Psikoterapi ağırlıklı çalıştığım dönemlerde odama girip çıkan hastalarda bir şey fark ettim, her danışan veya hasta odaya bir duyguyla geliyor ve sanki odaya bir ‘ruhsal koku’ bırakıp gidiyordu. Kimisi üzgün, kaygılı, kimi utanç ve suçluluk duygusu içinde kimi aşırı neşeli, kimi çökkün ve depresif… Zamanla muhatap olunan kişinin duygusunun genellikle ilk an da hissedilmediğini öğrendim; biri konuşurken yerli-yersiz gülümsemeye başlarsa bu birazdan ağlayacağını da. Muhatabımın altta yatan ama görünmeyen duygusunu anlamak için kendi içime bakmayı ve hissettirdiği duyguya odaklanmanın ne kadar öğretici olduğunu da… O zaman şunu fark ettim; kişinin duygusu öyle hemen görünemese ve içinde gizli olarak saklansa bile adeta bir ruhsal koku gibi odayı kaplıyordu. Çıkardığım sonuç şu oldu; suçluluk hisseden suçlar, yetersizlik hisseden aşağılar, korkan korkutur, kaygılanan kaygılandırır, üzüntülü olan üzüntü bulaştırır ve öfkeli olan öfkelendirir muhatabını… ve sadece utanan utandırmaz…
Duygulara nöropsikiyatri penceresinden bakmak, hava durumunu bilimin araçlarıyla incelemek gibi gelir bana. Bunu daha iyi anlamak için bu yazıda sanatın dilinden yardım alacağım yani mecaz ve metaforik anlatımla konuyu inceleyeceğim. Bu dili kullanarak duyguyu tariflersek benim tanımım şu olur: Duygu; beden gezegeninin zihin atmosferinde oluşan hava durumudur. Hani kendimizi yeterince iyi hissetmediğimizde sıkça kullandığımız ‘havamda değilim’ tabirini kullanırız ya, işte duygular bu ifadedeki gibi bir ‘ruhsal hava durumu’ göstergesidir. İnsanın ‘psişik meteorolojisi’, ‘nöro-psikiyatrik atmosferin’ içindeki yerel veya dışındaki kozmik değişimlerden etkilenir. Benlik küresinin topografik özelliklerine göre ‘iklimler yani mizaç’ oluşurken, benliğin eğilimlerindeki değişimlerden ‘mevsimler yani dönemsel duygu durumları’ meydana gelir.
Duyguları ifade etmek için seçtiğimiz kelimeler bu benzerliğin bir delili sayılabilir. Örneğin duygularını gizleyen ve sınırlayan insanları ‘soğuk’, ama ilişkilerinde açık, içten ve duygularını belli eden kişileri ‘sıcak’ olarak tasvir ederiz. Öfke daha çok fırtına ve şimşeğe benzerken, üzüntü ve ağlama yağmura benzer. Ya da bir amaç için aşkla inat etmek kuru bir çöl sıcağına benzerken, sabır ve kararlılık dolu bir mücadele azmi karlı bir havaya benzer. Bazı duygular insanın içini ferahlatır, bunalmış havamızı değiştirir ki biz onu melteme benzetiriz. Sanki bilinçaltından bilince doğru esen bilgece sözler gibi insana umut ve yaşama sevinci verir.
Çökkünlük-umutsuzluk ve depresif duygu durumu; karanlık, gri ve ıslak bir kış havasına benzetebilirken, neşe ve mutluluğu ise; ağaçların çiçek açtığı ılık ve güneşli bir bahar havasına veya güneşli bir yaz sabahının havasına benzetebiliriz. Hüzün, yas ve yaşlılık dönemlerinin duygu durumu ile hazanın ve sonbaharın benzememesi mümkün mü? Sonbaharın güzel renkleri, görmüş geçirmiş insanların sükûneti gibi huzur verici değil mi?
Nöro-biyolojik yapısal özellikler tıpkı coğrafik yapısal özelliklerin havayı etkilediği gibi duygu durumuzun da temelini oluşturur. Nem, ısı, yükseklik ve bitki örtüsü gibi yerel faktörlerinin hava hareketlerini etkilemesine benzer şekilde, hormonsal, biyolojik, genetik ve iç bedensel değişkenler de duygularının oluşum şeklini etkiler. Ama bir yandan dış etkiler vardır duyguyu oluşturan; o da deneyimlenen olayların ve beş duyu yoluyla oluşan algıların, zihinde yorumlanması ile tetiklenen duygulardır.
Sonuç olarak duygular; insanlar ve kısmen de hayvanlarda bulunan nöropsişik bir tepkiler bütünüdür. Duygular hayatta kalma stratejilerimizden birisi, ama bazen doğru duygu doğru durumda yaşanamaz. Bazı duygularla baş edilemeyince hemen şekil değiştirir. Özellikle üzüntü, kaygı, suçluluk ve utanç gibi duygularla baş etmek zordur. Bu duyguların çoğunlukla ‘öfke’ duygusuna dönüştürülerek ifade bulması hiç de az rastlanılan bir durum değil. Üzülmesi gereken yerde bu duyguyla yüzleşmenin zorluğu nedeniyle hemen öfkeye kaçış yapar bazıları, çünkü üzülmek bir zayıflık, yenilmişlik, eziklik gibi algılanır. Kaygılandığında hırçınlaşıp sağa sola bağırmaya başlar bazıları da, ya da korktuğunda hemen öfke duygusu yardımına koşar. Utanç ve suçluluk duygusunu hissetmemek için öfke tam bir kurtarıcıdır. Bir durum karşısında doğru duyguyu yaşayabilmek ve o duygunun ifade bulması doğal ve sağlıklı iken; bastırılması, yok sayılması ya da başka bir duyguya dönüşmesi sağlıksız bir durum.
Duygularımızı tanımak önemlidir. Onlarla sağlıklı şekilde baş edilmesinin ilk şartlarından biri duyguyu bastırmamak ve ifade bulmasına izin vermektir. Yoksa tıpkı gezegenimizin dengesini bozduğumuz gibi bedenimizin ve beynimizin ortak tepkisi olan duyguların da dengesi bozulabilir. Eğer onlara doğru tepki vermeyi öğrenemezsek, yok sayarsak, başka duyguya değiştirirsek, ya da bastırırsak işte o zaman daha güçlü şekilde geri gelir. Örneğin öfke kasırga gibi yıkıcı, suçluluk ateş gibi yakıcı, korku ve kaygı soğuk hava gibi dondurucu olabilir.
Havanızı iyi tutmanız dileğiyle…
Tıp Doktoru / Psikiyatrist. Erciyes Üniversitesi Tıp fakültesinden 1999 da mezun oldu. Pratisyen hekimlikten sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden 2010 yılında Psikiyatri uzmanlığını aldı. Akademisyenlik, öğretim üyeliği yaptıktan sonra İsveç’e yerleşti ve mesleğini İsveç Eyalet Hastanesinde yapmaya devam etmektedir. Daha önceleri Psikiyatri ve sanat kavşağında Kısa film, Film Okumaları seminerleri, Müzik Albümü ve Grup Müzik terapi projelerine imza atmış olup son olarak sanat ve psikiyatri bağlamdaki yazılarını İyileştiren Sanat sitesinde yazmaktadır.