Türkiye’de yoksulluğun arttığı, insanların ekonomik darboğaza girdiğiyle alakalı serzenişler başladığında gerek medya söylemlerinde gerekse de gündelik muhabbet içinde karşıt görüşler de haliyle dillendirilmektedir. Bu görüşler ise kendilerini ülkede araba satın alınabilmesi, AVM’lerin müşterilerle dolmasıyla temellendirmeye çalışır. Bu çabayla birlikte de insanların satın alma güçlerinin olduğu vurgulanır. Halbuki her şey görecelidir. Yani eğer karşılaştırma Afrika’nın yoksul bölgeleri ile ülkemiz arasında yapılıyorsa Türkiye’deki yoksul, zengin görülür. Fakat eğer karşılaştırma ABD’nin zenginleriyle yapılırsa Türkiye’nin çoğu zengini de pek zengin sayılmayabilir.
Peki durum böyleyken, söz konusu olan Türkiye’de toplumun zenginleşmesi ise bu zenginleşmenin derecesi nasıl anlaşılabilir? Bizler neye dayanarak yoksulluğun mu yoksa zenginliğin mi ülke içende yayıldığını söylemeliyiz? Açıkçası bunun için Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Günümüzde bilimsel metotlarla ortaya konan refah göstergeleri belli bir ülkenin vatandaşlarının kendi ülkesinin zenginliğinden ne şartlarda ve ne oranda pay aldığını gözler önüne serer. Zenginliğin kimlerde toplandığını gösterir. Bu minvalde de tek başına şu kadar araba satılıyor çok zenginiz, ya da şu kadar kişi başına gelir var çok iyi demek abestir. Olması ve yapılması gereken, bilimsel göstergelerle duruma bakmaktır. Bu bağlamda da refah göstergesini ve Türkiye’nin yerini incelemektir.
Refah Göstergesi & Kişi Başına Milli Gelir
Günümüzde ülkelerin zenginleşmesinin gösterilmesiyle alakalı olarak iki ayrı gösterge kullanılır. Bunlardan biri; ülkede bulunan yerleşiklerin ürettikleri mal ve hizmetlerin, bu minvalde de gerek iç gerek dış alemle olan ticaretin belli bir hesaplama metodu ile ortaya konması ve bu çıkan rakamın (yani GSYİH’nin) ülkenin resmi nüfusuna bölünmesi işlemidir. Buna kişi başına düşen milli gelir denir. Bugün dünyanın en büyük ekonomilerinden ABD, 2019 verilerine göre 65,297.5 $’lık GBD Per Capita’ya (bundan sonra kısaca GBD denilecek) sahiptir. Listenin başında ise Linçestayn ve Monako bulunur. Bu ülkelerin GBD’si 180,000 $’ı aşar.i Bu hesaplama yöntemi ise kendi içinde bazı sorunlar barındırır. Zira bazı ülkelerde üretilen toplam gelir ülke içinde daha eşit dağılırken bazılarındaysa oldukça eşitsizdir. Dolayısıyla aynı kişi başına gelir seviyesinde bulunan ülkelerin vatandaşları oldukça farklı pozisyonlarda bulunabilir. Bu nedenle de ikinci bir gösterge daha kullanılır. Bu gösterge ise ekonomik kalkınmayı ölçmeyi hedefler, merkezine refahın dağılımını alır. Daha iyi yaşam koşullarına göre ülkeleri sıralar.
Bu gösterge tipi şöylece tanımlanabilir:
Stiglitz’e göre refahı tanımlamak ve ölçmek için sadece GSYİH gibi tek bir kritere değil, birden çok kritere ihtiyaç vardır. Komisyon bu doğrultuda yasam kalitesinin ve refahın sekiz alandan ölçülmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu kriterler kısaca şunlardır:
- Yasam standardı için gerekli olan materyaller (gelir, tüketim ve zenginlik)
- Sağlık
- Eğitim
- İs yaşamını kapsayan kişisel faaliyetler
- Politika ve yönetim
- Sosyal ilişkiler ve iletişim
- Çevre
- Güvenii
Bu tanımdan da anlaşılabileceği üzere ekonomik kalkınmayı ve bu minvalde de daha iyi yaşam standardını ölçmek için insanların hayatlarındaki çok yönlü değişkenlere bakılır. Bu değişkenlere göre toplumun, bu bağlamda ülkenin kalkınmışlık düzeyi ve refah seviyesine göre yeri ortaya çıkar.
Burada dikkat edilmesi gereken nüans ise şudur:
Refah endekslerine göre ülkeler, kendilerine yakın GBD üreten ülkelerle benzer refah seviyesindedir. Ama bazı ülkeler bu durumu bozar. Ya iyi ya da kötü yönde GBD’den ayrışır ve GBD ile orantısız refah düzeylerine ulaşır. Bu noktada en güzel örneklerden birisi Katar’dır. Buna göre Katar’ın GBD sıralaması dünya 17.’liğidir. ABD ile arasında sadece üç ülke vardır. Fakat iyi yaşam endeksinde Katar’ın yeri oldukça aşağılardadır (45.). İlaveten ABD’nin GBD dünya sıralamasındaki yeri 13.’lük iken, refah endeksindeki yeri 18.’liktir. Yani ABD kişi başına gelirine göre daha aşağıda bir refah sunar. Farklı bir ifadeyle, görece daha fakir ülkeler ABD’li daha zengin? halktan daha yüksek refaha sahiptir. Bu minvalde de iyi yaşam ile GBD arasındaki bağlantının muğlak olduğu ortaya çıkar. Zira ülkeler çok yüksek milli gelirler üretebilseler de eğer ülke içindeki gelir dağılımı adil değilse o zaman ülke içindeki eşitsizlikler artar, huzursuzluk baş gösterir ve yaşam kalitesi düşer. Elbette iyi bir yaşam için belli bir zenginlik gereklidir ama bir noktadan sonra da daha fazla zenginlik değil, mevcut zenginliğin nasıl dağıtılacağı daha önemli olmaktadır. Nitekim Türkiye’nin durumu da bunu ortaya koyar. Türkiye GBD sıralamasında 2019 verilerine göre 74. iken, refah endeksinde 94.’dür.iii Yani Türkiye halkı teoride kendinden daha az kazanan bazı ülkelerin insanlarından daha kötü koşullarda yaşamaktadır.
Refah ve Demokrasi
Nihayetinde de bu perspektiften görüleceği üzere GBD sıralamasıyla refah endeksleri birbirinden farklı şeylerdir. Refah endeksinin temelinde; ülke içindeki güvenlik yapılanması, hukuk sistemi ve gelirin hakça paylaşımı yer alır. Bu sayılanların yerinde-düzgün işlemesinin nasıl mümkün olacağı sorusu ise bizi demokrasi ile refah arasındaki ilişkiye götürür. Nitekim demokratik yönetimi otoriter yönetimden ayıran en önemli ilke güçler ayrılığıdır. Sayılan bu değişkenler ise ilk olarak ülkedeki güçler ayrılığının yerli yerine oturmuş olmasıyla alakalıdır. Güçler ayrılığının önemi şöylece ifade edilebilir:
Bir ülke içindeki ekonomik kaynakların dağıtım süreçlerini organize eden yapı, en başta devlettir. Devletler sosyal güvenlik ödemeleri, kamu yatırımları ve vergi politikalarını kullanarak servetin dağılımını yönlendirir. Bu noktada ise güçler ayrılığı oldukça önemli bir konuma oturur. Zira eğer bir ülkede güçler ayrılığı yerine oturmamışsa, devleti yöneten gruplar kendi nam ve hesabına istedikleri politikayı uygular. Bu da serbest piyasanın düzgün işlemesini bozar. Servet, piyasanın kendi akışında ve-veya adaletin gereğince dağılmaz, tersine devletin bir grubu sürekli kayırmasıyla belli ellerde toplanır. İlaveten güçler ayrılığı olmadığında güvenlikten hukuk sistemine kadar her yapıda da kayırılma kendisini gösterir. Bu da refah endeksinde dikkate alınan hem ekonomik hem de güvenlik – yönetişim gibi alanlarda sorunlar doğmasına neden olur. Bu sorunlar ise bir ülkenin refahını geriletir.
Bu açıklamaların sonucunda ise kuvvetler ayrılığının ekonomi politikalarını etkilediği, hatta kuvvetlerin ayrı olduğu bir durumda politikaların refah arttırıcı şekilde kurgulanmasına zemin hazırlandığı söylenebilir. Fakat bu tek başına yeterli değildir. Kuvvetler ayrılığının katılımcı demokrasi ile tahkim edilmesi gereklidir. Zira katılımcı demokrasinin güçlü olmadığı ülkelerde devlet politikalarındaki kimi ayarlamalar temsili demokrasinin zaaflarıyla birleşerek yine belli grupları önceleyebilir. Örneğin ABD’de bu yaşanır. Multimilyarderler neredeyse hiç vergi vermezken (oransal olarak çok düşük vermektedirler), ücretli çalışanlar daha yukarı düzeylerde vergi verir. İlaveten bazı ülkelerde vergi politikaları, dolaylı vergilerin oransal olarak daha büyük bir gelir getirmesi ile karakterize olur. Örneğin Türkiye bu ülkelerden birisidir. Bu durumda da vergi yükü sermayedarlardan ücretlilere doğru kayar. Bu durumda da harcanabilir geliri düşen aşağı ve orta sınıflar iyi yaşamdan uzaklaşır, refah kaybı yaşar. Bu döngünün kırılması ise İskandinav ülkeleri ya da İsviçre gibi vatandaşları aktif biçimde demokratik yönetime katılan ülkelerde görülür.iv Bu ülkeler aynı zamanda sosyal devlet olarak anılır.
Bu minvalde de iyi yaşam – yüksek refahı sağlayan en önemli değişken bir ülkede bir sosyal devletin ve buna bağlı olarak sosyal demokratik politikaların var olup olmadığıdır. Örneğin ABD’de COVİD-19 aşılarının ilk başlarda ücretsiz verilmesinde yaşanan sorunlar, baştan beri gelişkin yaygın sağlık hizmeti veren İskandinav ülkeleri ve Almanya’yla sosyal devlet olma konusunda bu ülkelerin gerisinde kalan ABD arasındaki farkı belirginleştirmiştir. ABD’nin ekonomisine göre daha aşağıda bir refah sunması ile Almanya’nın GBD sıralamasındaki 26.’lığı bir yana refahta dünya 8.’si olması, sosyal demokratik politikaların, refahın artmasında ne kadar belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır. Bunu sağlayan ise en başta halkın yaygın ve sürekli demokratik katılımıdır. Zira halk sürekli olarak siyasileri denetleyip, kendi lehlerine politikaları öncelettiği müddetçe ekonomik kaynaklar oligarşiler yerine halka kayar. Demokratik katılımı güçlendiren değişken ise yerelin güçlü olup olmaması meselesidir. Örneğin Türkiye gibi ülkelerde yerel güçlü değildir. Buradaki yerelden kasıt; belediyelerden üniversitelere çeşitli kamu kurumlarının kendi kendine yönetebilme beceresidir. İşte burada katılımcılık devreye girer ve toplumun kendi iyi yaşamı için politika üretebilme becerisi artar. Zira yerinden yönetimi kurumu olan bu anılan kurumlara yerel aktör olarak bir fiil vatandaş daha fazla katılım gösterir. Örneğin ABD’de okul birlikleri böyle bir yönetim imkânı sunar. Bu birlikler o bölgede bulunan veliler ve veli adaylarının katılımıyla eğitim süreçlerini karara bağlar ve profesyoneller eliyle yürütür. Federal yasalara-sınırlara bağlı olarak yürütülen bu faaliyetin o bölgedeki insanlara sağlayacağı iyi yaşam oldukça değerlidir. Hem ödedikleri okul aidatlarını denetleyerek israf ve yolsuzluğu önlerler hem de çocuklarına kendi isteklerine göre esnek bir eğitim sunarlar.
Buradan hareketle de kamu politikalarının insanlar tarafından yönlendirilebilme kapasitesinin refahı arttıracağı söylenebilir. Zira unutulmamalıdır ki güç yozlaştırır. Kontrolsüz güç ise kesin yozlaştırır. Kontrol edilmeyen, sınırlandırılmayan kamu yönetimi ise vergi ve yatırım politikaları ile servet dağılımını manipüle eder, serveti belli ellerde toplar. İşte bu durumdan sakınma ise kamu politikalarını yürüten ve karar alanların sürekli denetlenmesiyle mümkündür.
Peki Demokrasi Nedir? Refahla İlişkisi Nedir?
Bu noktada demokrasinin ne olduğunu kısaca düşünmek gerekir. Demokrasi bazılarına göre sandıktır. Yani sandıkla iktidarın değişebilmesidir. Lakin zamanın Venedik Cumhuriyeti de başkanını seçmiştir. Peki Venedik Cumhuriyeti demokrasi midir? Esasen bu sorunun cevabı kısaca hayırdır. Zira demokrasi için bilhassa 2. Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasında belli başlı modern standartlar belirlenmiştir. Bunlar anayasa mahkemelerinin varlığı, güçler ayrılığına göre yasama – yürütme – yargının ayrı erkler olması, kanunlara bağlı devlet yönetimi, kanunların ise yaygın – gizli oy – açık sayım ilkeleriyle belirlenmiş güvenlik içindeki seçimlerle belirlenen meclisler eliyle yapılmasıdır. Buna günümüzün yeni şartlarında dijital imkanlarla gelen seçimli doğrudan katılım kanalları da eklenecektir. İnternet demokrasisi, yeni oylama ihtimalleri gibi konular gelişmiş ülkelerde konuşulmaktadır.
Nihayetinde de demokrasi sadece sandık değildir. Halkın yönetime olabildiğinde çok katılımı, seçilmişlerin gerek seçenlerce gerekse de hukuk sistemi aracılığıyla denetlenmesi, kanunlara uyulmaması halinde objektif yargılamaların cari olması gibi belirleyenler olmadan demokrasiden ya söz edilemez ya da en iyi tabirle o demokrasi için gidilecek çok yol vardır, henüz o demokrasi eksiktir-sakattır denilebilir.
Bu açıklamalar kabinde de refahın artışı için bir ülkedeki vergi politikalarının, ücret – kar – rantv dengesinin ve bu dengeleri gözetecek politika yapıcıların toplumun geneli tarafından denetlenmesi, dikkatle takip edilmesi gerekir. Bu olmadan demokratik bir yönetimden de söz edilemez. Bu takip de bağımsız mahkemelerle tahkim edilmelidir. Bugün bu anlatılanların mümkün olduğunu ise en gelişkin haliyle günümüzde İskandinav ülkelerinde görebiliriz. Bu minvalde de bu ülkelerin listenin en üstlerinde yer almasına şaşmamak gerekir. Zira demokrasinin çok boyutlu kalitesi arttıkça, yani halk bilinçlendikçe, bilinçli halk bağımsız basından olabildiğince objektif bilgileri öğrendikçe ve yasal – hukuksal güvencelerle ifade özgürlüğü bir ülkede oldukça, o ülkedeki yaşam kalitesi de kendi kendine yükselmektedir. Bu yükselme sonucunda ise refah sıralamasındaki yeri, GBD sıralamasındaki seviyesinden üst noktalara çıkabilmektedir. Bu son durumun Türkiye’ye de çok şey söylediği görülür. Nitekim refah seviyesinde Türkiye’yi geçen Ukrayna’yı ülkemizle kıyaslamak, demokrasinin eksik olduğu sorunlu bir devlet yönetiminin bir ülkedeki refahı – kaliteli yaşamı nasıl bozduğunu ortaya çıkarır. Nitekim Ukrayna ekonomik kalite, kişi başına gelir, serbest piyasanın derinliği gibi çokça alanda Türkiye’den fersah fersah geridedir. Aşağıdaki refah listeden takip edebileceğiniz üzere aynı ekonomik bölgede bulunduğumuz bu ülkeden yine de iki sıra geride bulunmaktayız. Yani o kadar ekonomik güce rağmen şu an için bir Ukraynalıdan daha az refaha sahibiz.
İlaveten aynı listeden takip edilebileceği üzere Türkiye’yi refah seviyesinde aşağıya çeken şeyler, ülkede kamu yönetiminin değişkenleridir. Yani bizzat demokrasi ile ilgili değişkenlerdir. Türkiye’yi Ukrayna’dan daha aşağıya çeken bir diğer değişkenin ise eğitim olması (listenin üst barında kepli görselin olduğu sıralama) demokrasi – toplumsal bilinçlenme yani eğitim kalitesi arasındaki at başı gidişi bize göstermektedir.
Son kertede de bir ülkenin zenginleşmesi için çeşitli değişkenler gerekir. Ülkedeki demografik yapı, doğal kaynak örtüsü, diplomatik ilişkiler vd. durumlar ülkenin ekonomisini büyütür ya da küçük kalmasına neden olur. Fakat refahın artışı için demokrasi çok ama çok gereklidir. Bilhassa yukarıdaki listeden görebileceğiniz üzere kamu yönetiminin etkin çalışmadığı her durumda ülkeler ekonomik büyüklerinden ayrık düşer, refahı azalır, fakirleşme artar. Bu da mutsuz bir topluma neden olur. Bu durum ise aynı tablodan görebileceğiniz üzere listenin üstünde de belirgindir. Endeksteki en iyi ekonomik yapılara sahip olan Hong Kong ve Singapur, demokrasi kalitesinin düşüklüğüyle beraber listenin aşağılarına inmektedir. Nihayetinde de yüksek demokrasi ise görece daha az GBD sahibi olan Kuzey Batı Avrupa ülkelerindeki halkların GBD sıralamalarından daha yüksek bir refah seviyesine ulaşmalarını sağlamaktadır.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Tarih alanında doktora eğitimine devam eden Kabacaoğlu, Yale Üniversitesi ve Tarih Vakfı gibi çeşitli kurumlardan seminer-eğitim sertifikaları bulunmaktadır. İngilizce ve Fransızca bilmekte, Osmanlıca okuyabilmektedir. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış yazıları ve basılmış-yayınlanmış hikâye kitapları bulunmaktadır.
NOTLAR:
- https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?most_recent_value_desc=true
- Şenaras, Arzu Eren; Çetin, Işın. OECD Ülkelerinde Refahın Daha İyi Yaşam Endeksi ile Analizi. Paradoks Ekonomi, Sosyoloji ve Politika Dergisi, Temmuz, 11 – 2, 2016, s. 36
- Bu metinde verilen tüm refah endeksi sıralamalarının verileri için bakınız:
https://www.prosperity.com/rankings?pinned=UKR,TUR,HKG,SGP&filter=
Resmi GBD sıralaması için bakınız:
https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?most_recent_value_desc=true
Refah endeksinden görüleceği üzere listenin üst sıraları yerel demokrasinin ve doğrudan – katılımcı demokrasinin güçlü olduğu ülkelerdir.
Ekonomi teorilerine göre bir ülkede üretilen toplan gelir, bu üç kategoriye bölünür. Özellikle rant, Adam Smith’e göre ülkenin gelişmesini engeller. Gelişkin bir ekonomi, ücret ve kar arasında uygun bir denge bulup, rantın alanını olabildiğine daraltmalıdır.