– TA: Bize biraz da 78’li kuşağı anlatın lütfen, ‘68 kuşağı ile ortak veya farklı yönleri nelerdi?
‘68’in anti-emperyalist, 78’in anti-faşist eksenli mücadelesi fedakârlıklarla müsemmadır.
78’in giderek iç savaşa yönelen güzergâhta ödediği bedeller devasa ölçekteyken; “78 kuşağı, 12 Eylül kırılmasıyla darmadağın oldu. Bu kırılma ardından gelen sosyalist sistemin bertaraf olması hayalleri, umutları da darmadağın etti.”[46]
Ancak tüm soru(n)larına karşın 78 kuşağı gerçektir, kendinden önceki ve sonraki kuşakların arasında büyük bir alçakgönüllülükle yaşayan, çalışan, ‘halklaşmış’ bir kuşak olarak içinizdedir. Peki, 78 kuşağı bir gerçeklik olarak nasıl algılandı?..
Öldürdüklerini öldürdüler, yaşayanları sonsuza kadar “suçlu” ilan ettiler…
78 kuşağı kendi döneminin yalıtılmış, toplum dışı bir öznesi değildi. Özne toplumun kendisiydi ve 78 kuşağı da bu toplumun gençliğiydi. Onun taleplerinin ürünüydü. Artık eskisi gibi yaşamak istemeyen toplum kendi gençliğini yarattı, her devrimci dönemde olduğu gibi kendi gençliğini mücadelenin ön saflarına kendi elleriyle gönderdi. 78 kuşağından her genç, kendi evindeki ana-babasının elini öpercesine bu mücadeleye atıldı. Düşen her gencin ardından gözyaşı dökenler bu ülkenin insanlarıydı, analarımız, babalarımız, ninelerimiz ve dedelerimizdi.
78 kuşağı toplumun bağrına öylesine sayısız kılcal damarlarla bağlıydı ki, halkın yaşayan bütün kuşaklarıyla öylesine iç içe geçmişti ki, bu kuşağın her bir temsilcisi mahallesinde, köyünde, mezrasında “aykırı” olmayan sıradan bir insan olarak yaşadı. Mahallesinin en devrimcisiydi, en gözü pek olanı oydu. Haksızlığa herkesten önce başkaldırıyordu. Ve en önce o ölüyor, işkenceye uğruyor, hapsediliyordu. Bu “öncüler” halkın her gün görüp tanıdığı insanlardı, yabancı değillerdi, hiç kimsenin gözünde “garip” yaratıklar olarak görülmüyorlardı. Cesaretleri kimi zaman ürkütücüydü belki. Öfkeleri yıldırıcı da olabiliyordu. Doğruyu ne denli büyük bir inançla yaptılarsa, yanlışı da aynı inançla doğrudur diyerek yapıyorlardı. 78 kuşağı yadırganmadı. Yadırganamayacak boyutlarda, yüz binlerle mücadeleye atılmışlardı…
78 kuşağı kendi köyünün, kendi evinin, kendi yurdunun devrimcisiydi.[47]


12 Eylül darbesinin ardından idam edilen Veysel Güney’in – ailesine ulaşmayan!- mektubundaki üzere fedakârca büyük bedeller ödedi:[48]
“Ben hiçbir şahsi çıkarımı gözetmeden ülkemin bağımsızlığı ve halkımın kurtuluşu için doğru bildiğim yolda inanarak mücadele ettim. Benim kalbim insan sevgisi ile doludur… Onlara göre suçlu olabilirim. Çünkü onlar ülkeyi yabancılara peşkeş çeken ve onlarla bir avuç işbirlikçi mutlu azınlık işbirliği yapmaktadırlar. Halkıma ise zam, işkence ve ölüm reva görülmektedir. İşte ben buna insan olarak karşı geldiğim için onlara göre suçluyum. Ama boşuna. Çünkü insan kafasındaki düşünceyi yok edemedikten sonra işkence ve idamla bir yere varamayacakları açık.
Babacığım. Ben ölüme seve seve gidiyorum, bir namussuzluk ve bir şerefsizlik yapmadım. Onun için hiç üzülmeniz gerekmez. Benim binlerce annem babam olduğu gibi, sizin de binlerce oğlunuz var… Size bir tek dörtlük şiir yazıyorum: Mezarımı yol kenarına kazın/ Üzerine devrim şehiti yazın/ Başına yumruklu yıldız kazın/ Gidiyorum ölümsüzlüğe hoşça kalın… Selamlar. Sizin Veysel.”[49]
Sonra da hepimize; “Belki de bir gündoğumu daha görecek kadar yaşarım”…[50]
“Anlatacaklarım bitmeden ip boğazıma geçse de, bu filmi ‘mutlu son’la sonuçlandıracak milyonlarca insan kalacak yeryüzünde”…[51]
“Gerçek yaşamda seyirci yoktur, herkes katılır yaşama. Son sahnenin perdesi açıldı. Dostlarım, hepinizi sevdim. Nöbeti teslim ediyorum!”…[52]
“Benim rolüm de sonuna yaklaşıyor artık. Bu sonu yazamıyorum tabi. Çünkü bilmiyorum. Bu bir rol değil, yaşamın ta kendisi. Yaşamak denilen şeyde seyirci falan yok öyle”… [53]
“Bir kez daha yineliyorum, bizler mutluluk için yaşadık, bunun için mücadeleye girdik ve bunun için ölüyoruz. Hüzün adımızla anılmasın”… [54]
“Sevinç için yaşadım, sevinç uğruna ölüyorum ve mezarımın üzerine kederin meleğini oturtmak haksızlık olur,”[55] diyen Julius Fuçik’i hatırlatırcasına; “Karşıma ölüm çıkmışsa bundan korkamam, cesaretle karşılamam gerekir”…; “Korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum”…; “Beni ibret olsun diye asacaklar, ama ben ölümden korkmuyorum,” diye haykıran “17 yaşında idam edilen gençliğin sembol”ü[56] Erdal Eren…
Röportajın devamı bir sonraki sayfada… | > 80 darbesi ve Sürgün