan Akçalı, Doruk Yay., 2010, s.307.
[78] yage, s.182.
[79] yage, s.350.
[80] yage, s.25.
[81] Gülseli Kenarlı, “Gezi Raporu Açıklandı”, Hürriyet, 30 Aralık 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27870157.asp
[82] “Gezi Raporu: Türkiye Totaliter Rejime Gidiyor”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2014, s.13.
[83] “Noam Chomsky: Ya Enternasyonalizm Ya Yokoluş”, 21 Eylül 2020… https://acikradyo.com.tr/editorden/noam-chomsky-ya-enternasyonalizm-ya-yokolus
[84] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt:21, s.33-34.
[85] Tolga Güney, “Sibel Özbudun: Covid-19 Bir Turnusol Kâgıdı”, Mezopotamya Ajansı, 30 Mayıs 2020… http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/98432
[86] “Küresel Silahlanmada Rekor Yükseliş”, 2 Mayıs 2020… https://kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/guncel/kuresel-silahlanmada-rekor-yukselis
[87] Özlem Yüzak, “Davos 2020: Küresel Bir Bakış”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2020, s.11.
[88] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, C:1, s.467-468.
[89] “Feminism vs. Marxism: Origins of the Conflict”, Workers’ Vanguard, 10 Haziran 2011 (özgün makale Women and Revolution’un Bahar 1974 tarihli 5. Sayısında yer almaktadır.) http://www.icl-fi.org/english/wv/982/ysp-feminism.html
[90] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[91] yage.
[92] yage.
[93] J. B. Foster, “Marx and Internationalism”, http://monthlyreview.org/2000/07/01/marx-and-lnternationalism/
[94] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965… Bölüm 10, 7. Kısım.
[95] Sibel Özbudun, “Enternasyonalizm Üzerine Notlar”, Newroz, No: 264-267, 30 Mart, 22 Nisan, 20 Mayıs 2015, s.7.
[96] Michael Löwy, Fatherland or Mother Earth? Essays on the National Question, Londra, Pluto Press, 1998, s. 28.